Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/231 E. 2022/901 K. 28.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/231 Esas
KARAR NO : 2022/901

DAVA : İtirazın İptali (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 24/04/2019
KARAR TARİHİ : 28/12/2022

Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalıya interaktif ve teknik bir TV sistemi olan … platformu üzerinden doğrusal yayına entegre olarak geliştirilen interaktif reklam alanlarının satış ve pazarlaması hizmeti verdiğini, son olarak uyuşmazlık konusu olan … reklam kampanyasını yürüttüğünü, kampanyayı başarı ile gerçekleştirdiğini ve 2.011.000 gösterim hedefine ulaşarak bu gösterim sayısına göre 286.924,37 TL tutarında fatura düzenleyerek davalıya gönderdiğini, davalının aldığı hizmete karşılık düzenlenen fatura bedelini ödemediğini ve haksız bir şekilde kabul etmeyerek geri iade ettiğini, davalı ile uzlaşmaya çalışıldığını ancak bir sonuç alınamayınca icra takibine girişildiğini, davalının icra takibine itirazı nedeniyle takibin durduğunu, davalının takibe yönelik itirazının haksız ve kötü niyetli olduğunu, davanın 24/04/2019 tarihinde icra takibine konu olan 286.924,37 TL üzerinden ikame edildiği, açıklanan nedenlerle davalının … 29. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı icra dosyasına yönelik itirazın iptali ile takibin devamına, davalı tarafın haksız itirazı nedeniyle takip miktarının % 20’sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Cevap: Davalı vekilinin cevap dilekçesinde özetle; davacının icra takibine konu ettiği sözleşme nedeniyle müvekkilinin hiçbir borcunun bulunmadığını aksine davacıdan alacaklı olduğunu, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla müvekkilinin davacıdan 235.078,00 TL tutarında alacaklı olduğunu, takas / mahsup itirazında bulunduklarını, taraflar arasındaki sözleşme kapsamında müvekkilinin sözleşmedeki kanalları kapsayacak şekilde … reklam platformu altyapı ve teknolojisini davacıya tahsis ettiğini, davacının sözleşmeden kaynaklı ödeme yükümlülüklerini yerine getirmediğini, müvekkilinin yükümlülüklerini yerine getirmesi için davacıya 18/12/2018 tarihli ihtarnameyi gönderdiğini, davacının yükümlülüklerini yerine getirmemesi üzerine de 14/01/2019 tarihli ihtarname ile sözleşmeyi feshettiğini, davacının müvekkiline gönderdiği 31/12/2018 tarihli 286.924,37 TL bedelli faturanın haksız olduğu için müvekkilince kabul edilmeyerek geri iade edildiğini, davacının dava dilekçesinde bahsettiği … işi ile ilgili olarak talep ettiği tutarın ve talebinin hatalı olduğunu, takip tarihi itibariyle reklam verenin teknoloji şirketi …tarafından müvekkil şirkete ödeme yapılmadığını dolayısı ile ortada davacının fatura düzenlemesini gerektirecek bir durum bulunmadığını, ayrıca davacının hesapladığı fatura bedelinin de hatalı olduğunu zira … şirketi tarafından müvekkiline 11/03/2019 tarihinde vergiler dahil 40.727,16 USD ödeme yapıldığını, bu ödemenin TL karşılığının 221.122,00 TL olduğunu, kabul anlamına gelmemek üzere tü davacıya aktarılsa dahi davacının en erken 12/03/2019 tarihinde 187.392,00 TL * KDV 21.122,00 TL bedelli bir fatura düzenleyebileceğini, bu fatura kayıtlara alındığında dahi müvekkilinin alacaklı olduğunu, davacının talebinin haksız ve kötü niyetli olduğunu, davanın reddinin gerektiğini ve davacının % 20 oranında kötü niyet tazminatına mahkum edilmesi gerektiğini beyan ve iddia ettiği görülmüştür.
Delillerin Değerlendirilmesi, Davanın Hukuki Niteliği ve Gerekçe ;
… 29.İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı dosyası, … reklam kampanyasına ilişkin belgeler, 31/12/2018 tarih ve… numaralı 286.924,37 TL bedelli fatura sureti, …57. Noterliği’nin … tarih ve … yevmiye nolu ihtarnamesi, taraflar arasındaki mail yazışmaları, Arabuluculuk son tutanağı, ticari defter ve belgeler, taraf şirketlerin ticaret sicil kayıtları, celp edilmiş, incelenmiştir.
