Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1185 E. 2020/512 K. 11.11.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/650
KARAR NO : 2020/445

DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
DAVA TARİHİ : 18/09/2017
KARAR TARİHİ : 22/10/2020

Mahkememizde görülmekte olan tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacılardan …’ün eşi ve diğer davacıların annesi olan …’ün 16 Mayıs 2017 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazasında kaldırıldığı … Hastanesinde yaşamadığını yitirdiğini, davacıların müteveffanın mirasçıları olduğunu, … plakalı araç sürücüsü davalı …’ın kazada asli kusurlu olduğunu, bu kaza sebebiyle … hakkında …. 50. Asliye Ceza Mahkemesinin … esas sayılı dosyası ile kamu davası açıldığını, hayatını kaybeden …’ün, 69 yaşında olup, çocuklarından %50 zihinsel engelli olan … ve %90 zihinsel engelli olan …’ün evde bakımını kendisinin sağladığını, davalı sürücüsünün kazada kusurlu olduğunu, müteveffa …’ün ise herhangi bir kusuru bulunmadığını beyanla ölümlü trafik kazası nedeniyle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 6100 Sayılı Yasa’nın 107. maddesine göre belirlenecek şekilde davacılar …, …, …, …, …, … ve … lehine ayrı ayrı 50.000’er TL olmak üzere toplam 350.000 TL manevi tazminatın davalı sürücü ve malik …’tan tahsiline, fazlaya ilişkin haklarısaklı kalmak üzere şimdilik 1.000 TL maddi tazminatın davalı sigorta şirketi … A.Ş. ile araç sürücüsü ve maliki …’tan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılardan …, … ve …’e ödenmesine, faizin işleten ve sürücü yönünden olay tarihinden işletilmesine, trafik sigortası şirketinden ise noter ihtarnamesinin tebliği tarihinden itibaren; yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin (sorumluluklarla orantılı olarak) davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde; müvekkili aleyhine huzurda ikame edilen davanın haksız ve kötü niyetli olup reddi gerektiğini, davacıların dava dilekçesinde kazanın oluşunu çarpıttıklarını, müvekkilini kusurlu göstermek için kaza ile hiç ilgisi olmayan ifade ve anlatımlar kullanıldığını, kaza anını gösteren olay anı CD.si incelendiğinde, müvekkilinin mezkur kazanın oluşmaması için olağan üstü gayret gösterdiğini, müvekkilinin, yol koşulları ve trafik kurallarına dikkat ederek seyir ettiğini, alınması gereken tüm önlemleri aldığını, ancak maktulün ağır kusurlu davranışları nedeni ile kazanın olmasının önüne geçilemediğini, müteveffanın kendi kusuru neticesinde meydana gelen olayda müvekkilinden maddi ve manevi tazminat talep edilmesinin kanuna ve hukuka aykırı olduğunu beyanla davacının haksız davasının reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı … A.Ş. vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde; davaya konu kaza tespit tutanağından da anlaşıldığı üzere müteveffa …’ün de kazanın meydana gelmesinde kusurlu olduğunu, sigorta şirketlerinin ancak sigortalısının kusuru oranında sorumlu olduğundan öncelikle kusur oranın tespiti gerektiğini, davacının zararları ile kazaya neden olan fiiller arasında nedensellik bağının tespiti gerektiğini, söz konusu tespitin yapılamaması halinde davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, davanın kabulü anlamına gelmemekle beraber, davacıların, müteveffanın kendilerine destek olduğunu ve söz konusu kaza nedeni ile destekten yoksun kaldıklarını, bu nedenle bir zarar oluştuğunu ispat etmeleri gerektiğini beyanla davacıların destekten yoksun kaldıklarının ispat edilememesi halinde müvekkili şirket açısından davanın reddine, davanın kabulü halinde, sosyal güvenlik kurumlarınca davacılara yapılan ödemelerin tespiti halinde bunların tazminat tutarından mahsubuna, davacının davasını ispatı halinde, müvekkili şirketin öncelikle ferilerden sorumlu tutulmasına, olmaz ise, asıl alacak yargılama giderleri ve avukatlık ücreti açısından ayrı ayrı poliçe limiti ile sorumlu tutulmasına, davacının manevi tazminata ilişkin talepleri yönünden müvekkili şirketin sorumluluğuna hükmedilmemesine, müvekkili şirketin usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmemiş olması nedeni ile davacının faize ilişkin taleplerinin reddi ile, faizi ilişkin taleplerin kabulü halinde faizin en erken ödenecek bir tazminatın tespitine ilişkin bilirkişi raporunun müvekkili şirkete tebliğini takip eden onbeş gün sonrasından itibaren ve yasal faiz olarak başlatılmasına karar verilmesini savunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu 16/05/2017 tarihinde … Mahallesinde meydana gelen trafik kazasına dayalı olarak belirsiz alacak davası niteliğinde olup olup şimdilik 1.000,00-TL maddi tazminatın davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsili, ayrıca davacılar için ayrı ayrı miktarları belirtilmek sureti ile toplam 350.000,00-TL manevi tazminatın davalı … tahsilinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dava dosyası … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin … E … K. sayılı ve görevsizlik kararına istinaden mahkememize usulüne uygun şekilde gönderilmiştir.
Dava, davacıların desteklerinin ölümü nedeni ile 6098 sayılı TBK.nın 53. maddesi gereğince destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davaya esas olan haksız fiile ile ilgili … 50. Asliye Ceza Ceza Mahkemesi’nin … E. sayılı dosyasına istinaden yapılan yargılamada düzenleyen 08/01/2018 tarihli bilirkişi raporuna göre davacıların murisi …’ün asli kusurlu olduğu, sürücü …’ın ise tali kusurlu olduğu, yine aynı ceza dosyasında ATK’nın 12/11/2018 tarihli raporunda ise sanık sürücü …’ın eş değer müteveffa …’ün eş değer nitelikle kusurlu olduğu, yapılan yargılama sonrasında ceza mahkemesinin sürücünün eşit kusurlu olduğunun kabulü ile sürücü hakkında 1 yıl 8 ay hapis cezasına hükmetmiş olduğu, ancak verilen hapis cezası hakkında erteleme kararı oluşturulduğu sabittir.
Davacıların zarar kalemleri yönünden ve ilk önce manevi tazminat talebi üzerinde durulacaktır.
Davacılar yönünden dayanılan nedenler dolayısıyla her bir davacı için ayrı ayrı 50.000,00 TL tutarında manevi tazminat talep edilmiştir. Bu durumda 6098 sayılı TBK.m.51 hükmü uyarınca davacıların talebinin değerlendirilmesi gerekir. Zira adı geçen hükümde de belirtildiği üzere “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini,durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını gözönüne alarak belirler.” Bir başka deyişle davacılar vekilinin talebi çerçevesinde adı geçen kanun hükmünde de belirtildiği üzere kusurun ağırlığı dikkate alınarak ve mevcut dosya kapsamı çerçevesinde manevi tazminat talebinin değerlendirilmesi hukuka uygun olacaktır.
Yargıtay 17.HD’sinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere “H.G.K’nun 2010/4-77 E, 2010/82 K sayılı kararında da belirtildiği üzere, “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Maddede belirtilen kişilik haklarına, kişinin yaşamı, sağlığı, beden ve ruhsal bütünlüğü gibi varlıkların tümü girmektedir. Kişinin duygu yaşantısı ve düşünce dünyası da kişisel varlıklar olup, yasa tarafından korunmuştur. Duygu yaşantısı da ruhsal uyum ve denge, ruhsal sükun, yakınlarla olan gönül bağlılığı, aile birliği kişisel varlıklardır. Manevi acılar verdirilmek yolu ile de ruhsal varlıklara saldırılmış olur. Kişisel değerlere saldırı yolu ile kişiye manevi acılar verdirmek kişinin ruhi varlığına ve sonuçta kişilik hakkına saldırıyı ortaya koyar.
BK 47.madde de düzenlenen “Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” hükmünden de anlaşılacağı üzere cismani zarara uğrayan kimseye manevi tazminat verilebilecektir. Doktrinde ve yerleşik içtihatlarda da belirtildiği gibi cismani zarar kavramına ruhi bütünlüğün ihlali, sinir bozukluğu veya hastalığı gibi hallerin de girdiği, bir kimsenin cismani zarara maruz kalması sonucunda onun ana babası gibi çok yakınlarından birinin de aynı eylem nedeniyle hukuken korunan ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü ağır bir şekilde haleldar olmuşsa bu durumda yansıma yolu ile değil doğrudan doğruya zarara maruz kalmasının söz konusu olduğu kabul edilmiştir. Bu husus Hukuk Genel Kurulu’nun 26.4.1995 Tarih, 1995/11-122 esas, 430 Karar sayılı ilamında da belirtilmiştir. “
Bu durumda öncelikle davacı … ile engelli çocuklar … ve … yönünden değerlendirme yapılmalıdır. Meydana gelen trafik kazası sonucunda davacı …’ün hayat arkadaşı durumundaki eşinin vefat ettiği, yine diğer davacılar … ve …’ün ise yine mevcut engelleri nedeniyle anneleriyle olan manevi yakınlıklarının vefat öncesi devam ettiği ve ancak vefat nedeniyle ihtiyaç duydukları şefkat ve manevi desteklerini kaybetmiş oldukları açıktır.
Diğer davacılar …, …, …, …’ın ise engelli olmasalar dahi annelerini kaybetmiş olmaları karşısında doğal olarak davacılarda bu olayın üzüntü ve beklenmedik vefat nedeniyle elem oluşturacağı her türlü izahtan varestedir.
