Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/278 E. 2020/640 K. 16.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/899
KARAR NO : 2020/565

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 17/10/2017
KARAR TARİHİ : 26/11/2020

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde; “davacılar” ile “davalı/…, dava dışı … ve dava dışı/…” arasında akdedilen 13.11.2013 tarihli sözleşme ile, “…”in işletilmesi hakkının davacılara, 12 yıl 5.5 ay süre için devredildiğini, anılan sözleşmenin 4 nolu maddesi uyarınca davalı/…’e, devir bedeli olarak 817.500 USD ödendiğini, anılan sözleşmenin eki olarak, davadışı/… ile davacı/… arasında akdedilen 13.11.2011 tarihli İşletme Sözleşmesinin (D) bendinin 2.maddesinde yer alan hükümle, dava dışı …’ın söz konusu otelin çatısını kapatmayı borçlandığını; davalı/…’in de bu sözleşmeyi garantör sıfatıyla imzaladığını, davacıların uzunca bir süre çatının kapatılmasını bekledikleri halde, dava dışı/… tarafından gerekli izinler alınamayınca çatının kapatılmadığını ve bu nedenle otelin odalarının yağmur suyu alarak zarar gördüklerini; bu nedenle de davacının otelden beklediği geliri elde edemeyerek zarara uğradığını, çatının kapatılmaması nedeniyle, 17.10.2016 tarihli ihtarname ile, yukarıda anılan sözleşmelerin feshedildiğini, yaptırılan delil tespiti neticesinde hazırlanan bilirkişi raporunda, sözleşmenin feshine sebep olan çatının yaklaşık üç yıl boyunca kapatılmadığını, “ticari işletmenin devri için davalıya ödenmiş olan 817.500 USD’lik tutarın, sözleşmenin zamanından önce sona ermesi nedeniyle boşa giden (kullanılmayan sözleşme süresine ilişkin) kısmının davacıya ödenmesini, şimdilik 50,000 USD’lik alacak tutarının, sözleşmenin fesih tarihi olan 15.11.2016 tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi (reeskont faizi) ile birlikte davalıdan tahsiline” karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davadışı/… ile davacı/… Şirketi arasında akdedilen 1311.2011 tarihli işletme sözleşmesinde yer alan hükümle, davadışı/…’ın söz konusu otelin çatısını kapatmayı borçlandığını, davalı/…’in de bu sözleşmeyi garantör sıfatıyla imzaladığını, fakat davalı/…’in, işletmeci durumundaki davacıların garantörü sıfatıyla sözleşmenin altını imzaladığını, yoksa çatıyı kapatmayı borçlanan dava dışı …’ın garantörü sıfatıyla imzalamadığını, bu nedenle de davacılar tarafından işletme hakkı devralınan otelin çatısının kapanmamasından dolayı davalı/…’in sorumluluğunun bulunmadığını, kaldı ki sözleşmenin akdedilmesinden sonra, davacıların dava dışı …’dan, çatının kapatılmasını talep etmediklerini, dolayısıyla da davacıların sözleşmeyi haksız olarak feshettiklerini, davanın reddine karar verilmesini, haksız dava açan davacı aleyhine tazminata hükmedilmesini savunmuştur.
Davacının otel işletmesinin devri kapsamında davalıya ödediği bedelin sözleşmenin feshi nedeniyle otelin kullanılmayan süresine tekabül eden oranının davalıdan iadesinin istenip istenemeyeceği, talep edilebilecekse miktarı, davalının dava tarihi itibariyle mahsup edebileceği alacağı bulunup bulunmadığı, var ise miktarı, davanın davalının garantör sıfatından kaynaklanarak ikame edilip edilmediği, husumet yöneltilip yöneltilemeyeceği, davalının garantör sıfatının davacı alacaklarını kapsayıp kapsamadığı, davacı talebinin hangi sözleşme kapsamında kaldığı noktalarında uyuşmazlık toplanmaktadır.