Dosya, Marmara Üniversitesi Pazarlama ve Reklam Bölümü Öğretim Üyesi …, Reklamcı … ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavir …’atevdi edilmiş, bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 17/06/2022 tarihli bilirkişi raporunda özetle ve sonuç olarak “…Taraflar arasında 07/06/2018 tarihli bir reklam işbirliği anlaşması bulunduğu, tarafların ticari defter kayıt ve belgelerine göre taraflar arasındaki ilişkinin açık hesap yani cari hesap şeklinde yürütülmüş olduğu, Davacının usulüne uygun olarak tutulmuş olan 2018 — 2019 — 2020 yıllarına ait ticari defter kayıtları ve belgelerine göre (… reklam işi faturası bakiyesinden kaynaklı) cari hesaptan dolayı davalıdan 141.590,02 TL alacaklı durumda gözüktüğü, Davalının kapanış tasdiki yaptırılmamış olan 2019 yılı yevmiye defteri dışında usulüne uygun olarak tutulmuş olan 2018- 2019 – 2020 yıllarına ait ticari defter kayıtları ve belgelerine göre (… reklam işi faturası kabul edilmeden düzenlenen faturalardan kaynaklı) cari hesaptan dolayı davacıdan 225.315,52 TL alacak durumda gözüktüğü, Davacının dava konusu icra takibine alacağını herhangi bir faturaya değil de 07/06/2018 tarihli sözleşmeye dayandırmış olması nedeniyle takip ve dava tarihindeki borç / alacak durumunun sözleşmeye / cari hesaba göre belirlenmesinin gerektiği, Tarafların ticari defter kayıt ve belgeleri ile taraflar arasındaki sözleşme hükümleri ve dosya kapsamına göre; a.) Rapor içerisinde ayrıntılı olarak yapılan açıklamalar ışığında BMW reklamına ait 286.924,37 TL bedelli faturanın takip tarihi itibariyle muaccel olup olmadığının takdiri Mahkemeye ait olmak üzere davacının sözleşme kapsamında hak kazandığı faturalar toplamının 310.524,37 TL olduğu, b.) Davacının sözleşme kapsamında davalıya yapmış olduğu ödemeler toplamının 102.046,00 TL olduğu, c.) Davalının sözleşme kapsamında hak kazandığı faturalar toplamının 316.119,00 TL olduğu, d.) Davalının sözleşme kapsamında davacıya yaptığı herhangi bir ödeme bulunmadığı, e.) Davacının sözleşme kapsamında davalıdan (310.524,37 TL davacı faturaları + 102.046.00 TL davacı ödemeleri – 316.119,00 TL davalı faturaları) 96.451,37 TL alacaklı durumda olduğu, Sayın Mahkemece … reklamına ait 286.924,37 TL bedelli muaccel olmadığının kabulü durumunda davacının takip tarihi herhangi bir alacağının ise bulunmadığı…” şeklinde mütalaa etmiştir.
Dava, ticari hizmet sözleşmesinden kaynaklanan faturaya dayalı alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı …A.Ş. ile davalı …Ş. arasında 07/06/2018 sözleşme tarihli, 01/06/2018 başlangıç tarihli … Altyapı ve Reklam Pazarlama İşbirliği Sözleşmesi akdedilmiştir. Sözleşmeni konusu 3. maddesinde; davalı …’in ürünü olan … reklam platformu altyapı ve teknolojisinin sözleşme süresi boyunca, sözleşmedeki kanalları kapsayacak şekilde davacı Online İşler’e tahsis edilerek kullanılması, davacının reklam platformu altyapısını ve teknolojisini kullanarak reklamların yer alacağı reklam alanlarının sözleşme bedeli karşılığında satış ve pazarlama faaliyetlerinde bulunmasına ilişkin olduğu belirlenmiştir.
Taraflar arasında akdi ilişkinin varlığı, dava dışı şirkete reklam hizmetinin davacı tarafından verilmesi, bu reklam hizmetine yönelik olarak davacının 31/12/2018 tarihli ve 286.924,37 TL bedelli faturayı düzenlemesi, davacının faturaya karşı yasal süre içinde itiraz ederek noter vasıtasıyla faturayı davacı tarafa iade etmesi noktasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Davacı, taraflar arasında akdedilen ticari hizmet sözleşmesi uyarınca dava dışı şirkete reklam hizmetinin verildiğini, hizmet yerine getirilmekle bu hizmet bedelinin ödenmesi gerektiğini, bu amaçla davalı tarafa 31/12/2018 tarih ve seri … numaralı 286.924,37 TL bedelli fatura düzenlendiğini, ancak davalının fatura bedelini ödemediğini, ayrıca haksız şekilde faturanın noter kanalıya itiraz edilerek iade edildiğini, reklam hizmeti verilmekle alacağın muaccel olduğunun ve fatura bedelinin ödenmesi gerektiğini iddia ederken; davalı taraf reklam hizmetinin verildiği dava dış şirket tarafından kendilerine faturaya konu reklam bedelinin ödenmediğini, kendilerine ödeme yapılmadan davacı şirkete ödeme yapılacağı noktasında sözleşmede davacıya herhangi bir taahhütte bulunulmadığını, bu nedenle faturanın noter kanalıyla davacı şirkete iade edildiğini savunarak faturaya konu alacağın icra takip tarihi itibariyle muaccel olmadığına dayanmıştır.
Davacı tarafından icra takibine ve eldeki itirazın iptali davasına konu edilen 31/12/2018 tarihli ve 286.924,37 TL bedelli faturaya konu hizmetin verildiği noktasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Nitekim, tarafların dilekçelerinden ve anlatımlarından davaya konu faturadaki “… işi” reklam kampanyasının davacı şirket tarafından davalının sahibi bulunduğu …platformunda yayınlandığı belirlenmiştir. Öte yandan, dava dilekçesi ekinde sunulan … platformuna ait reklam görselleri ile mail yazışmalarından faturaya konu reklam hizmetinin dava dışı şirkete verildiği anlaşılmıştır.
Davalı taraf reklam hizmetinin verildiği dava dış şirket tarafından kendilerine faturaya konu reklam bedelinin ödenmediğini, kendilerine ödeme yapılmadan davacı şirkete ödeme yapılacağı noktasında sözleşmede davacıya herhangi bir taahhütte bulunulmadığını, bu nedenle faturanın noter kanalıyla davacı şirkete iade edildiğini, faturaya konu alacağın icra takip tarihi itibariyle muaccel olmadığını savunmaktadır.
Uyuşmazlığın temeli, davaya konu faturanın icra takip tarihi itibariyle muaccel olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada, öncelikle ifa kavramından, ifa ilkelerinden, ifa zamanından, muaccel – müeccel borçtan, ifa zamanının öneminden, hukuki yarardan bahsedilmesi ve tartışılması zorunludur. Değinilen hususlara ilişkin kapsamlı açıklamaların yer aldığı YİBK kararı uyuşmazlığa ışık tutacak niteliktedir.
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KURULU 18/02/2022 TARİH VE 2019/5 E., 2022/1 K. SAYILI İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARINDA:
“…A. İFA
1. Genel Olarak
Türk Borçlar Kanunu ifa kavramını tanımlamış değildir. İfa, borçlanılan edimin konu, zaman ve yer olarak tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi, alacaklının tatmin edilerek borcun sona erdirilmesidir. Her borç veya borç ilişkisi, ifa edilmek amacıyla kurulur. Bu anlamda ifa, borcun amacıdır; ifa ile borç amacına ulaşır. Çünkü bu suretle alacaklı alması gerekeni almış; borç ilişkisi amacına ulaşmıştır. Tam ve doğru, gereği gibi bir ifa ile borç sona erer; alacaklı tatmin edilir; borçlu borcundan kurtulur. Borcun tam ve doğru bir şekilde ifasına, borcun gereği gibi ifası denir. Borcun gereği gibi ifası, borçlanılan edimin, ifa tarz ve unsurlarına (modalitelerine), yani ifanın taraflarına, yer ve zamanına, miktar ve niteliğine uygun olarak eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesidir. Bu şart ve unsurlara uygun olmayan bir ifa, ifa olarak tanımlanamaz. Bu takdirde “borcun ifa edilmemesi” söz konusu olur (Eren, Fikret/Dönmez, Ünsal: Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Ankara 2022, Cilt III, s. 1909-1910; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2008, s. 867).
Borçlunun yerine getirmekle, yani ifa etmekle yükümlü olduğu borç konusu borcun kaynağına göre değişir. Ancak kaynağı ne olursa olsun her borç ilişkisinde ifanın konusu olan edim, verme, yapma veya yapmamaya ilişkin olabilir. Haksız fiillerden ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlarda ifa, verme borcu dışında, yapma ya da yapmamaya da ilişkin olabilir. Bunlar arasında, verme borçlan ifanın en yaygın konusunu oluşturur. Verme borçlan arasında ise, para borçlan en yaygın borç türüdür. Bu nedenle, çoğu zaman ifa yerine “ödeme” ya da “tediye” kavramı kullanılmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2012, s. 522).
İfadan, borçlanılan edimin niteliğine göre de bazen “edim fiilinin yerine getirilmesi” bazen de “edim sonucunun yerine getirilmesi” anlaşılır. Bu anlamda olmak üzere örneğin hizmet sözleşmelerinde ifa, edim fiilinin, satış ve eser sözleşmelerinde ise edim sonucunun yerine getirilmesine yöneliktir. Örneğin, hekim veya avukatlar, mesleki kuralara göre hareket etme, bilim ve mesleki gerekler doğrultusunda belirli bir davranışta bulunma suretiyle borçlarını ifa ederlerken, bir satış sözleşmesinde satıcı, malı göndermesi ile (edim fiili) değil, gönderilen malın alıcının mülkiyet ve zilyetliğine geçmesi hâlinde (edim sonucu), borcunu ifa etmiş olur (Eren/Dönmez, Cilt III, s. 1910; Eren, s. 867; Gündoğdu, Fatih: Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkansızlığı ve Hukukî Sonuçları, İstanbul 2014, s. 79).
İfa, borcu sona erdiren ve dolayısıyla alacak hakkını ortadan kaldıran bir olay olup, hukukî niteliği itibariyle bir def’i değil, bir itirazdır. Borç ilişkisinden dolayı birden fazla borç doğmuşsa, ifa sadece konusu olan borcu sona erdirir. Bu durumda, ifa ile borç ilişkisinden doğan bütün borçlar son bulmaz. Buna göre ifa, dar anlamda borcu sora erdirir. İfanın borç ilişkisini sona erdirebilmesi için ise, bu ilişkiden doğan tüm aslî ve fer’î borçların ifa edilmesi gerekir. Örneğin, taksitle yapılan bir satım sözleşmesinde, bir kısım taksitlerin ödenmesi sadece o taksit borçlarını sona erdirir, fakat aradaki satım sözleşmesi ilişkisini sona erdirmez. İfanın satım sözleşmesinden doğan ilişkiyi sona erdirebilmesi için, bundan doğan bütün taksit borçlarının ferdîleriyle birlikte tamamen ifa edilmesi gerekir (Kılıçoğlu, s. 522).
2. İfa İlkeleri
İfanın konusu edimden ibarettir. Edim, nasıl borcun konusunu teşkil ediyorsa, ifanın da konusu olmaktadır. Diğer söyleyişle, borçlu neyi borçlanmışsa onu ifa etmelidir. O hâlde borçlu, kural olarak, alacaklısına borçlandığı şeyden başka bir şey vererek borcundan kurtulamaz. Bu hususa “edime uygun ifa ilkesi” denilmektedir (Akman, Sermet/Burcuoğlu Halük Altop Atillâ:, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 761).
Sözleşme hükümlerine bağlı kalan taraflar, borçlanan tarafın sözleşmeye sadık kalacağına güvenirler. “Dürüstlük kuralına uygun ifa ilkesi” sadece borçlu yönünden değil, alacaklı yönünden de geçerlidir. Alacaklı alacağını dürüstlük kuralına aykırı olarak talep edemez. Dürüstlük kuralına uygun ifanın hukukî dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesidir (Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2019, Cilt F, s. 44).
Edimin bölünmeksizin tam olarak ifa edilmesi kuralı ise “bütünlük ilkesi ifade eder. Borcun ifası sadece nitelik bakımından uygun ifayı değil, aynı zamanda nicelik olarak da uygun ifayı İfade eder. Edimin bir bütün hâlinde ifası gereklidir (Antalya, Cilt V, s. 45). Borcun konusu, mahiyeti itibariyle bölünebilir cinsten olsa bile aynı ilke geçerlidir. Bu kural para borçlan için olduğu kadar diğer borçlar için de uygulanır. Zaten edimin bölünmesi mümkün değilse, örneğin bir atın, bir koltuğun, bir masanın teslimi söz konusu ise kısmi ifadan bahsedilemez (Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 764).
Bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 84. maddesinde “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.
Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
B. İFA ZAMANI
1. Genel Olarak
Türk Borçlar Kanunu’nun 90-98. maddeleri ifa zamanını düzenlemektedir. Bu maddelerden 90-94. maddeler özellikle sürelerin belirlenmesine, borcun muacceliyetine, 95. madde sürenin uzatılmasına, 96. madde erken ifaya, 97-98. maddeler ise iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşılaşılan özel sorunların çözümüne ayrılmıştır.
Türk Borçlar Kanunu’nun zamana ilişkin hükümleri, düzenleyici hüküm niteliğinde olduklarından, taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Bu takdirde taraflarca kararlaştırılan zamana ilişkin kurallar, kanundaki hükümlerden önce uygulanırlar. Buna karşılık taraflar ifa zamanıyla ilgili bir anlaşma yapmamışlarsa, Kanun’un ifa zamanına ilişkin hükümleri uygulanır. TBK’nın 90-96. madde hükümleri her türlü borç ve edimin ifasında uygulanır. Hatta bu hükümler, aksine bir düzenleme olmadıkça, zaman faktörünün rol oynadığı bütün hukukî fiillerde uygulama alanı bulur.
Türk Borçlar Kanunu’nun “İfa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukuki ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur” şeklindeki 90. maddesine göre, borç doğumu anında muaccel olur ve ilke olarak hemen ifası talep edilebilir. Hemen ifanın zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Eren, s. 907; Eren/Dönmez, Cilt III, s. 2042).
Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisna da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa moc.eyilamola zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir. Yeri gelmişken; vade ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesiti olarak tanımlanırken, sürenin belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavram olduğunu belirtmekte fayda vardır.
İfa zamanı mutlak veya nispi olarak tayin edilebilir. îfa zamanının mutlak olarak tayini belli bir zaman ölçüsüne dayanır ve bir tarih, bir takvim günü esas alınır. İfanın nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.
Vade ile ilgili bir başka ayrım olağan vade, belirli vade ve kesin vade kavramları arasında söz konusudur. Belirli vade, borcun muaccel olduğu zamanı ve bunun yanında borcun ifa edilmemesi hâlinde alacaklının ihtarına gerek olmaksızın mütemerrit duruma düşeceği zamanı ifade ederken, kesin vade söz konusu olduğunda borçlu ihtara gerek olmaksızın mütemerrit olur. Olağan vade İse, borcun muaccel olduğu, alacaklının edimini talep edebildiği, borçlunun da bunu ifa etmek zorunda olduğu tarihi anlatan bir kavramdır ve bu tür vadeye bağlı işlemler “ihbara bağlı olan işlemler” olarak adlandırılır. Burada borçlu vadenin gelmesiyle kendiliğinden mütemerrit olmaz.
Temerrüt kavramı ise, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtan ile temerrüde düşer. Bu husus TBK’nın 117. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup ikinci fıkra hükmüne göre ise “Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle ” borçlu mütemerrit olacaktır.
Temerrüt için aranan ihtar hukukî işlem benzeri fiil mahiyetinde olup, alacaklının alacak miktarını belirterek borçludan borcun ifasını istemesi, ifayı kabule hazır olduğunu bildirmesi anlamına gelir. İhtar kural olarak şekle tabi olmayıp, yapılmadığı itirazı vakî olursa aksinin ispatı, niteliği gereği alacaklıdan beklenir.
İfa zamanı alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimin ifa zorunda olduğu zamanı (borcun muacceliyeti) ifade ettiği gibi, bir başka yönden de borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı (borcun İfa edilebilirliği) gösterir.
Bu anlamda ifa zamanına “borcun muacceliyeti” veya “borcun muaccel olduğu zaman” denir. Muacceliyet, borç ve alacağın bir niteliğidir. Alacak hakkı borç ilişkisi kurulduğu anda doğduğu hâlde, talep hakkı, ancak borcun muaccel olduğu anda doğar.
2- Muaccel borç – Müeccel borç
Muaccel borç, borcun ifa edilebilir ve dolayısıyla ifası istenebilir hâle gelmesini ifa eder. TBK’nın 90. maddesine göre, taraflarca vade kararlaştırılmamışsa ve işin mahiyetinden de aksi anlaşılamıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur. Süreye bağlanmamış borç doğumu ile muaccel olur; yani istenebilir. Dolayısıyla, böyle bir borçlu tarafından hemen ifa edilebileceği gibi, alacaklı tarafından da derhal ifası istenebilir.
İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde her iki tarafın da borçlarını aynı anda ifa etmeleri aranır. İki tarafı da borç altına sokan bir sözleşmede ifayı isteyen kişi, sözleşmenin şartlan veya mahiyeti gereğince özel bir vadeden yararlanma hakkına sahip bulunmadığı sürece kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif etmiş olmak zorundadır (TBK m. 97). Aksi takdirde karşı taraf bunu ifadan kaçınmak için savunma olarak ileri sürebilir ki, buna “ödemezlik defi” adı verilir. Örneğin, taşınmaz satış vaadinde, satış bedelini ödeme borcunu yerine getirmemiş olan vaat alacaklısı karşı tarafı ifaya zorlayamaz.
İfasının talep edilebilmesi ve ifa edilebilir olabilmesi için, belirli bir sürenin geçmesine bağlı olan borçlara “müeccel borç” adını alır. Borcun ifası için geçmesi gereken bu süreye “vade” denir. Süreye bağlı borç yani müeccel borç, vadede belirtilen sürenin geçmesiyle muaccel olur, yani istenebilir
Bu noktada muaceliyet ile alacağın vadesi kavramlarının da birbirinden farklı olduklarının altını çizmek gerekir. Zira vade, borçlunun borçlandığı edimi yerine getirmek zorunda olduğu zaman dilimini ortaya koyar. Muacceliyet ise sadece alacaklının edimi talep ve dava hakkına paralel olarak borçlunun edimi yerine getirmek zorunda olduğu anın ifadesidir. O hâlde vade, taraflarca saptanmış gelecekteki muacceliyet günü veya süresini ifade eder (Ateş, Derya; Borçlunun Temerrüdünde Aynen İfa, İstanbul 2021, s. 66).
3- İfa Zamanının Önemi
İfa zamanının borç ilişkisinde birçok açıdan önemi vardır. Bunlar; temerrüt bakımından, zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması bakımından, takas bakımından, borçlunun ifa zamanından önce ifaya zorlanamaması ve ifaya yetkili olmaması bakımından şeklinde sayılabilir.
Borçlunun temerrüdü için, borcun ifa zamanının gelmiş olması, yani borcun muaccel olması gerekir. TBK’nın 117/1, madesine göre “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer”. Burada açıkça ifade edildiği gibi, borçlunun temerrüde düşmesi için borcun “muaccel” olması zorunludur. Borçlunun vaktinden önce ifada bulunmaya yetkili bulunduğu hâllerde, alacaklının temerrüdü bakımından da ifa zamanı önem taşır. Borçlu, borcunu ifaya hazır olduğu hâlde, alacaklı bunu kabulden kaçınırsa temerrüde düşmüş olur. O hâlde, alacaklının temerrüdü için de, borcun İfa zamanının gelmiş olması zorunludur (Kılıçoğlu, s. 533).
Türk Borçlar Kanunu’nun 149/1. maddesine göre; “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar”. O hâlde, borç ilişkisinden doğan alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresi, buna ilişkin borcun muaccel olmasıyla birlikte işlemeye başlar; bu sürenin tamamlandığı anda, borç zamanaşımına uğrar. Buna göre, borç için öngörülen zamanaşımı süresi, borç ilişkisinin doğduğu anda değil, bu ilişkiden doğan borcun muaccel olduğu (ifa zamanının geldiği) andan itibaren işlemeye başlayacaktır.
Borcun ifa zamanı belli ise, alacaklı borçluyu vaktinden önce ifada bulunmaya zorlayamaz. Alacaklı, edimin bir kısmından vazgeçmek suretiyle de böyle bir yetkiye sahip değildir. Oysa borçlu erken ifada bulunabilir. Bu husus TBK’nın 96. maddesinde; “Sözleşmenin hükümlerinden veya özelliğinden ya da durumun gereğinden tarafların aksini kastettikleri anlaşılmadıkça borçlu, edimini sürenin sona ermesinden önce ifa edebilir. Ancak, kanun veya sözleşme ya da âdet gereği olmadıkça borçlu, erken ifada bulunması sebebiyle İndirim yapamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
C. DAVA ŞARTLARI
Dava şartlan, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli olan şartlardır. Bir başka deyişle, mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava (yargılama) şartlan denir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartlan denir (örneğin görev, hukukî yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartlan denir (örneğin kesin hüküm gibi) (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, s. 244; Görgün, Şanal/ Börü, Levent/Kodakoğlu, Mehmet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2021, s. 258-259).
Dava şartlarının önceden belirlenmesi, davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) dava şartlarını müstakil (bağımsız) bir kurum olarak düzenlememiştir. Fakat mahkemeye başvuruda elde edilecek menfaatin bulunması gerektiği birkaç düzenlemede açıkça zikredilmiştir (HUMK m. 82/1, 427). Buna karşılık, HMK’nın 114. maddesinde dava şartlarının neler olduğu belirtilmiş, 115. maddesinde de dava şartlarının incelenmesi düzenlenmiştir.
Belirtildiği üzere, dava şartlarının sıralandığı HMK’nın 114. maddesi;
“(1) Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması. b) Yargı yolunun caiz olması. c) Mahkemenin görevli olması. ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması. d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması. e) Dava takip yetkisine sahip olunması. j) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması. g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması. ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi. h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması. ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması. i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması. (2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır. ”
Dava şartlarının incelenmesini düzenleyen HMK’nın 115. maddesi ise; “(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez ” şeklindedir.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden (mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 244; Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim, Erdoğan, Ersin: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s. 326).
Dava şartları üçe ayrılabilir: a) Mahkemeye göre; * Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması,* Yargı yolunun caiz olması, Mahkemenin görevli olması, * Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması, b) Taraflara göre; * Davada iki tarafın bulunması, * Taraf ehliyeti, * Dava ehliyeti, * Dava takip yetkisi, * Kanunî temsilcinin gerekli niteliğe sahip olması, * Davaya vekâlet ehliyeti ve geçerli vekâletname, * Davacının yatırması gerekli gider avansının yatırılmış olması, * Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi, c) Dava konusuna (müddeabihe) göre; *Davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması, *Aynı davanın daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte (derdest) olmaması, *Kesin hüküm bulunmaması. Dava konusuna (müddeabihe) ilişkin dava şartı olan hukukî yarar kavramı, mahkemelerin dilekçelerle istilasına karşı geliştirilmiş “dava filtreleri “nden biri olarak değerlendirilebilir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 30).
D. HUKUKÎ YARAR
Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukukî bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı hukukî yarar ile sınırlıdır. Buna hukukî korunma (himaye) ihtiyacı da denir. Yani davacının mahkemeden hukukî korunma istemesinde, korunmaya değer bir yararı olmalıdır, aksi hâlde devletin mahkemelerini (davası ile) gereksiz yere uğraştıramaz.
Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki (müstakbel) bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hâle gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. Aynı şekilde, açıldığı sırada belli olmayan, şüpheli veya ileride doğacağı beklenen bir yarar da hukukî yarar sayılmaz (Kuru/Arslan,/Yılmaz, s. 244; Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, Cilt I, Ankara 2016, s. 456).
Davanın açıldığı sırada var olmayan “hukukî yararın” dava sırasında tamamlanması, mahkemenin “hukukî yarar” eksikliğinin tamamlanmasını beklemesi söz konusu olamaz. Çünkü, hukukî yarar dava şartı eksikliği ilgili tarafa belli bir süre verilerek taraf eylemi ile tamamlanabilecek bir dava şartı değildir. Örneğin; muaccel olmayan bir alacak için açılmış bir alacak davasında davacının davayı açmakta güncel bir yaran bulunmadığından, alacak muaccel oluncaya kadar süre verilemez veya dava ertelenemez. Yine, hukukî yaran bulunmayan davacıya hâkim tarafından süre verilerek talep sonucunu hukukî yaran olan başka bir talep sonucuna dönüştürmesi beklenemez. Hukukî yarar eksikliği belli bir süre verilerek giderilebilecek dava şartı değildir. Olsa olsa mahkeme hukukî yarar eksikliğinden ötürü davayı reddetmeden hukukî yarar eksikliği tamamlanabilir. Ancak davacıya talebini hukukî yaran olan talep sonucuna dönüştürmesi için süre verilemez. Böyle bir süre verilmesi, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ile de ilgili değildir. Zira talep sonucunun değiştirilmesi iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi kapsamına girer. Hâkim, davacının talep sonucunun değiştirilmesi için süre veremez. Dava açıldığı anda mevcut olmayan bir hukukî yarar dava sırasında tamamlanırsa, bu takdirde dava reddedilmemeli ve esastan İncelenmelidir (Pekcanıtez, Hakan Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2015, s. 250-251; Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, Ciltli, İstanbul 2017, s. 948).
Hukukî yararın bulunması dava şartı, sadece dava açılırken değil, nihai karar verilinceye kadar mevcudiyetim devam ettirmelidir. Bu dava şartının eksikliğinin taraflarca ileri sürülmesi veya re’sen mahkemece tespiti üzerine davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir (Arslan, Ramazan Yılmaz, Ejder/Ayvaz Taşpınar, Sema/ Hanağası, Emel: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, s. 316; Budak, Ali Cem/ Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 176; Postacıoğlu, İlhan: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s. 204; Karslı, Abdurrahim: Medeni Muhakeme Hukuku, İstanbul 2012, s. 466; Alangoya, Yavuz: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2000, s. 170-178).
Dava şartı yokluğundan dolayı davanın usulden reddi kararına karşı, nihaî karar olması nedeniyle kanun yoluna başvurulabilir (HMK m. 341). Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder (HMK m. 303). Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir. Bu dava şartı sonradan tamamlandığında davanın esası hakkında İnceleme yapılmasına bir engel kalmamış demektir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 255).
IV. GEREKÇE
İçtihadı birleştirmenin konusu ifa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davanın usulden mi yoksa esastan mı reddedileceğine ilişkindir.
Temel hak ve özgürlüklerden hak arama özgürlüğünün bir tezahürü olan dava hakkı; insan haklarına saygılı bir hukuk devletinde herkese tanınmış olan ve bu çerçevede herkesin haklarını ve hukuken korunan menfaatlerini gerçekleştirmek veya korumak amacıyla mahkemeye başvurmasına imkân sağlayan bir haktır. Ancak bir davanın esasına ilişkin karar verilebilmesi için hukuken korunmaya değer bir menfaatten söz edilebiliyor olması gerekmektedir. Hukuken korunmaya değer bir menfaatin bulunmadığı, dolayısıyla dava açmakta hukukî yararın olmadığı durumlarda ise hukukî yararın bir dava şartı olması nedeniyle davanın esasına girilemez.
İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılan davada hukukî yararın bulunup bulunmadığı hususunda ise davacının hukukî yararından söz edilemeyeceği, keza ifa zamanından önce borcun ifasının talep edilemeyeceği, dolayısıyla alacaklının bu durumda doğmuş ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı kabul edilmelidir.
Taraflarca kararlaştırılmamış veya işin mahiyetinden aksi anlaşamıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur (TBK m. 90). Ancak taraflar ifa zamanını açık veya örtülü olarak belirleyebilir, bu süreyi daha sonra uzatabilir, değiştirebilir ya da kaldırabilirler. Her halükârda borcun istenebilir hâle gelebilmesi için muaccel olması, yani kararlaştırılmış ifa zamanının gelmiş olması gerekmekte; alacaklı, ancak borcun muaccel olmasıyla borçludan ifayı isteyebilmekte ve ifanın yerine getirilmemesi hâlinde borçluyu dava edebilir hâle gelmektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği üzere, ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış dava, erken açılmış dava niteliğinde olduğundan, bu davanın açılmasında henüz hukukî yarar bulunmamaktadır. O nedenle, HMK’nın 114/1-h bendinde dava şartlan arasında sayılan hukukî yararın bulunmadığı durumda, davanın esastan değil, HMK’nın 115/2. maddesi gereği usulden reddine karar verilmesi gerekir.
V. SONUÇ
İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada, mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğine dair, 18.02,2022 tarihinde oy birliğiyle karar verilmiştir….” şeklindedir.
Somut olaya dönüldüğünde; davaya konu faturadaki reklam hizmeti bedeli dava dışı şirket tarafından davalı …Ş.’ ye 11/03/2019 tarihinde ödenmiştir. Ancak, davacı tarafından icra takibi bu tarihten daha önce olmak üzere 04/02/2019 tarihinde başlatılmıştır.
Taraflar arasında akdi ilişkinin bulunduğu her iki tarafın kabulünde olup, tartışma konusu değildir. Öyleyse, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ahde vefa ilkesi uyarınca sözleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği aşikardır. Nitekim, her iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarını içeren sözleşme hükümleri, taraflar için bağlayıcı niteliktedir.
Davacı şirketin hak ve yükümlülükleri sözleşmenin 5. maddesinde yazılıdır. İhtilafın halli bakımından sözleşmenin 5.4. maddesinde davaya konu uyuşmazlık bakımından sözleşme hükmü açıktır. Aynen ifade etmek gerekirse, sözleşmenin 5.4. maddesinde “Kanallarla yapılan / yapılacak anlaşmalar çerçevesinde tahsilat Online İşler (davacı) tarafından yapılacaktır. Tahsilatın sorumluluğu Online İşler’de (davacı) olup, kampanya bitiminden sonra Online İşler tarafından …’e (davalı) sözleşmenin 7. maddesi uyarınca … Platformu kullanım bedeli ödenecektir. Kanal sözleşmesi gereğince Admongrel (davalı) tarafından tahsilat yapılması durumunda, Admongrel (davalı) sözleşmenin 7.maddesi uyarınca hesaplanan … reklam platformu kullanım bedelini mahsup ederek bakiyeyi Online İşler’e (davacı) TAHSİLATIN YAPILDIĞI GÜN ÖDEYECEKTİR.”.
Hemen belirtmek gerekir ki, davacı tarafından reklam hizmetinin verilmesi ile faturaya konu reklam bedeli, bu hizmeti alan dava dışı şirket için muaccel hale gelir. Ancak, davalı, sözleşme ile sadece altyapının kullanması noktasında edimsel yükümlülüğü bulunduğundan ve sözleşmede ayrıca davalı tarafından reklam bedelinin davacıya ödeneceği taahhüt de edilmediğinden, esasen reklam hizmeti kendisine verilmediğinden davalı için icra takibine konu fatura alacağının reklam hizmetinin verilmesi ile muaccel hale gelmesi mümkün değildir. Zira, bu sebeple sözleşmenin 5.4.maddesinde reklam hizmetinin bedelinin davacı tarafından tahsil edileceği açıklanmıştır. Ancak, reklam hizmeti alan 3.şahıslar olur da, reklam bedelini davalıya öderse, davalının bu bedeli tahsilatı sağladığı gün davacıya ödeyeceği kararlaştırılmıştır. Bu itibarla, icra takibine konu fatura içeriğinde yer alan reklam bedeli davalı için müeccel bir alacak niteliğindedir. Görüldüğü üzere, taraflarca ifa zamanına yönelik açık düzenleme yapılarak aksi durum kararlaştırılmıştır. Sözleşme maddesi herhangi bir yargısal yorum gerektirmeyecek kadar açık ve muayyendir.
Somut olaya dönüldüğünde; icra takibine ve davaya konu faturadaki … reklam kampanyasına ait reklam bedeli, dava dışı şirket tarafından davalı …Ş.’ ye 11/03/2019 tarihinde ödenmiştir. Bu husus tarafların da kabulünde olup, dosyaya sunulan ödeme kayıtlarıyla da sabittir. Bu halde, sözleşme hükmü uyarınca reklam bedelinin tahsilatı davalı tarafından yapıldığına göre davalının sözleşmenin 7. maddesi uyarınca platform kullanım bedelini mahsup ettikten sonra kalan bakiyeyi davacıya ödemesi gerekecektir. Ancak, aynı sözleşme hükmü uyarınca bu ödemenin / ifanın gerçekleştirileceği tarih davalı tarafından tahsilatın yapıldığı gün olarak kararlaştırılmıştır. Başka bir anlatımla, davalı tarafından reklam bedeli tahsil edilmeden davacıya herhangi bir ödeme yapılması söz konusu değildir. Öte yandan; bu durumun aksine yani davalı tarafından reklam bedelinin tahsil edildiği hallerde, tahsilat yapılmadan önce de / öncesinde davacıya reklam bedelinin ödeneceğine ilişkin sözleşmenin hiçbir maddesinde davalı taraça davacıya garanti / taahhüt edilmemiştir. Öyleyse, davacının hak ettiği reklam bedelinin davalı tarafından tahsil edilmesi durumunda, davacının bu alacağı davalı taraftan talep edebilmesi için öncelikle ve zorunlu olarak dava dışı şirketin reklam bedelini davalıya fiilen ödemesi / tahsilatın gerçekleşmesi şarttır. Davalının tahsil etmediği reklam bedelini, davacının, sözleşme uyarınca davalı taraftan talep hakkı yoktur. Dolayısıyla, bu halde davalı tarafından tahsilat sağlanmadan alacağın muaccel olmasından da bahsedilemez.
Davaya konu reklam hizmetine ilişkin fatura bedeli 11/03/2019 tarihinde davalıya ödenmiştir, Ne var ki, davacı tarafından icra takibi bu tarihten daha öncesinde, başka bir anlatımla sözleşme uyarınca alacağın henüz muaccel olmadığı 04/02/2019 tarihinde icra takibi yapılmıştır. Bilindiği üzere, yerleşik içtihatlar uyarınca genel dava teorisinden farklı olarak, itirazın iptali davalarında tarafların haklılık durumu icra takip tarihi itibariyle belirlenir (Yargıtay 19. HD. 2014/19596 E. 2015/6925 K.).
