Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1079 E. 2020/109 K. 25.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/1007
KARAR NO : 2020/139

DAVA : Genel Kurul Kararının İptali
DAVA TARİHİ : 07/10/2016
KARAR TARİHİ : 05/03/2020

Mahkememizde görülmekte olan genel kurul kararının iptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,HSK Genel Sekreterliği’nin 23/03/2020 tarihli ve Kovid-19 hastalığı nedeniyle aldığı tedbirler,yine HSK kararı çerçevesinde 01/06/2020 tarihi itibariyle kısmen dahi olsa normal çalışma düzenine geçilmesi ve müzakere yapılması imkanına kavuşulması sonrası;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;davalı şirkette davacı …’ın muris …’in mirasçısı olması nedeniyle veraset ilamı gereği pay sahibi olduğunu,şirketin yönetim kurulunun …, … ve …’den oluştuğunu,şirket eski yönetim kurulu başkanı …’in 22.09.2015 tarihinde vefat ettiğini,bu tarihten sonra … ve …’in şirket yönetimini fiilen ele aldığını,şirketi zarara uğratmaya ve borçlandırmaya yönelik malvarlığını azaltan işlemler yapmaya başladıklarını,… A.Ş.’nin tüm diğer grup şirketlerinin hakim hissedarı olduğunu,bu şirketlerden özellikle … A.Ş.’ye …’te yapmayı üstlendikleri … projelerine finansman sağlandığı iddiasıyla yüksek miktarlarda sermaye taahhüdünde bulunulduğunu,… A.Ş. aracılığıyla yurtdışına yüksek miktarlarda para transfer edildiğini,müvekkilinin şirkette araştırmaları sırasında şirketin kasten iflasa sürüklendiğini,şirketin hisse sahibi olduğu diğer şirketlere yüksek miktarlarda avans ve sermaye taahhüdü verilerek şirket varlığının azaltıldığını,bu şekilde şirketin zarara uğratıldığı konularında bilgi sahibi olduğunu,bu hususlarda soru sorup bilgi edinmek istediğinde …’in şiddet ve tehdidiyle karşılaştığını,davalı şirketin hissedarı olan müvekkilinin yasanın kendisine tanıdığı ortaklık haklarının kullanmasına fiziken ve fiilen yönetim kurulu başkanı tarafından engel olunduğunu,davacının davalı şirket yönetim kurulu başkanı … hakkında uzaklaştırma ve koruma kararı aldırdığını,yine aynı kişi hakkında asliye ceza mahkemesinde kamu davası açıldığını,davacının şirketin olağan genel kurul toplantısına katıldığında dahi yönetim kurulunun fiziksel ve sözlü şiddetine maruz kaldığını,yönetim kurulu başkanının bu tavırlarının yegane nedeninin davacının şirket yönetiminde yapılan usulsüzlükler hakkında bilgi sahibi olması ve bu konuda sorular yönetmesi olduğunu,şirket yöneticilerinin şirkete hesap vermeden dilediği gibi yönettiğini,diğer şirketlere yüksek miktarda avans ve sermaye taahhüdü aktardığını,şirketi borçlandırdığını,şirketi iflasa sürüklediğini,malvarlığının azaltıldığını,finansman sağlanacak yurtdışı projeleri gerekçe göstererek şirket varlıklarının yurtdışma çıkarıldığını,proje maliyetinin neredeyse dört katı fazla gösterildiğini,davacının ortaklık haklarının kullandırılmadığını,usulsüz olarak şirketin borçlandırıldığını,… A.Ş.’nin 15.07.2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında gündemin yedinci maddesinde şirket sermayesinin 80 milyon TL’den 158 milyon TL’ye çıkarılmasına karar verildiğini,artırılan 78 milyon sermayenin tamamının … A.Ş. tarafından taahhüt edildiğini,bu konuda … 14.Asliye Ticaret Mahkemesinde genel kurul kararının iptalinin dava edildiğini,yine davalı şirket tarafından iştiraki olan … A.Ş. ve … A.Ş.’ye 20 milyon USD para gönderildiğinin tespit edildiğini,bu konuda da pay sahiplerine ve yönetim kuruluna hiçbir şekilde bilgi verilmediğini,davalı şirket yönetim kurulu üyelerinin diğer grup şirketlerinin de yönetiminde olduklarını,kimseye hesap vermeden diğer ortaklara bilgi vermeksizin gerektiğinde baskı ve şiddet uygulayarak usulsüz işlemler ile şirketi yönetme yöntemi haline getirdiklerini,dava konusu usulsüzlüklerin tek tek tespit edilmesi gerektiğini, iptali istenen davalı şirketin 13.07.2016 tarihli genel kurulda alınan kararlardan,3 nolu kararının iptali talep edildiğini,bu kararda davalı şirketin 2015 yılına ait yönetim kurulu faaliyet raporu ve finansal tablolarının kabul edildiğini,davacının karara muhalefet ettiğini, tablolarda belirtilen rakamların fiktif olduğunu,gerçek maliyet ve verilerin yönetim kurulu üyelerine çıkar sağlamak maksadıyla diğer hissedarlardan gizlendiğini,gerçek rakamların bilirkişi incelemesi vasıtasıyla ortaya çıkacağını,genel kurulda alınan 4 nolu kararında iptalinin talep olunduğunu,bu maddede yönetim kurulu üyelerinin ibrasına karar verildiğini, mevcut yönetim kurulu tablolarının fiktif verilerle oluşturulduğunu,gerçek maliyetle verilerin yönetim kurulu üyelerine çıkar sağlamak maksadıyla gizlendiğini,usulsüz işlemler gerçekleştirildiğini, yapılan usulsüzlüklerin bilirkişi incelemesi vasıtası ile sabit olacağını,bu nedenle yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın iptali gerektiğini,müvekkilinin 5 numaralı kararında iptali talep edildiğini,bu maddede davalı şirketin denetçi raporu kabul edildiğini,denetçi atandığını,davacının bu karara da muhalefet ettiği yönetimde usulsüzlükler yapıldığını, gerçek maliyet ve gerçek verilerin saklandığı usulsüzlükler nedeni ile alınan kararın iptali gerektiğini,genel kurulda alınan 6 numaralı kararda davalı şirketin yönetim kurulunun yeniden göreve seçildiğini,müvekkilinin bu karara muhalefet ettiğini,bu davanın açılmasına neden olan tüm usulsüz işlemleri gerçekleştiren gerçek dışı rakamlarla fiktif tabloları oluşturan birden fazla sermayedarın lehine şirketi borçlandıran,zarara uğratan ve iflasa sürükleyen,gerçek verileri gizleyen yönetim kurulu üyelerinin seçilmelerinin sakıncalı ve yasaya aykırı olduğunu, alınan kararın iptali gerektiğini,7 nolu genel kurul kararında şirketin kar dağıtım yapılmamasına karar verildiğini,davacının bu karara da muhalefet ettiğini, yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait malvarlığı değerleri ile lüks içerisinde yaşam sürdüğü bu değerleri Makedonya’da yürütüldüğü belirtilen projeleri gerekçe göstererek sürekli yurtdışına çıkardığını,kâr dağıtımına engel olarak diğer ortakların herhangi bir ödeme yapılmaksızın haksız çıkar sağlamaya devam edildiğini,bu nedenle usulsüzlüklerin tespit edilmesini,alınan kararın iptaline karar verilmesi gerektiğini,yasada öngörülen şekilde davacının ortaklık haklarının ketmedilmesini,şirketin usulsüz işlemlerle borçlandırılmasını, gerçek rakama ilişkin verilerin pay sahiplerinden gizlenmesi nedeniyle anılan kararların iptalini ve yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesi gerektiğini belirterek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle;müvekkilinin babası tarafından hacir altına alınmak üzere 1995 yılında mahkemeye müracaat edildiğini,ailesi ile yaşadığı sorunlar sebebi ile …’ye yerleşmiş ve uzun yıllar babası ve aile fertleri ile irtibatı olmadığını,babasının vefatından sonra bir an önce kendi payına düşen tereke payını nakit olarak almak istediğini,kendisi dışında murislerin yapılan tasarruflara ve miras payına itirazı bulunmadığını,davacının murisin başlattığı ve büyük masraflar yapılan …’daki inşaat projelerine para ödenmemiş şekilde miras payının hesap edilmesini istediğini,bu nedenle çeşitli davalar açtığını,davacının vasi tayini ve fiil ehliyetine ilişkin dosyanın bekletici mesele yapılması gerektiğini, davacının kötü niyetle şirkete kayyım atanması ve yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu davası da ikame ettiğini, davacının bir başka mahkemede açtığı genel kurul iptal davasının reddedildiği,davacının davada taraf ehliyeti bulunmadığını,vasiyetnamenin infazının henüz gerçekleşmediğini, davacının davalı şirkette pay sahibi bulunmadığını,pay defterine kaydı bulunmadığını,tereke temsilcisi olarak atanan Av. …’ün davacıyı şirket genel kurulunda temsil ettiğini,terekeye bağlı hakların da bu temsilci marifetiyle kullanılması gerektiğini,davacının taraf sıfatı bulunmadığını, genel kurul toplantısına alınan tüm kararların usulüne uygun olarak alındığını, davacının genel kurulda söz alıp konuştuğunu, tüm sorularının yönetim kurulu üyesi … tarafından yanıtlandığını,tüm aile şirketlerine ilişkin denetim raporlarının kendisiyle paylaşıldığını,tüm belgelerin incelenmek üzere şirket merkezinde hazır bulundurulduğunu, davacı tarafından açılan davalara şirkete ilişkin mali ve hukuki tüm belgelerin sunulduğunu, tüm bunlara rağmen davacının ortaklık haklarının kullandırılmadığı iddiasının gerçek dışı olduğunu,davacı tarafından hiçbir somut delil gösterilmemiş olduğunu,gerçekten uzak ve soyut iddialar öne sürüldüğünü,3 nolu karar bakımından kararın davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini,tablolarda belirtilen tüm rakamların gerçek olduğunu, aksi bir delil sunulmadığını ve afaki iddialarda bulunulduğunu,4 nolu karar bakımından yönetim kurulu üyelerinin davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini,yönetim kurulu üyelerinin kendi ibraları için oy kullanmadığını,tablolarda belirtilen tüm rakamların gerçek olduğunu,3 nolu karar için yapılan açıklamaların tekrar edildiğini,5 nolu karar bakımından kararın davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla kabul edildiğini,iptal gerekçelerinin mantıklı bir izahı bulunmadığını,tüm denetim raporlarının usulüne uygun olarak verildiğini,usulüne uygun olmayan hususların açıklanması gerektiğini,muğlak hususları davacının açıklaması gerektiğini, 6 nolu karar ile üç yıl süre ile görev yapmak üzere yönetim kurulu üyeliklerine …, … ve …’in davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla seçildiğini,bu kararın iptal gerekçesinin kabulünün söz konusu olamayacağını,karşı tarafın iddialarının hiçbir belgeye dayandıramadığını,7 nolu karar ile kar dağıtımı yapılmamasına davacının 221.381.822 adet olumsuz oyuna karşılık 2.807.902.454 olumlu oyla karar verildiğini,iptal gerekçesinin kabulünün mümkün olmadığını,yatırım aşamasında olan bir şirketin kar dağıtım yapmasının beklenemeyeceğini, davacının iddialarının somut dayanaktan uzak ve mesnetsiz olduğunu,kurumsal bir şirket olan …’nin her işleminin kanuna uygun ve durumun belgelerle sabit olduğunu,davacı tarafın iddialarının kötü niyetli olduğunu, gerçekle bağdaşmadığını,haksız ve mesnetsiz taleplerin reddi gerektiğini,ihtiyati tedbir ve yürütmenin durdurulması şartlarının da oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Dava, genel kurul kararın iptaline yönelik olarak açılmış,akabinde davacı davayı nisap oranları yönünden ıslah etmiş olup bu yönü itibariyle dava 6102 sayılı TTK m.446 hükmünden kaynaklanmaktadır.
Uyuşmazlık asıl dava ve akabinde ıslah edilen hali ile talebe konu genel kurul kararının hükümsüzlüğün ve iptalinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın araştırılması açısından atanan ilk bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 22.11.2018 tarihli bilirkişi kök raporda,mahkemece verilen görev çerçevesinde yapılan incelemeler ve değerlendirmeler neticesinde tanzim edilen 22.11.2018 tarihli kök raporda sonuç kısmında aynen;davalının 2015-2016 ve 2017 yıllarına ilişkin tutmakla yükümlü olduğu ticari defterlerinin TTK hükümlerine uygun tutuldukları anlaşılmakla, delil kabiliyetleri mahkeme takdirinde olduğunu,dava dışı ….’nin 2015-2016 ve 2017 yıllarına ilişkin tutmakla yükümlü olduğu ticari defterlerinin TTK hükümlerine,davalı şirketin muhasebe kayıtlarına göre;dava dışı ….’den 133 bağlı ortaklıklardan alacaklar hesabında 4.472.269,15 TL alacaklı olduğunu,buna karşılık dava dışı … şirketinin muhasebe kayıtlarına göre; davalı “…”den alınan 4.472.269,15 TL’nin 529 diğer sermaye hesaplarına kaydedildiğini,yapılan teknik incelemeler, değerlendirmeler ve detaylı hesaplamalar neticesinde inşaat birim maliyetinin yaklaşık olarak 486,32 €/m2 olduğunu, ancak satılabilir alanın tüm proje içerisinde %41 oranında bir paya sahip olması sebebi ile bu değerin 1.186,15 C/m2’ye çıktığını,… projesinin toplam inşaat maliyetinin yaklaşık olarak 110.285.064 € olacağı, A,B,C ve D bloğun satışının tamamlanması ile elde edilmesi beklenen toplam hasılatın 113.653,48 € olacağını,bu satış fiyatlarına göre, proje m2 satış fiyatının yaklaşık olarak 1.222,29 €/m2 olduğunu,satış ve maliyet birim fiyatlarının neredeyse aynı olması sebebiyle, proje bitiminde ve AVM’nin faaliyete geçmesi sonrasında, kiralama bedellerinin ülke konjektüründen yüksek olması gibi bir durum oluşmadıkça, projenin zarar eden bir projeden kar aşamasına geçişi sağlanamayacağını,maliyetin bu kadar artmasındaki en büyük sebebin zaman maliyeti, proje-pazarlama strateji hataları ve özellikle … zamanında yapılan proje yönetim sistemi eksiklikleri olduğunu,ancak yapılan görüşmeler sırasında, firmanın yeni yönetiminin satış fiyatını düşürmeden, maliyeti düşürmek için çalışmalar yaptığının öğrenilmesine istinaden ve C ile D blokta satıştan daha yüksek hasılat beklenmesi, AVM’nin umulan rakamlarla kiraya verilip,projesinin iyi yönetilmesi durumunda yani kısaca sürecin firmanın planladığı doğrultuda ilerlemesi halinde 3.368.416 € değerindeki zararın iyi bir planlama ve fizibilite ile kapanabilme ihtimalinin olduğu sonucuna varıldığını,davalı şirketin 2015 yılına ait yukarıda bulunan gelir tablosunda veriler ışığında; dönem karının + 12.775.402,28 TL olduğunu, bu tutardan 1.625.628,35 TL dönem karı vergi ve diğer yasal yükümlülük karşılığının düşülmesi ile + 11.149.773,93 TL dönem net karı elde edildiğini,davalı şirketin büyük ölçüde dönem karının iştirak gelirleri, faiz gelirleri ve kambiyo karlarından oluştuğunun görüldüğünü,davalı şirketin 2015 yılına ait ayrıntılı bilançosunun incelenmesi ile öz kaynaklar bölümündeki 2015 yılındaki tutarların; (+) 246.540.123,67 TL olarak, gerçekleştiği,buna göre davalı şirketin karlılık ilkelerine göre yönetildiği, kaydi öz varlık özet tablosuna göre; borca batık durumda olmadığını,davalı şirketin karlılık ilkelerine göre yönetildiği ve şirketin mali yapısının güçlü olduğunun görüldüğünü,davacı tarafından iptali talep edilen 3-4-5-6-7, gündem maddeleri iptali talep edilen genel kurul kararlarların iptal edilip edilmeyeceği hususunun takdiri delillerle doğrudan temas eden münhasıran mahkemeye ait olduğu görüşünü belirtmişlerdir.
Adı geçen rapor içeriğinden anlaşılacağı üzere bilirkişi kurulu mevcut ıslah dilekçesini dikkate almaksızın rapor hazırlamıştır. Islah dilekçesi ile davacının dayanmış olduğu vakıalara yeni ekleme yapılması,ayrıca talep olunan sonuca dahi ekleme yapılması,mahkememizde açılan davanın kısmen ıslah olunduğunu göstermektedir.Genel kurul karar iptallerine yönelik açılan davanın bu şekilde kısmen ıslahı mümkün olup ıslah olunan davanın ilk dava tarihi gününde ve süresinde açılmış dava olarak kabul edilmesi gerektiği yönünde Yargıtay ve doktrin görüşleri mevcuttur. Nitekim Yargıtay uygulamasında da “Islah tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 176. maddesi, “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.” hükmünü haiz olup, anılan hükme göre, davacının davasını tamamen ıslah ederek yeni bir dava dilekçesi vermesi mümkün olduğu gibi, kısmi ıslah ile talep sonucunu artırması da mümkündür (Emsal nitelikte Dairemizin, 16.06.2016 gün, 2015/12759 Esas- 2016/6702 Karar sayılı ilamı). Bu itibarla, bölge adliye mahkemesince, davacının ıslah isteminin usule uygun olduğu ilke olarak kabul edilip, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ıslah ile ortaya konulan 25.04.2012 tarihli genel kurulda alınan (1) ve (2) numaralı kararların yoklukla malul olduğunun tespiti talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesis edilmesi doğru görülmemiş, bölge adliye mahkemesi kararının davacı yararına bozulmasını gerektirmiştir.” şeklinde oluşturduğu gerekçe de mahkememizce varılan sonucu doğrulamaktadır.
O halde mahkememizce uyuşmazlık konusu çözümlenirken ıslaha konu vakıanın dahi incelenmesi, davacı vekilinin ıslah dilekçesi ve davalı vekilinin ıslaha karşı beyan dilekçesi nedeniyle,ıslah dilekçesinde belirtilen vakıaların ise kök raporda incelenmemiş olması nedeniyle HMK.m.266 hükmü gözetilerek bilirkişi kurulundan yeni rapor alınmasına dair karar oluşturulmuştur.
Bu defa atanan bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 31/01/2020 tarihli raporda mirasçı olan pay sahipleri arasında genel kurulun yapıldığı tarihte miras ortaklığı bulunduğu ve miras paylaşımı gerçekleşmemiş olduğundan mirasçı paylarının genel kurulda temsilinin atanacak tereke temsilcisi tarafından yapılması gerektiği kabul olunduğu takdirde TTK m.389,m.432,m.447 ve TMK m.640,m.676 hükümleri karşısında toplantı tutanağının ve hazirun cetvelinin yasanın amir hükümlerine uygun şekilde tanzim olunduğu,mirasçıların toplantıya tereke temsilcisi marifetiyle katılması gerekirken herbirine ayrı ayrı pay sahibi olarak yazıldığı,şirketin kendi iktisap ettiği payların genel kurul toplantısında nazara alındığı,böylece şirketi oluşturan payların ve paydaşların neredeyse tamamının yasa hükümlerinden farklı şekilde genel kurul toplantısına dahil olunduğu,alınan kararların varlığı durumunda kanundaki yeter sayılarının oluşmadığı,şirket genel kurulunun neredeyse payların %100’ün yanlış şekilde toplantı ve karar nisaplarına dahil olunduğu,bu durumda genel kurul kararlarının yoklukla maluliyetinin söz konusu olacağı,ancak TTK m.494/f.2 hükmü gereği ise payın miras yolu ile iktisabı için herhangi bir şekil şartının görülmediği, pay sahipliği durumunun miras payları oranında pay defterine kaydı ve genel kurula katılımın şirket onayı sayılması ve payların mülkiyetinin derhal geçeceği, bu durumda pay oranlarının genel kurulda usulüne uygun temsil edildiği görüşüne üstünlük tanınması halinde yeterli nisabın oluşmadığından söz edilemeyeceği, öte yandan davalı şirketin 2015 yılı gelir tablosuna göre dönem net karı elde ettiği, ödenmiş sermayesinin +30.406.540,56 TL olduğu,şirketin öz kaynaklarının (+) olduğu, davalı şirketin karlılık ilkelerine göre yönetildiği,borca batık durumda olmadığı, hatta 2015 yılında cari oranın yüksek olduğu,uzun vadeli yabancı borçların olmadığı, duran varlıklarının 161.083.664,30 TL olduğu, davalı şirketin gelir tablosu ve bilanço verileri karşısında 2015 yılı itibariyle ve bu çerçevede dava tarihi dikkate alındığında karlılık ilkelerine göre yönetildiği,davalı şirketin mali yapısının güçlü olduğunun söylenebileceği açıkça bildirilmiştir.
Uyuşmazlık ile ilgili mevcut ıslah talebi karşısında genel kurul kararının hükümsüzlüğüne karar verilmesine ilişkin ıslah talep içeriği öncelikle incelenecektir.Zira dava dilekçesinde belirtilen vakıaların ıslah olunması durumunda artık uyuşmazlığa konu olan vakıalar ele alınırken ıslah beyanının göz ardı edilebilmesi mümkün değildir.
6102 sayılı TTK. m.446 hükmü somut uyuşmazlığa dayanak madde olup bu hükümde iptal davası açılabilecek kişiler sayılmıştır.Bu maddeye göre, toplantıda hazır bulunup da karara olumsuz oy veren ve bu muhalefetini tutanağı geçirten, toplantıda hazır bulunsun veya bulunmasın, olumsuz oy kullanmış olsun veya olmasın; çağrının usulüne göre yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilan edilmediğini, genel kurula katılma yetkisi bulunmayan kişilerin veya temsilcilerinin toplantıya katılıp oy kullandıklarını, genel kurula katılmasına ve oy kullanmasına haksız olarak izin verilmediğini ve yukarıda sayılan aykırılıkların genel kurul kararının alınmasında etkili olduğunu ileri süren pay sahipleri iptal davası açabileceklerdir.
Somut olayda, davacıya toplantı çağrısı usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş esasen davacı toplantıya katılmıştır.Buna göre davacının genel kurul kararının iptali noktasında yasadan kaynaklanan hakkının şeklen var olduğu açıktır. Buna göre yapılan incelemede;
a)Davacının,genel kurul kararlarının hükümsüzlüğüne dair karar verilmesi talebi kanuna uygun şekilde nisap oranlarının sağlanamamış olması nedenine dayanmaktadır.Islah dilekçesi ile bu vakıa esasen eklenmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, iptal talebine konu 13/07/2016 tarihli genel kurulda oy kullanan mirasçılar,miras bırakan …’in mirasçılarıdır. Adı geçen mirasçılar davalı şirketin 29/12/2015 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında oy kullanmış ve hazirun cetvelini imzalamışlardır. İptal talebine konu genel kurul toplantısında da gerek dosyamız davacısı ve gerekse …’in diğer mirasçıları hazır olmuşlar,bu şekilde münferiden yapılan oylamada oy hakkını kullanmışlardır.
Şüphesiz ki ve genel kural olarak iştirak halinde mülkiyette, mülkiyet taksim olunmadığı sürece mirasçılar TMK m.640/f.1 hükmü uyarınca terekedeki tüm hak ve borçlar konusunda ortak durumdadırlar. Bu nedenle TMK m.640/f.2 hükmü uyarınca ise mirasçılar terekeye ait tüm haklar üzerinde birlikte tasarruf edeceklerdir. Bir başka deyişle her bir mirasçının payı üzerinde tek başına kullanabileceği hakkı paylaşım olmadığı sürece mevcut değildir. Zaten davacının ıslah talebinin dayandığı hukuki ve maddi vakıa dahi bu yöne ilişkindir. Davalı şirketin ortaklık yapısının %71,05 hissesinin … mirasçılarına ait olması karşısında, mirasçıların genel kurul toplantısında yapılacak oylama sırasında miras paylaşımı söz konusu olmaksızın, pay nedeniyle doğrudan genel kurula katılarak mirasçı olarak oy kullanma haklarının bulunup bulunmadığı da bu noktada büyük önem arz etmektedir.
Davanın açıldığı tarih itibariyle 6102 sayılı TTK’nda hükümleri uygulanacaktır.6102 sayılı TTK m.494 hükmü somut olay açısından irdelenmeli,bu noktada mutlaka ve öncelikle tartışılmalıdır. TTK m.494 hükmüne göre; “Devir için gerekli olan onay verilmediği sürece, payların mülkiyeti ve paylara bağlı tüm haklar devredende kalır. Payların miras, mirasın paylaşımı, eşler arasındaki mal rejimi hükümleri veya cebri icra gereği iktisap edilmeleri halinde, bunların mülkiyeti ve bunlardan kaynaklanan malvarlığına ilişkin haklar derhal, genel kurula katılma haklarıyla oy hakları ise ancak şirketin onayı ile birlikte devralana geçer. Şirket, onaylamaya ilişkin istemi, aldığı tarihten itibaren en geç üç ay içinde reddetmemişse veya ret haksızsa, onay verilmiş sayılır.”
Yukarıda açıklanan hükmün 6762 sayılı TTK karşılığı mevcut değildir. Adı geçen hükümle ilgili kanun koyucunun gerekçesinde de açıklandığı üzere,anonim şirkette paylar miras, mirasın paylaşımı, eşler arasındaki mal rejimi hükümleri veya cebir icra gereği iktisap edilmişlerse anonim şirketin onayı bir anlamda, kurucu niteliği değerini yitirir. O halde, davacı diğer mirasçılar gibi murislerinin ölümü ile birlikte ve Kanun gereği pay sahibi durumuna gelmiştir.Buna göre 6102 sayılı TTK m.446 hükmü uyarınca genel kurul kararına yönelik iptal davası açma noktasında davacının pay sahibi olduğu, aktif sıfat sahibi olduğu öncelikle kabul edilmiştir.
Hal böyle olunca kanun koyucunun anonim şirketteki pay sahibinin vefat etmesi durumunda vefat eden pay sahibine ait payların,miras yolu ile mirasçılar tarafından iktisap edilebileceği, açıklanan yeni düzenleme nedeni ile kabul edilmelidir.Bu suretle adı geçen hükmün en önemli özelliği, anonim şirketlerde miras yolu ile geçen bu paylara ilişkin mülkiyet ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin hakların derhal mirasçılara geçebileceği istisnai olarak düzenlenmiş olmasıdır.Kanun koyucu,murisin terekesi üzerinde miras payı bulunan mirasçıların terekeden doğan haklarını kural olarak terekenin paylaşımına kadar bağımsız olarak kullanılamayacağına ait temel ilkeden ayrılmıştır.
Nitekim limited şirketlerde de murisin vefatı sonrası mirasçıların,yapılan genel kurul toplantısına doğrudan katılmaları,genel kurul kararı almaları sonrası genel kurul kararının iptalinin bu açıdan mümkün olup olmayacağı Yargıtay tarafından da tartışılmıştır.Bu ilam içeriğine göre “TTK’nun 521/1. maddesine göre, bir payın miras yoluyla iktisabı için aranan herhangi bir şekil şartı bulunmadığı gibi, iktisap için diğer ortakların iznine de gerek yoktur. Bu nedenle, murisin ölümü üzerine paylar hiçbir işleme gerek kalmaksızın mirasçılarına intikal ettiğinden, iştirak hükümlerinin uygulanmasına gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla, murisin paylarının gerçek kişi davacı ve dava dışı diğer ortaklar olan mirasçılarına, miras payları oranında intikal ettiğinin kabulü ile toplantı nisabı konusunda değerlendirme yapılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi yerinde görülmemiş, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.”(Yargıtay 11 H.D. 2011/6203 E.2012/13489K.sayılı ilamı)
Bu çerçevede anonim şirketlerde dahi payların miras olarak iktisap olunması halinde, bunların mülkiyetinin ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin hakların derhal geçmesinin kanun hükmüne uygun olarak benimsenmesi gerekir.Nitekim Yargıtay limited şirketler yönünden açıklanan şekilde kanun koyucunun amacını dikkate almıştır.
Doktrinde de genel kurula katılma hakkının pay sahipleri için müktesep bir hak değil,vazgeçilemeyen bir hak olduğu,bu nedenle pay sahibinin rızası olsa dahi genel kurula katılma hakkının kaldırılamayacağı kabul edilmektedir.(Prof.Dr.Ünal Tekinalp, Ortaklıklar, Sayfa 501) Bu çerçevede anonim şirketlerde de her oy kullanan kişinin pay sahibi olabileceği düşünülebilir ise de her pay sahibinin her zaman oy hakkına haiz olduğu kabul edilemeyebilir. Nitekim kanun koyucu,anonim şirketler yönünden muristen intikal eden payın mirasçı tarafından derhal iktisap edileceğini,iştirak halindeki mülkiyet hükümlerine gerek bulunmadığını açıkça belirtmiştir.Buna mukabil somut olayda olduğu üzere anonim şirketlerde davacı dışında genel kurula katılan diğer pay sahibi mirasçıların genel kurula katılma ile oy hakları için şirketin onayı gerekmektedir.Şirket onayının varlığı bu noktada emredici bir düzenleme içermektedir.Şirket onayının murislerin vefatı ile pay sahibi olan mirasçılar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin hukuki açıdan değerlendirilmesi yapılırken genel kurula katılma ve buna bağlı olarak oy hakkının vazgeçilmez nitelikte bir hak olduğu,bu hakkın kullandırılmasının esas olduğu,bu çerçevede kanun metni de dikkate alındığında şirketin onayının olmadığı açıkça anlaşılmadığı sürece bu noktada pay sahipleri lehine yorum yapılması gerektiğinin kabulü kurumun amacına,şirketler hukukuna ve esasen kanun koyucunun amacına da uygun olacaktır.
Somut olay açısından durum irdelendiğinde davalı şirketin %71,05 hissesinin …’e ait iken vefatı ile birlikte davacı da dahil olmak üzere halihazırda davalı şirkette pay sahibi olan diğer mirasçılara intikal ettiği,bu arada şirketin %28,94 payının ise şirketin iktisap ettiği kendi hisseleri olduğu kayden açıktır.Muris … mirasçılarından davacı dışındaki diğer pay sahiplerinin miras payı oranında pay defterine kayıtlarının yapıldığı,akabinde genel kurula bu kişilerin katılımlarının sağlandığı,davacının, davalı şirketteki payı ile diğer mirasçıların pay oranı gözetildiğinde diğer mirasçıların davalı şirketin çoğunluğuna haiz olduğu,nitekim bu çerçevede de davacı dışındaki diğer mirasçıların fiili olarak davacı ile aynı yönde hareket etmedikleri,nitekim bu çerçevede iptal talebine konu hususlar ile ilgili davacı dışındaki diğer mirasçıların oy kullandıkları,zaten tüm mirasçıların dahi adı geçen genel kurula şirket tarafından davet olunduğu, haklarının kullanılmasına yönelik olarak şirketin onayının gerçekleşmiş olduğu kabul edilmelidir.Gerek açıklanan mevcut durum ve gerekse genel kurul toplantı tutanağı ve hazirun cetveli ve mevcut aşama karşısında,davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma haklarıyla oy haklarının varlığı noktasında davalı şirket onayının bulunmadığının kabul edilmesi somut olay adaleti açısında da mümkün değildir.
O halde davacı dışındaki diğer mirasçıların, genel kurula katılma hakları ile oy hakları noktasında davacıdan farklı yönde iradelerini ortaya koydukları,pay sahibi olan bu mirasçıların zaten sahip oldukları paylar nedeniyle şirketin çoğunluğunu temsil ettikleri,zaten bu nedenle de şirketin daveti üzerine genel kurula katıldıkları ve oy haklarını kullandıkları,şirket çoğunluğunu temsil eden bu kişilerin iradesinin tersine şekilde aksine bir karar alınmasının ise mümkün bulunmadığı,bu kabulün aynı zamanda hayatın olağan akışı ve dosya kapsamı ile de uyumlu olduğu kabul edilmiştir.
Kaldı ki açıklanan duruma rağmen davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma ve oy kullanma haklarının geçerli olamayacağı yönündeki kabul iyi niyet kurallarına uygun değildir.
Şöyle ki “Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (DURAL / SARI, s. 225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/I hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil; hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Bunun yanında aynı Kanun’un “İyiniyet” alt başlıklı 3. maddesinde de:“Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.
İyi niyet kavramına, Medeni Kanunun ve Borçlar Kanununun değişik maddelerinde yer verilmiş olmakla beraber, bu hükümlerin hiçbirinde iyi niyetin tam bir tanımı yapılmış değildir. Ancak TMK’nın 3 ve 1024 başta olmak üzere, yasal hükümlerin içeriğinden hareketle, iyi niyetin genel bir tanımının yapılması mümkündür. Buna göre iyi niyet, bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmemek ve halin gerektirdiği özen gösterilse dahi bilecek durumda olmamaktır. İyi niyetin tersi olan kavramı kötüniyet oluşturur. Kötüniyet de; bir hakkın kazanılması veya bir hukuki sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmek veya halin gerektirdiği özen gösterildiğinde bilebilecek durumda olmak şeklinde tanımlanabilir.
Bu tanımlar ve tanımların dayandığı kanun hükümleri dikkate alındığında, iyi niyet ve kötüniyet; belirli bir olay veya olguya ilişkin olarak, bir kişinin bilgisine ve inancına yönelik yapılan bir değerlendirmeyi ifade etmektedir. Bu değerlendirme sonucuna göre, bir kişinin belirli bir durum karşısında iyiniyetli veya kötüniyetli olduğundan söz edilmektedir. Bu açıdan, iyi niyet kişiye özel olup, subjektif bir nitelik taşır. Bununla beraber, günlük hayatta ve bazı kararlarda iyiniyetli olma, kötüniyetli olma bir davranış şekli olarak ele alınmakta; kişilerin iyi niyetli veya kötüniyetli hareket ettiğinden bahsedilmektedir. Bu şekilde kullanımın, Medeni Kanunda iyiniyet ve kötüniyet kavramlarına verilen anlama uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla beraber bu tarz bir kullanımda, yürürlükten kalkan 743 sayılı Medeni Kanunun “herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsniniyet kaidelerine riayetle mükelleftir” şeklindeki 2. maddesinin de etkisi vardır. Halbuki hakların kullanılması ve borçların ifasında geçerli davranış kuralları, herkes yönünden uygulanacağından, objektif bir nitelik taşımaktadır. Bu gerçeği göz önünde bulunduran 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK), 2. maddede herkesin “haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda” olduğu belirtilmiş, söz konusu davranış kurallarını, dürüstlük kuralı kavramı ile ifade etmiştir. Her ne kadar farklı kavramlar olsalar da, dürüstlük kuralı ve iyi niyetin temelinde namuslu, doğru ve dürüst davranma kuralı yer alır (DURAL / SARI, s. 218-219).
Ancak TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı, aynı Kanunun 3. maddesinde düzenlenen iyiniyet ile birebir aynı niteliği de taşımamaktadır. Medeni Kanunun 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet “hakların kazanılması” ile ilgili olduğu halde, Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur…
Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanunun korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
25.1.1984 gün ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında da ifade edildiği üzere, bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hâllerinde, TMK’nın 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkân sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir.
Gerçekten de hukukun her alanında uygulanma niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının; şekle aykırılığı ileri sürme hakkı için de bir sınır teşkil ettiği, buyurucu niteiği itibariyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gerektiği bugün Türk-İsviçre öğretisi ve uygulamasında tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Yargıtay HGK.nun 13.2.1974 gün ve 524/103 sayılı; 2.10.1974 gün ve 2/810-1043 sayılı; 7.12.1983 gün ve 4/224-1276 sayılı…kararları).
Bununla birlikte, 30.09.1988 gün ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da“…Zira hukuk ancak, meşru menfaatlerin tatminine yarar, başka bir şeye yaradığı taktirde ise mevcudiyet sebebini kaybeder. Öte yandan Medeni Kanunun 4. maddesi hükmüyle de hâkim, adalete uygun karar vermeye çağrılmaktadır. O, menfaatlerin doğru ve adil bir muvazenesini yapmak ve gerçekleri gözetmek zorundadır.” şeklinde bir açıklamaya yer verilmiştir.
Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlak ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulanagelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
Diğer yandan, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlâka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler (OĞUZMAN, M.K.: Medeni Hukuk-Temel Kavramlar 5. B, İstanbul 1985, s. 154 vd).
Hakkın kötüye kullanılmış olduğunu kabul etmek için hakkın amacına aykırı olarak kullanılması ve hakkı kullananın bu kullanmada çıkarının olmaması gerekir. “Hak” tanımının “hukukun tanıdığı ve koruduğu menfaat” olduğunu hatırlayarak, bir hakkın kullanılması sırasında kullananın bu “hak”kı, amacına aykırı olarak ve korunacak bir “menfaat” olmaksızın kullanması durumunda biçimsel mantığa göre, bu durumda hukukun himayesini esirgemek gerektiği sonucuna varılır (AKYOL, s. 21)…
Bu durumda bir hak sahibi hakkını kullanırken veya bir borçlu borcunu yerine getirirken belirtilen bu duruma uygun hareket etmek zorundadır; aksi hâlde, hakkını kötüye kullandığı sonucuna varılabilecektir.
Hakkın kötüye kullanılması yasağı görünüşte bir hakkın kullanılmasından rahatsız ve rencide olan kişileri ilgilendirir. Ancak, hakkın kötüye kullanılmasını sağlamak bir genel kural, genel ilke niteliğindedir. Hukukun emirlerinden biri dürüstlük kuralına uymak ise, önemli yasaklarından biri de “hakkını kötüye kullanma”dır. Böylece hakkını kötüye kullanma hukuk tarafından konulmuş yasaklardan biridir. Niteliği itibariyle emredicidir (AKYOL, s. 23).
Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi bu husus def’i değil itiraz olarak kabul edildiğinden hâkim, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu resen göz önüne almak zorundadır.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.11.1964 gün 1964/2-953 Esas ve 1964/640 K. sayılı ilamı ile 14.2.1951 tarih ve 1949/17 E, 1951/1 K. sayılı; 8.11.1991 tarih 1990/4 Esas, 1991/13 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları).
Yukarıda anılan ve yeni getirildiği anlaşılan 6102 sayılı TTK’nın m.494 hükmü anonim şirketler için uygulanabilir bir madde olup esasen aynı hükmün limited şirketler açısından dayanağı 6102 sayılı TTK m.596 (Eski .521) hükmünde düzenlenmiştir.Bu çerçevede davacı dışında diğer mirasçıların şirket çoğunluğunu temsil etmesi,davacı dışındaki tüm mirasçıların genel kurula katılması ve oy kullanmasının şirket açısından mevcut pay çoğunluğu karşısında şirket onayı olarak kabul edilmesi gerektiği, zaten bu amaç ile davalı şirketin dahi davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılması için gerekli davetleri yapmış olduğu hususunun da bu amacın sağlanmasına yönelik onay olduğunu gösterdiği,aksi yöndeki beyan ve kabulün ise dürüstlük kaidelerine aykırı olacağı kabul edilmelidir.Bir başka deyişle davacı dışındaki diğer mirasçıların, davalı şirkette pay çoğunluğuna,hareket tarzlarına göre şirketin davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma ve oy kullanılmasına şeklen onay vermediği kabulü açıklanan iyi niyet kaidelerine aykırıdır.Bu hali ile bu yöne ilişkin iddianın ileri sürülmesi de hakkın kötüye kullanımı olarak kabul edilmelidir.
Bu çerçevede … mirasçısı davacı dışındaki diğer tüm mirasçıların murisin vefatı ile birlikte davalı anonim şirketteki miras hisselerine isabet eden payı iktisap ettikleri,yeni getirilen TTK m.494 hükmü uyarınca … mirasçılarının iktisap ettikleri pay nedeniyle bunların mülkiyetini ve bunlardan kaynaklanan mal varlığına ilişkin her hangi bir işleme gerek olmaksızın derhal elde ettikleri, davacı dışındaki diğer mirasçıların iradelerindeki devamlılık, birlik ve davalı şirketteki çoğunluk pay sahibi olmaları, genel kurula davet olunmaları karşısında ise davacı dışındaki diğer mirasçıların genel kurula katılma hakları ile oy haklarının kullanılmasına şirketin onay vermiş olduğunun kabulü gerekir.
Kaldı ki davalının da dayandığı … 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin …E….K.sayılı ilamının içeriği ve ilamı İstinaf yolu ile denetleyen İstanbul BAM 12.HD.2017/233E.2017/390K.sayılı ilamının içeriği dahi mevcut oy kullanılma halinin yokluk olarak değerlendirmemiş,özellikle re’sen ele alınabilecek bu hususa dair ilk derece mahkeme kararı kaldırılmamıştır.Bu durum dahi mahkememizce varılan sonuç ile uyum içindedir.
Esasen özellikle dünyada olduğu gibi ülkemizde anonim şirketlerde kimi zaman en büyük pay sahibi tek kişi olabilmektedir.En büyük pay sahibinin ölümü durumunda anonim şirketlerin ticari faaliyetlerinin durmaması veya azalmaması,buna bağlı olarak maliyetlerin artmaması ve zararlara yol açılmaması,şirketin operasyonel faaliyetlerinin etkilnememesi, şirketin performansının azalmaması açısından şirketin genel kurulların gerektiğinde hızlı ve ortak akıl ile karar alabilmesi büyük önem arz eder.Hele hala günümüzde küreselleşen dünyada, ortaya çıkan ani ekonomik veya sektörel belirsizlikler salgı hastalıklar veya ülkedeki mevzuatın değişmesi gibi durumlarda anonim şirketlerin değişen ve gelişen duruma uyumlu,hızlı karar alabilmesi daha önemli ve öncelikli bir hale gelmiştir.Hal böyle olunca en büyük pay sahibinin mirasçılarının,şirketin genel kurulunda usulüne uygun karar alınabilmesi için iştirak halindeki mülkiyete ilişkin genel hükümlerle bu hukuki sorunun aşılması mümkün değildir.Zaten kanun koyucunun,genel kurala bu yönden istisna getirmesi günümüz ekonomik koşulları ile uyumludur.O halde en büyük pay sahibi öldüğü zaman mirasçıların paya bağlı haklarını derhal kullanmaları bu yönü itibari ile kanun koyucunun da amacına uygundur.
Buna göre sonuç olarak 6102 sayılı TTK’nın emredici hükümleri karşısında gerek kanuna aykırılık ve gerekse nisap oluşmaması nedeniyle genel kurul kararlarının hükümsüzlüğü talebinin kabulü mümkün değildir.
O halde şirketin,TTK m.389 hükmü uyarınca oy hakkı kullanamayacağı kabul edilse dahi mirasçıların paya ilişkin haklarını kullanmasında kanuna bir aykırılık bulunmadığı,bu itibarla genel kurul kararının alınmasında yeterli nisabın kanuna uygun şekilde oluştuğu da mahkememizce değerlendirilmiştir.Buna göre mevcut ıslah talebi gözetildiğinde nisap oranlarının oluşmadığı gerekçesi ile genel kurul kararlarının hükümsüzlüğünün kabulü mümkün değildir.
b)Taraflar arasında tespit edilen uyuşmazlık konuları çerçevesinde alınan bilirkişi raporları gözetilerek iptale konu ve dava dilekçesinde belirtilen diğer gündem maddeleri açısında da ayrıca irdeleme yapılmasında fayda bulunmaktadır.Bu irdeleme HMK m.319 hükmü gereği dava dilekçesindeki vakıalar ıslah edilmiş hali de gözetilerek yapılacaktır.
Davacı vekilinin,genel kurul kararına konu üç(3) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi bulunmaktadır.Talebin dayanağı finansal tablo ve faaliyet raporundaki veri ve rakamların gerçeği yansıtmadığı iddiasına dayanmaktadır.Bu noktada davalı şirketin bilanço ve finansal tablolarına ilişkin olarak özellikle kök raporda ve ek raporda yapılan incelemelerde ticari defterlerin usulüne uygun tutulduğu,usulüne uygun olarak gerekli kayıtların yapıldığı açıkça belirtilmiştir.Kaldı ki finansal tablo ve faaliyet raporundaki veri ve rakamların gerçeği yansıtmadığı yönündeki iddia soyut nitelik taşımakta olup bu noktada iddianın varlığını ortaya koyan başkaca somutlaştırılmış vakıa bulunmamaktadır.6100 sayılı HMK m.194 hükmü karşısında iddiasının dayanağı vakıaları somutlaştırmayan taraf bu durum nedeni ile aleyhine doğacak sonuçları kabul etmiş sayılmalıdır.Nitekim kanun maddesinin gerekçesi de bu noktada açıktır.Bu hali ile kayıtların fiktif olduğu yönündeki iddiaya konu genel kurulda alınan üç(3) numaralı gündem maddesinin iptali talebi açısından herhangi bir aykırılık durumu somut olarak ileri sürülmediği gibi alınan bilirkişi raporlarında da bu yöne ilişkin tespit edilmiş bir durum mevcut değildir.
Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu dört(4) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkindir.Bilindiği üzere 6102 sayılı TTK m.436/f.2 hükmüne göre oydan yoksunluk yönetim kurulu üyelerinin kendilerine ait paylardan doğan oy hakları ile sınırlı olup, başka bir ortağa vekaleten kullanılan oylar, oy yoksunluğu kapsamında sayılmamıştır.6102 sayılı TTK’nın ”Oydan Yoksunluk” başlıklı 436. maddesinde ”Pay sahibi kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz. Şirket yönetim kurulu üyeleriyle yönetimde görevli imza yetkisini haiz kişiler, yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararlarda kendilerine ait paylardan doğan oy haklarını kullanamaz. ” hükmü yer almaktadır. İptal talebine konu gündem maddesinde,davalı anonim şirket ile ibrasına ilişkin karar alınan yönetim kurulu üyeleri arasında kişisel nitelikteki bir şeyin görüşülüp karara bağlanması söz konusu değildir.6102 sayılı TTK’da oydan yoksunluk haline ilişkin mevcut düzenleme, anonim şirketin pay sahiplerinin oy hakkına ve bunun doğumuna ilişkin 434. ve 435. maddeleri gözetildiğinde istisnai nitelikte olup istisnai hükümlerinin yorum yoluyla genişletilmesi zaten mümkün değildir.Bu çerçevede kök bilirkişi raporunda da açıkça belirtildiği üzere yönetim kurulu üyelerinin kendi ibralarına ilişkin oy kullanmamış olduğu dahi sabittir.O halde bu yönü ilişkin davacı vekilinin soyut nitelikteki talebinin kabulü mümkün değildir.Zaten davalı şirketin defter ve kayıtlarında fiktif işlemler olduğu yönündeki iddianın somutlaştırılamamış olması ve ispatlanamadığının anlaşılması karşısında da bu yöne ilişkin olarak yönetim kurulu üyelerinin ibra olunmasına dair kararın iptal talebinin de dayanağı yoktur.(Yargıtay 11.HD 2016/1187E.2018/4500K.sayılı ilamı).Ortada somut nedenler yokken genel kurulun ibradan kaçınması ise dürüstlük kuralına aykırı düşer (Prof.Dr.Ersin Çamoğlu,Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu,İstanbul,2.Baskı,S.231).Bu haliyle gerekli vakıa somutlaştırmasının bu noktada yapılamadığı dikkate alındığında ispatlanmış bir durum bulunmadığı, bu haliyle bu yöne ilişkin genel kurul kararının iptali talebinin de mümkün olmadığı yönünde mahkememizce varılan karar,Yargıtay ve doktrin görüşleri ile dahi uyum içindedir.Davalı şirketin kayıtlarının muhasebe ilkelerine aykırı düzenlendiği noktasında ciddi ve somut bir vakıa ve delil ile ispatlanmış bir durumun varlığının anlaşılamaması,kök ve ek bilirkişi raporunda da defterlerin ve kayıtların usulüne uygun olarak tutulduğunun bir çok defa vurgulanmış olması, iptal talebine esas kılınan davalı şirketin yatırım yapmasının ise teknik açıdan uygun olup sözleşme bedelinin de piyasa şartlarına uygun olduğunun açıklanması,yine muris … vefatının ardında da satışların artmasının söz konusu olması,teknik açıdan davalı firmanın iyi niyetli olduğu yönünde de hak ediş konularında da ehil olan İnşaat Mühendisinin yer aldığı bilirkişi kurulunda kanaat oluşması,şirketin iyi niyetli olmadığının bu suretle anlaşılamadığının tespit edilmiş olması,ayrıca ve özellikle davalı şirketin mali yapısının dahi mevcut öz varlıkları itibariyle batık olmak bir yana güçlü dahi olması,davalı şirketin batık durumda bulunmaması,avans ve alacak hesaplarının da yapılan incelemede somutlaştırılan vakıalar karşısında usulüne uygun olarak tutulmadığında dair bir kaydın tespit olunamaması,dava dışı … A.Ş yönünden de kayıtların usule uygun ve karşılıklı olarak işlemiş olması karşısında yönetim kurulunun bu noktalarda dahi ibrasına dair genel kurul kararının iptaline dair talebin kabulü mümkün görülmemiştir.Kaldı ki ibra kararına rağmen, ibra kararına muhalif kalan davacı pay sahibinin yönetici ve denetçiler hakkında sorumluluk davası açabilmesi dahi imkan dahilindedir.(Yargıtay 11.HD .2009/5573E.2010/11744K.sayılı ilamı).Yargıtay 11.HD yerleşik olarak kabul ettiği üzere genel kurulun ibra kararları, şirket yöneticilerinin zarara yol açtığı iddia olunan işlem ve eylemlerinin genel kurulda tüm açıklık ve ayrıntıları ile irdelenmemiş ise sorumluluk davası açılması zaten mümkün olabilecektir.
Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu beş(5) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise denetçilerin ibra olunmasına ilişkindir.Davacı vekilinin iptali talebinin dayanağının yönetimde usulsüzlükler yapıldığı,gerçek mahiyet ve verilerin saklandığı,buna rağmen denetçilerin görevlerini yerine getirmedikleri vakıalarına dayanmaktadır. Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere aynı olaylara dayalı olarak yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın kanuna,esas sözleşme hükümlerine ve dürüstlük kuralına aykırı olduğu ispatlanamamıştır.Bir başka deyişle yönetim kurulu üyelerinin ibrasına dair kararın iptalini gerektirir bir vakıa ispatlanamamıştır.Bu durumda ise denetçilerin ibrasına ilişkin kararın iptalini gerektiren somut ve hukuken dikkate alınabilecek bir durum yoktur.Bu noktada yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin kararın iptali talebinin reddine dair oluşturulan gerekçe, davalı şirketin denetçileri açısından da benzerlik arz etmektedir.Sonuç itibari ile davacı vekili tarafından,davalı şirketin denetçilerinin ibrasına ilişkin alınan genel kurul kararının iptalini gerektirecek somut, objektif ve ciddi nitelikle bir ispat hali olmadığından ve gerekli somutlaştırma yapılamadığından bu yöne ilişkin genel kurul kararının iptali dahi mümkün dahi değildir.
Davacı vekilinin,genel kurul kararına konu altı(6) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise yönetim kuruluna seçilmesi kabul edilen kişilerin seçilmesidir. Genel kurulda alınan ve iptali talep edilen bu karar yönetim kurulu üye seçimine ilişkindir.6102 sayılı TTK m.418 hükmüne göre “Genel kurullar bu Kanunda veya esas sözleşmede,aksine daha ağır nisap ön görülmüş bulunan haller hariç,sermayenin en az dörte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin varlığı ile toplanır.Bu nisabın toplantı süresince korunması şarttır.İlk toplantıda anılan nisaba ulaşılamadığı takdirde,ikinci toplantının yapılabilmesi için nisap aranmaz.Kararlar toplantıda hazır bulunanların oy çoğunluğu ile verilir.”Buna göre anonim şirketlerde yönetim kurulu üyesini seçme yetkisi esas olarak genel kurulun mutlak yetkisi dahilindedir. Genel kurulun, mutlak yetkisi dahilinde olan bir hususla ilgili somut olay açısından gerekli nisap şartlarının oluşması dahilinde bu seçimi yaptığı açıktır.Kaldı ki 6102 sayılı TTK m.359 ve m.363 hükümleri karşısında yönetim kurulu üyesi olarak seçilen kişilerin üye seçilmesine veya üyeliklerinin sonlanmasına yol açabilecek bir vakıa ileri sürülmemiş ve ispatlanamamıştır. Seçilen yönetim kurulu üyelerinin şirketi borçlandırarak zarara uğratan ve gerçek verileri gizleyen kişiler olduğu yönündeki iddia genel kurul tarihi itibariyle yönetim kurulu üyesi seçilmesine engel olabilecek nitelikte değildir. Zira bu konudaki iddia,genel kurul kararının alındığı tarih itibariyle soyut ve ispatlanamamış bir iddiadan ibarettir. Bu yöne ilişkin dayanılan vakıalar, kişilerin yönetim kurulu üyesi seçilmesine engel olabilecek nitelikte değildir.O halde davacı vekilinin adı geçen genel kurul kararının iptaline ilişkin dayandığı vakıalar kanun,esas sözleşme ve dürüstlük kuralları dikkate alındığında yönetim kurulu üyesi seçimine dair genel kurul kararının iptalini gerektirmemektedir.
Davacı vekilinin, genel kurul kararına konu yedi(7) numaralı gündem maddesi ile ilgili iptali talebi ise kâr dağıtılmamasından kaynaklanmaktadır. Bu husus bir genel kurul kararının iptali talebi olarak kabul edilemez.”Öncelikle ve özellikle ifade etmek gerekirse, her ticaret ortaklığı gibi anonim ortaklığın nihai amacı kâr elde edip ortaklarına dağıtmaktır. Bu amaç, anasözleşmelerde yer almaz; çeşitli kanunlardaki kişi birliklerini ayıran, “müşterek gaye” kıstasından ve “ortaklık” kavramından doğar. Başka bir deyişle “anonim şirket kanunen yasak olmayan her türlü iktisadi maksat ve konular için kurulur” (TTK madde 331) ve kâr elde etmek ve paylaştırmak nihai amacını elde etmek hedefine yönelir ve bu yolda çaba harcar. Ortaklığın bütün organları bu nihai amaca uygun kararlar almak zorundadır. Şirketin nihai amacının kâr elde edip ortaklara dağıtması esas olmakla birlikte anasözleşmeye konulacak hükümler yanında kanunda gösterilen nedenler bu genel ilkenin istisnalarını oluşturmaktadır. Bu istisnaların en önemlisi ve uygulamada da sıkça görülüp dava konusu uyuşmazlığa da konu olan TTK’nın 523/2. maddesindeki düzenlemedir. Anılan düzenleme gereğince genel kurul, aktiflerin yeniden sağlanabilmesi için gerekliyse, bütün pay sahiplerinin menfaatleri dikkate alındığında, şirketin sürekli gelişimi ve olabildiğince kararlı kâr payı dağıtımı yönünden haklı görülüyorsa, kanunda ve esas sözleşmede öngörülenlerden başka yedek akçe ayrılmasına da karar verebilir. TTK’nın 452. maddesinde belirtilen müktesep haklardan olan kâr payı hakkı ile bu hakkın istisnasını oluşturan TTK’nın 523/2. fıkrası arasındaki hassas dengenin kurulması zorunludur.”(Yargıtay 11.HD 2016/8800E. 2017/7610K.sayılı ilamı) Bu noktada gerek kök rapor gerekse ek rapor dikkate alındığında davalı şirketin Kuzey Makedonya’da yapılan inşaat faaliyetinde kiralama bedellerinin yüksek olması gibi bir durum olmaması sebebi ile projenin zarar eden projeden kâr eden projeye geçişinin sağlanamayacağı; ancak projenin iyi yönetilmesi durumunda ve yapılan planlamalar doğrultusunda 3.368.416,00 Avro değerindeki zararın iyi bir planlama ve fizibilite ile kapanma ihtimalinin olduğu sonucuna varıldığı, bu arada 2015 yılındaki net kârın +11.149.773,93 TL tutarında bulunduğu anlaşılmaktadır.Genel kurul kararının alınmış olduğu karar itibariyle mevcut avro kuru gözetildiğinde zararın o günkü kur itibariyle 11.000.000,00 TL’ye ulaşma ihtimali mevcuttur.Yatırım yapan davalı şirketin henüz bu yatırım faaliyeti sonlanmadan ve zarar ihtimalinin mevcudiyeti karşısında ihtiyatlı olması,bu süreci kontrol altında tutması,oluşabilecek riskleri de gözeterek süreci yönetmesi, şirket yönünden gerekli tedbirleri alması ve bu nedenle de kurumsal yönetim ilkelerini gözardı etmesi kabul edilemez.Nitekim davalı şirket yatırım aşamasında olmakla ve bilirkişi kurulu raporunda saptanan durumlar gözetildiğinde, yedi numaralı karar ile kâr dağıtımı yapılmaması noktasında almış olduğu karar kanuna,esas sözleşme hükümleri ve iyi niyet kaidelerine aykırı olmayıp bilakis kurumsal yönetimin sağlanması açısından alınması mümkün hatta gerekli bir karardır. O halde kurumsal yönetim ilkeleri,şirketin yapmış olduğu yatırımın niteliği,içeriği ve yatırımın henüz tam olarak sonuçlanmamış olması,kâr ile muhtemel zarar miktarları arasındaki mevcut uyum durumu, olası zarar ihtimali ve buna göre pay sahiplerinin menfaatleri dikkate alındığında yedi numaralı gündem maddesine dair genel kurul kararının iptali mümkün değildir.Bir başka deyişle bu yöne ilişkin alınan genel kurul kararı kanuna,esas sözleşme hükümlerine ve iyi niyet kaidelerine aykırı kabul edilemez.
Davalı şirketin muhasebesel,finansal ve işletmesel açıdan olumsuz bir duruma sürüklenmesine, bu nedenle 13/07/2016 tarihli genel kurulun yok hükmünde olmasına yol açabilecek bir durumun var olduğunun mevcut ana sözleşme ve iyi niyet kuralları çerçevesinde söylenebilmesi mümkün değildir. Bir başka deyişle ciddi bir ekonomik değere haiz olan,çalışan bu şirketin açıklanan vakıalara dayalı olarak ve bu nedenlerle genel kurul kararlarının iptali mümkün değildir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da , ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa: 4, 64) Somut davada davacının finansal,işletmesel,muhasebesel yönden, 13/07/2016 tarihli genel kurul kararlarının yok hükmünde olmasını gerektirir veya iptalini gerektirir bir halin varlığını ispatlayamadığı sonucuna varılmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında davacı vekilinin iptali talebine konu 15/07/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan kararların ıslah talebinde açıklanan şekilde hükümsüzlüğü ile dava dilekçesinde açıklanan şekilde iptali noktasında davacının herbir talebi tek tek irdelendiği halde davanın kabulünü gerektirir durumun varlığı anlaşılamadığından davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine,
2-Bu dava nedeniyle alınması gereken 54,40TL karar ve ilam harcından,peşin alınan 29,20’den mahsubu ile kalan 25,20 TL’nin davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı lehine A.A.Ü.T gereği takdir edilen 3.400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
5-Karar kesinleştiğinde gider avansının ise talep halinde iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.05/03/2020

Başkan …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip …
¸e-imzalıdır