Manevi tazminat zenginleşme aracı olmamakla beraber bu yöndeki talep hakkındaki hüküm kurulurken olay sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amaçlanmalı ve bu sebeple tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli de göz önünde tutularak hak ve nesafet kuralları çerçevesinde bir sonuca varılmalıdır. Zira, TMK.’nun 4. maddesinde, kanunun takdir hakkı verdiği hallerde hakimin hak ve nesafete göre hükmedeceği öngörülmüştür.Meydana gelen kaza sonucunda davacıların murisinin %50, davalı sürücünün yüzde %50 kusurlu olduğu, gerek mahkememizce atanan kusur bilirkişisinin hazırladığı 24/04/2019 tarihli rapor içeriği ve gerekse ceza mahkemesinin hükme esas aldığı ATK’nın hazırlamış olduğu 12/11/2018 tarihli rapor içeriği ile sabittir. Kusur raporları birbiriyle uyumlu olduğu gibi dosya kapsamına dahi aykırı değildir. Zaten bu kusur raporuna itibar etmeye engel gerekçeli bir itiraz olmadığı gibi olayın meydana geliş şekli karşısında mevcut kusur dağılımı Trafik Kanununun ve bu çerçevede de yürürlükte olan Yönetmeliğin raporda açıklanan ilgili hükümlerine de uygundur.
Davacıların murisinin kusuru %50 olması kabul edilse de bu durum yukarıda isimleri geçen davacıların açıklanan acıya maruz kaldığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Zaten davalı sürücünün %50 oranında kusurlu kabul edilmiş olması karşısında davacıların manevi tazminat talep etme hakları açıklanan haller de gözetildiğinde mevcut olarak kabul edilmiştir. Bu noktada davalı sürücünün %50 kusurlu olduğunun açık olması, davacıların açıklanan acılara maruz kalması, davacıların murisinin vefat şekli ve vefat eden kişinin eş ve anne olması nedeniyle davacıların bu olayı uzun süre hatırlarından çıkarmalarının hayatın olağan akışı içinde mümkün bulunmaması karşısında bu vefat olayının gerek davacı baba ve gerekse engelli olan ve olmayan çocuklar yönünden doğrudan manevi zarar oluşturacağı açıktır. Buna göre davacı olan ve müteveffanın eşi …’ün meydana gelen kaza sonucunda eşi ve hayat arkadaşı durumundaki …’ün varlığından yoksun kaldığı, aynı şekilde engelli olan ve annelerinin yaşamları süresince anneleri ile yaşayacak … ve …’ün annelerinin manevi yakınlık ve desteğine ihtiyaç duydukları halde bu destekten yoksun kaldıkları, bu kişilerin fiilen en yakınlarındaki kişiyi kaybetmiş olmaları, öte yandan diğer davacı çocukların dahi annelerinin vefatı nedeniyle meydana gelen kaybı hayat boyu tam ve eksiksiz olarak doldurulmasının imkansız olması, bu durumun davacı eş ile engelli çocuklar … ve … açısından manevi elem ve acıyı arttıracağı, davacıların yaşadıkları sürece olayı unutmalarının zaman alacak olması, bu kaybın oluşturacağı elem ve üzüntünün etkileri, kazanın meydana geldiği tarih itibariyle tarafların mali ve sosyal durumları ve dosya kapsamı dikkate alındığında, davacıların manevi tazminat talebine yönelik davalarının ise ayrı ayrı kısmen kabulüne, davacı … lehine 30.000,00-TL, engelli oğlu … lehine 20.000,00-TL, engelli kızı … lehine 20.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL olarak takdir olunan manevi tazminat alacaklarının olay tarihi olan 16/05/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’ tan ayrı ayrı tahsili ile ayrı ayrı davacılara verilmesine, davacıların fazlaya ilişkin manevi tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine dair karar vermek gerekmiştir.
Öte yandan davacılar vekili eş ve anne durumunda olan …’ün vefat etmesi sonucunda destekten yoksun kalma tazminatı talep etmişlerdir.
Hemen belirtmek gerekir ki destekten yoksun kalındığı söylenen muris,kaza tarihinde herhangi bir işte çalışmayan ve ev hanımı olan kişi konumundadır.Mahkememizce hükme esas alınan aktüer raporunda desteğin ev hanımı olduğu ve asgari ücret düzeyinde gelir elde edeceği kabul edilerek hesaplama yapılmış olup söz konusu zararın hesaplanması sırasında esas alınan asgari ücret, bir çalışmanın karşılığı değil ekonomik bir değer taşıyan yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesinin karşılığıdır. Hal böyle olunca da ücretle fiilen çalışanlara uygulanmak için getirilen asgari geçim indiriminin, ücretli bir çalışması olmayan ev hanımı olan destekten dolayı uğranılan zararın hesaplanması sırasında dikkate alınamayacağı açıktır.(Yargıtay 17.HD 2016/12450E.2019/5855K.sayılı ilamı)
Davacıların destekten yoksun kalma tazminat miktarlarının mevcut kusur durumu ve kazanın 01/06/2015 tarihinden sonra gerçekleşmiş olması karşısında maddi zarar hesabının, bir başka deyişle destekten yoksun kalma tazminat talebinin hesaplanması için tazminat hesap uzmanı bilirkişisi atanmıştır.
Bilirkişi hazırlamış olduğu 02/12/2019 tarihli raporunda; maddi zarar hesabının TRH-2010 ve %1,8 teknik faiz yöntemine göre yapılacağı, müteveffanın yaşı gereği pasif devrenin 12 yıl olduğu, davacılar yönünden eşin bakiye ömrü ile sınırlı destek süresi için maddi zarar hesabının yapılacağı, davacı yetişkin çocukları çalışamayacak kadar engelli olmaları nedeniyle yetişkin çocuklar yönünden müteveffa annenin bakiye ömrü ile sınırlı destek süresinin tespit olunması gerekti, zira bu çerçevede gerekli tablonun hazırlandığı, buna göre davacı eş ve engelli çocuklar … ve … yönünden müteveffanın %50 oranında kusurlu olması da dikkate alındığında davacı …’ün maddi zararının 18.652,12 TL, davacı …’ün maddi zararının 24.550,65 TL, davacı …’ün maddi zararının 23.925,14TL olduğu açıklanmıştır.
Akabinde mahkememizin duruşma ara kararı çerçevesinde kök raporda maddi hata olup olmadığı konularını içerecek şekilde ek rapor alınmasına karar verilmiştir. Yapılan ek inceleme sonucunda hazırlanan 29/01/2019 tarihli raporda müteveffanın kaza tarihi itibariyle 69 yaşında olduğu, pasif devrede olduğu, bu nedenle AGİ’siz yasal asgari ücrete göre hesaplama yapılacağı, bu hesaplamalarda davacının murisinin %50 kusurlu bulunduğunun dikkate alınması gerektiği, bu arada kök raporda davacı eş … yönünden yapılan hesaplamada sehven hesap tablosuna 1/6 oranında pay ayrıldığı, ek raporda bu pay oranının 2/6 oranında pay olarak düzeltildiği, bu durumun doğal olarak kök raporda hesaplanan maddi zarar tutarının 2 katı kadar arttırıcı etkisi olduğu, ayrıca 01/01/2020 tarihi itibariyle ise %15 oranında artan asgari ücretlerin dahi iş bu ek raporda dikkate alındığı, bu nedenle ek raporda, kök raporda hesaplanan tutarda fazla olmasının beklenen bir durum olduğu, bu yönden raporlar arasında çelişkiden bahsedilemeyeceği, yine bu çerçevede asgari ücret artması karşısında engelli davacı çocuklar yönünden hesaplanan maddi tazminat tutarının kök raporda hesaplanan tutardan fazla olmasının da beklenen durum olduğu, sonuç itibariyle ise davacı … lehine 41.622,40-TL destekten yoksun kalma tazminatı, davacı … lehine 27.242,99-TL destekten yoksun kalma tazminatı, davacı … lehine ise 27.955,38-TL destekten yoksun kalma tazminatı miktarı hesaplanmıştır.
Aktüer raporunda da belirtilmiş olduğu ützere engelli olan çocuklar yönünden yapılan araştırmada hak ettikleri destekten yoksun kalma tazminat miktarı hesaplanmıştır. Ne var ki adı geçen çocuklar engelli ve yetişkin olduklarından bu kişilerin zaten müteveffa anneleri tarafından bakım ve iaşelerinin yapılıyor olması ve ayrıca destekten yoksun kalma tazminatının bu amaca yönelik bulunması karşısında ayrıca bakıcı gideri hesabı yapılmamıştır. Esasen raporda da irdelendiği üzere devlet tarafından engelliler için bakıcı giderinin zaten ödendiği de dikkate alındığında bu yöne ilişkin hesap yapılabilmesi mümkün görülmemiştir. Rapordaki bu yöne ilişkin kısma bu açıdan itibar edilmiştir. Zaten davacılar vekili de son duruşmada maddi tazminat taleplerinin destekten yoksun kalma tazminatı olduğunu açıklamışlardır.
Mahkememizce atanan bilirkişinin hazırlamış olduğu raporda belirtilen miktarlar konusunda bu deva davacılar vekili 03/02/2020 tarihli dilekçesi ile lehine destekten yoksun kalma tazminatı tutarı hesap olunan …, …, … yönünden ıslah dilekçesini sunmuş, gerekli harcı depo etmiş, akabinde davalılara gerekli tebligat dahi yapılarak savunma hakları kısıtlanmamıştır.
Öte yandan müteveffanın diğer çocukları olan …, …, … ve …’ın destekten yoksun kalma tazminat talebi zaten bulunmamaktadır.
Yargıtay 17. HD’nin yerleşik kararlarında da belirtilmiş üzere destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunması temel amaçtır. Yargıtay uygulamalarına göre anne veya babanın ölümü halinde çocuklarına destek olacakları, ancak kız çocuklarının 22 ve erkek çocuklarının 18 yaşa kadar destek alacağı, yüksek öğrenim gören ya da görme ihtimali bulunan çocukların ise 25 yaşına kadar destek alacağı kabul edilmektedir.
Mahkememizce atanan bilirkişinin müteveffanın yaşı, bakiye ömrü, sosyal ve ekonomik durumu, hesap sahiplerinin destek süreleri, müteveffanın gelir durumu, bilinen ve bilinmeyen dönem kazançlarının içeriği, davacılar ile murisin yaşı, olayın, hesaplama yöntemi dikkate alındığında destekten yoksun kalma tazminat miktarının hesaplanmasına dair rapora itibar edilmiştir.
Esasen bu noktadaki hesaplama içerik itibariyle Yargıtay uygulamalarıyla benimsenen yönteme dahi uygun nitelik taşımakta olup raporda itibar olunan bu miktarlardan başkaca bir nedenle indirim yapılmasını gerektirir durum ise bulunmamaktadır.
Öte yandan dava haksız fiile dayanmakla davalı sürücü açısından temerrüd tarihi olay tarihi itibariyle gerçekleşmiştir. Buna mukabil davalı sigorta şirketi açısından ise KTK m.99 hükmüne göre şirkete 18/08/2017 tarihi itibariyle başvuru yapılması, sekiz iş gününün tamamlandığı tarihin 01/09/2017 olması karşısında bu tarih itibariyle temerrüd tarihinin oluştuğu kabul olunmuştur.
Yapılan açıklamalar karşısında davacılar … lehine hükmedilen 41.622,40-TL destekten yoksun kalma tazminatının, davacı … lehine hükmedilen 27.242,99-TL destekten yoksun kalma tazminatının, davacı … lehine hükmedilen 27.955,38-TL destekten yoksun kalma tazminatlarının; davalı sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 01/09/2017 tarihinden itibaren, diğer davalı … yönünden ise temerrüt tarihi durumundaki olay tarihi olan 16/05/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte – sigorta poliçe limitinin sorumluluk miktarı 330.000,00-TL olması ve toplam hükmedilen miktarın bu kısım içinde kalması nedeni ile poliçe limiti dahilinde- davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile adı geçen her bir davacıya ayrı ayrı verilmesine; davacıların manevi tazminat talebine yönelik davalarının ise ayrı ayrı kısmen kabulüne, davacı … lehine 30.000,00-TL engelli oğlu … lehine 20.000,00-TL, engelli kızı … lehine 20.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL olarak takdir olunan manevi tazminat alacaklarının olay tarihi olan 16/05/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’ tan ayrı ayrı tahsili ile ayrı ayrı davacılara verilmesine, davacıların fazlaya ilişkin manevi tazminat taleplerin ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Maddi tazminat talebi yönünden davacılar … lehine hükmedilen 41.622,40-TL destekten yoksun kalma tazminatının, davacı … lehine hükmedilen 27.242,99-TL destekten yoksun kalma tazminatının, davacı … lehine hükmedilen 27.955,38-TL destekten yoksun kalma tazminatlarının; davalı sigorta şirketi yönünden temerrüt tarihi olan 01/09/2017 tarihinden itibaren, diğer davalı … yönünden ise temerrüt tarihi durumundaki olay tarihi olan 16/05/2017 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte -sigorta poliçe limitinin sorumluluk miktarı 330.000,00-TL olması ve toplam hükmedilen miktarın bu kısım içinde kalması nedeni ile poliçe limiti dahilinde- davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile adı geçen her bir davacıya ayrı ayrı verilmesine,
Davacıların manevi tazminat talebine yönelik davalarının ise ayrı ayrı kısmen kabulüne, davacı … lehine 30.000,00-TL, engelli oğlu … lehine 20.000,00-TL, engelli kızı … lehine 20.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL, … lehine 15.000,00-TL , … lehine 15.000,00-TL olarak takdir olunan manevi tazminat alacaklarının olay tarihi olan 16/05/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’ tan ayrı ayrı tahsili ile ayrı ayrı davacılara verilmesine, davacıların fazlaya ilişkin manevi tazminat taleplerinin ayrı ayrı reddine,
2-Davacılar …, …, … maddi tazminat talebi yönünden vekille temsil edildiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince … bakımından 6.210,91-TL, davacı …, bakımından 4.086,45-TL ve … bakımından 4.193,31 TL nispi avukatlık ücretinin davalılarlardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek adı geçen davacılara ayrı ayrı verilmesine,
3-Davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü karşısında davacılar … için 4.500,00 TL, … için 3.400,00 TL, … için 3.400,00TL … için 3.400,00TL… için. 3.400,00 TL, … için 3.400,00TL, davacı … için 3.400,00TL olmak üzere AAÜT gereğince ayrı ayrı takdir olunan vekalet ücretlerinin davalı …’tan ayrı ayrı tahsili ile adı geçen davacılara ayrı ayrı verilmesine,
4-Davacıların manevi tazminat taleplerinin kısmen reddi karşısında ve davalı …’ın vekille temsil edilmesi nedeniyle 3.400,00 vekalet ücretinin davacı …’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin davacı …’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin, davacı …’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin, davacı …’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin, davacı…’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin, …’ten; 3.400,00 TL vekalet ücretinin, davacı …’dan ayrı ayrı tahsili ile davalı …’a ayrı ayrı verilmesine,
6-Davanın görevsizlik kararı ile mahkememize intikal etmesi karşısında 2018 yılı itibariyle yürürlükte olan AAÜT gereği ayrı ayrı takdir olunan 2.180,00 TL maktu vekalet ücretinin davacılardan müteselsilen tahsili ile ayrı ayrı davalılara verilmesine,
7-Davacı …, … ve … tarafından açılan açılan maddi tazminat için en başta yatırılan 3,43-TL peşin harç, 333,00 TL ıslah harcı, 9,02 TL vekalet harcı ve 31,40 TL başvuru harcı toplamı olan 376,85 TL harcın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak adı geçen davacılara verilmesine,
8-Maddi tazminat davası nedeniyle maddi tazminat talep eden davacılar …, …, … tarafından yapılan 1.600,00 TL bilirkişi ücreti, 852,05 TL tebligat ve posta gideri toplamı olan 2.452,05 TL yargılama giderinin aleyhine maddi tazminat hükmolunan davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak adı geçen davacılara verilmesine,
9-Davalı …’ın yapmış olduğu 200,00 TL tebligat posta giderinin davanın ret edilen miktarı yönünden 100,48 TL’sinin davacılardan alınarak davalı …’a verilmesine,
10-Manevi tazminat talebi yönünden; yatırılan ilk harç 1.195,42 TL olmakla alınması gereken 8.880,3 harçtan mahsup yapılarak bakiye 7.684,88 TL harcın davalı … tahsil olunarak hazineye irat kaydına,
11-Maddi tazminat talebi yönünden; alınması gereken 6.613,82 TL harçtan, yatırılan ilk harç olan 3,43 TL ile yine davacılar …, … ve … tarafından yatırılan toplam 333,00 TL’nin mahsup yapılarak bakiye 5.996,57 TL’nin harcın davalılardan müteselsilen tahsil olunarak hazineye irat kaydına,
12-Manevi tazminat için harcanan 1.195,42 TL peşin karar harcının davalı …’tan tahsili ile tüm davacılara verilmesine,
13-Karar kesinleştiğinde taraflarca depo edilen avansın talep halinde iadesine,
14-Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.22/10/2020

Başkan

Üye

Üye

Katip

EK GEREKÇE

Bu arada belirtmek gerekir ki yargılamanın devamı aşamasında; hükme de esas alınan Karayolları Trafik Kanununun zorunlu trafik sigortasına ilişkin 90. ve 92. madde hükümlerinde mevcut olan “Trafik Sigortası Genel Şartları” ibareleri iptal edilmiştir. Halihazırda bu iptal kararının somut dava açısından uygulanma kabiliyetinin mevcut olup olmadığı da mahkememizce değerlendirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının m.153/f.3 hükmü gereği Anayasa Mahkemesince iptal edilen kanun hükmü, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte, Anayasa Mahkemesince daha ileri bir tarih belirlenmiş ise belirlenen tarihte yürürlükten kalkacaktır. Aynı maddenin 5. fıkrası gereğince de Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümeyecektir.
Açıklanan hükmün görülmekte olan bu davayı ne şekilde etkileyeceği konusunda doktrinde çok ciddi tartışmalar çok uzun yıllardan beri devam etmiş ve halihazırda da devam etmektedir.
Gerek Yargıtay gerek Danıştay bir kısım konuya ilişkin kararlarında, Anayasa’daki “geriye yürümezlik kuralının” lafza bağlı kalınarak yorumlanması halinde hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkesine aykırı sonuçlar doğuracağı gibi itiraz yoluyla yapılan denetimin amacına da ters olduğu, ayrıca iptal kararının “geriye yürümezlik kuralının” çoğu zaman iptal kararlarının işlevini ve etkinliğini azalttığını ifade etmiş, derdest davada iptal edilen kanun hükmünün uygulanmayabileceğine işaret etmiştir.
Bu görüşe itibar olunduğunda iptal kararının verilmiş olduğu tarihe kadar dilekçelerin verilme aşamasının tamamlanması, tahkikat için tarafların davet olunması, mevcut kanuni düzenleme çerçevesinde bilirkişi raporu alınması, raporlara göre tarafların beyanlarını sunmuş olmaları, hatta somut olayda olduğu üzere iptal kararı davacı lehine olsa dahi davacının mevcut dosya kapsamına göre açmış olduğu davanın kabulünü talep etmesi ve mevcut usul hükümleri çerçevesinde taraflar lehine veya aleyhine kazanılmış haklar öncelikle dikkate alınmamış olacaktır. Ancak daha da önemlisi mevcut iptal kararı dikkate alınarak yeniden ve iptal olunan kanun hükmü öncesi duruma göre ve yeniden bilirkişi raporu alınması, yeniden tahkikat işlemlerine başlanılması, yeniden bu yöne ilişkin tahkikat işleminin gerçekleştirilmesi söz konusu olsa dahi bu çerçevede usuli işlemlerin tamamlanmasına dair yargılamanın sona yaklaşıldığı aşamalarda aynı konuda, yeniden ve geçmişe etkili bir kanuni düzenleme getirilmeyeceği noktasında taraflara teminat verilebilmesi mümkün değildir. Esasen mahkemelerce iptal kararlarının geriye yürümeyeceğine yönelik anayasa hükmünün dahi gözardı edildiği ve taraflara teminat vermekten uzak bir hukuki düzende, kanun değişikliğiyle geçmişe etkili bir düzenleme yapılabileceği hayli hayli mümkündür. Böyle bir durumda yeniden başlatılan ve tamamlanma aşamasında olan yargılamaya dair tahkikat işlemleri elbette 3.defa yeniden başlayacaktır. Esasen sonradan bu kanun hükmünün dahi AYM tarafından yeniden iptali ihtimal dairesindedir.
Yukarıda açıklanan durumun, gerek yargı gerek yasamaya dair uygulamalar gözetildiğinde uzak bir ihtimal olmadığı gibi bu durumun davanın tarafları açısından tam bir hukuki kaos, belirsizlik durumu doğuracağı açıktır. Bir başka deyişle hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden olan hukuki güvenlik, hukuki istikrar, hukuki belirlilik göz ardı edilmiş olacaktır.
Elbette kişilerin zararları nedeniyle alacak talep etmeleri, özellikle insanların vücut bütünlüğüne yönelik haklarının ihlali durumunda uğradıkları zararların mevcut yargı düzeni içinde en yüksek düzeyde giderici düzenlemeler ile tazmin etmeleri önemli ise de yargı düzeninin hukuki istikrar, hukuki güvenlik, hukuki belirlilik çerçevesinde devam etmesi sadece kişiler için değil, devletin sosyal, ekonomik, siyasal temel yapısı açısından çok daha büyük önem arz eder. Burada her ikisi de kendi içinde değerli olan, farklı amaçları gerçekleştirmeyi edinmiş hukuki değerlerden hangisine öncelik verilmesi gerektiği dikkate alınmalıdır.
İptal kararlarının somut olayda olduğu üzere derhal uygulanması, davacıların maddi tazminata dair haklarını en yüksek düzeyde elde etmeleri açısından yarar sağlayıcıdır. Ancak mevcut yargı düzeninin hukuki güvenlik, hukuki istikrar, hukuki belirlilik ilkelerinden uzaklaşmasına yol açması, bu noktada ülkenin yargı düzeninin güven vermekten uzak hale gelmesi karşısında ise çok önemli zararların oluşması sonucunu doğurur. Öncelikle bu noktada zararların ortaya çıkmasını engellemenin elde edilecek yarardan önce geldiği, bu nedenle somut olayda öncelikle hukuki güvenlik ve istikrara ait değerin korunması gerektiği takdir olunmuştur. Mecelle’deki ifade ile “Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır” Esasen bir mantık kaidesi olan bu hükmün somut olay açısından mutlaka dikkate alınmasının zorunluluk arz ettiği kabul olunmuştur.
Özellikle Yargıtay’ın iptal kararlarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının m. 153/f.2 hükmü uyarınca geriye yürümemesi gerektiğine istisna tanıyan ve bilinen görüşlerinden farklılık arz ettiği değerlendirilen, Yargıtay HGK 2018/8 – 1671 E. 2019/973 K. sayılı ilamına göre;
“Anayasa’da, iptal kararları idari davalarda olduğu gibi düşünülmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Türk anayasal sisteminde, Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Anayasa’nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa’ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve “İptal kararları geriye yürümez.” kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır (Anaysa Mahkemesinin 12/12/1989 tarihli ve 1989/11 E., 1989/48 K.).
Anayasa’ya aykırılığı saptanmış bir kanunun hukuk dünyasında hiç doğmamış gibi sayılması, iptal kararının geriye yürütülerek o kanunun tamamen yok sayılması durumunda, kanuna dayanılarak o tarihe kadar yapılmış yüzlerce bireysel işlemi geçersiz kılacak, kişilerin hukuki güvenliği ve hukuk düzeninin istikrarı açısından büyük sakıncalar doğuracaktır. Bu nedenle iptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesinin benimsenmesi isabetlidir. İptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesi elbette somut norm denetiminde Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunan tarafın iptal kararlarının sonuçlarından bizzat yararlanamaması anlamına da gelmemektedir (Özbudun, E.: Türk Anayasa Hukuku, Ankara 2016, s. 459). Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi ile amaçlanan, kanunun uygulanması ile elde edilen kazanılmış hakların korunması ve hukuk güvenliğinin zedelenmemesidir.
Evvelce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. İşte yasaların geriye yürümezliği ilkesine paralel olarak bu yasaların yürürlüğe girdikten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptallerine karar verilmesi halinde hukuki güvenlik ilkesi ve bu ilkenin barındırdığı gerekçelerle iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi benimsenmiştir ( Kuzu, B.: “Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Geriye Yürümezliği Sorunu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1988, c. 52, S.1-4, s. 186-229, s. 197 vd.)…
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa’nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2016 tarihli ve 2014/8-1084 E., 2016/158 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesi iptal kararları kural olarak geçmişe dönük olarak kişiler lehine bir hak doğurmamakla birlikte, iptal kararının hangi tarihte meydana gelmiş uyuşmazlıklar için hüküm ifade edeceği somut uyuşmazlığın türüne ve koşullarına göre uyuşmazlık konusu olayın, hakkın veya yükümlülüğün hukuken ne zaman doğduğu tespitine bağlıdır (Hafize Şükran İçten ve diğerleri, B. No: 2013/5018, 23/3/2016, § 70)…
O hâlde kanun maddesinde belirtilen kazanma koşullarının davacı lehine gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılarak oluşacak duruma göre uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kazanılmış hakları etkilemeyeceği nazara alınmadan verilen direnme kararı yerinde görülmemiştir.”
Yukarıda açıklanan Yargıtay HGK ilamındaki gerekçe mahkememizce varılan sonuçla uyum içerisindedir.
Esasen hukukta yorum kurallarını geliştirilmesini ve bilimsel bir alt yapıya kavuşturulmasını temel amaç edinen “yorum bilimi” ile hukuk kurallarının, hakimler tarafından yorumlanmasında mümkün olduğunca yorum farklılıklarının önüne geçilmesinin amaçlandığı kabul edilmelidir. Bu durum hukuki güvenlik açısından da büyük önem taşır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceğine dair hüküm açık, kesin ve yoruma ihtiyaç duymayacak derecede açıktır. Elbette bu hükmü koyan kanun koyucu bu hükmün istisnalarını da koymaya yetkilidir.
Yorum biliminde kabul edilen genel kural gereği “İstisna, kaideyi koyan makam tarafından konulabilir.” Yine genel kurullar gereği “İstisna, kaideyi koyan makamın açıkça yetki verdiği, başka bir makam tarafından koyulabilir” ise de somut olayda mahkemeye dahi bu yetki tanınmamıştır.
Oysa Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geriye yürüyebileceği kabul edildiği takdirde kaideyi koyan yasama organı, istisnayı getiren ise yargı organı olacaktır. Bu durumun görev gasbına yol açtığı gerçeği bir tarafa “Yorum yoluyla istisna üretilemez” kaidesine de açık bir aykırılık teşkil ettiği bir gerçektir. Bir başka deyişle kanun koyucunun, 1982 Anayasasındaki ilgili hükmü düzenleme şekli karşısında, bir başka deyişle genel kurula istisna getirmemesi nedeniyle kanun koyucunun düzenlemediği bir istisna halinin yargı organlarının sınırsızca getirmeye çalışması hukuki tehlikeye açık bir konudur. Anayasa değişikliğini gerektiren konularda yargısal yorumla bu ihtiyacın giderilmeye çalışılması dikkat edilmesi gereken bir usuli meseledir. Romalıların ifadesiyle “Ubi lex voluit dixit, ubi nuluit tacuit” (Kanun istediği zaman söyler, istemediği zaman ise susar.”) kaidesi bu tartışmada unutulmamalıdır.
Bu nedenle anayasa yargısının temel fonksiyonlarının etkin bir şekilde yerine getirilmesi bakımından Anayasa’nın temel ilkelerine aykırılık taşıyan ve temel hak ve özgürlükleri zedeleyici etkileri olan Anayasa’nın 153’üncü maddesinin bir an önce değiştirilmesi ve iptal kararlarının hangi durum ve şartlarda geriye yürüyeceği düzenlenmelidir. (Mustafa Babayiğit, Türk Hukukunda Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürüyemezliği Sorunu, TBB Dergisi, 2016(124), Sayfa 217) O halde söz konusu düzenleme yapılıncaya kadar mahkememizce kabul edilen gerekçe çerçevesinde hareket edilmesi, yorum bilimi kurallarına ve temel hukuk ilkelerine en uygun çözüm tarzı olacaktır. Aksine olan tüm gerekçeler hukuk biliminin müktesebatına evrensel yorum bilimi kaidelerine ve temel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır.
Hal böyle olunca bir kısım Yargıtay ve Danıştay kararlarının, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derdest davalarda uygulanabileceğine dair görüşünün açıklanan gerekçelerle mevcut somut olayda dikkate alınabilmesi ve uygulanabilmesi mümkün görülmemiştir.

Başkan