Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/499 E. 2022/505 K. 24.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2007/386
KARAR NO : 2022/416

DAVA : Tazminat, Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
DAVA TARİHİ : 10/09/2008
KARAR TARİHİ : 26/05/2022

Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili asıl dava dosyasındaki dava dilekçesinde özetle; söz konusu şirketin 2002, 2003, 2004, 2005, 2006 yılına ait 16.05.2007 tarihli olağan genel kurul toplantısına sunulu 07.05.2007 tarihli denetim kurulu raporunun, davacı şirketin aşağıda belirtilen müfettiş taporuna ilişkin olduğu, buna göre; şirket müfettişlerinden … tarafından düzenlenen “iletişim grubu şirketlerinde 14.02.2004 tarihinden önceki dönemlerde görev yapmış üyelerle ilgili spesifik mali mesuliyet rakamlarının belirlenmesi” çalışmaları kapsamında kredi kartı avans hesaplarının tetkiki neticesinde düzenlenen 21.06.2005/05 sayılı inceleme raporunda, 2000, 2001, 2002 ve 2003 yıllarını kapsayacak biçimde mevcut tüm kredi kartı ekstralarından yapılan harcamalar şahıs ve … A.Ş. kredi kartları olarak ayrıştırılması sonrası yapıları hesaplamalarda şirket hissedarları, üst düzey yöneticileri ve bunların yakınları olacak biçimde birçok kişinin şirket dışı harcamaları toplamının (2.526.272*1.146.009-) 3.672.281 YTL ve (2.160.61946.864.139) 9.024.758 Amerikan Dolarına tekabül ettiği, şirketin hissedarları, yakınları, üst yöneticiler ve yabancı uyruklu üçüncü şahısların şahsi harcamalarının şirket hesaplarından karşılanmasının Türk Ticaret Kanununun 18 ve 20.maddesi, Kurumlar Vergisi Kanununun 15/3 ve 17/4 maddeleri hükümlerine aykırı olduğu, şirket müfettişlerinden … tarafından düzenlenen 21.07.2005/01 sayılı inceleme raporunda; “2002 yılı Eylül ve Kasım aylarında … A.Ş.’den … Başkan Yardımcısı …’e avans şeklinde kaynak aktarmak suretiyle seçim harcamalarının karşılanmasına gidildiği, bu harcamaların büyük bir kısmının …A.Ş. hesabına virman yapılarak buradan fatura karşılığı avans kapatılmasına çalışıldığı, ancak daha sonra bu harcamalar iptal edilerek ilgili şirketlerde avarıs hesapları üzerinden …’in borçlandırıldığı, bu şekilde …’in … A.Ş.’ne 23.248,46 YTL ve … A.Ş.’ne 376.086,86 YTL olmak üzere toplam 399.335,32 YTL tutarlı avans bakiyesinin hesaplarda yer aldığı, adı geçenden şirket alacağının tahsili için gerekli hukuki girişimlerin başlatılmasının gerektiği, 106.335 Euro tutarında şirket parasının kaybolması hakkında bugüne kadar herhangi bir işlemde bulunulmadığı göz önüne alımarak, bu eylemir sorumlusu durumunda bulunan …’e (finans kaordinatörü) de sorumluluk tevcihi gerektiği, dönemin şirket müfettişi … tarafından 21.11.2005/3 nolu inceleme raporunda; “…” hakkında alınan tedbir kararlarından sonra … (…) dağıtımını yapan grup şirketlerinin zorlanması üzerine, kontör yükleme kartlarının dağıtımını yaptırmak amacıyla bizzat … A.Ş. tarafından … Ltd. Şti., … Ltd. Şti. ve … Ticaret Ltd. Şti. firmalarının kurdurulduğu, firmaların … tarafından her aşamada yönlendirildiği, Kutani ve İdeal firmaları üzerinden yüksek oranlı iskonto uygulayarak düzenlenen faturalar yoluyla 13.448.466,20 YTL tutarında kaynak kayıt dışına çıkarıldığı, firmalara tanınan yüksek miktarlardaki açık hesap imkanlarıyla … A.Ş. kayıtlarına alınmadan nakit imkanının yaratıldığı, … A.Ş.’ne el konulması üzerine bu uygulamadan kaynaklanan toplam 6.808.046,33 YTL tutarındaki paranın halen adı geçen firmalar üzerinde kaldığı, kayıt dışına çıkarılmasına neden oldukları 13.448.446,20 YTL ile tahsili mümkün olmayan 6,828.046,33 YTL tutarındaki açık hesap alacak ile şirketlere usulsüz prim uygulaması ile aktarılan 1.283.485.42 YTL’nın toplamlarından oluşan 21.539.998,93 YTL’nin tamamından davalıların sorumlu oldukları, … A.Ş. deki yurt dışı avarıs hesaplarından yapılan ödemelerin incelenmesi ve soruşturulması ile ilgili olarak müfettiş … tarafından düzenlenen … nolu soruşturma raporunda; “yurt dışı avans hesaplarından 16.098.544,37 YTL tutarında ödemede bulunulduğu, bu ödemelerin inceleme sırasında yapılan araştırmada 7.886.961,82 YTL tutarlık kısmına ait muhasebe fişleri ile belgelerinin bulunamadığı, makbuzları bulunamayan işlemlerin belgesiz masraflaştırıldığı veya belgelerin şirket hesaplarına tedbir konulduktan sonra imha edilmiş edileceğinin anlaşıldığı, “… A.Ş. …” binasında 2003 yılının ikinci yarısında kıyılmak suretiyle yapılan evrak imhası ile 2003 Nisan-Ağustos Jotus back-up kayıtlarının silinmesi ile ilgili müfettiş … tarafından düzenlenen …nolu inceleme raporunda; “… A.Ş. de şirket içi işleyiş, uygulama, onay, talimat ve iletişimin … sistemi üzerinden yapıldığı, aylık olarak alınan … önemli bilgiler içermesi nedeniyle ispatlayıcı belge niteliği taşıdığı, 2003 yılı Nisan Ağustos döneml ay sonu …-… ve … sistemindeki back-upların topluca silindiği, bu işlemlerden doğan şirket zararından davalıların sorumlu oldukları beyan ederek 10.000,00 TL’lik zararın meydana gelecek tarihten itibaren avans faiz oranıyla birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilmesini talep etmiştir.
Davalı … cevap dilekçesinde; şirket denetçisi olarak kanuni görevlerini tam ve zamanında kusursuz olarak yerine getirdiğini, şahsının usulsüzlükler ve harcamalarda kusurunun olmadığını, davacı şirketin gerek şirket gerek personel ile ilgili kredi kartları noktasında harcama yapmış olması, sırf bu sebeple harcamaların şirket faaliyetiyle ilgisi bulunmadığının iddia olunması ve insanların suçlanmasının kabul olunamayacağını, 2002-2003-2004 yıllarıyla ilgili denetim kurulu raporlarının ise tarafınca hazırlanmadığını, kesin olmayan, nereden kaynaklandığı izah olunmayan, zarar olma niteliği tartışmalı, borçlusu ve alacaklısı belli olan harcama ve bakiyelerin kesin olmayan zarar niteliğinde olduğunu, bu nedenle davanın reddolunması gerektiğini ayrıca zamanaşımına yönelik definin ise kabul olunmasını savunmuştur.
Davalı … cevap dilekçesinde; sorumluluğa ilişkin hiçbir belgenin kendisine tebliğ olunmadığı, denetim kurulu raporu, özel hukuk tüzel kişiliği niteliğinde bulunan davacı şirketin iç denetim mekanizması tarafından hazırlanan bir belge olduğunu, bu belgenin davada dayanak bir delil olmasının söz konusu olmadığını, müvekkili hakkında sorumluluk davası açılmasına yönelik davacı yan tarafından dosyaya sunulmuş bir genel kurul kararı olup olmadığının mahkemece tespit edilmesi gerektiğini, aksi takdirde açılan davanın şekli şart yokluğundan reddolunması gerektiğini, müvekkilinin denetim kurulu üyesi sıfatıyla iddia edilen bedelden sorumlu olması söz konusu olmadığını, zira bu bedelin kasada olup olmadığı belli olmadığı gibi kasa sayımının yapıldığı tarih olan 24/02/2004 tarihine kadar geçen on günlük süre içinde kasaya ne gibi müdahaleler yapılmış olabileceği hususu da somutlaştırılması gerektiğini, zira müvekkili 14/02/2004 tarihi itibariyle şirket merkezine dahi girmediğini, şirkete el konulduğu tarih itibariyle bir kasa sayılı söz konusu olmadığına göre bu eksiğin müvekkilinin görev yaptığı dönemde müvekkilinin çok önce davacı şirketteki denetim kurulu üyeliği görevinden istifa ettiğini ve bunun bir dayanağının bulunmadığını, ibra kararlarının davacı yanın ifade ettiğinin aksine geri alınmasının mümkün olmadığını, ibra kararlarının geri alınmasının da hukukun temel ilkelerinden kaynaklanan bazı sınırları bulunmadığını, organların tasarruf yetkisinin üçüncü kişilerin haklarının başladığı yerde sona erdiğini, genel kurulun verdiği bir kararla üçüncü kişilerin kazanılmış haklarını ihlal edemeyeceğini, aksi düşünce hukuk güvenliği ilkesini ortadan kaldırdığını beyan ederek davanın reddolunmasını gerektiğini savunmuştur.
Davalı … vekili; davanın sadece denetim kurulu raporuna istinaden açılmış bir dava olduğunu, davacının soyut olarak dava dilekçesini sunduğunu, sorumluluğunun hiçbir şartın gerçekleşmediğini, bu nedenle zamanaşımından dolayı davanın reddolunmasını, müvekkilinin 25/03/2003 tarihindeki görevinden ayrılmakla iddia olunan zararlardan sorumlu tutulmasının mümkün bulunmadığının, iddia olunan zararların hangi tarihte oluştuğunu, ne şekilde zararın meydana geldiği noktasında soyut nitelik taşıdığını, müvekkilinin kanuna uygun olarak tüm görevlerini yerine getirdiğini, nedensellik bağının ispatlanamadığını, zararın meydana geldiğinin ise davacı tarafından ispatı gerektiği halde ispat olunmadığını, müvekkili hakkında açılan davanın yersiz ve ispatı mümkün olmayan ve soyut iddialara dayandığını, bu nedenle müvekkili aleyhine açılan davanın reddolunmasını savunmuştur.
Davalı … vekilinin cevap dilekçesinde; müvekkilinin yönetim kurulu üyesi sıfatıyla sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, müvekkilinin zarar verdiği iddiasıyla bu konuda hiçbir belge ve delil sunulmadığını, iddia olunan hiçbir zarar kalemi ile ilgili müvekkilinin sorumlu olduğunu gösterir bir delil ve kaydın bulunmadığını, bu çerçevede müvekkili aleyhine açılmış olan davanın reddolunması gerektiğini savunmuştur.
Davalılar …, …, .., …vekilleri cevap dilekçesinde özetle; iddiaların gerçeklikle ve hukukla hiçbir ilgisi bulunmadığını, mevcut ibra kararı karşısında sorumluluk ve tazminat davasının açılmasının mümkün olmadığını, iddianın sadece denetim kurulu raporuna dayandırıldığını, yanlı olarak düzenlendiğini, incelemenin tek taraflı olarak yapıldığını, kasa açığının ne şekilde oluştuğu noktasında ayrıntı içermediğini, kaldı ki kasa açığının mevcut olmadığını, zararın doğduğu iddia olunan işlemlerin açık ve net olarak bulunmadığını, kaldı ki zararla müvekkili arasında nedensellik bağının kurulması ve ayrıca kusurlarının ispatlanması gerektiği halde bu ispatların dahi yerine getirilemediği, bu çerçevede davanın reddolunmasını savunmuştur.
Birleşen dava dosyasında ise davacı vekili asıl dosyada asıl dava tarihi itibariyle vefat etmiş olan … mirasçılarına yine dava dilekçesindeki aynı vakıalara dayalı olmak üzere 1.980.308 Avro, 22.450 DEM (11.478,50 Avro), 990.374 USD ortaklı zararının, zararın meydana geldiği tarihten itibaren en yüksek banka kredi faiziyle ve 149.084.297,55 YTL ortaklık zararının, zararın meydana geldiği tarihten itibaren işleyecek en yüksek avans faiz oranı ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Gerek asıl dava ve gerekse birleşen davada uyuşmazlık konusu asıl davada yönetim kurulu üyesi ve icracı müdür konumunda olan kişilerin ve yine birleşen davada denetçi sıfatına haiz olan kişilerin kendilerine atfedilen eylem nedeniyle şirketin zarara uğramasına sebebiyet verilip verilmediği, bu nedenle ve öncelikle zarar oluşup oluşmadığı, zararın davalılardan tahsiline dair talebin kabulünün gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Asıl ve birleşen davaya konu edilen zarara yol açtığı iddia olunan eylemin 2002-2003-2004 tarihleri olması karşısında 6762 sayılı TTK hükümlerinin uygulanma imkanı söz konusu olup uyuşmazlık dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK m.336 hükmünden kaynaklanmaktadır.
Gerek asıl dava gerek birleşen dava içeriği gözetildiğinde esasa yönelik asıl ve birleşen dava yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Yine yargılama aşamasında ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 16.04.2012 tarihli aynı taraflar arasındaki emsal kararıyla ”Dava, anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğundan kaynaklanan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir.TTK.’nın 341’inci maddesi uyarınca yöneticiler hakkında sorumluluk davası açılabilmesi için şirket genel kurulunun bu konuda karar alması ve davanın da denetçiler tarafından açılması yahut denetçilerin açılan davaya muvafakatlarının sağlanması gerekir. Bu dava şartı olup, öncelikle bu hususlar irdelenmelidir. Mahkemece dava tarihi itibariyle görevli olan murakıplardan vekaletname alınarak sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Anılan madde uyarınca dava açmak murakıplara ait olup, maddede davanın dava tarihindeki murakıplar tarafından açılacağına dair bir hüküm mevcut değildir. Dava dosyasına banka murakıpları tarafından düzenlenen vekaletname sunulduğuna göre mahkemece uyuşmazlığın esası ile ilgili hüküm kurmak gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle emsal davalılar yönünden görüşünü açıklamış olmakla, bu yöne ilişkin olmak üzere yargılama aşamasında eksikliğin giderilmiş olduğu tespit edilmiştir. Böylece asıl ve birleşen davadaki yönetim ve denetim kurulu üyesi olan davalılar hakkında söz konusu davanın açılmasıyla ilgili genel kurulun kararının var olduğu, esasen davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan hükümler çerçevesinde denetçiler tarafından davanın açıldığı, ilgili kararının sunulduğu sabittir.
Öncelikle zamanaşımı definin değerlendirilmesi ve akabinde esasa yönelik değerlendirme yapılması gerekecektir. Yargıtay uygulamasında da kabul olunduğu üzere şirketin halefi sıfatıyla açılan sorumluluk davasından kaynaklanan alacak Bankacılık Kanunu’nun 108. ve 132/8. maddelerinde tarif edilen fon alacağı niteliğinde bulunmamasına, bu nedenle aynı Yasa’nın 133/son maddesinde belirtilen zamanaşımı süresinin bu davada uygulanamayacak olmasına göre durum takdir olunacaktır. (Yargıtay 11. HD 2016/807E. 2017/4096K.sayılı kararı)
Buna göre Mahkememizce hüküm öncesi oluşturulan 26/05/2022 tarihli ara kararda da açıklandığı üzere, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2015/6623 E.-2015/8697 K.sayılı emsal uygulamaları çerçevesinde 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesi uyarınca davalı eski yöneticiler ve denetçiler tarafından şirketin zarara uğratıldığı iddiasına dayalı olarak sorumluluk davasının açılmış olması, asıl davanın 2007 tarihinde açılması, bu durumda yönetici ve denetçilerin zarara sebebiyet veren eylemlerinin görevde kaldıkları sürece devamlılık arz ettiği ve sorumluluklarının da görevlerinin sona erdiği tarihe kadar devam edeceğinin kabulü ile işbu alacak kalemi için açılan sorumluluk davasında zamanaşımı süresinin davalıların görevlerinin son bulduğu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı yönündeki yargısal uygulama karşısında, en son görev icra edilen tarih 2003 olarak iddia olunmakla zamanaşımına yönelik tüm defilerin reddine karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur. Bu nedenle zamanaşımının gerçekleştiği noktasında belirleme yapan 10/01/2019 tarihli ve üçüncü bilirkişi kurulu raporundaki değerlendirmelere ve gerekçeye itibar olunabilmesi mümkün değildir.