Davalı ile dava dışı … Tic. Ltd. Şti ve davacılar arasında “…” isimli ticari işletmenin devri hususunda bir işletme devir sözleşmesinin yapıldığı, davalı tarafından adı geçen otelin mevcut haliyle davacılara ticari işletme olarak devrinin gerçekleştiği, … Tic. Ltd. Şti ile davacı şirket arasında ise 09/12/2013 tarihli işletme hakkı devir sözleşmesi yapıldığı, bu otelin 01/10/2012 tarihi itibariyle davacılara “otel teslim tutanağı” başlıklı belge ile teslim olunduğu, işletmeyi veren… ile davacılar arasında 13/11/2013 tarihinde yapılan işletme sözleşmesine göre ise davalının “işletmecinin edim ve ödemelerinde yukarıda belirtilen ek sözleşme hükümleri kapsamında garantör sıfatına haizdir” düzenlemesi gereği kiralayan durumundaki …’a karşı davacıların garantörü sıfatı olarak konumlandırıldığı, davacıların değişik nedenlere dayalı olarak 17/10/2016 tarihi itibariyle işletme devir sözleşmesi ile işletme sözleşmesini feshettikleri, davacının sözleşmenin davacılar tarafından feshedilmesinin haklı olması nedeniyle garantör durumunda olan davalının sorumluluğuna dayanarak tazminat talep ettiği, ayrıca yine davacının sözleşmenin sona ermesinden sonra davacı tarafından ödenmiş olan işletme devri ödemesinin karşılıksız olarak davalıda kaldığı iddiasına dayandığı, sonuç olarak sözleşmenin davacı tarafından haklı feshi nedeniyle davalının devir sözleşmesiyle aldığı bedelin kullanılmayan süresine ilişkin bölüme isabet eden alacağın tahsiline yönelik olarak davanın açıldığı tartışmasızdır.
Bu arada yargılama aşamasında davalı vekili dava dilekçesindeki talebini ıslah ederek talebini 620.729,26 USD olarak belirlemiş, bu çerçevede harç eksikliğini de gidermiştir.
Yargılama aşamasında davalı vekilinin zamanaşımı def-i ise gerekçeli olarak mahkememizce ret olunmuş ve bu çerçevede hüküm aşamasına geçilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık değerlendirilmeden önce ifade etmek gerekir ki, dava tarihinde yürürlükte olan 6100 sayılı HMK m.141 hükmüne göre “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.
Bu duruma göre; yargılama aşamasında davacı dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesini sunduktan sonra ve kural olarak iddiasını değiştiremez ve genişletemez. Esasen iddiaya dayanak olan vakıaların değiştirilmesi ve/veya genişletilmesiyle ilgili davacının ıslahı veya davalının açık muvafakati söz konusu değildir. O halde davacının dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesi içeriğinde açıklanan vakıalarla sınırlı olarak uyuşmazlık değerlendirilecektir.
Taraflar arasında varlığı tartışmasız 13/11/2013 tarihli sözleşme, davacılar ile davalı …, dava dışı …Tic. Ltd. Şti ve dava dışı … arasında imzalanmıştır. Adı geçen sözleşmenin D/2 hükmüne göre dava dışı … otelin çatısını kapatma yükümlülüğü altına girmiş olup davalı … ise sözleşmeyi “garantör” sıfatı ile sözleşmeyi imzalamıştır. Tartışmasız olduğu açıklanan hususlarda belirtilmiş olduğu üzere dava dışı …, çatının kapatılmasına ilişkin taahhüt altına girmiş, davalı … ise bu sözleşmeyi davalının değil davacının garantörü olarak imzalamıştır.
Bilindiği üzere sözleşmelerin yorumlanması tarafların iradelerinin anlamının tespit olunması ve sözleşmedeki metnin, metin ile ortaya konulan iradenin ortaya çıkarılması olarak değerlendirilmelidir. Burada önemli olan sözleşmeye göre tarafların ortaya koymuş oldukları karşılıklı iradenin anlamının tespit edilebilmesidir.
Sözleşme yorumlanırken sözleşmede yer alan tarafların açıklamalarının taraflar nezdinde ne şekilde algılanması gerektiği ve algılandığı önem arz eder. “Öğretide, sözleşme yorumunda tarafların gerçek iradesi tespit edilemezse, tarafların açıklamalarının güven ilkesine göre yorumlanacağı kabul edilmektedir. Objektif yorum, sözleşmelerin normatif yorumu ile yani fiili uyuşma olmadığı, sözleşmenin, tarafların farazi iradesine göre kurulmuş olduğu durum ile örtüşmektedir… Taraflar birbirlerini fiilen doğru anlamamışlarsa, yani birbirlerinin gerçek iradesini bilmiyorsa, bu durumda da makul ve dürüst üçüncü kişinin bakış açısı ile güven teorisine göre yorum yapılacaktır”. (Yard. Doç. Dr. Nurcihan Dalcı Özdoğan Sözleşmenin Yorumunda Gerçek İradenin Tespiti, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, Yıl 2017, Sayfa 50)
Somut olay açısından dayanak olan sözleşmenin içeriğine göre dava dosyamızdaki taraflar sözleşmenin tarafı olup, sözleşme hükmünün açıklığı karşısında gerçek iradelerinin, çatının kapatılmasına ilişkin olarak dava dışı …’ın taahhüdünü yerine getirmemesi durumunda, davalının adı geçen lehine garantör olarak konumlandırılmadığı noktasındadır. Kaldı ki bu noktada taraf iradelerinin bir an için açık olmadığı düşünülse dahi davalının, davacı adına garantör olduğu anlaşılabilmektedir.
“Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca haklı görünmelidir. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına(objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.
Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.
Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır.
Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır.(Yargıtay HGK 2012/19-670E.2013/171K.sayılı ilamı)”
Taraflar arasında yapılan sözleşmeler çerçevesinde, davalının, dava dışı kişiye değil davacıya garantör olduğu nezdinde davalıda açık güven oluşturduğu, nitekim davalı gerçek kişinin sözleşmenin imzalanmasından sonra ve herhangi bir şekilde bu güveninin değişmesini gerektirecek bir tavır ve beyanının olmadığı dahi anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca davacının dayanmış olduğu sözleşme ilişkisi çerçevesinde, dava dışı … tarafından çatının kapatılmaması nedeniyle sözleşmeyi feshetmiş olmasının haklı nedene dayandığı bir an için kabul olsa dahi, dayanılan sözleşme gereği aleyhine dava açılan davalının dava dilekçesinde iddia olunan şekilde dava dışı …’ın eyleminden sorumlu olmasını gerektirecek bir sözleşme hükmü yoktur. Esasen davalının dayanılan sebepler çerçevesinde sorumluluğuna yol açabilecek ve davacı uyandırdığı bir güven veya dürüstlük kuralına aykırı bir söz ve eylemi dahi mevcut değildir.
Yine dava dışı …’ın sözleşme nedeniyle yükümlülüğünü yerine getiremediği iddiasıyla davacı, dava dışı …’ın temerrüde düşmüş olduğu gerekçesiyle sözleşmeyi feshederek tazminat talep etmiştir. 6098 sayılı TBK m.117/f.2 hükmüne göre; Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur”. Dikkat edilirse belirtilen temerrüt durumu hem sözleşme hem sebepsiz zenginleşme açısından temerrüt halini düzenlemektedir. Temerrüdün oluşup oluşmadığı, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verilmesi açısından önem arz eder. Nitekim TBK m.123 hükmüne göre; ancak temerrüt hali oluştuktan sonra süre verilebilecektir.
Yukarıda belirtilen şekilde mehil tayini, alacaklının mütemerrit borçluya borcunu ifa etmesi için bir süre tanımasıdır(…) Mehil içinde borcun ifa edilmesiyle veya diğer bir sebeple temerrüt sona ermedikçe alacaklı, sürenin bitmesi üzerine ifa ve gecikme tazminatı talep etmek, borcun ifa edilmemesi sebebiyle tazminat talep etmek ve akitten dönmek hak ve imkana haiz olabilecektir. (Prof. Dr. M.Kemal Oğuzman, Yard. Doç. Dr. M.Turgut Öz, Borçlar Hukuku Dersleri, 1991, İstanbul, sayfa 322) Ne var ki somut olayda davacı taraf, davalıdan, dava dışı kişinin sözleşmeye göre yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle tazminat talep etmiş ise de öncelikle feshe sebep yapılan husus ile ilgili temerrüt durumunun oluşmasının sağlanması, akabinde feshe konu husus ile ilgili süre verilmesi ve tüm bunlara rağmen temerrüt durumu ortadan kaldırılamadığı takdirde dava açılması gerekir ki yukarıda belirtilen yasal zorunluluğa uyulmadan davacının akdi ilişkiye veya sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak davalıya dava yöneltebilmesi yasal açıdan da mümkün değildir.
Kaldı ki davacı, dayanak sözleşme çerçevesinde sebepsiz olarak davacının mal varlığından çıkmış olan bedelin davalıdan talep ettiği vakıasına dayanılmış olsa bile davacının bu çerçevede hak iddia etmesi için davalının mal varlığında bir artışın gerçekleşmiş olması, ancak daha da önemlisi davacının fakirleşmesi ile davalı tarafın zenginleşmesi arasında uygun bir nedensellik bağının var olması gerekir.
Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin m. 61 ve devamı maddelerindeki hükümlere göre sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Bu nedenle sebepsiz zenginleşme kanunda belirtilen herhangi bir nedenle oluştuğu takdirde elbetteki zenginleşen tarafa karşı fakirleşen tarafın sebepsiz zenginleşmeye dayalı iddiada bulunması mümkündür. Ne var ki “sebepsiz zenginleşmeden doğan bu iade talebi, söz konusu borç ilişkisinden doğan nispi bir hakka, bir alacak hakkına dayandığından,(…) sadece zenginleşene ve onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. (…) Sebepsiz zenginleşmeden doğan talebin nispi bir nitelik taşımasının en önemli sonucu, iadeye konu şey iade borçlusundan başkasının eline geçmişse ona karşı ileri sürülememesidir. (Prof. Dr. M.Kemal Oğuzman, Yard. Doç. Dr. M.Turgut Öz, Borçlar Hukuku Dersleri, 1991, İstanbul, Sayfa 225) Bu çerçevede davalının davacı aleyhine sebepsiz olarak zenginleşmesine dair şartlar oluşmamıştır.
Hal böyle olunca somut uyuşmazlıkta iddia edilen otelin çatısının kapanmaması nedeniyle davalı …’in davacıya yönelik doğrudan sorumluluk altına girebilecek bir ilişkinin olmadığı, bir başka deyişle davalı …’in bu noktada davacılar lehine sorumluluğunun bulunmadığı, bu durumda iddia olunan şekilde davalının bir borç ilişkisi mevcut olmadığından davacının sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sebepsiz zenginleşmeden doğan nispi hakkını davalıya karşı ileri süremeyeceği kabul edilmiştir. Elbetteki davacının farklı nedenlere dayalı olarak farklı kişilerden bu alacağının tahsilini talep edebilmesi mümkün olabilir ise de bu talebin yapılıp yapılamayacağı veya yapıldığı takdirde kabul edilip edilemeyeceği bu davanın konusu değildir.
Hemen belirtmek gerekir ki otel işletmesi konusunda ehil bilirkişinin dahi yer aldığı ikinci bilirkişi kurulu raporunda da davacının otelin çatısının dava dışı kişi tarafından gerçekleştirilmemesi halinde davalının garantör olduğuna dair bir kayıt bulunmadığı, davalının bu çerçevede sorumluluğunun bulunmadığı, davalıya yönelik feshin usulüne uygun düzenlenmediği, ancak davalı sorumlu bulunduğu takdirde davalıdan talep olunabilecek alacak tutarının ne olduğu açıklanmıştır. Yine birinci bilirkişi raporunda ise sözleşmenin feshindeki haklılık durumu ve alacak olup olmadığı noktasında takdir mahkememize bırakılmış olmakla birlikte davacının talep edebileceği alacak miktarı sadece hesaplanmıştır.
Mahkememizce açıklanan gerekçeler ile ikinci bilirkişi raporundaki gerekçeler kısmen farklı olsa dahi ikinci bilirkişi raporunun sonuç kısmına itibar etmeye engel bir halin mevcut olmadığı dahi anlaşılmaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında; davacıların sübut bulmayan davasının tümden reddine, davalı aleyhine verilen tüm tedbir kararlarının 26/11/2020 tarihi itibari ile kaldırılmasına, davacıların alacak davası açmış olmaları ve yasal dayanağının ise olmaması nedeni ile davalının tazminat talebinin reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacıların sübut bulmayan davasının tümden reddine,
2-Davalı aleyhine verilen tüm tedbir kararlarının 26/11/2020 tarihi itibari ile kaldırılmasına,
3-Davacıların alacak davası açmış olmaları ve yasal dayanağının ise olmaması nedeni ile davalının tazminat talebinin reddine,
4-Dava nedeniyle 54,40 TL karar harç alınması gerektiğinden bu harcın, peşin alınan ‭3.118,44 TL ile ıslah ile tamamlatılan 58.681,00 TL harç toplamı olan 61.799,44 TL’den mahsubu ile bakiye ‭‭61.745,04‬ TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacılara iadesine,
5-Davacıların yaptığı masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
6-Davalı tarafından yapılan 72,50 TL posta ve tebligat ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
7-Davalı kendisini bir vekille temsil ettirdiğinden ve dava ret olduğundan yürürlükte olan AAÜT gereği 4.080,00 TL maktu vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalıya verilmesine,
8-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde artan avansın taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 26/11/2020

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …