Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2019/707 Esas
KARAR NO : 2021/927
DAVA : Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 18/12/2019
KARAR TARİHİ : 24/12/2021
Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket ile davalı şirket arasında 05.10.2018 tarihinde Bağımsız Yüklenicilik Sözleşmesi akdedildiğini, yürürlük tarihinin 24.09.2018 olarak kararlaştırıldığını, davalı şirketin … kontuarlarda bagajların taşınması servisini sunduğunu, sözleşme uyarınca müvekkili yüklenici şirketin davalı şirkete bu bagaj sisteminin taşınması için gereken IT kurulumu ve yazılım operasyonunun yürütülmesini sağlayacağının kararlaştırıldığını, sözleşmenin 10.1 maddesinde süresinin yürürlük tarihinden itibaren 10 ay olduğunun, yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde davalı şirketin sürenin uzatılmayacağını yazılı olarak bildirmesi halinde sözleşmenin kendiliğinden 16.08.2021’e kadar hiçbir eylem gerekmeksizin uzayacağının, bu altı ay içinde sözleşmenin uzamayacağı yazılı olarak bildirilirse 16.08.2019 tarihinde sona ereceğinin düzenlendiğini, bu hüküm gereği altı aylık yazılı bildirim süresinin sonunun 24.03.2019 olduğunu, sözleşmenin 10.2 maddesinde ise davalı şirketin sözleşmeyi süresinden önce fesih koşulları düzenlenerek, bu durumda feshin yürürlük tarihinin fesih ihbarının tebliğinden itibaren en az 120 gün sonra olacağının, fesih ihbarının alınması üzerine yüklenici müvekkil şirketin en son kestiği ücret faturasındaki aylık miktarı temel alarak sözleşmenin kalan süresi ile ilgili aylık ücretlerin toplamını tek seferde davalı şirkete fatura edeceği ve davalı şirketin sözleşmedeki ödeme koşullarına göre ödemeyi gerçekleştireceğinin kararlaştırıldığını, sözleşmenin ifası devam ederken ve sözleşme süresi kendiliğinden 16.08.2021 tarihine kadar uzamışken, 24.04.2019 tarihinde davalı şirketin müvekkiline elden tebliğ ile İngilizce fesih ihbarında bulunduğunu ve öncelikle müvekkilinin emeğine teşekkür ettiğini, operasyonun artık dışarıdan değil şirket bünyesinden sağlanacağını belirttiğini, yeni işe alacakları yöneticiye müvekkilinin işi öğreteceğini, sözleşmenin 10.1 maddesi uyarınca 16.08.2019 tarihinde sona ereceği yönünde karar alındığını bildirdiğini, bunun üzerine müvekkilinin de 09.05.2019 tarihinde davalıya keşide ettiği ihtarla, sözleşmenin 10.2 maddesine göre davalı şirketin süresinden önce fesih halini uyguladığını ancak sözleşme hükmüne göre altı ay içinde sözleşmenin devam etmeyeceği yönünde bildirimde bulunulmadığından sözleşmenin 16.08.2021 tarihine kadar uzadığını belirterek, süresinden önce fesih nedeniyle sözleşmede kararlaştırıldığı şekilde müvekkilinin kalan süreye isabet eden alacağı için düzenlediği faturanın ödenmesini talep ettiğini, ödeme için sözleşmede belirtilenden daha da fazla (5 gün yerine 13 gün) süre vererek bedelin ödenmesi için temerrüt ihtarında bulunduğunu, müvekkili şirketin bu sözleşmenin akdinden önce ticari hayatı sonlandırmayı düşünüp tasfiye kararı almışken bahse konu sözleşmenin varlığı nedeniyle tasfiyeden dönerek 28.02.2019 tarihinde tescil ettirdiğini, davalı şirketçe müvekkiline “artık hizmeti şirket içinde sağlayacağız, yeni yöneticiye bütün bildiklerini öğret ve şirketten ayrıl” denilerek müvekkili ile iş ilişkisinin sora erdirildiğini, sözleşmeye açık aykırılık bulunduğunu, sözleşme cezası olarak kararlaştırılan tutarın götürü tazminat olması nedeniyle müvekkilinde zarar doğup doğmamasından bağımsız şekilde ödenmesi gerektiğini belirterek, sözleşmenin 10.2 maddesi uyarınca müvekkilinin sözleşme fesih tarihinden sözleşmenin uzadığı 16.08.2021 tarihine kadar hakettiği tutara ilişkin düzenlenen (KDV dahil 673.902,72 TL tutarlı) fatura bedelinin ödenmemesi nedeniyle davanın kabulüne, sözleşme’nin 10.2 maddesi uyarınca düzenlenen fatura bedelinin (fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak şimdilik 8.500,00 TL alacağın) müvekkiline ödenmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili şirket usule uygun şekilde arabuluculuk toplantısına davet edilmediğinden haberdar olmadıkları için arabuluculuk toplantısına katılamadıklarını, bu nedenle davanın dava şartı arabuluculuk süreci usule uygun gerçekleştirilmediğinden usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, …’in … merkezli bir şirket olduğunu, müvekkili şirketin ise bu şirketin … şubesi olduğunu, taraf ve dava ehliyetinin şubenin bağlı olduğu tüzel kişiye ait olması nedeniyle, bağımsız tüzel kişiliği bulunmayan şubeye husumet yöneltilmesi usule aykırı olduğundan davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiğini, şubenin imza yetkilisinin İTO ve mersis kayıtlarından görüleceği üzere … vatandaşı …olduğunu, şirketin yabancı yetkililerinin yapacağı işlemler ve sözleşmelerin yeminli tercüman ve noter eşliğinde yapılmakta veya İngilizce ve Türkçe metnin yan yana düzenlendiği sözleşme metinleri hazırlanarak imzalanmakta olduğunu, davacı şirket yetkilisinin ise tarafların e-posta yazışmalarıyla mutabık kaldıkları (davacı yetkilisinin 05.08.2019 tarihli maili ekinde müvekkiline gönderdiği) İngilizce sözleşme metnini, müvekkili şirket yetkilisinin iradesine aykırı olarak tahrif ederek, hile ve desise ile müvekkili şirketin aleyhine olan hükümleri içeren başka bir Türkçe sözleşme metnini müvekkili şirket yetkilisinin Türkçe bilmemesinden faydalanarak imzalatmış olduğunu, bu hususun e-posta yazışmalarıyla sabit olduğunu, davacının hileli hareketi ile sözleşme öncesindeki beyanlarına da riayet etmediğini, şirket yetkilisini aldatarak iradesini sakatladığı ve … sorumluluğuna aykırı hareket ettiğinden TBK m.36’ya göre sözleşmeyle bağlı olunmadığını, hatta davacı yetkilisinin müvekkili şube yetkilisine Türkçe bilmemesinden yararlanarak imzalattığı sözleşmenin her iki nüshasını da kendi uhdesine alarak bir nüshasını müvekkiline teslim etmesi gerekirken ibraz etmeyerek hilesinin ortaya çıkmasına da engel olduğunu, ayrıca davacı şirketin ilk hizmet vermeye başladığı-ilk faturayı kestiği 30.08.2018 tarihinde tasfiyede olduğunu müvekkilinden gizleyerek dürüst davranmayıp güven ilkesine ve sözleşmeye aykırı hareket ettiğini, davacının 09.05.2019 tarihinde müvekkiline gönderdiği … 11.Noterliği ihtarıyla … tarihli … sayılı 673.902,72 TL tutarlı fatura göndererek talepte bulunduğunu, böyle bir borç bulunmadığından müvekkilinin 15.05.2019 tarihli … 11.Noterliği ihtarıyla faturayı iade ettiğini, davacının kendi ihtarında kendi adresini kasten (faturanın iadesine engel olmak için) yanlış bildirmesi nedeniyle müvekkilinin fatura itiraz-iade ihtarının TK md 35’e göre davacıya tebliğ edildiğini, nitekim davacının da müvekkilinin fatura itirazını kabul ederek faturayı kendi kayıtlarına almayarak maliyeye bildirmemiş olduğunu, tarafların ticari defterleri incelendiğinde bu hususun tespit edileceğini belirterek, davacı şirketin hükümsüz hale gelen sözleşmeye bağlı düzenlediği 08.05.2019 tarihli 102277 sayılı 673.902,72-TL tutarlı faturaya ve geçersiz sözleşmeye bağlı bir alacağı mevcut olmadığından davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava, tacirler arası hizmet alım sözleşmesinin feshi nedeniyle, cezai şart mahiyetindeki alacak için düzenlenen faturaya ilişkin kısmi alacak davasıdır.
Tarafların bildirdiği deliller toplanmış, davacı şirketle davalı (Hollanda’da mukim yabancı) şirketin İstanbul Merkez Şubesi arasında imzalanan ve 24/09/2018 tarihinde yürürlüğe girdiği kararlaştırılan 05/10/2018 tarihinde akdedilmiş olup davacı vekilince sunulan (Türkçe) Bağımsız Yüklenicilik Sözleşmesi aslı, davacının düzenlediği fatura, davalı vekilince sözleşmenin imza öncesi İngilizce metin olarak e-posta yoluyla anlaşıldığı ileri sürülen İngilizce metni, bu metnin yeminli tercüman tarafından yapılmış Türkçe tercümesi, e-posta yazışmaları, davalının fesih ihbarı, tercümesi, tebliğ belgesi, davalının fatura itirazına ilişkin noter ihtarı, Hollanda’da mukim davalı şirketin İstanbul Şubesi temsilcisine verdiği vekaletname, davacının noter ihtarı, davacı ve davalı şirketlerin ticaret sicil kayıtları, … CBS … Soruşturma dosyası Uyap kayıtları, dava şartı arabuluculuk süreciyle ilgili arabulucuyla yazışma yapılarak alınan cevaplar incelenmiş, davalı vekilince bildirilen tanık taraf vekillerinin katıldığı 11/06/2021 tarihli duruşmada dinlenerek beyanları alınmış, davalı şirkete bağımsız yüklenici sıfatıyla danışmanlık hizmeti verdiği tarafların kabulünde olan davacı şirket yetkilisinin katıldığı 11/06/2021 celsede HMK md 144 kapsamında beyanı alınmış, tarafların fatura dönemine ilişkin BA-BS formları celbedilmiş, tarafların ticari defter ve kayıtları mali bilirkişi vasıtasıyla incelenerek rapor alınmıştır.
805 Sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkındaki Kanun’un 1. maddesi gereği Türk tabiiyetindeki şirket ve müesseseler, ülke içindeki her türlü işlemleri, sözleşmeleri, hesap ve defterlerini Türkçe olarak düzenlemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaksızın düzenlenen sözleşmeler ise aynı Kanun’un 4. maddesine göre geçersizdir.
Dava dilekçesinin sonuç ve talep kısmında talep edilen alacak açıkça yazmadığından HMK md 31 kapsamında davacı vekiline süre verilerek açıklatılmış, sunulan beyan dilekçesinde davanın KDV dahil 673.902,72 TL tutarlı bir adet faturaya dayalı fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak şimdilik 8.500,00 TL’nin tahsili talebiyle açılmış kısmi dava olduğu açıklanmıştır.
Dava öncesi dava şartı arabuluculuk (anlaşmama) son tutanağında davalının görüşmelere katılmadığının yazılı olduğu, davalı vekilince süreçten kendilerine haber verilmediği bu nedenle katılamadıkları beyan edilerek arabuluculuk görüşmesi hukuka uygun gerçekleştirilmediğinden davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi talep edilmiş, bunun üzerine mahkememizce arabulucuyla yazışma yapılmış, alınan cevapta davalının tespit edilebilen internet sitesindeki iletişim formu doldurularak bilgi verilmesine rağmen yanıt alınamadığı, ayrıca tespit edilebilen üç telefon numarasından arandığı ancak ulaşılamadığı, bunun üzerine son tutanağın (8 haftalık azami süre sonunda) anlaşmama şeklinde düzenlendiği bildirilmiş olup, davalıya arabulucu tarafından hukuki bağlayıcılık doğuracak bir tebligatın yapılmamış olduğu anlaşıldığından, 22/02/2021 tarihli celsede “dava şartı arabuluculuk sürecine ilişkin davalı tarafa davet mektubunun usule uygun tebliğ edildiği hususu arabulucudan alınan cevabi yazı ve eklerine göre ispatlanamamakla birlikte, bu durum dava öncesi arabuluculuk sürecine başvurduğu tartışmasız olan davacıya yüklenebilecek bir kusur sayılamayacağından, dava şartı arabuluculuk sürecinin davacı tarafça yerine getirilmiş olduğunun tespitine, ancak davalının toplantıya katılmaması nedeniyle anlaşmama şeklinde tutulan son tutanağın tarafların görüşerek anlaşamadığı gerekçesiyle düzenlenmiş son tutanak olarak tespitinin zorunlu olduğu, bu durumda 6325 sayılı Kanun ve ilgili yönetmelik hükümlerinde arabuluculuk görüşme toplantısına tarafın katılmaması nedeniyle sürecin anlaşmama tutanağıyla sonuçlanması durumunda toplantıya katılmayan tarafa uygulanması gereken yaptırımların (davada lehine karar verilse bile tüm yargılama giderleri ve vekalet ücretlerinin katılmayan tarafa yüklenmesi vb.) davalı hakkında uygulanma imkanı bulunmadığının, yargılama giderlerinin bu husus dikkate alınmayarak tamamen tarafların davadaki haklılık durumuna göre karara bağlanması gerektiğinin tespitine, gerekçeli kararda bu hususun dikkate alınmasına” karar verilmiştir.
Dava dilekçesinde davalı olarak Hollanda’da mukim şirketin …Şubesinin ünvanı yazılmışsa da, davalı vekilince cevap dilekçesinde husumet itirazında bulunulması üzerine davacı vekilince önce HMK md 124 kapsamında iradi taraf değişikliği talepleri bulunduğu, sözleşmeyi imzalayan İstanbul Şubesi olduğundan tarafta kabul edilebilir yanılgı olduğu ve husumetin Hollanda’da mukim …’ye yöneltildiği beyan edilerek dava dilekçesi tebliği için Hollanda adresi bildirilmişse de, bu hususta henüz bir değerlendirme yapılmadan, hemen sonra 29/01/2021 tarihli celsede davada husumetin Hollanda’da mukim ana şirkete izafeten İstanbul Merkez Şubesine yöneltildiği beyan edilmiştir. Davacı vekilinin son beyanı doğrultusunda İstanbul Merkez Şubesi temsilcisine yabancı menşeli ana firma tarafından verilen vekaletnamenin dosyaya sunulması sağlandığında ana firma adına sözleşme akdetme, dava takip etme ve vekaletname verme yetkisi tanınmış olduğu, nitekim davalı vekilinin vekaletnamesinin de bu kapsamda .. Şubesi yetkilisince verilmiş olduğu tespit edilmekle, istikrar kazanmış Yargıtay ve BAM içtihatları uyarınca yurtdışında mukim yabancı şirketlere izafeten Türkiye’de bulunan irtibat şubesine husumet yöneltilebileceği, davacı vekilinin buna yönelik talebinin HMK md 124’e göre husumette kabul edilebilir yanılgı niteliğinde olduğu ve karşı tarafın kabulüne bağlı olmayıp mahkemenin takdirinde olduğu, davacıyla sözleşme imzalayanın şube olduğu anlaşıldığından, davada husumetin yabancı şirkete izafeten Türkiye şubesine yöneltilmiş olduğu, yani esas davalının yabancı şirket olduğu, şubenin kendisine tanınan yetkiye göre dava takip görevi-yetkisi bulunduğu kabul edilmiş, davalı vekilinin pasif husumet yokluğundan davanın reddi talebi yerinde görülmeyerek 22/02/2021 celsesi ara kararıyla reddedilmiştir.
Davalı vekilince, taraflar arasında İstanbul Havalimanının bagaj taşıma sisteminin IT kurulum-yazılım aşamasına ilişkin davacı şirket yetkilisi … ile davalı yurtdışında mukim şirket arasında sözleşme imzalanması öncesinde, e-posta yazışmaları yoluyla sözleşme taslaklarının hazırlanıp paylaşılarak, imzalanması kararlaştırılan son sözleşme taslağının İngilizce metin halinde anlaşıldığını, ancak davacının tarafların anlaştığı İngilizce taslaktan tamamen farklı olacak şekilde kendisinin hazırladığı Türkçe sözleşme metnini, Türkçe bilmeyen şube yetkilisi …’e hileli olarak imzalattığı, taraflar arasında sözleşme imzalanmadan önce başlamış olan akdi ilişki sırasında oluşan güven nedeniyle sözleşme metninin anlaşılan metin olduğu sanılarak kontrol edilmeden Türkçe sözleşmenin imzalandığı, anlaşılan İngilizce sözleşme metninde davacı vekilince sunulan Türkçe sözleşmedeki hükümlerin (özellikle 10 ve alt bentlerinin) tamamen farklı şekilde olduğu, davacının culpa in contrahendo sorumluluğuna aykırı hareket ettiği ileri sürüldüğünden, öncelikle imzası inkar edilmeyen sözleşmenin imzası aşamasında davalı şirket yetkilisinin iradesinin sakatlandığı iddiası yönünden davalı vekilince cevap dilekçesinde tanık deliline dayanıldığından, bildirdiği tanık … duruşmada dinlenmiştir. Aynı duruşmaya katılan davacı şirketin tek ortağı-yetkilisi …’ın da bu hususta HMK md 144 kapsamında beyanı alınmıştır.
Davacı şirket yetkilisi … duruşmadaki beyanında “Davalı şirketin iddia ettiği gibi bir durum söz konusu değildir, İngilizce sözleşme metninin tercümelerini davalı taraf yaptırmıştır, maillerden sonra pek çok sözlü pazarlık ve görüşme gerçekleşmiştir, hatta söz konusu projenin milli değerlere sahip bir proje olmasından dolayı sözleşme imzalanmadan önce çalışmaya başlamıştık, zira … hedeflenen sürede açılması için çaba içerisindeydik” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Davalı şirket tanığı … duruşmadaki beyanında “Ben davalı şirketin İstanbul merkez şubesinde Haziran 2018’den beri servis müdürü olarak çalışmaktayım, belli bir departmanım bulunmamaktadır, genel servis müdürüyüm, dava konusu olan …bagaj sistemi sözleşmesinin imzalanmadan önceki görüşme safhalarında çalışma grubu oluşturmak için görüşmeler vardı, davacı şirket yetkilisi olarak şu anda burada bulunan … beyle şirketimizin anlaştığını biliyorum, aslında bizim şirketimizin ilk planı bağımlı çalışan şeklinde birini istihdam etmek ise de … Beyin niteliklerini bildiğimizden ve kendisi de şirketi vasıtasıyla bu işe dahil olmak ve çalışmak istediğini bildirdiğinden, sözleşmeli çalışan şeklinde değil, davacı şirketle sözleşme akdedilerek çalışılmasına karar verildi, … Bey ben şirkette başladıktan hemen sonra ağustos gibi çalışmaya başladığını hatırlıyorum, … Beyden IT müdürü olarak kendi altında bir ekip kurulması suretiyle hizmet alındığını biliyorum, taraflar sözleşme imzası öncesi taslaklar üzerinde sürekli görüşmeler yaptılar, bu görüşmeler sırasında … Bey davalı şirkette çalışmaya başlamıştı, iş konusundaki yetkinliğini gördüğümüz için ve bir süre birlikte çalışınca taraflar arasında güven ilişkisi kuruldu, e-postalarla görüşülürken bizim şirketimizin kesinlikle kabul etmediği bir kısım maddeler vardı, onlardan bir tanesi erken fesih durumunda davacıya herhangi bir ceza veya bedel ödenmeyeceğine dair biz anlaşmıştık, yazılı Türkçe sözleşme imzalanırken ben yanlarında değildim, Tolga Bey sözleşmenin Türkçe çıktısını kendisi bilgisayardan alıp o zamanki şube yetkilisi Steven beye imzalatmak için götürmüş ve imzalatmış, Steven beyin benden önce Türkiye’ye geldiğini biliyorum ancak kesin tarihini bilmiyorum, şube yetkilisi olarak sözleşme imza yetkisi kendisine çok kısa bir süre önce geçmişti, ondan önce Wim isimli şube yetkilisi vardı, 2018 temmuz ağustos gibi Wim ayrıldı, bunun üzerine imza yetkisi … beye verildi. Davalı şirkette görüşmeler öncelikle İngilizce olarak yapılır, sözleşmeler normalde hem İngilizce hem Türkçe metin şeklinde ayrı ayrı imzalanır, ancak dava konusu sözleşme sırasında süre sıkıntısı olduğundan, iki ay boyunca İngilizce olarak sözleşme Hollanda merkeze sürekli gidip geldiğinden ayrıca çalışma süresinde oluşan güven ilişkisi nedeniyle de şube yetkilisi …’ın kendisine imza için getirilen sözleşmenin taraflarca anlaşılan sözleşmenin birebir aynısı olduğunu düşünerek imzaladığını tahmin ediyorum, bildiklerim bu kadardır” hususlarını beyan etmiştir.
Davacı vekilince aslı sunularak Mahkememiz kasasına alınıp incelenen ve her iki tarafın imzasını içeren Türkçe Bağımsız Yüklenicilik Sözleşmesinde: 1.2 maddesinde sözleşmenin yürürlük tarihinin 24/09/2018 olarak düzenlendiği; 2. maddesinde davacıya ödenecek hizmet bedelinin (aylık faturalandırılacak olan) 23.400,00 TL olarak düzenlendiği, 10.1 maddesinde “sözleşmenin süresinin yürürlük tarihinden itibaren 10 ay olduğunun, yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde davalı şirketçe sözleşmenin uzamayacağı yazılı olarak bildirilirse 16.08.2019 tarihinde sona ereceğinin, davalının sürenin uzatılmayacağını yazılı olarak bildirmesi halinde sözleşmenin kendiliğinden 16.08.2021’e kadar hiçbir eylem gerekmeksizin uzayacağının” yazılı olduğu/kararlaştırıldığı görülmektedir.
İmzalı Türkçe sözleşmenin 10.2 maddesinde ise “Vanderlande yukarıdaki bildirim süresini dikkate almak suretiyle, yükleniciye yazılı bildirimde bulunarak sözleşmeyi süresinden önce feshetme hakkına sahiptir. Feshin yürürlük tarihi, söz konusu bildirimin alınmasının yüz yirmi (120) gün sonrasından daha erken olmayacaktır. Fesih bildiriminin alınması üzerine yüklenici, en son kestiği ücret faturasındaki aylık miktarı temel alarak sözleşmenin kalan süresi ile ilgili aylık ücretlerin toplamını tek bir seferde Vanderlande’ye fatura edecek ve Vanderlande sözleşmedeki ödeme koşullarına göre ödemeyi gerçekleştirecektir” hükümlerinin yazılı olduğu/kararlaştırıldığı görülmektedir.
Davalı vekilince sunulan İngilizce (imzasız) sözleşme metninin yeminli tercüman vasıtasıyla yaptırılan Türkçe tercümesinde görüldüğü üzere, bu İngilizce metinde ise: 10. maddesinde “Sözleşme yürürlük tarihinden itibaren 10 ay boyunca geçerli olacaktır. Sözleşme bir fesih bildirimi ya da diğer herhangi bir eylem gerekmeksizin 16.08.2019 tarihinde kendiliğinden sona erecektir” hükmü yer almakta; 10.2 maddesinde ise sadece “… aşağıdaki bildirim sürelerini dikkate almak suretiyle yükleniciye yazılı bildirimde bulunarak sözleşmeyi süresinden önce feshetme hakkına sahiptir. Feshin yürürlük tarihi söz konusu bildirimin alınmasının yüz yirmi gün sonrasından daha erken olmayacaktır. Sözkonusu bildirimin alınması üzerine yüklenici ilgili hizmetleri sona erdirmek ve giderleri asgariye indirmek için gerekli adımları atacaktır” hükmü yer almaktadır. Ayrıca Mahkememiz ara kararı üzerine davalı vekilince sözleşme farklılıkları 24/06/2021 tarihli beyan dilekçesinde tek tek gösterilmiş olup, yukarıda dava konusu uyuşmazlığa esas alacak iddiasını doğrudan ilgilendiren 10. maddedeki değişiklikler yanında, davacı şirket yetkilisince tarafların sözlü görüşmelerde anlaştığı İngilizce metindeki (davacı aleyhine/davalı lehine hükümler niteliğindeki) bazı maddelerin sözleşmeden tamamen çıkarılmış olduğu, 6.3 maddesindeki davalı lehine olan sonuç cümlenin ise davacı lehine/davalı aleyhine olacak şekilde değiştirilmiş olduğu açıklanmış; sunulan metinler üzerinde Mahkememizce yapılan inceleme sonucunda da iki metin arasında davalı vekilince açıklandığı şekilde farklılıkların olduğu tespit edilmiştir.
Davalı şirketin (dava tarihi sonrası) 10/03/2020 tarihinde yaptığı suç duyurusu üzerine davacı şirketin tek ortağı-yetkilisi olan …. hakkında … CBS…sayılı soruşturma dosyasında dolandırıcılık suçundan başlatılan soruşturma sonunda 10/06/2020 tarihli… K sayılı kararla, “müşteki şirket yetkilisinin Türkçe bilmemesinin denetim imkanını ortadan kaldıran hileli hareket kabul edilemeyeceği, taraflar arasında sözleşmeden kaynaklı uyuşmazlığın hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu, dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verildiği, davalı vekilinin itirazı üzerine … 8.Sulh Ceza Hakimliğinin …D.iş dosyasından verilen 28/07/2020 tarihli kesin kararla itirazın reddine karar verilerek, KYOK kararının bu şekilde kesinleştiği görülmüştür.
Davadaki talebin dayanağı olan davacı şirketin düzenlediği 08/05/2019 tarihli 102277 sayılı 673.902,72 TL tutarlı fatura incelendiğinde, sözleşmenin davalı tarafça 24/04/2019 tarihli fesih ihbarına ilişkin e-postasında sözleşmeyi 16/08/2019 tarihinden itibaren feshetmiş olması nedeniyle, sözleşmenin 10.1 maddesine göre fesih ihbarı en geç 24/03/2019 tarihine kadar yapılmadığından davaya konu imzası inkar olunmayan Türkçe sözleşme metninin 10.1 maddesi kapsamında sözleşme süresinin kendiliğinden 16/08/2021 tarihine kadar uzadığı gerekçesiyle, bu sözleşmenin 10.2 maddesi kapsamında feshin yürürlüğe girdiği tarihle uzayan sözleşme süresinin sonu arasına isabet eden (16/08/2019 ila 16/08/2021 arası) 24 ay için, davacının davalıdan fesih öncesi son aldığı aylık hizmet bedelinin (KDV hariç 23.796,00 TL) 24 katına denk gelecek şekilde 571.104,00 TL+%18 KDV=673.902,72 TL bedelli olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
Tarafların ticari defter ve kayıtları mali bilirkişi vasıtasıyla incelenerek rapor alınmış olup, alınan raporda özetle; dava konusu akdi ilişkiye dair davalı tarafın kayıtlarının şubenin ticari defterlerinde kayıtlanmış olduğu, davacının da davalının da incelenen 2018-2019 ticari defter ve kayıtlarının noter açılış-kapanış tasdikleri yasal sürelerde yaptırılmış, muhasebe usul ve esaslarına uygun tutulmuş yani sahibi lehine delil teşkil eder mahiyette olduğu, sözleşmenin fesih tarihine kadar olan tüm fatura ve ödeme kayıtlarının birbirine tamamen mutabık durumda olduğu, dava tarihi itibariyle yevmiye defteri-muavin defter kayıtlarına göre açık hesap sonuçlarının “0” olduğu yani tarafların birbirinden alacak veya borcunun bulunmadığı şeklinde olduğu, dava konusu olan faturanın her iki tarafın ticari defterinde de kayıtlı olmadığı tespit edilip bildirilmiştir.
Rapora alınmış olan muavin defter kayıtları incelendiğinde, fesih tarihi itibariyle davacının en son düzenlediği (davalının da bedelini ödemiş olduğu) aylık faturanın bedelinin KDV dahil 28.079,28 TL (KDV hariç 23.796,00 TL) olduğu, son aylık hizmet bedelinin tutarı hakkında taraflar arasında bir uyuşmazlık veya mutabakatsızlık da bulunmadığı sabittir.
Davacı şirketin celbedilip incelenen ticaret sicil kayıtlarına göre, 02/08/2017 tarihinde tasfiyeye girme kararının ilan edilmiş olduğu, davaya konu sözleşme ilişkisi başladıktan sonra ise 28/02/2019 tarihinde tasfiye kararından dönülerek kaydının yine faal duruma dönmüş olduğu ve halen devam ettiği görülmüştür. Davalı vekilince, dava konusu sözleşmede (davacı vekilince sunulan imzalı Türkçe metinde 10.6 maddesinde, davalı vekilince sunulan imzasız İngilizce metnin 10.5 maddesinde) yer alan “yüklenicinin moratoryum veya tasfiyesi durumunda davalının tazminat borcu olmaksızın üçüncü kişiler ile anlaşmaya hak kazanacağına” dair hükme dayanarak da müvekkilinin sözleşmeyi fesih hakkı olduğu-feshettiği ileri sürülmüşse de, bu hükmün her iki tarafça sunulan sözleşme metinlerinde aynen yer aldığı, sözleşme ilişkisi kurulduğu tarihte davacı şirketin tasfiye halinde olmasına rağmen davalının bunu bilmeden sözleşme akdettiği iddiasının basiretli tacir davranışı olmadığı gibi kendisinin aleni ticaret sicil kayıtlarından bunu her zaman kotrol etme-öğrenme imkanı ve yükümlülüğü bulunduğu, ayrıca davalının feshi ihbar tarihinde davacı şirketin tasfiye kararından geri dönme kararı alarak aktif hale dönmüş durumda olduğu, fesih ihbarında buna yönelik bir fesih gerekçesi de yer almadığı görülmekle, davalının bu iddiasının kabul edilebilir olmadığı, dolayısıyla bu maddeye göre feshin sözkonusu olmadığı anlaşılmıştır.
Davalı (Hollanda merkezli davalı şirket tarafından sözleşme akdetme yetkisi verilmiş olan) şube yetkilisinin vekiline verdiği vekaletnamede Türkçe bilmediği belirtilerek beyanının yeminle tercüman vasıtasıyla alınmış olduğu görülmüştür.
Açığa imza durumlarına ilişkin olmakla birlikte dava konusu sözleşme imzası hakkındaki iddialar yönünden de kısmen benzerlik taşıyan Yargıtay HGK’nın 18.04.2018 tarih 2017/13-619 E. 2018/919 K. sayılı ilamında da sözü edildiği üzere “…Beyaza imza atan kimse karşı tarafın anlaşmaya uygun olarak daha önceden belirlenen esaslara göre senet metninin oluşturulacağı konusunda bir güvene sahiptir ve senet metnindeki borç kapsamından sorumludur. Bu sorumluluk beyaza imza atan kimsenin sözleşme metnindeki ifadelerin kendi iradesinin ürünü olmadığını ispat yükünü üzerine alması suretiyle tezahür eder. Ancak böyle bir iddia ile senedin hüküm ve kuvveti azalacağından Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 201. (HUMK’nın 290.) maddesi çerçevesinde bu iddianın kesin delille ispat gerekir…”.
Dava konusu uyuşmazlıkta bir kambiyo evrakına dair irade sakatlığı durumu değil sözleşme imza aşamasına ilişkin iddialar uyuşmazlığın konusu olduğundan, HMK md 201’in uygulama yeri bulunmayıp, davalının iradesinin sakatlandığı (hile, aldatma) iddiasını her türlü delille ispatı mümkündür.
TTK md 18/2 hükmüne göre, her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir.
Öncelikle, davacı vekilince sunulan ve davalı tarafça imzası inkar edilmeyen Türkçe sözleşmenin imzalanması sırasında davalı şirket yetkilisinin iradesinin hile ile sakatlandığı, bu nedenle imzalı sözleşmenin davalı açısından bağlayıcılığı bulunmadığı iddiası yönünden yapılan hukuki değerlendirme sonucunda, davalının sözleşmeyi akdetmeye yetkili olan yetkilisi tarafından imzalanan yazılı sözleşmenin, tacir davalı şirketin yetkilisi tarafından Türkçe bilmemesine rağmen, sözleşme bizzat davalının iş yerinde imzalanmasına rağmen Türkçe bilen başka bir personeli, gerekirse tercüman vb vasıtasıyla imzalayacağı Türkçe sözleşmeyi inceleyip-okutup-tercüme ettirip yardım alarak imzalama imkanı varken bunu yapmayıp okumadan imzaladığını savunması, ayrıca davacının Türkçe sözleşmeyi imzalattıktan sonra her iki nüshasını da kendi uhdesine alıp davalıya imzalı bir suretini vermediği ileri sürülmesine rağmen, iş bu dava açılıncaya kadar davalının kendi imzaladığı sözleşme metnini davacıdan istediğini buna rağmen verilmediğini ispatlar bir delilin de davalı tarafça dosyaya sunulamamış olması karşısında, Türkçe sözleşmenin imzalanması ve sonrasına ilişkin bu hususlar TTK md 18/2 kapsamında davalı yönünden basiretli tacir davranışı sayılamayacağı gibi; davalı yetkilisinin Türkçe sözleşmeyi imzalarken iradesinin sakatlandığı iddiasının, tek başına, sözleşme imzalanırken tarafların yanlarında da olmadığını beyan eden tanık beyanıyla ve ön görüşme niteliğindeki e-posta yazışmalarıyla ispatlanmış sayılması mümkün değildir.
Davalı taraf imza sırasında iradesinin sakatlandığını sunduğu delillerle (e-posta yazışmaları, tanık beyanı, KYOK kararı verilen soruşturma dosyası) ispatlayamamış olduğundan, imzası inkar olunmayan Türkçe sözleşme hükümleriyle bağlıdır. Kaldı ki 805 sayılı Kanunun 3. maddesinde, Türkçe sözleşme ile yabancı dilde sözleşme çelişirse Türkçe akdedilmiş olan sözleşmenin esas alınması gerektiği hususu da ayrıca hükme bağlanmıştır. Taraf yetkililerince imzalanan Türkçe sözleşme öncesinde yapılan e-posta yazışmaları sırasındaki beyanlar ise, aslı dosyaya sunulmuş ve imzası inkar olunmayan tacir taraflar arasında akdedilmiş yazılı bir sözleşme mevcut iken ve irade fesadı durumu kanıtlanamamışken, sözleşmenin imzalanma aşamasından önceki ön görüşme mahiyetinde olmaktan öteye gidemeyecektir ve sonuca etkisi bulunmamaktadır.
Bu hukuki kanaat ve durum karşısında, davacının imzalı sözleşmenin 10.2 maddesi kapsamında faturalandırdığı alacağın hukuki mahiyetinin ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Davadaki alacak her ne kadar sözleşme hükmü gereği faturaya bağlanarak talep edilmişse de, fatura içeriği alacak verilen hizmetin bedeline dair bir alacak olmayıp, sözleşmenin sözleşme hükümlerine aykırı şekilde-haksız feshine bağlanan cezai şart/ceza koşulu mahiyetinde bir alacaktır.
Cezai şart/ceza koşuluna ilişkin BK ve TBK hükümleri ile uygulamasını ayrıntılı şekilde açıklayan pek çok Yargıtay HGK kararı bulunmakta olup, bu kararlardan birinde aşağıdaki şekilde;
“…….
33. Kanun koyucu BK’nın 158-161. maddelerinde “cezai şart” kavramını kullanmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 179-182. maddelerinde ise bunun yerine “ceza koşulu” kavramını tercih etmiştir.
34.Cezai şart borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezai şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer’î bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selahâttin Sulhi: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 358-359).
35. Cezai şartın, Kanun’daki ifadesi ile ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi temerrüt hâlinde TBK’nın 125/I. maddesi hükmünce alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de, ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması şarttır.
36. Cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı (işlevi) bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlali hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın (ceza koşulunun) diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme/fesih cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (Kocaağa, Köksal: Ceza Koşulu (Sözleşme Cezası), Ankara 2018, s. 31-33).
37. Cezai şart, somut olayda uygulanması gereken ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 179–182. maddelerinde düzenlenmiştir.
38. Türk Borçlar Kanunu’nun 179. maddesi:
“…Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.
Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.
Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır…” düzenlemesini içermektedir.
39. Maddenin birinci bendinde seçimlik cezai şart düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde ödenmek üzere cezai şart vaad edilmiş ve aksi de sözleşmede öngörülmemiş ise alacaklı ya sözleşmenin ifasını ya da cezai şartın ödenmesini isteyebilir. Seçimlik cezai şartta alacaklı seçimlik bir yetkiye sahiptir. Buna göre o şartın gerçekleşmesi yani borçlunun asıl edimi hiç veya gereği gibi ifa etmemesi durumunda ya asıl edimin ifasını ister ya da bundan vazgeçerek cezai şartın ödenmesini talep eder. Seçimlik cezai şartta alacaklı hem asıl edimin ifasını hem de cezai şartın ödenmesini isteyemeyecektir. Örneğin, satıcının sattığı malı teslim etmemesi hâlinde alıcının mal yerine 100.000TL ceza koşulu isteyebileceği kararlaştırılmışsa, alıcı ister malın teslimini, isterse ceza koşulunu isteyebilir. Görüldüğü üzere burada seçimlik bir hak söz konusu olup, alacaklı ancak ya asıl borcun ifasını ya da ceza koşulunun ödenmesini isteyebilir; alacaklı aynı anda hem asıl borcun ifasını hem de ceza koşulunun ödenmesini kural olarak isteyemez. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, asıl borcun sonraki imkânsızlık nedeniyle ifâ imkânının ortadan kalkması hâlinde, alacaklıya tanınmış olan bu seçim hakkı bir anlam ifade etmez. Asıl borcun ifası imkânsız olduğunda, alacaklı koşulları varsa yalnızca tazminat isteme hakkına sahip olur. Buna göre alacaklı, ya zararının tazmin edilmesini ya da ceza koşulunun ödenmesini ister.
40. Buradaki “seçimlik” ifadesinden, ceza koşulu ile asıl borç arasındaki ilişkinin, seçimlik borçlarda yer alan birden çok edim arasındaki ilişkiye benzediği sanılmamalıdır. Asıl borç ile ceza koşulu arasında gerçek anlamda bir seçimlik borç (alacak) ilişkisi söz konusu olmayıp, yalnızca alacaklıya tanınmış bir seçim hakkı söz konusudur. Bunun önemi şu noktada ortaya çıkar: Borçlu asıl borcun ifasıyla yükümlü olmakla birlikte, alacaklı asıl borcun ifasından vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini istediğini borçluya bildirebilir. Borçlu ceza koşulu kendisinden istenmedikçe yalnız asıl borcu ifa edebilir. Bu seçim hakkı, teknik anlamdaki seçimlik borçtan (alacaktan) farklıdır (Kocaağa, s. 133-136).
41. İkinci bentte düzenlenen ifaya ekli cezai şartta ise alacaklı, açıkça feragat etmiş veya ifayı kayıtsız şartsız kabul etmiş olmadıkça, hem sözleşmenin ifasını hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilir.
42. Dönme (fesih) cezası olarak da adlandırılan ifayı engelleyen cezai şart ise maddenin üçüncü bendinde hükme bağlanmıştır. Burada borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle tek taraflı olarak sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ispat yetkisi saklı tutulmuştur. Böylece borçlu alacaklı ile yaptığı anlaşmada dilerse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece cezai şart ödemeyi kararlaştırabilir. Bu tür cezai şartta borçlu cezayı ödemek suretiyle sözleşmeden dönebileceği gibi, alacaklı da sadece cezai şartın ödenmesini talep edebilir. Bu durumda artık alacaklı borçludan asıl edimin ifasını isteyemeyecektir.
43. Seçimlik ve ifaya eklenen ceza koşulu, borçlunun borcunu ihlâl etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken, dönme cezası borcun ihlali koşulu aranmaksızın, belirli bir meblağı ödemek suretiyle borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkânı verir. Borçlu, borca aykırı davranışı bulunmasa bile, ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir. Burada asıl borcun ifasının yerini dönme (fesih) cezası almaktadır. Bundan dolayı dönme cezasının, asıl borcun alacaklı lehine ifasını teminat altına almak gibi bir işlevinin bulunmadığı, aksine onu zayıflatıcı rol oynadığı söylenebilir. Gerçekten, “borcumu ifa etmekten vazgeçersem 1.000TL ödeyeceğim” ifadesinde yerini bulan dönme cezasında asıl borcun ifasının teminat altına alınması suretiyle alacaklının hukukî durumunun güçlendirilmesi değil, aksine dönme cezasını ödemek ve sözleşmeden dönmek (veya sözleşmeyi feshetmek) suretiyle borçlunun durumunun iyileştirilmesi söz konusudur (Kocaağa, s. 145-154).
44. Cezai şarta ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi dışında kalan diğer borca aykırılık hâlleri için ifaya eklenen ceza koşulu kararlaştırabilecekleri gibi; bu iki ihlal durumu için seçimlik ceza koşulu da kararlaştırabilirler. Örneğin satıcının ayıplı mal teslim etmesi hâlinde, alacaklıya hem ayıpsız bir mal teslim edileceği hem de ceza koşulu ödeneceği kararlaştırılabilir. Ayrıca tarafların, ceza koşulu anlaşmasında, seçimlik ceza koşulu ile ifaya eklenen ceza koşuluna birlikte yer vermeleri de mümkündür (Kocaağa, K.: s.138-139). İstisnası cezanın tenkisiyle (indirilmesiyle) ilgili TBK’nın 182. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci bendinde ceza miktarını tarafların serbestçe belirleyebilecekleri belirtildikten sonra, üçüncü bendinde bu ceza miktarının hâkim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 29.11.2017 tarihli ve 2017/3-998 E., 2017/1459 K. sayılı; 29.06.2021 tarihli ve 2017/(13)3-2245 E. ve 2021/880 K. kararlarında da değinilmiştir.” (YHGK 2017(19)11-3083 E 2021/1225 K sayılı içtihadı)
Dava konusu sözleşmenin akdedildiği tarihte yürürlükte olan 6098 sayılı TBK md 179 üçüncü fıkrada “borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır” hükmüne yer verilmiş olup, dava konusu yazılı-imzalı sözleşmenin 10.2 maddesinde yer alan düzenlemenin de, bu kapsamda “sözleşmeden dönme cezası” niteliğinde kararlaştırılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Davalı tarafın, kendi imzasını taşıyan bağlayıcı Türkçe sözleşmenin 10.1 maddesindeki feshi ihbar süresine uymayarak azami fesih ihbar süresinden sonra sözleşmeyi feshetmesi nedeniyle, aynı maddeye göre sözleşmenin süresi 16/08/2021 tarihine kadar uzamış durumdadır. Davalının dosyada mevcut ve davacıya 24/04/2019 tarihinde e-posta yoluyla iletilmiş olan fesih ihbarında, ihbar süresine uymadan ve sözleşme hükmü gereği uzayan süre sona ermeden önce sözleşmeyi feshetmesini haklı fesih haline getirecek nitelikte ve kendisini sözleşmede açıkça kararlaştırılmış olan cezai şarttan kurtarabilecek bir husus-iddiaya yer verilmemiştir, herhangi bir sebep gösterilmeden olağan fesih şeklinde fesih yapıldığı görülmektedir. Bu durumda davalı, imzaladığı sözleşmede açıkça düzenlenen feshi ihbar süresine uymadığı ve sözleşme süresi kendiliğinden uzadığından, haklı fesih olduğu da ispatlanamayan fesih işlemine sözleşmede bağlanan hukuki sonuç niteliğindeki cezai şarttan sorumludur. Davacının düzenlediği faturayı kendi ticari defterine kaydetmediği mali bilirkişi raporuyla tespit edilmişse de, bu husus fatura içeriği hakkın özünden feragat şeklinde yorumlanamaz, sadece davacının vergisel yükümlülüklerinin ihlali anlamına gelmekte olup yaptırımı da vergi usul mevzuatında düzenlenmiştir. Davalının kendisine ihtar ekinde tebliğ edilen faturaya 8 günlük yasal süre içinde itiraz etmiş olması ise, sadece faturanın içerik itibariyle kesin hale gelmesinin yargılamaya muhtaç olduğu anlamına gelecek olup, faturaya itiraz edilmesinin fatura içeriği hakkı sona erdirdiğinden söz edilemez.
Sözleşmedeki açık hüküm ve davalı şirketin İstanbul Havalimanının tüm bagaj taşıma sistemini yürüten ve yurtdışında mukim şirket olduğu hususlarıyla birlikte, sözleşmede düzenlenen cezai şartın miktar itibariyle de davalının ekonomik mahfına neden olacak tutarda olduğuna dair bir savunma davalı tarafça yargılama sırasında hiç ileri sürülmemiş, ayrıca davada tahkikatın bitirileceği taraf vekillerine bildirildikten sonra davacı vekilince ıslah için süre talep edilmeyerek kısmi dava hakkında karar verilmesi talep edilmiş olmakla, kısmi dava konusu cezai şart tutarının (8.500,00 TL) günümüzün ekonomik koşullarında davalı (BV) limited şirketin ekonomik mahfına neden olacak düzeyde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Tüm dosya kapsamı, incelenen deliller, alınan bilirkişi raporu tespitleriyle yukarıda açıklanan gerekçeler, hukuki değerlendirmeler kapsamında, davacının imzalı Türkçe sözleşme hükmü gereği davalıdan ceza koşulu/dönme cezası talep hakkı bulunduğu kanaatine varıldığından, dava dilekçesinde faiz talebi bulunmadığı gözetilerek, taleple bağlılık ilkesi gereği 8.500,00 TL alacak yönünden kısmi davanın kabulüne karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle:
1-Davanın kabulüyle, 8.500,00 TL alacağın davalıdan tahsiliyle davacıya verilmesine,
2-Alınması gereken karar ve ilam harcı 580,63 TL olup, peşin alınan 145,16 TL harcın mahsubu ile bakiye 435,47 TL harcın davalıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan 44,40 TL başvuru harcı, 145,16 TL peşin harç, 203,00 TL posta ve tebligat masrafı, 800,00- TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 1.192,56 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davacı yargılama sırasında kendisini vekille temsil ettirdiğinden yürürlükteki AAÜT uyarınca hesap ve takdir olunan 5.100,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Dava şartı arabuluculuk sürecinde Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen 1.320,00-TL arabuluculuk ücretinin, davada haksız çıkan davalıdan 6183 sayılı Kanuna göre tahsili ile Hazineye gelir kaydına,
6-HMK’ nın 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ancak kullanılmayarak artan bakiye gider avansının karar kesinleştikten sonra ilgili tarafa iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, tarafların gerekçeli kararı tebliğ tarihinden itibaren 2 HAFTA içerisinde mahkememize verecekleri bir dilekçe ile veya bulundukları yerdeki başka bir mahkeme aracılığıyla mahkememize gönderecekleri dilekçe ile HMK. 341.maddesi uyarınca İstanbul BAM. nezdinde İSTİNAF yoluna başvurma hakları bulunduğu hatırlatılmak suretiyle verilen karar açıkça okunup anlatıldı.24/12/2021
Katip …
¸e-imzalıdır
Hakim …
¸e-imzalıdır