Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/991 E. 2019/466 K. 23.05.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/991
KARAR NO : 2019/466

DAVA : Menfi Tespit (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 24/10/2018
KARAR TARİHİ : 23/05/2019

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kıymetli Evraktan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
DAVA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;müvekkil şirket …TİC. A.Ş. 02/12/2016 tarihinde ünvanı değiştirildiğini ve aynı anda şirketin temsil ev ilzama yetkilisi olarak … ve … atandığını, … 14/08/2017 tarihli ve … Yevmiye … Şirket Pay Devri Sözleşmesi ile müvekkil şirketteki tüm hisselerini …’a devrettiğini, alacaklı görünen tarafça 2018 eylül veya ekim ayında …’a ulaşılarak görüşülmek istendiği söylenen ve … ile davalı kararlaştırılan tarihte görüşme sağlandığını, …’ın beyanına göre baskı ve tehdit ile kendilerince söylendiği şekilde senedi doldurması talep edildiğini, …’ın senedi istenildiği şekilde doldurduğunu beyan ettiğini, Her ne kadar … ile davalı … arasında düzenlendiği ileriye sürülen senedin düzenlenme tarihi 10/12/2016 olarak belirtilse de senedin 2018 eylül veya ekim ayında düzenlendiğini, müvekkil şirket ile davalı arasında ticari bir ilişki veya alacak borç ilişkisi bulunmadığını, temsilcinin kendi kendisiyle sözleşme yapma yasağı gereği dava konusu senedin geçersiz olduğunu, teminata mukabil yahut teminatsız olarak icra takibinin dava süresince durdurulmasının sağlanması amacı ile ihtiyati tedbir kararı verilmesini, %20 den aşağı olmamak üzere davalı aleyhine tazminata hükmedilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana aidiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:Davalı cevap dilekçesinde özetle;…’ın, müvekkil … ile 30 yıllık arkadaş olduğunu, arkadaşlıkları süresinde çeşitli zamanlarda gerek kendi adlarına, gerekse de aile şirketleri adlarına ticaret yaptıklarını, bu sürelerde birbirlerinden borç para alıp verdiklerini, davacı şirketin, davalı … ile hiçbir ticari münasebetinin olmadığını, kendisi ile hiçbir emtia ve mal hizmet alışverişi bulunmadığını, bonoda bedelin nakden alındığının yazdığını ancak müvekkil şirketin hiçbir nakdi bedel almadığını, bu kadar bedelli senede kefil olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, ve müvekkilin kefalet ya da herhangi bir nedenle davalı alacaklıya bir borcu olmadığını, mürekkep ve yazı yaşı incelemesi yapılmasını, davacı tarafın talep ettiği haksız ve mesnetsiz koşulları oluşmadığını, ihtiyati tedbir kararının reddine karar verilmesini, haksız ve mesnetsiz davanın reddedilmesini, davacı aleyhine %20 den az olmamak kaydı ile kötüniyet tazminatına hükmedilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Dava, bonoya dayalı olarak başlatılan takip nedeni ile bonoda bulunan aval sıfatına istinaden menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı tarafından , bonoda yazılı tanzim tarihinin gerçek tanzim tarihinden önce olduğu, bonoda aval sıfatıyla imzası bulunan şirket yetkilisinin gerçek tanzim tarihi itibari ile şirketi temsil yetkisinin sona erdiği ve temsil yetkisi sona eren şirket yetkilisinin davalı ile iş birliği yaparak takip konusu bonoyu 2018 yılında şirket adına aval sıfatıyla imza ettiği , ancak tanzim tarihinin 10/12/2016 olarak yazıldığı iddia edilerek borçlu olmadığının tespiti talep edilmektedir.
Uyuşmazlığın çözümünde ispat ve ispat yükü kavramlarının kısaca açıklanması yerinde olacaktır.
İspat; dava konusu yapılan hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddî hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. İşte dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001,6. b., 2.c., s. 1966).
Hâkim, davada hangi çekişmeli vakıanın ispat edilmesi gerektiğini tespit ettikten sonra bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi sorusu ile karşılaşır; buna da ispat yükü denir.
İspat yükü, hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer ve yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; kendisine ispat yükü düşen taraf için bu bir yükümlülük (mükellefiyet) değil, sadece bir yüktür (külfettir). Zira taraf kendisi tarafından ispatı gereken bir vakıayı ispat edemezse, karşı taraf (ve mahkeme) onu mutlaka ispat etmesini isteyemez (yükümlülük). Bilâkis, kendisine ispat yükü düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır; mesela, kendisine ispat yükü düşen ve fakat bunu yerine getiremeyen taraf davacı ise, davasını ispat edememiş sayılır ve dava bu nedenle reddedilir (Kuru, s.1972).
Konu ile ilgili genel kural 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6’ncı maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”
İspat aracı olan ve kendi içinde kesin – takdiri olmak üzere ikiye ayrılan deliller, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanamayacağı davalarda kural olarak taraflarca ileri sürülmedikleri müddetçe hâkim tarafından resen dikkate alınamaz.
Hâkimi bağlayıcı nitelikteki (kesin) delillerden belki de en önemlisi “senet”tir. İspat yükü üzerine düşen taraf iddiasını yahut savunmasını adi yazılı senede dayandırır ve bu adi senet altında imzası bulunup senet kendisine karşı delil teşkil edecek olan kimse tarafından ikrar edilirse, o senet kesin delil teşkil edecektir [1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK), m. 296/2; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), m.205/1].
Senetle ilgili ilk kural, kesin delille ispat zorunluluğu veya tanıkla ispat yasağı da denilen, kanun koyucunun bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacı ile yapılan hukuki işlemlerin değerinin belli bir miktarın üzerinde olması hâlinde ispatının ancak senetle yapılabileceği kuralıdır (HUMK, m.288/1; HMK, m. 200). Bu husus kısaca ispat sınırı olarak da anılabilir.
Senetle ispat zorunluluğu hakkındaki ikinci kural ise senede karşı senetle ispat zorunluluğudur.
Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, senetle ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz, ancak ve ancak senet (kesin delil) ile ispat olunabilir (HUMK, m. 290; HMK, m. 201).
Senedin tamamlanmış sayıldığını söyleyebilmek için imza kurucu bir unsurdur. İmzanın senet metni oluşturulmadan da atılabilmesi mümkündür. Bu hâlde “beyaza imza”dan söz etmek gerekir (Yavaş, M.: Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu Kuralların İstisnaları).
Kuşkusuz böyle bir imza onu atan için çok tehlikelidir. Zira genel hayat tecrübesi, imzalı boş kâğıdı karşısındakine veren kimsenin onun üzerine kendisini zararlandırıcı mahiyette ilaveler yapılabileceğini bilmesini gerektirir. Buna rağmen imzalı boş kâğıdı veren kimse, ki imzalı boş belge vermek de bir hukuki işlemdir, tehlikeleri peşinen kabul etmiş sayılacağı gibi, kendisinden beklenen dikkat ve ihtimamı sarf etmediğinden hukukun himayesinden yararlanamaz.
Beyaza imza atan kimse karşı tarafın anlaşmaya uygun olarak daha önceden belirlenen esaslara göre senet metninin oluşturulacağı konusunda bir güvene sahiptir ve senet metnindeki borç kapsamından sorumludur. Bu sorumluluk beyaza imza atan kimsenin sözleşme metnindeki ifadelerin kendi iradesinin ürünü olmadığını ispat yükünü üzerine alması suretiyle tezahür eder. Ancak böyle bir iddia ile senedin hüküm ve kuvveti azalacağından Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 201. (HUMK’nın 290.) maddesi çerçevesinde bu iddianın kesin delille ispat gerekir.
Hukukun amacının maddi gerçeğe ulaşmak olduğu şüphesizdir. Ne var ki bu amacın sağlanmasında hâkimin izleyeceği yol kanun koyucu tarafından sübjektiflikten olabildiğince uzaklaşmış usul hükümleri ile çizilmiş olup, aksi düşünce ile verilecek kararlar uygulayıcı elinde değişkenlik göstererek hukuk güvenliğini ortadan kaldıracaktır.
Somut uyuşmazlıkta da davacı açığa attığı imzanın kötüye kullanıldığı savunmasını yazılı belge ile ispat edemediğinden sübut bulmayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.
H Ü K Ü M: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın reddine,
2-Davalının tazminat talebinin reddine,
3-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesine göre tahsil edilmesi gereken 44,40 TL maktu harcın mahsubu ile bakiye 70.960,44 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
4-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap ve takdir edilen 106.778,01 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Gider avansının kalan kısımlarının karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran taraflara iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, tarafların gerekçeli kararı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize verecekleri bir dilekçe ile veya bulundukları yerdeki başka bir mahkeme aracılığıyla mahkememize gönderecekleri dilekçe ile HMK.341.maddesi uyarınca İstanbul BAM nezdinde istinaf yoluna başvurma hakları bulunduğu hatırlatılmak suretiyle oy çokluğuyla verilen karar açıkça okunup anlatıldı.

Başkan …
(K.O)
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip …
¸e-imzalıdır

KARŞI OY
Karşı oy verilmesine neden olan husus uyuşmazlık konusu gözetildiğinde tahkikatın bitmesi ve hüküm aşamasına gelip gelinmediği noktasındadır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK m.184 hükmü uyarınca tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığı takdirde,tahkikatın bitimine elbette karar verilecektir.
Somut olay açısından durum irdelendiğinde davacı şirket takibe konu bono nedeniyle davalı aleyhine menfi tespit davası açmıştır.Menfi tespit davasına dayanak vakıa olarak ise davacı şirketin eski temsilcilerinden olan …’ın beyanına göre baskı ve korku yoluyla 2018 yılı Eylül ve/veya Ekim ayında bono doldurmasının talep olunduğu,bu korku ve baskı altında senedin doldurulduğu,bu şekilde de senedin düzenlendiği, hazırlanmış olan senetteki imza üzerine ise kaşenin sonradan basıldığı yönünde iddiada bulunmuştur.
Eldeki hukuk davası ile ilgisi sınırlı olmak üzere dava dilekçesinde dayanılan vakıaların suç niteliğinde olma ihtimali somut davada önem arzetmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 148. maddesinin 1. fıkrasında yağma suçunun temel şekli, 2. fıkrasında senedin yağması, 3. fıkrasında cebir karinesine yer verilmiş, 149. maddesinde nitelikli yağma, 150. maddesinde ise kişinin hukuki bir ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma suçunu işlemesi ile yağmada değer azlığı düzenlenmiştir.Yağmanın temel şeklinin düzenlendiği 5237 sayılı TCK’nun 148/1. maddesi uyarınca; kişinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceği ya da malvarlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılması yağma suçunu oluşturur. Suç anılan değerlere yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit veya cebir kullanılması suretiyle gerçekleşir.Yağma; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınması olduğundan, “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde de tanımlanmıştır.Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılmakta, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanmaktadır. (YCG 2013/6E.2014/98K sayılı ilamı).Bu çerçevede davacının dayanmış olduğu şekilde dayanak bononun baskı ve korku sonucunda doldurulduğu iddiasının suç konusu olması ihtimali söz konusudur.Esasen ve nitekim bu çerçevede davacı vekili … Cumhuriyet Başsavcılığının …Sr.sayılı dosyasına istinaden şikayette dahi bulunmuş ve aynı vakıalara dayanmıştır.Soruşturma dosyası ise halihazırda derdesttir.
Bu çerçevede tahkikatın bitirilerek hüküm oluşturulmasının usule aykırılığı noktasında aşağıdaki açıklamaların yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Şöyle ki;
1-6098 sayılı TBK m.74 hükmü gereğince ceza mahkemesince saptanan ve kesinleşen maddi vakıalar hukuk hakimini mutlaka bağlar.Bu noktada takibe konu olan bononun,dava dilekçesinde de iddia olunduğu üzere davacı aleyhine olacak şekilde eski temsilcinin korkutulması ve baskı altına alınması suretiyle doldurulduğu iddiası ile ilgili devam etmekte olan savcılık soruşturma dosyasının sonucunun mutlaka beklenmesi zorunludur.(Yargıtay 19 H.D.2007/5318E.2007/7342 K. Sayılı ilamı)
Savcılık soruşturma dosyasının sonucuna göre dava açılıp açılmayacağı,dava açılacak ise maddi vakıları en geniş şekilde araştıracak olan ceza mahkemesinin hangi yönde karar vereceği, mahkememizce hüküm verildiği tarih itibariyle henüz belirli değildir.”…Olası bir mahkumiyet kararının 6098 sayılı TBK m.74 hükmü uyarınca hukuk hakimini bağlayacağı gözetilmeli, söz konusu ceza soruşturmanın sonucunun HMK m.165 hükmü uyarınca bekletici mesele yapılması ve tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir.”(Yargıtay 19H.D 2014/3192E.2014/3677K.sayılı ilamı)
Nitekim Yargıtay 19.HD 2013/12524E.2013/17361K.sayılı ve somut olaydaki konu ve talep açısından emsal niteliği taşıyan ilamında “Dava, … icra takibine konu senetteki davacı-borçlu şirketi temsilen atılan imzaların, davacı şirket yetkilisinin senetlerin gerçek tanzim tarihlerinde şirket yetkilisi olmadığı, senetdeki tanzim tarihinin şirket yetkilisi olduğu tarihe denk gelecek şekilde geçmişe dönük olarak atıldığı ve senedin bedelsiz olduğu iddiasıyla İİK’nın 72. maddesi gereği açılan menfi tespit istemine ilişkindir. Dava ve icra takibine konu …… senetlerde davacı şirket,davalı lehtardır.Dava konusu senet ile ilgili… suçundan dolayı ceza davasının açıldığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Somut olay yönünden dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesince mahkumiyet kararı verilmesi halinde ya da maddi vakıanın tespitini içeren bir kararın hukuk hakimini bağlayacağı gözetilerek ceza davasının sonucu beklenip bir karar verilmesi gerekirken bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle de yukarıda varılan sonucu aynen doğrulamaktadır.
Bu şartlarda HMK m.165/f.1 hükmü uyarınca savcılık soruşturmasının ve gerekirse açılacak ceza davasının sonucunun beklenmesi icap eder iken hüküm verilmesi eksik tahkikat nedenidir.
2-Yukarıda açıklanan nedenler karşısında tahkikat bitimi öncesi iddiasının ispatı için yemin deliline dayanan davacıya yemin teklif etme hakkının hatırlatılması dahi icapsız yemin niteliğindedir.Zira HMK m.226/f.1-bend(c) uyarınca “Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar” yemin konusu olamaz.Bu nedenle davacının hatırlatılan şekilde yemin teklif etmemesi, açıklanan durum karşısında da davacı aleyhine sonuç doğuramaz ve tahkikatın bitimine bu yönden yol açamaz.
3-Kaldı ki davacının dayanmış olduğu vakıalar,gerçek bir borç ilişkisinin bulunmadığı ve bononun baskı ve korku altında eski temsilci … tarafından imzalatıldığı iddiasına dayanmakla bu noktada Yargıtay uygulaması dahi gözetildiğinde davalı gerçek kişinin bononun düzenlenme nedeni ile ilgili beyanlarına başvurulması gerekir.(Yargıtay 19H.D.2007/10363E.2018/4051K. 2006/516E.2006/12028K. sayılı vb.birçok kararı)Bu suretle HMK m.169 vd.hükümleri çerçevesinde davanın temelini oluşturan vakıalar ve onunla ilişkili bulunan hususlarda davalı gerçek kişinin bizzat dinlenmesi ve buna göre davacının iddialarının ispatı açısından bu imkanın temin olunması gerekirken mevcut dosya kapsamına göre hüküm verilmesi dahi eksik tahkikat niteliğindedir.Nitekim kanun koyucu HMK m.144/f.1 hükmü ile tahkikat aşamasında, davada ileri sürülen vakıalar hakkında tarafların mahkemece dinlenebileceğini dahi imkan dahilinde görmüş olup bu imkanın somut uyuşmazlığın özelliği de gözetildiğinde mahkemece kullanılmaksızın tahkikatın bitirilmesi ayrıca eksik tahkikat nedenidir.
4-Geçmiş yıllarda imza yaşının Adli Tıp Kurumu tarafından teknik olarak yapılamayacağı yönünde bir kısım raporlar hazırlanmıştır.Ancak günümüz teknolojisinin süratle gelişmesi,nitekim bir kısım yargısal uygulamalarda dahi imza ve yazıların aynı tarihlerde atılıp atılmadığı yönünde incelemelerin yapılmakta olduğuna dair çalışmaların olduğuna dair eser sunulmuş olması gözardı edilmemelidir.Bu nedenle en azından hüküm öncesi imza yaşının teknik olarak herhangi bir kurumda yapılmasının mümkün olup olmadığının Adli Tıp Kurumu vb. resmi kurumlardan araştırılması, davacı iddiasının ispatı ile ilgili hiçbir imkanın gözardı edilmemesi gerekirken bu imkandan davacının mahrum edilmesi eksik tahkikatı nedenidir.
Esasen İİK m.72 hükmüne istinaden açılan menfi tespit davaları, icra iflas hukukuna ait bir konudur.Elbette takip alacaklısının alacağına kavuşması açısından önündeki usuli engellerin kaldırılması gerekmekle birlikte kötüniyetli takiplere karşı borçlunun kendisini korumak için başvurabileceği çareler ile ilgili imkan tanıması,bu suretle alacaklı ile borçlu arasında denge kurulması icra iflas hukukunun şüphesiz en temel kaidelerindendir.Bu noktada imza yaşının hüküm tarihi itibariyle tespitinin mümkün olup olmadığına ilişkin teknik açıdan bir şüphe oluştuğu dosya kapsamına göre açıktır.İcra iflas hukuku disiplini ve temel kaideler uyarınca “şüpheden borçlu yararlanır”. O halde davacı borçlu lehine oluşan bu şüphe giderilmeksizin tahkikatın bitirilmesi de ayrıca bir başka tahkikat eksikliği nedenidir.
5-Nihayet davacının iddiasının ispatı için dava dilekçesinin ” deliller” kısmında tanık deliline dayanmıştır.Elbette ve kural olarak davacı aleyhine gözüken bononun aksinin davacı tarafından belge ile ispatı gerekir.Ne var ki somut olayda yukarıda açıklandığı üzere davacı taraf bononun baskı ve korku altında,davacı şirketin eski temsilcisine düzenletilmiş olduğu iddiasındadır.Bu durumun, somut olayın özelliği gözetildiğinde genel kuraldan ayrılmayı gerektiren bir hal olup olmadığı ayrıca irdelenmelidir.
“Hangi hallerde tanık dinlenilebileceği ise HMK m.203 hükmünde açıklanmış olup, adı geçen hükmün (ç) bendi hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları söz konusu olduğu takdirde tanık dinlenebileceği düzenlenmiştir.Bu aşamada belirtilmelidir ki, hata, hile, ikrah gibi iradeyi sakatlayan hallerin varlığı savunma ya da iddia olarak ileri sürülmüşse bu hususun mutlaka araştırılması gerekir (HGK’nun 14.12.2011 gün ve 2011/14–707 Esas, 2011/769 Karar sayılı ilamı).Baskı ve korku vakıasının,ikraha ilişkin bir irade bozukluğu kapsamında olduğu açıktır.
Somut olayda da davacı tarafından ileri sürülen iddia, bahsi geçen ikrah olgusuna ilişkindir.Hal böyle olunca davacının iddiasını ispatlamak için dava dilekçesinde dayandığı tanık delili yönünden, savcılık soruşturmasında hiç dinlenmeyen veya eksik dinlenildiği iddia olunan veya dinlenilmesi ret olunan tanık,isim ve adreslerini bildirmesi,yine gösterilecek tanıkları hangi konularda dinletmek istendiğine dair soru listesini sunması için 31/01/2019 tarihi itibariyle icra olunan duruşmalı önincelemede,davacı vekiline en azından kesin süre verilmesi gerekli ve mümkün iken bu imkanın davacıya tanınmaksızın tahkikatın bitirilmesi,hüküm verilmesi yine eksik tahkikat nedenidir.
Yapılan açıklamalar karşısında,belirtilen tahkikat işlemlerinin icrası gerekirken eksik tahkikata dayalı olarak tahkikatın bitimi ile hüküm aşamasına geçilmesi nedeniyle karşı oy kullanılmıştır.

Başkan
¸e-imzalıdır