Diğer taraftan; somut olayda gerçekleştiği gibi, icra takip tarihinden sonra ancak itirazın iptali dava tarihinden önce alacak muaccel hale gelse bile, tarafların haklılık durumu icra takip tarihi itibariyle değerlendirileceğinden, alacağın takip tarihinden sonra muaccel olması da önem arz etmemektedir. Nitekim, Yargıtay 19.Hukuk Dairesi 2018/3895 Esas, 2019/176 Karar sayılı ilamında “…Mahkemece, yapılan yargılama ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacının sehven faturanın vadesinden önce takip başlattığı, ancak takibin devamı sırasında faturanın vadesinin dolduğu, ancak davalı tarafça fatura bedelinin ödendiğine dair delil sunulmadığı, davacının talep edilen miktarda alacaklı olduğu ancak işlemiş faiz talebinden feragat ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabul kısmen reddine, takibin asıl alacak üzerinden devamına, koşulları oluşmayan davacının tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. İtirazın iptali davalarında haklılık durumu takip tarihi itibariyle değerlendirilir. …21.İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasına dayanak teşkil eden faturada alacağın muacceliyet tarihi olarak açıkça 17.04.2014 yazılmıştır. Alacaklının buna rağmen bu tarihi beklemeksizin faturayı 10.04.2014 tarihinde takibe koyduğu görülmektedir. Bu durumda taraflar arasında bir alacak borç ilişkisi bulunduğu sabit ise de takip tarihi itibariyle alacağın muaccel olmadığı gözetilerek davanın reddi gerekirken..” şeklinde bu durum vurgulanmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında, davacı tarafından icra takibine konu edilen 31/12/2018 tarih ve 286.924,37 TL bedelli faturaya konu alacağın davalı tarafından (reklam hizmeti verilen dava dışı şirketten) tahsil edildiği, davacı ile davalı arasında akdedilen sözleşme uyarınca reklam bedelinin davalı tarafından tahsil edilmesi halinde tahsilatın yapıldığı gün (platform kullanım bedeli mahsup edilerek) davacıya ödeneceğinin kararlaştırıldığı, davalı tarafından tahsilatın 11/03/2019 tarihinde yapıldığı, ancak davacının sözleşme hükümlerine aykırı hareket ederek henüz davalı tarafından tahsilat sağlanmadan fatura düzenleyerek reklam bedelinin talep edildiği, davalının aynı gerekçelerle ve noter kanalıyla süresi içinde faturayı iade etmesine rağmen davacının fatura alacağının tahsiline ilişkin 04/02/2019 tarihinde icra takibininde bulunduğu, bu itibarla eldeki itirazın iptali davasında icra takip tarihi itibariyle davalı taraftan ifası talep edilebilecek muaccel bir alacak bulunmadığı, diğer bir deyişle icra takibine konu alacağın taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 5.4. maddesine göre reklam bedeli henüz davalı tarafından tahsil edilmediğinden takip tarihi itibariyle müeccel bir alacak olduğu, ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış dava, erken açılmış dava niteliğinde olduğundan, bu davanın açılmasında henüz hukukî yarar bulunmadığından davanın esastan değil, HMK’nın 114/1-h ve 115/2. maddesi gereğince hukuki yarar yokluğundan usulden reddine karar verilmesi zorunlu olduğundan (YİBK), icra takip tarihi itibariyle alacağın muaccel olmaması sebebiyle davanın HMK 114/1-h ve HMK 115/2. madde hükümleri uyarınca hukuki yarar dava şartı yokluğundan usulden (YİBK 18/02/2022 tarih ve 2019/5 E. 2022/1 K. sayılı içtihadı birleştirme kararının sonuç kısmı, özellikle içtihadı birleştirme kararının bağlayıcı nitelikte olması ve mutlak suretle gözetilmesi gerektiğinden) reddine karar verilmesi gerekmiş, ayrınca davalı taraf her ne kadar kötü niyet tazminatı talebinde bulunmuş ise de davacının icra takibinde haksız olmakla birlikte kötü niyetli olduğu ispatlanamadığından yasal koşulları bulunmayan kötü niyet tazminatı talebinin dahi reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: (Ayrıntısı ve Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere);
1-İcra takip tarihi itibariyle alacağın muaccel olmaması sebebiyle davanın HMK 114/1-h ve HMK 115/2.madde hükümleri uyarınca hukuki yarar dava şartı yokluğundan USULDEN REDDİNE,
2-Davalının kötü niyet tazminatı talebinin yasal koşulları oluşmadığından REDDİNE,
3-Alınması gereken 80,70 TL maktu karar ve ilam harcından başlangıçta peşin alınan 4.899,96 TL harcın mahsubu ile fazladan alınan 4.819,26 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep edilmesi halinde davacıya veya vekiline İADESİNE,
4-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde BIRAKILMASINA,
5-Davalı yargılama sırasında kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden reddedilen dava değeri üzerinden hesaplanan ve karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 7/2. ve 13/1. maddeleri uyarınca belirlenen 9.200,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya VERİLMESİNE,
6-Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan 1.320,00 TL arabuluculuk sarf ücretinin davacıdan tahsil edilerek HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
7-HMK’ nın 333. maddesi uyarınca taraflarca yatırılan ancak kullanılmayarak artan bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde resen ilgili tarafa veya vekiline İADESİNE,
Dair, davacı ve davalı vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık yasal süresi içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’ne İstinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 28/12/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır