Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/106 E. 2020/105 K. 20.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/106
KARAR NO : 2020/105

DAVA : Alacak (Ticari Nitelikteki Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 27/02/2019
KARAR TARİHİ : 20/02/2020

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesi ile işleticilik sözleşmesine göre 20 yıl süresince … sınır kapısından yurtdışına çıkış yapan ve ihraç malı taşıyan araçlara vergi istisnası ile akaryakıt ve madeni yağ satışının müvekkilce yapılacağını, işleticilik sözleşmesinin 7.maddesinin ”İşleticinin akte aykırılık oluşturacak tutum ve fiilleriyle sözleşmenin feshine sebebiyet vermemesi kaydıyla ve taraflar arasında mutabakat sağlanması halinde aynı şartlarla toplamda 20 yılı geçmemek üzere 5’er yıllık sürelerle yenilenir” denmek suretiyle sözleşmenin 20 yıl için yapıldığını, işleticilik sözleşmesinin 20 yıl için aktedildiğini, rekabet yasağının ve enerji lisanslarının azami 5 yıl için veriliyor olması nedeniyle tarafların karşılıklı anlaşmaları ve uygun bulmaları nedeniyle işleticilik sözleşmesinin 5 yıllık sürelerle yenileneceğine dair ibarenin hem işleticilik hem de bayilik sözleşmesine eklendiğini, dayanaksız bir takım iddiaları içeren ihtarname keşide edilerek taraflar arasında akdedilmiş sözleşmelerin fesih edildiğinin bildirildiğini, davalının fesih bildiriminin olağanüstü nitelikte olup usul ve yasaya aykırı olduğu kadar ticari teamül ve taraflar arasındaki sözleşmelere de aykırı olduğunu, sözleşmelerin fesih edilmesinde,başka deyişle tarafları feshe götüren süreçte müvekkile izafe edilecek kusur olmadığını, aksine davalı tarafın sözleşme hükümlerini ihlal ettiğini, müvekkil aleyhine olmak üzere sözleşmeye ve yasaya aykırı şekilde tek taraflı artırdığını, müvekkilin teminat çeklerini haksız yazdırmış nezdinde fazlasıyla teminat olmasına rağmen teminat kadar yakıt sevkiyatı yapmadığını yahut yakıt sevkiyatını geciktirdiğini, böylece sınır kapısında araç kuyrukları oluşmasına, müvekkilin 3.kişilerle sorun yaşamaya başlamasına sebebiyet verdiğini, işleticilik sözleşmesinin 20 yıl süreli olup feshin haksız ve süresinden önce olması nedeniyle müvekkilinin telafisi imkansız maddi ve manevi zararları olduğunu,feshin sözleşme ilişkisinde başvurulacak son yöntem olup gerekli bildirim ve süreler tanınmadan fesih yapılmasının hukuka ve sözleşme hükümlerine aykırı olduğunu, 31/05/2018 günü işleticilik sözleşmesinin olağanüstü ve haksız şekilde fesih edilmesi nedeniyle ne kadar kazanç/kardan yoksun kaldığını, sözleşmenin feshi ile uğradığı zararlarının miktar olarak ne kadar olduğunun anlaşılmasının ancak bu tarihten sonra geçen istasyonu işletmeye devam ediyor olsaydı ileriye yönelik “bakiye 10 yıllık sözleşme süresi içinde ne kadar kar-kazanç elde edecekse bunun hesaplanmasıyla” mümkün olduğunu, ileriye yönelik 10 yıllık sözleşme süresi içinde elde edeceği kar ve kazançtan mahrum bırakıldığını,müvekkilinin ticari itibarına zarar verildiğini, bakiye 10 yıl için yoksun kalınan kar ve kazanç nedeniyle telafisiz zararlara uğradığını, şimdilik 310.000,00-TL’ lik tutar dosyanın heyetçe ele alınabilmesi için gerekli alt sınır olup usuli olarak belirtildiğini, toplam kazanç ve kar alacağına haksız fesih tarihinden (31/05/2018) itibaren ticari faiz işletilmesini, tüm yargılama harç ve giderleriyle vekalet ücretinin davalı yan üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde ise, “…” ile ilk 5 yıllık bayilik sözleşmesi akdedildiğini, ilk 5 yıllık sözleşmenin sona ermesi ile tarafların yeniden mutabık kalması üzerine ikinci 5 yıllık bayilik sözleşmesinin 02/06/2013 tarihinde akdedildiğini, süresi sonunda şirketin bildirimi ile akdin yenilenmediğini, sona erdiğini, … “…”nin işleticiliğindeki istasyonda yer alan aksaklık ve sözleşmeye aykırılıklar nedeniyle ihalenin tarafı olarak şirketlerinin yükümlülüğü olduğu için pek çok kere şirketlere uyarı yazısı ve ihtarnameler gönderdiğini, “…” ile akdedilmiş olan işleticilik sözleşmesinin “sözleşmenin süresi” başlıklı 7.maddesinin; ”İş bu sözleşmenin süresi 5 (beş) yıl olup işleticinin akde aykırılık oluşturacak tutum ve fiilleriyle sözleşmenin feshine sebebiyet vermemesi kaydıyla ve taraflar arasında mutabakat sağlanması halinde aynı şartlarla, toplamda 20 yılı geçmemek üzere 5(beş)’er yıllık süreler ile yenilenir.” hükmü taşıdığını ve “…” arasında akdedilmiş olan bayilik sözleşmesinin süre başlıklı 3.maddesi; “İş bu sözleşme taraflarca imzalandığı tarihten itibaren geçerli olmak üzere 5 yıl süreli olup, taraflarca mutabakat sağlandığı sürece aynı şartlarla 5 yıl daha uzar” hükmünü içerdiğinden hem işletmecilik sözleşmesinin hem de bayilik sözleşmesinin 5 yıl süreli olduğunu, sürenin beş yıl ile sınırlandırıldığını, bayilik sözleşmesi ve bu sözleşmeyle bağlantılı her türlü sözleşmenin 5 yıl ile sınırlandırıldığını, şirket ile “…” arasında akdedilmiş olan sözleşmelerin 5 yıl süre için akdedilmiş olup her iki tarafın rızası ile uzatılabileceğinin hüküm altına alındığını, Yargıtay 19.HD.E.2011/8097 K. 2012/424 T. 18.01.2012 kararında; ‘‘Mahkemece yapılan yargılama sonunda toplanan delillere göre Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli kararının tarafların 18.09.2010 tarihinde rızaen anlaşarak yeni bir sözleşme yapmasına engel olmadığını, sözleşmesi uzun süreli olan tarafların başvurusu üzerine bu konuda Rekabet Kurulunun 2009/1-59 dosya 09034-798201 karar sayılı ve 05.08.2009 tarihli kararında da tarafların müzakere ederek mevcut sözleşmeleri sonlandırmak suretiyle 5 yılı aşmayacak şekilde yeni işleticilik sözleşmesi ve bu süreye uyumlu olarak yeni intifa sözleşmesi akdedebileceklerinin ve her iki tarafın da rızası olmaksızın herhangi bir sebeple uzatılmaya zorlanması halinde 4054 sayılı Kanunun 4. maddesi çerçevesinde işlem tesis edileceğinin belirtildiği sonucuna varılmakla davanın reddine” karar verildiğini, “…” ile akdedilmiş olan bayilik ve işleticilik sözleşmelerinin açıklandığı üzere 5 yıl süreli olduğunu,davalı tarafından yapılan bildirim ile yeni bir 5 yıl süreli sözleşme imzalanmayacağı bildirildiğinde, davaya konu sözleşme süresinin sonunda kendiliğinden sona erdiğini, haklı nedenle sözleşmenin yenilenmeyeceğine ilişkin bildirim ile Rekabet Kurumu kararları uyarınca beşinci yılın sonunda sona eren bayilik sözleşmesi ile işleticilik sözleşmesinin sona erdiğini,davacının davalıya herhangi bir borcunun bulunmadığını iddia ettiğini, istasyonda yakıt stoku bulundurmadığını, borçlarını zamanında ve eksiksiz olarak ödemediğini, yeteri kadar teminat mektubu sunmadıklarını, öncelikle arabuluculuk dava şartı sağlanmadığından bu belirsiz alacak davası şartlarını sağlamadığından davanın usulden reddini, haksız ve kötü niyetli olarak ikame olunan iş bu davanın esastan reddini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı yana yükletilmesini savunmuştur.
Taraflar arasında 20 yıllık işletmecilik sözleşmesi, 02/06/2013 başlangıç tarihli istasyon bayilik sözleşmesi yapıldığı, … sınır kapısındaki istasyonla ilgili sözleşmenin yapıldığı, beş yıl sonunda sözleşmenin yenilenmediği, davalı tarafından ileri sürülen nedenlerin haklı neden olarak belirtildiği, bu konuda dayanak ihtarnamelere dayanıldığı,arabuluculuğa ait son tutanağın mevcut olduğu tartışmasızdır.
Taraflar arasında tartışmalı olan hususlar ise dikey anlaşmalara ilişkin grup muafiyeti tebliği hükümleri çerçevesinde ve yine varlığı tartışmasız sözleşme karşısında sözleşmenin kendiliğinden sona erip ermediği, EPDK mevzuatı da dikkate alındığında bu duruma etkisinin olup olmadığı, davalının somutlaştırdığı deliller ve akaryakıt istasyonu işletilmesindeki sektörel uygulamalar, taraf şirketlerin ihtarnamelere esas dönemleri içeren defterleri dikkate alındığında davacının ihtarnamelerde belirtilen şekilde faaliyetinin olup olmadığı, bu faaliyetin sözleşme hükümleri de dikkate alındığında davacının yükümlülüklerinin sektörel açıdan kısmen veya tamamen yerine getirmediğinin anlaşılır olup olmadığı, sonucuna göre davacının tazminat talebi mümkün ise tahakkuk eden zarar miktarının ne olduğu noktalarındadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın ikinci defa yenilenen sözleşmenin bitiş tarihi olan 01/06/2018 saat:00:00’dan sonraki bakiye 10 yıllık döneme ait bulunduğu açıktır.6100 sayılı HMK m.141 hüküm gözetildiğinde bu konuya ilişkin iddianın dilekçelerin verilmesi aşamasında genişletilmediği,değiştirilmediği,bu yöne ilişkin herhangi bir ıslah beyanının dahi bulunmadığı dikkate alındığında davacının tazminat talebi sadece bu dönem ile ilgili takdir edilecektir.
Uyuşmazlık hususlarını araştırılması için atanan bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu raporda,davalı … AŞ.’nin … 41. Noterliğinden keşide edilen … tarihli … yevmiye no. lu yazısı ile sözleşmeyi uzatmayacağını/yenilemeyeceğini bildirdiğini, tüm bu nedenlerle sözleşmenin süresinden yaklaşık bir buçuk gün önce 31.05.2018 tarihinde saat:18.00 itibari ile fesh edildiğini,EPDK mevzuatı ve 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği’nin anılan sözleşmeleri (işbu mevzuata uygun düzenlendikleri için) geçersiz kılmadığını,sözleşmeyi yenilememe kararının sektörel ve genel değerlendirmelere uygun olduğunu, davalının dava konusu sözleşmeyi uzatmamak hususunda sözleşme serbestisi çerçevesinde özgür olduğunu, bu hususta başkaca bir dayanak ya da gerekçeye ihtiyaç duymadığını,sözleşmenin bitiş süresinden yaklaşık bir buçuk gün önce davalı tarafından fesihname düzenlenerek feshedildiğini, tebligatın ulaştığı gün itibari ile kamu ve mülki idarelere bildirimde bulunarak işletici olarak bulunduğu işyerinden kendi rızası dışında işyerini boşaltmak zorunda kaldığını,sözleşmenin bitiş tarihi 01.06.2018 saat:00.00 olmakla beraber davalı tarafından kamu ve mülki kuruluşlara yapılan bildirimler neticesinde davacının yaklaşık 1,5 gün içinde satabileceği ürün miktarına göre brüt 301.533,76 TL,net kar kaybının 166.618,43 TL olduğunu,taraflar yüksek montanlı bedellerle çalışmakta olup işyerinin bulunduğu lokasyon, ürün temini, ödemesi, teminatı,ürünün alımı esansında katlanılan vergi yükünün nihai tüketiciye yansıtılmaması sonucunda mevzuat gereği yüklenilen ek vergi maliyeti,bu maliyetin yine mevzuat gereği geri alım süreci ile davacı tarafından 21.10.2019 tarihinde öne sürülen diğer nedenlerin takdir olunması gerektiğini,davalının özgürlük alanı içerisinde kalan bir eylemden ötürü hukuka aykırı davranmış sayılamayacağından sözleşmeyi yenilememe kararının hukuka uygun olduğunu,hukuka uygun bir fiilden ötürü tazminat tahakkuk etmeyeceğinden davacının sözleşmenin uzatılmamasından kaynaklı tazminat talebinin isabetsiz olduğunu,ancak sözleşmenin bitiş tarihi olan 1 Haziran 2018 geceyarısından yaklaşık bir buçuk gün önce ve 31 Mayıs 2018 saat 18:00’da tahliye edilen davacının, bu olaya ilişkin maddi vakıaların ispatı halinde bu süreye ilişkin mahrumiyetinin olduğunu bildirmişlerdir.
Yukarıda açıklandığı üzere davacının talebi bakiye 10 yıllık sözleşme süresi içinde elde edilecek kar ve kazançtan, haksız fesih nedeniyle mahrum olunduğu iddiasından kaynaklandığından öncelikle bu talebin hukukin nitelendirilmesi yapılmalıdır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan TBK’nun 112. (818 sayılı BK md. 96) maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır kuşkusuz kâr mahrumiyetini de içine alır.
Kâr kaybı, kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kâr kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan,kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.”(Yargıtay 3.HD 2018/6983 E.2019/7656K.sayılı ilamı)
Elbette davacının yukarıda belirtilen tazminat talep edebilmesi için tazminat hukukuna hakim olan genel ilkelerde kabul olunduğu üzere öncelikle kendisinden tazminat talep olunan tarafın,yani somut olayda davalının hukuka aykırı bir davranışının var olup olmadığı tespit edilmelidir.Esasen sözleşmenin tarafları arasında çıkan uyuşmazlıklar ile ilgili sözleşme kaynaklı tazminat talep olunabilmesi açısından,kendisinden tazminat talep edilen tarafın hukuka aykırı hareketinin öncelikle ispatlanması gerekir.
Taraflar arasında varlığı tartışmasız olana işleticilik sözleşmesinin 7.numaralı maddesine göre sözleşme süresi beş yıl olup sözleşme beşer yıllık süreler ile yenilenecektir.Yine bayilik sözleşmesinin üçüncü maddesine göre dahi bayilik sözleşmesi beş yıl süreyle olup mutabakat sağlandığı sürece beş yıl daha uzayacaktır.Her iki sözleşme hükmü gözetildiğinde sözleşmedeki süreye ilişkin düzenleme birbirleriyle uyumlu olup akdi ilişkinin beş yıl süreli bir ilişki olduğu açıktır.Bu çerçevede taraflar arasındaki sözleşmesel ilişki,ikinci defa bir beş yıllık dönem için yeniden yapılmıştır.Bu haliyle taraflar arasındaki sözleşme süresinin beş yıl ile sınırlanmış olduğu,ikinci bir beş yıllık süre için yapılan uzatımdan sonra ise davalı şirketin noter yoluyla davacıya fesih bildiriminde bulunarak sözleşmeyi uzatmayacağını bildirdiği,bu suretle yukarıda anılan mutabakatın taraflar arasında sağlanamadığı açıktır.Davalı şirket yukarıda açıklandığı üzere sözleşmenin kendisine tanıdığı yasal hakkını kullanmıştır.
Roma hukukundaki kabul ile taraflar arasındaki “anlaşmanın bir anlamda tarafları bağlayan kanun” (…) hükmü niteliğine haiz olduğu da dikkate alındığında davalı şirketin, taraflar arasındaki sözleşmeyi yenilememesi kararı,taraflar arasındaki sözleşmeden doğan bir hak olduğu için davalı tarafın sözleşme özgürlüğü çerçevesinde sözleşmeyi feshetmiş olması sözleşme hukukuna uygun bir davranıştır.Davalı şirkete, taraflar arasında yapılan sözleşmeden dolayı tanınan hakkın kullanımı hukuka aykırı olarak kabul edilemez.Esasen Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 48. maddesine göre, herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.Bu hürriyet çerçevesinde davalı şirketin, davacı şirket ile olan sözleşmesini yenilememesi sözleşme içeriğine ve anayasa da uygundur.
Öte yandan ,somut uyuşmazlığa esas olan sözleşmenin tarafları birinci sınıf tacir yani şirkettir.6102 sayılı TTK m.18/f.2 hükmü (eski TTK m.20/f.2) uyarınca her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir…Her tacir ticari faaliyetlerinde tedbirli ve tecrübeli bir iş adamı gibi hareket etmekle yükümlüdür.Bu yükümlülüğe aykırılık sebebi ile bir zarar doğarsa,tacir bu zarardan sorumlu olur….Basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gereken tecrübeli bir tacir…sözleşmenin ifa edilmeyeceğini düşünmeli ve öngörmelidir.Dolayısıyla sözleşmeyi yerine getirebileceğini düşünerek yaptığı masrafları karşı taraftan talep edemez.(Ülgen,Teoman,Helvacı,Kendigelen,Kaya,Nomer Ertan,Ticari İşletme Hukuku,İstanbul,2006,Sayfa 235)
Somut olayda tazminat talep eden davacı tacirin,taraflar arasında varlığı tartışmasız olan işleticilik sözleşmesinin 7.maddesi ve istasyonlu bayilik sözleşmesinin 3.madde hükmü çerçevesinde,taraflar arasındaki akdi ilişkinin ikinci bir beş yıllık dönem için uzatılmış olsa dahi bu sürenin sonunda sözleşmenin yenilenmesinin, taraflar arasında mutabakat sağlanmasına bağlı olduğu,mutabakat sağlandığı takdirde sözleşmenin beş yıl süre ile aynı şartlarla uzayabileceği, aksi halde ise sözleşmenin uzamayacağı;yine bayilik sözleşmesinin 31.maddesinde düzenlenen hükme göre davalı şirketin sözleşmenin 10.maddesinde belirtilen hallerden birinin varlığı durumunda sözleşmeyi tek taraflı ve önel dahi vermeksizin feshetme hakkına haiz bulunduğu düzenlenmiştir.Bu çerçevede anılan hükümler gözetildiğinde,ikinci defa yenilenen sözleşmenin tekrardan ve aynı şartlarla yenilenmesi noktasında,davalı şirketin karşı tarafla sebebi ne olursa olsun mutabakat sağlayamadığı takdirde sözleşmeyi feshetme hakkı mevcuttur.Davacı şirketin,yukarıda belirtilen işletmecilik sözleşmesi ile istasyonlu bayilik sözleşmesinin akdedildiği ilk tarihten itibaren,sözleşmenin yenilenmesinin ancak ve ancak taraflar arasında sağlanacak mutabakat ile söz konusu olacağını bildiği açıktır.
Hal böyle olunca davacı şirketin, feshe konu işletmecilik sözleşmesi ve istasyonlu bayilik sözleşmesi ile taraflar arasındaki sözleşmenin,taraflar arasında mutabakat sağlanamadığı takdirde yenilenemeyeceğini, bu nedenle sözleşmenin mutlak anlamda 20 yıl süre ile devam edemeyeceğini bildiği, en azından ve özellikle akaryakıt sektöründe bulunan şirket olarak bu sonucu ön öngörmesi ve bunu tespit etme imkanının mevcut olması, yine buna göre sözleşmede gerekli düzenlemeleri yapması veya sözleşme yapmaktan kaçınması hak ve imkanı mevcut olduğu halde bu defa ikinci beş yıllık sözleşmenin süresinin yenilenmemesi nedeniyle sözleşmenin haksız feshedildiğini iddia etmesi,davalıdan bu nedenle tazminat talep etmesi hukuken mümkün değildir.(Yargıtay 19 HD. 2014/13008E.2015/9727K.sayılı ilamı ve ilk derece mahkemesi kararından hareket edilmiştir.) 4721 sayılı TMK m.2 hükmü dikkate alındığında ise davacının bu yöne ilişkin talepte bulunması iyi niyet kurallarına dahi aykırı nitelik taşımaktadır.
Nihayet “Taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.
Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” (Türk Medeni Kanunu m.2), bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir.
Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur.
Güven kavramı, anlam itibariyle sadece, etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır.
Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki, o bireye güven verir. Bir kimsenin, çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir.
Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca haklı görünmelidir. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına(objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.
Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.
Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır.
Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır.(Yargıtay HGK 2012/19-670E.2013/171K.sayılı ilamı)”
Davacının taraflar arasında yapılan sözleşmeler çerçevesinde, ikinci defa yenilenen beş yıllık sözleşme süresinin sonunda taraflar arasında mutabakat sağlanamadığı takdirde sözleşmenin devam etmeyeceği yönünde davalı şirket nezdinde açık güven oluşturduğu, nitekim davalı şirketin dayanak sözleşmeler çerçevesinde oluşan bu güven nedeniyle sözleşmenin yenilenmemesi yönündeki irade beyanını süresinde ortaya koyduğu, bu beyanın anılan sözleşmelerdeki süreye ilişkin düzenlemeler karşısında makul ve dürüstlük kurallarına da uygun bulunduğu, davacının davalı tarafta bu yönde güven oluşturduğu halde bu defa somut uyuşmazlığa konu davayı açması bu yönden de iyi niyetli olarak kabul edilemez.
Kaldı ki mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun raporunda da farklı gerekçeler ileri sürülmüş olsa da, taraflar arasındaki sözleşmenin yenilenmemesinin davalının sözleşmeden kaynaklanan hakkını kullanması niteliğinde bulunduğu, bu çerçevede davacının tazminat talebinin gerek sözleşme içerikleri ve gerekse sektörel açıdan isabetsiz olduğu sonucuna varılmış olup bu raporun içeriğine itibar etmeye engel hal olmadığı gibi rapor sonuç olarak mahkememizce açıklanan gerekçeler ile dahi uyum içindedir.
Her ne kadar hazırlanan bilirkişi raporunda davacının net kar kaybına ilişkin bir hesaplama yapılmış ise de bu hesaplanan kar kaybı yenilenmeyen ikinci beş yıllık sözleşmenin bitim tarihi olan 01/06/2018 yılı saat:00:00 öncesine ilişkindir. Yukarıda açıklanan HMK m.141 hükmü karşısında,bu zaman dilimi dava konusu,bir başka deyişle talebe konu olmadığından bu davada herhangi bir tazminat hükmüne de konu olamayacaktır.Zira uyuşmazlık konusu değildir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine,
2-Bu dava nedeniyle alınması gereken 54,40 TL karar ve ilam harcın,peşin alınan 5.294,03 TL’den mahsubu ile kalan 5.239,63 TL’nin davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan tüm masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından yapılan 150,00 TL bilirkişi yol masrafının davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davalı vekille temsil edildiğinden A.A.Ü.T gereğince takdir olunan 30.150,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
6-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde gider avansının iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.20/02/2020

Başkan …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip …
¸e-imzalıdır