Asıl dava dosyasında zamanaşımı definde bulunmayan ve dava tarihi itibariyle vefat etmiş bulunan … aleyhine açılan davada yargılama aşamasında ayırma kararı verilmiştir. Akabinde asıl dosya davalısı … aleyhine açılan davada mahkememizin 2012/264E.sayılı dosyasına istinaden yargılama yapılmış, Mahkememizin 2012/264E.-2012/246 K.sayılı ilamı ile “davalı … mirasçılarının mirası reddettikleri anlaşılmakla haklarında hüküm kurulmasına yer olmadığına” dair kararı verilmiştir. Bu durum karşısında bu davada, adı geçen davalılar hakkında yeniden hüküm oluşturulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Bu arada dava dilekçesinde adı geçen ve ihtiyari dava arkadaşı konumunda bulunan davalı… aleyhindeki dava dosyası hakkında 13/02/2020 tarihi itibariyle işlemden kaldırma kararı verilmiştir. İşlemden kaldırıldığı tarihten itibaren başlayıp hükmün oluşturulduğu tarihe kadar HMK m.150/f.5 hükmünde belirtilen üç aylık sürenin geçmesine rağmen davanın yenilenmediği, bu nedenle hüküm tarihi itibariyle davalı … aleyhine açılan dosyada açılmamış sayılma kararının verilmesinin yasal şartlarının oluştuğu anlaşılmıştır.
Bu arada yukarıda adı geçen davalılar dışındaki diğer tüm asıl dosya davalıları yönünden ise esasa yönelik değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir.
Adı geçen diğer davalılara atfedilen eylem ile ilgili davalının sorumluluklarının olup olmadıkları hususları irdelenmeden önce genel açıklamalar yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 6762 sayılı TTK 346. maddesi yollamasıyla TTK. 336. maddesi gereğince müdürlerin sorumluluğu bakımından BK. 41. maddesinde tanımlanan haksız fiile ilişkin tüm unsurların gerçekleşmesi zorunludur. Sorumluluk hukukunun temelinde, kusur, hukuka aykırılık, zarar ve hukuka aykırı eylem ile sonuç olarak ortaya çıkan zarar arasında illiyet bağının olması gerekir. Şüphesiz ki zararın varlığı öncelikle ispatlanmalıdır. Bu noktada davalının sorumlu olmadığının ispat yükü altında olduğu kabul edilse dahi şüphesiz ki zararın ispatı davacıya ait bir yükümlülük olarak düşünülmelidir.
Bu kapsamda uyuşmazlığın niteliği gereği atanan birinci bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 19/03/2022 tarihli raporda “kredi kartı borçları davalı yöneticiler tarafından ödenen kişilerin, her biri için yapılan ödemelerin miktarlarının, ödeme belgelerinin dosyaya ibraz edilmediği, davacı şirket hesaplarında avans olarak gözüken kredi kartı ödemelerinin ve diğer avansların kapatılması için takibe geçilip geçilmediği noktasında gerekli belgelerin ibraz edilmediği, bilirkişi kurunda kontör yükleme kartlarında uzman kişi bulunmadığından bu konuda ayrıca inceleme yapılamadığı” bildirilmiştir.
Akabinde içinde gerek gümrük gerek kontör yükleme ile ilgili teknik bilgi sahibi kişilerin dahil olduğu birinci bilirkişi kurulundan ek rapor alınmıştır. Bilirkişi kurulu 06/02/2014 havale tarihli raporunda ise gümrük beyannamelerinin tescil tarihi itibariyle kontör kartlarıyla ilgili ilgili gümrük tarifesi ve gümrük beyannamelerinin tescil tarihleri itibariyle doğru olarak beyanların yapıldığı, gümrük mevzuatına göre yasal işlemlerin tamamlandığı, kartların iptali için kurum izni gerekmediği, kartlara ilişkin gümrük beyannamesindeki satış faturalarında ayırt edici bilgi ve işaret olmadığı, sayım sonucunda stok eksikliği olarak tespit olunan 13.986.582 adet kontör yükleme kartlarıyla ilişkilendirmenin mümkün bulunmadığı” yönünde görüşlerini açıklamışlardır.
Birinci bilirkişi kurulundan rapor alınmasına müteakiben iddia olunan zarar tutarının hesaplanabilmesi açısından elektrik elektronik fakültesi elektronik ve haberleşme mühendisliği bölümünden de olan akademisyen bilirkişinin dahi yer aldığı ikinci bilirkişi kurulundan ve yeniden rapor alınması takdir edilmiştir. Buna göre 07/01/2017 tarihli raporu sunan bilirkişi kurulu hazırlamış oldukları raporda, usulsüz kullanımın varlığının gerçek olmasına rağmen bunun nitelik ve niceliğinin somut olarak tespit edilemediği, … A.Ş.’nin zarara uğradığı anlaşılmakla beraber bu işlemlerden dolayı görevli ve yetkili olanların yani sorumluların tespitinin mümkün olmadığından kişi ve miktar bazından değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle sel felaketi sırasında adı geçen bütün doküman, belge, araç ve gereçlerin zarar görmesi nedeniyle inceleme dahi yapılamadığı, davacı kayıtlarına ulaşılamadığı, yapılan sayımda stok eksikliğine bağlı bir belgenin olup olmadığı hakkında da bilgi edinilemediği, iddia edilen vakıaların doğrudan yöneticilerin fiilleriyle gerçekleştiğinin tespiti halinde zararın ortaya çıkabileceği, ancak zararın dosya kapsamında yer alan belgelerden somut olarak tespitinin yerinde yapılan incelemeler ile dahi mümkün bulunmadığı, bu itibarla zararın tespitinin mümkün bulunmadığı açıklanmıştır.
Nihayet mevcut durum çerçevesinde asıl davada ve bu defa öğretim üyesi …, emekli banka müdürü …ve … marifetiyle hazırlanan 10/01/2019 tarihli rapor içeriğinde de belirtildiği üzere davacının zarar kalemlerini, müfettiş raporlarına dayandırmakla beraber bunları destekleyecek başkaca delil sunmadığı, bu bağlamda dosyaya her ne kadar ve örneğin şirket kredi kartlarından yapılan harcamalara ilişkin bir tablo sunulmuş ise de bu harcamaların ne kadarının şirkete ait ne kadarının kişisel harcama olduğu ayrımının yapılmadığını, davalıların bir kısmının şirket ortağı olduğu dikkate alındığında bu harcamaların şirket kar payı ile mahsuplaşmasının yapılıp yapılmadığının belli olmadığı, bu harcama tutarlarının bazılarının 1995 yılına kadar gittiği, anılan tüm bu belirsizliklerin yanı sıra zararın ait olduğu zamanların dahi belirsiz bulunduğu, asıl davada müfettiş raporuna dayalı olarak talep edilen bir başka alacak kalemi bakımından ise bazı firmalar iskonto uygulaması ve kayıt dışına çıkarılan tutarlar dolayısıyla zarar meydana geldiği iddia edilerek davalıların tamamının sorumlu olduğu ileri sürülmekte ise de bu firmalarla ilgili takip olup olmadığı, alacak tutarının talep edilip edilmediğinin belli olmadığı gibi kayıt dışına çıkarıldığı belirtilen bu tutarlara ilişkin müfettiş raporlarındaki ifade dışında başkaca hiçbir delilin ise sunulmadığı, kaldı ki iskonto yapılmasının ticari hayatın akışına aykırı bir işlem olmadığı, zararın ancak anılan firmalara bu piyasada iskonto oranlarının çok üzerinde bir indirim yapılması durumunda ancak zararın kanıtlanmış olduğunun kabul edilebileceği, buna ilişkin dahi hiçbir belge ve bilgi bulunmadığı, yine zararın hangi tarihte ve kimler tarafından verildiğinin dahi açık bulunmadığı, nihayet davacı şirketin … grubuna dahi … A.Ş.’ye verildiği belirtilen 23.248,46 TL, …A.Ş.’ye verildiği belirtilen 376.086,86 TL olmak üzere toplam 399.335,32 TL tutarındaki borç paranın bu şirketlerden tahsili için gerekli kanuni takiplerin yapılmaması ve şirketin 106.335 Avro tutarındaki paranın kaybolması ile ilgili olarak müfettiş raporu dışında hiçbir delil bulunmadığı, yine alacağın tahsili ile ilgili herhangi bir girişimin mevcut olmadığı, daha önemlisi koordinatör sıfatı bulunan ve asıl dosyada davalı sıfatı olmayan …’e yükletilen sorumluluk bakımından ise zararın ne şekilde sebebiyet verildiğine dair herhangi bir açıklamanın mevcut olmadığı, bu itibarla asıl dava bakımından zarar, illiyet bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının davacı tarafından ispatlanamadığı ifade edilmiştir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki asıl dava dosyasındaki davalılar aleyhine açılmış olan sorumluluk davasında içinde teknik bilirkişinin dahi mevcut olduğu bilirkişi kurulları yapmış oldukları tüm incelemelere rağmen davalılara isnat olunan eylem nedeniyle herhangi bir zararın oluştuğu noktasında teknik tespit ve görüş bildirememişlerdir. Oysaki şirket yönetim kurulu üyeleri aleyhine açılan sorumluluk davasının nihai amacı, şirketin zarara uğramasına yol açan kimselerden bu zararın tazmin olunmasına yöneliktir. Elbette tazmin hükmü oluşturulabilmesi için öncelikle zararın varlığı ispatlanmalıdır.
Bu noktada ifade etmek gerekir ki bir sorumluluktan bahsedebilmek için olmazsa olmaz şart, bir zararın varlığıdır. Her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın sorumluluk davalarının vazgeçilmez şartı ortada bir “zararın” olmasıdır. Zarar kişinin iradesi dışında malvarlığında meydana gelen azalma olarak nitelendirilebilir. Zarar olmayan yerde sorumluluk olmaz. Zira, ancak bir zararın varlığı, onun tazmini ile ilgili talebin doğumuna neden olur. (Necla AKDAĞ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, 2.Basım, İstanbul 2016, sh.185 vd.).
Mahkememizce atanan ve konusunda ehil üç farklı bilirkişi kurulunun hazırlamış oldukları ve yukarıda açıklanan rapor içerikleri bir bütün olarak dikkate alındığında davaya konu edilen zararın oluştuğu noktasında yer, zaman, konu, kişi, eylem unsurlarını ortaya koyabilecek şekilde somutlaştırılmış bir delil yani belge ve bilgi mevcut olmadığı açıkça belirtilmiştir. Elbette “kural olarak, yönetim kurulu üyeleri şirket adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulmazlar ise de, öğretideki baskın görüşe göre, TTK’nun 336. maddesinde belirtilen hallerde ortaklığa ve ortaklık alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe tüm yöneticiler oluşan zarardan müteselsilen sorumlu olurlar. Yani yönetim kurulu üyelerinin görevlerini ifaları sırasında bir zarar oluşmuşsa, bu zararın üyelerin kusurlu eylemi sonucu meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir.(Yargıtay 11.HD 2014/11348E. 2014/20196K.sayılı ilamı) Ne var ki dava dilekçesinde davalılara atfedilen eylemler ile ilgili davalıların görevlerini icra ettikleri sırada bir zararın meydana gelip gelmediği araştırıldığı halde içinde teknik bilirkişilerin dahi bulunduğu üç farklı bilirkişi kurulu raporunda, davalıların görevlerinin ifa sırasında bir zarar meydana geldiği tespit olunmak bir yana zararın oluştuğu noktasında herhangi bir tespit yapılamamıştır.
“Yukarıda belirtilen kalemler bakımından şirket aleyhine bir zarar doğmuşsa yönetim kurulu ve denetim kurulu üyelerinin bu zarardan sorumsuzluklarını kanıtlayamamaları halinde 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 338. ve 359. maddeleri gereğince sorumlulukları, şirket çalışanlarının ise 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi uyarınca sorumlu olmaları söz konusudur.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2012/17811E. 2014/4734K.sayılı ilamı) Ne var ki somut olay yönünden davalıların sorumluluk döneminde şirket aleyhine bir zararın doğduğu ispatlanamadığı takdirde, asıl dava dosyasındaki davalı gerçek kişilerin sorumsuzluklarını kanıtlayıp kanıtlayamamalarının yargılamanın sonucuna etkisi bulunmayacağı açıktır.
Kaldı ki ve bir an için zararın olduğu ispatlanmış olsa dahi bu yeterli değildir. Zira “bu zarardan davalıların her birinin sıfatı, görev tarihleri ve aralarında iş bölümü bulunup bulunmadığı araştırılarak her bir davalının hukuki durumu ve sorumluluğu olup olmadığının tespiti sonrası ancak davalılar aleyhine hüküm verilebilecektir. (Yargıtay 11.HD 2014/11348E. 2014/20196K.sayılı ilamı) Yargılama sırasında alınan tüm raporlarda da, iddia olunan zararın hangi davalının görevli olduğu veya olmadığı zaman diliminden kaynaklandığı tam olarak ispatlanamadığından bir tespite gidilememiştir. Nitekim en son sunulan 10/01/2019 tarihli raporda dahi açıkça sorumluluk atfedilen kişinin sıfatının değil organ olup olmadığının önemli olduğu, hangi davalıya hangi tarihteki eylem ve işlemlerden dolayı sorumluluk isnat edildiğinin açık olması gerektiği, bu noktada belirsizliğin yapılan tüm araştırmalara rağmen giderilemediği dahi açıklanmıştır.
Alınan bilirkişi raporları üzerine, bu konuda gerekli somutlaştırmayı yapması amacıyla davacı vekiline verilen sürelere ve devam eden yargılama sürecine rağmen farklı bir bilgi ve belge bildirilmemiş ve sunulmamıştır.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir(…) Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 792) Hal böyle olunca asıl dava dosyasında aleyhine dava açılan davalı …ve dava tarihinde vefat eden … dışındaki diğer davalılar aleyhine açılan davaların sübut bulmadığı, dayanak evrak ve belge olmaksızın münhasıran idari yapılanma içinde düzenlenen müfettiş raporunun yargısal değerden uzak olduğu Mahkememizce kabul edilmiştir. Bu noktada müfettiş raporlarına dayanak olabilecek bilgi ve belgenin varlığı dahi sonucu etkileyebilecek imkana haiz olduğu halde somut olay yönünden açıklanan deliller mevcut değildir. Bu noktada delillerin sayısı değil sonuca etki eden ağırlığı önem taşır. Roma hukukundaki ifade ile deliller sayılmaz, tartılır. (Argumenta non sunt numeranda, sed ponderanda). Nitekim emsal davalarda Yargıtay dahi “teftiş kurulu raporuna dayalı olarak tazminat davasının açılmasının mümkün olmadığını” benimsemektedir. (Yargıtay 11.HD 2014/2082E. 2014/10376K.sayılı ilâmı) Buna göre somut olay yönünden davalıların sorumluluğunu gerektirecek delil ve ispat durumu mevcut değildir.
Esasen benzer olaylar açısından Yargıtay’ın uygulaması da aynı yöndedir. “Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 338. maddesinde sorumluluk davalarında şirket yöneticilerinin ters çevrilmiş ispat yükümlülüğü bulunduğu, diğer bir anlatımla, kendilerine sorumluluk isnat edilen şirket yöneticilerinin, zarara yol açtığı iddia edilen eylemlerden dolayı kusurlu olmadıklarını, sorumluluklarının bulunmadığını ispat yükü altında oldukları belirtilmiştir. Bu düzenlemeye ve Dairemizin konuyla ilgili yerleşmiş içtihatlarına göre, bu nitelikteki bir davada, öncelikle, davacı şirket tarafından davalı yöneticinin kusuruna dayalı olarak meydana gelmiş maddi bir zararın varlığı ispatlanmalıdır. Zarar, en genel tanımıyla, kusurlu bir hareket sonucunda kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeye işaret eder. Zararın doğrudan yahut dolaylı olarak husule gelmesi mümkün ise de her iki halde de mal varlığında gerçek bir kaybın varlığını gerektirdiği kuşkusuzdur. Bu anlamda, sorumluluk davaları bakımından davacı şirketçe, davalı yöneticinin kusuru nedeniyle şirketin gerçek bir zarara uğradığının iddia ve ispat edilmesi gerekir. Öte yandan, hukuk sistemimizde hayatın olağan akışının fiili karine olarak kabul gören bir ispat vasıtası olduğu, fiili karine denen yaşam deneyi kurallarının tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında, hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleri olduğu (Bilge Umar/Ejder Yılmaz:İspat Yükü, 2. Bası, İstanbul 1980, s.165 vd.174 ve 60 vd.), hemen bütün ilim adamlarının birleştiği ve Yargıtay uygulamasında kararlılık ifade eden ölçüye göre, ispat yükünün hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşeceği (Prof.Dr. Baki Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, İstanbul 2001, s.2011) kabul edilmelidir.
Yukarıda atıf yapılan Yargıtay uygulaması ışığında durum değerlendirildiğinde üç farklı bilirkişi kurulu raporuna ve özellikle içinde teknik bilirkişilerin var olmasına rağmen, bilirkişiler iddia edilen zararın varlığının anlaşılamadığı, belirlenemediği, müfettiş raporu dışında rapordaki tespitlere esas herhangi bir vesaikin mevcut bulunmadığı gibi teknik bir tespit ve değerlendirmenin yapılmasının mümkün bulunmadığı zararın davalıların sorumlu oldukları dönemde oluştuğu noktasında tespit yapılamadığı, noktasında birbirleriyle uyumlu raporlar sunmuşlardır. Bu çerçevede yukarıda atıf yapılan Yargıtay kararları da dikkate alındığında davalılara isnat olunan eylem nedeniyle “gerçek manada bir zararın varlığının ispatlanamadığı, varsayımsal nitelikteki bir zararın varlığının kabulünün ise mümkün bulunmadığı” Mahkememizce değerlendirilmiştir. Netice itibariyle “zan ile hüküm olmaz.”
Birleşen 2008/514E.sayılı dava dosyasında, asıl dosyadaki davalı …’ın dava tarihi itibariyle vefat eden kişi konumunda bulunması karşısında asıl dava dilekçe içeriği aynı kalmak üzere bu defa davalı … mirasçıları davalı olarak gösterilmiştir. Adı geçen davanın açılmış olduğu 2008 tarihi itibariyle 1086 sayılı HUMK hükümleri yürürlüktedir. Buna göre gerek Yargıtay kararları gerek bu uygulamayı benimseyen BAM kararı ve Mahkememizin kararlarının içeriği dikkate alındığında davalı … mirasçıları aleyhine açılan davanın usuli açıdan değerlendirilmesi gerekir.
Dosya kapsamından anlaşılacağı üzere birleşen davanın açıldığı tarih itibariyle davalı … mirasçıları aleyhine açılmış olan davada, davalı … mirasçılarının tamamı mirası reddetmişler ve adı geçen kararlar şeklen kesinleşmiştir. Bu durumda … mirasçılarından dahi alacağın tahsilinin mümkün olmadığı bir hal ortaya çıkmıştır.
Nitekim yine … tarafından takip olunan yine sorumluluk davası niteliği taşıyan ve denetçi sıfatı bulunan davalı … mirasçıları aleyhine açılan … 43.Asliye Ticaret Mahkemesinin…E. …K.sayılı karar gerekçesiyle bu durum irdelenmiştir. Gerekçede açıklandığı üzere “Dava, davacı … (…A.Ş.’den Temlik Alan Sıfatı ile) … A.Ş.’de 2002, 2003, 2004, 2005 ve 01.01.2006-30.09.2006 döneminde Denetim Kurulu Üyesi olan …’ın şirketteki dönemi ve görevi itibarıyla … Holding A.Ş.’de meydana geldiği ileri sürülen dava konusu zarardan sorumlu olduğundan bahisle yasal mirasçıları olan davalılar …, … (…) ve …’dan söz konusu zararın tahsili istemine ilişkindir. … mirasçıları olan davalıların mirasın reddine yönelik olarak ayrı ayrı açtıkları, davalı … tarafından açılan davanın … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin … esas, … karar ve 10.08.2005 tarihli kararı ile davalı … (…) tarafından açılan davanın … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin …esas, … karar ve 25.07.2005 tarihli kararı ile, davalı … tarafından açılan davanın yine … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin … esas, …karar ve 03.08.2005 tarihli kararı ile davaların kabulüne karar verildiği ve verilen kararların kesinleştiği anlaşılmakla; ölü davalı …mirasçısı olan davalılar hakkında açılan davanın husumetten reddine karar verme gereği doğmuştur.” şeklinde karar verilmiş olup, verilen karar Yargıtay 11. HD 2014/1032E. 2014/9107K.sayılı kararıyla onanmış bu suretle kesinleşmiştir.
Hal böyle olunca birleşen davada davacının, vefat eden davalı … mirasçılarını davalı olarak göstererek açmış olduğu davada, dava öncesi mirasçı davalıların mirası reddedikleri ve bu kararların kesinleşmiş olduğu anlaşılmakla, vefat eden davalı … mirasçıları olan davalılar hakkında açılmış olan davanın husumetten reddine dair karar verilmiştir.
Davaya konu alacak daha önce açıklandığı üzere Bankacılık Kanunu’nun 108. ve 132/8. maddelerinde tarif edilen fon alacağı niteliğinde değildir. Bu nedenle işbu davanın aynı Yasa’nın 133/1-2 maddesi kapsamında açılan bir dava olmaması nedeniyle vekalet ücretinin nisbi olarak belirlenmesi Yargıtay uygulaması gereğidir. (Yargıtay 11. HD 2016/807E. 2017/4096K.sayılı kararı) Buna göre fon alacağı niteliğinde olmayan dava konusu alacak ile ilgili haklarındaki dava esas yönünden reddolunan ve vekil ile temsil edilen asıl dosyadaki davalılar lehine, dava aynı nedenle reddolduğu için tek bir vekalet ücreti takdir edilecektir. Ne var ki davada uygulanan 6762 sayılı Kanunun m.309 hükmünün başlığının dahi “Tazminat talebi” olması, içerik ve gerekçesinin dahi bu yönde olduğunun açık olması, doktrin ve Yargıtay uygulaması ile de bu durumun benimsenmesi karşısında, dava tarihinde yürürlükte olmayan ve hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT m.13/f.4 hükmü gereği maddi tazminat istemli davanın tamamen reddi karşısında sadece maktu vekalet ücretinin takdiri gerekmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının, davalı … aleyhine açmış olduğu davada ayırma kararı verilmesini müteakiben mahkememizin 2012/264 E.-2012/246 K.sayılı ilamı ile “davalı …mirasçılarının mirası reddettikleri anlaşılmakla haklarında hüküm kurulmasına yer olmadığına” kararı verilmiş olması karşısında bu davada, bu davalılar hakkında bu dosyada yeniden hüküm oluşturulmasına yer olmadığına, davacının, davalı … aleyhine açmış olduğu dava dosyasının işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay geçmiş olmakla bu davalıya yönelik davanın, HMK m.150 hükmü uyarınca açılmamış sayılmasına, davacının, diğer tüm davalılar aleyhine açılmış olduğu davanın sübut bulmadığından reddine; davacının, vefat eden davalı … mirasçılarını davalı olarak göstererek açmış olduğu birleşen davada, dava öncesi mirasçı davalıların mirası reddedikleri ve bu kararların kesinleşmiş olduğu anlaşılmakla, vefat eden davalı …mirasçıları olan davalılar hakkında açılmış olan davanın husumetten reddine; mahkememizin 2007/386 E.sayılı dava dosyası ile daha önce birleştirilmiş olan … 13.ATM …E., … 7.ATM … E., … 16.ATM …E., (Bu dosya … 3.ATM’nin … dosyası iken sonradan … 21.ATM’nin … E.ve akabinde ise … 16.ATM’nin … E.numarasını almıştır.)… 6.ATM’nin … E.(Bu dosya … 40. Asliye Ticaret Mahkemesinin … E.sayılı dosyası iken Yargıtay 13.hukuk Dairesinin 24/10/2018 tarih 2018/778 Esas 2018/9994 Karar sayılı ilamıyla bozulmakla 2020/35 Esas numarasını almıştır.) sayılı dosyalar mahkememizin 2007/386 E.sayılı dosyadan ayrıldıktan sonra her bir dosyada görevsizlik kararı verilmiş olduğundan bu dosyalar ile ilgili mahkememizin 2007/386 E.sayılı dosyasına istinaden karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
I.ASIL DAVA(2007/386)
1-Davacının, davalı … aleyhine açmış olduğu davada ayırma kararı verilmesini müteakiben mahkememizin 2012/264 E.-2012/246 K.sayılı ilamı ile “davalı … mirasçılarının mirası reddettikleri anlaşılmakla haklarında hüküm kurulmasına yer olmadığına” kararı verilmiş olması karşısında bu davada, bu davalılar hakkında bu dosyada yeniden hüküm oluşturulmasına yer olmadığına,
2-Davacının, davalı … aleyhine açmış olduğu dava dosyasının işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay geçmiş olmakla bu davalıya yönelik davanın, HMK m.150 hükmü uyarınca açılmamış sayılmasına,
3-Davacının, diğer tüm davalılar aleyhine açılmış olduğu davanın sübut bulmadığından reddine,
4-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
5-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerine bırakılmasına,
6-Davalı … lehine verilen karar nedeniyle AAÜT gereği 5.100,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile adı geçen davalı …’a verilmesine,
7-Vekil ile temsil olunan ve aleyhlerine açılmış dava sübut bulunmadığından reddolunan davalılar yönünden red nedeni aynı olduğundan AAÜT m.13/f.4 gereği 5.100,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile vekil ile temsil olunan davalılara tek olarak verilmesine,
8-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın taraflara iadesine,
II.BİRLEŞEN 2008/514 E.SAYILI DOSYA
1-Davacının, vefat eden davalı … mirasçılarını davalı olarak göstererek açmış olduğu davada, dava öncesi mirasçı davalıların mirası reddedikleri ve bu kararların kesinleşmiş olduğu anlaşılmakla, vefat eden davalı … mirasçıları olan davalılar hakkında açılmış olan davanın husumetten REDDİNE,
2-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3-Davanın reddi karşısında davacının yaptığı masrafların kendi üzerine bırakılmasına,
4-Red nedeni diğer davalılardan farklı bulunmakla AAÜT gereği 5.100,00 TL maktu vekalet ücretinin tek olarak davacıdan tahsili ile birleşen dosya davalılarına verilmesine,
5-Karar kesinleştiğinde ve talep halinde bakiye avansın taraflara iadesine,
III.Mahkememizin 2007/386 E.sayılı dava dosyası ile daha önce birleştirilmiş olan … 13.ATM … E., … 7.ATM … E., … 16.ATM … E., (Bu dosya … 3.ATM’nin …E.sayılı dosyası iken sonradan … 21.ATM’nin …E.ve akabinde ise … 16.ATM’nin … E.numarasını almıştır.)… 6.ATM’nin … E.(Bu dosya … 40. Asliye Ticaret Mahkemesinin….E.sayılı dosyası iken Yargıtay 13.hukuk Dairesinin 24/10/2018 tarih 2018/778 Esas 2018/9994 Karar sayılı ilamıyla bozulmakla 2020/35 Esas numarasını almıştır.) sayılı dosyalar mahkememizin 2007/386 E.sayılı dosyadan ayrıldıktan sonra her bir dosyada görevsizlik kararı verilmiş olduğundan bu dosyalar ile ilgili mahkememizin 2007/386 E.sayılı dosyasına istinaden karar verilmesine yer olmadığına,
Asıl 2007/386 E.ve birleşen 2008/514 E.sayılı dosyalara ait kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.26/05/2022

Başkan

Üye

Üye

Katip