Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/1026 E. 2020/741 K. 31.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/1026
KARAR NO : 2020/741

DAVA : İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 02/11/2018
KARAR TARİHİ : 31/12/2020

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkil bankanın … Şubesinin borçluları … Tic. Ltd. Şirketi ile müşterek müteselsil borçlu ve müteselsil kefilleri davalı …, … ve davalı … ile kredi borçlanma sözleşmesi akdettiğini, bu süreç sonrasında davalıların borcuna teminat olarak verilen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile … 8.İcra …E.sayılı dosyası ile takip yapıldığını, ancak alacağın tamamının tahsil edilemediğini, 2005 yılında taşınmaz cebri icradan satılmasına rağmen bankaya ödeme yapılmadığını, banka lehine tamamlanmış bir tahsilat bulunmadığını, … 26. İcra Müdürlüğünün …E. sayılı dosyası ile davalı borçlular aleyhine takip başlatıldığını, itirazın haksız ve yersiz olarak yapıldığını, maddi ve hukuki dayanaktan yoksun itirazının iptalini ve takip tutarı üzerinden %20’den az olmamak üzere icra inkar tazminatı ödemeye mahkum edilmesini karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili cevap dileksinde; … 8.İcra Müdürlüğünden …Esas sayılı dosya ile ilgili tüm kayıtların, belgelerin ve dosyanın celbine karar verilmesini istediğini, beyanları haricinde zamanaşımı bulunduğunu, borcun doğumundan bu güne kadar 16-17 sene geçtiğini, borcun zamanaşımına uğradığını, 5411 sayılı Kanununun geçici 13.maddesinde fon alacaklarında zamanaşımının yirmi yıl olduğunu, düzenlenen aynı kanunun 141.maddesine herhangi bir şekilde atıf veya gönderme mevcut olmadığından iddia olunan alacak için yirmi yıllık zamanaşımını süresini kabul etmenin mümkün olmadığını savunmuştur.
Davalı … ise dayanılan belgelerde kefil olarak imzasının olmadığı, kefil olmadığı nedeniyle davanın reddini savunmuştur.
Davalılar … ve … Tic. Ltd. Şirketi vekilinin ise; dosya borcunun bittiğini, davalı müvekkilinin kefalet borcunun sona erdiğini, müvekkillerin kefil sıfatına sahip olduğunu, bankanın krediyi kat ettiğini bildirdiğini ancak sözleşmenin 28/04/2000 yılında yapıldığını ve on yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğunu, bu nedenle alacak iddiasının zamanaşımı nedeniyle ret olunmasını ve davacı aleyhine tazminata hükmolunmasını yönünde savunmuştur.
Kredi sözleşmesi hükümlerine dayanıldığı, davalıların asıl borçlu ve kefil konumunda bulunduğu tartışmasızdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık yetki ve zamanaşımı itirazlarının kabul edilip edilmeyeceği, kefiller yönünden sorumluluk süresinin dolup dolmadığı, davalı …’a atfedilen imzanın davalıya ait olup olmadığı, takip konusu borcun … 8.İcra Müdürlüğünün …E. sayılı dosyasına istinaden ödenip ödenmediği, sonuç olarak dayanak kredi sözleşmesi hükümleri ve kat tarihleri karşısında asıl borçlu ve kefiller yönünden takip tarihi itibariyle talep edilebilecek asıl alacak ve diğer feri miktarların ne olduğu noktalarında toplanmaktadır.
Davalı … ve …Tic. Ltd. Şti’nin icra dairesinin yetkisine ve mahkememizin yetkisine yönelik itirazları karşısında dayanak sözleşme aslının araştırılması yapılmış ise de yargılama aşamasında adı geçenler gerek icra müdürlüğünün gerek mahkememize yönelik itirazlarından feragat ettiklerini açıklamışlardır. Mahkememizin ve icra müdürlüğünün yetkisine yönelik itiraz var ise de yetki hususunun kesin yetki niteliğinde bulunmaması ve HMK m.24 hükmü uyarınca davalıların bu haklarını talep etmeye zorlanmalarının ise mümkün olmaması karşısında bu yöne ilişkin davalıların itirazları incelenmemiştir. Bu haliyle davalı şirketin zamanaşımı def’ini ileri sürmesi karşısında davalı şirket yönünden bu def’inin ele alınması, buna mukabil davalı kefil gerçek kişiler yönünden ise davanın hak düşürücü süre yönünden ele alınması gerekmiştir.
Bilindiği üzere zamanaşımı def’i olup davalı kefiller yönünden uygulanma imkanı olan hak düşürücü süre ise def’i olmayıp mahkemece resen incelenmesi gereken bir husustur.
Dava, davalıların imzaladığı ileri sürülen genel kredi sözleşmesi çerçevesinde, davalı asıl borçlu ve davalı kefiller hakkında başlatılan takibe yönelik itiraz sonucunda duran takibin devamı için açılan itirazın iptali davasıdır.
Davaya esas olan kredi sözleşmesine göre alacaklısının … A.Ş., tarihinin ise 28/04/2000 olduğu, hesap kat ihtarının ise dayanılan belgelerden ve iddiadan anlaşıldığı üzere 09/04/2001 tarihli olduğu, iddianın bu vakıaya ve belgelere dayandığı, … 8. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına istinaden takip yapıldığı, ancak bu dosyanın aslının …’ya gönderildiği başkaca herhangi bir kayıt ve belgenin taraflarca sunulamadığı, akabinde davacı vekilinin adı geçen icra dosyasına istinaden alacağın tamamını tahsil edilemediği iddiasıyla bu defa adı geçen davalılar aleyhine … 26. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına istinaden ve adı geçen sözleşme gereği takip yaptığı, nitekim takip talebine 09/04/2001 tarihli kat ihtarnamesini de eklemiş olduğu, takibe yönelik olarak davalı borçluların itirazda bulunduğu, takibin durduğu, bunun üzerine mahkememizde itirazın iptali davası açıldığı açıktır.
Bu çerçevede dört davalı bulunmakla öncelikle davalı şirket yönünden süre hususu ele alınacaktır.
a)Yargılama aşamasının davalı şirket vekilinin zamanaşımı def’i talebi ret olunmuş ise de akabinde yeniden yapılan değerlendirme sonucunda ve hüküm öncesi 31/12/2020 tarihli duruşma ara kararı ile zamanaşımının def’inin reddine dair ara kararın davalı şirket aleyhine uygulanmayacağı, bu hususun yeniden takdir olunacağı açıkça bildirilmiş olup bu çerçevede ve öncelikle davalı şirketin zamanaşımı def’ini ele alınması gerekmiştir.
Davacısı … Bankası A.Ş.olan emsal davalar ile ilgili gerek Yargıtay gerek BAM uygulamalarında da kabul olunduğu üzere;
“Dava konusu kredi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükte olduğundan somut olayda bu kanun hükümlerinin uygulanması gerekir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak düzenlenmiş iken, bu Kanuna 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek 3. maddesine göre, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır. ”
01.11.2005 tarih ve 35983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141.maddesine göre “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi 20 yıldır.” 168/A maddesine göre, Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.”
Anayasa Mahkemesi’nin 04.06.2014 tarih ve 2014/85 esas 2014/103 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5411 sayılı Kanun’un 168. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 18.06.1999 tarihli 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun ilk hâlinde ayrıksı bir hüküm öngörülmediğinden anılan Kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarında da zamanaşımı süresi on yıl olarak uygulanmıştır. Ancak 12.12.2003 tarih ve 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddeyle, söz konusu kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, 4389 sayılı Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde on yıl olan zamanaşımı süresi, 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren 20 yıl olmuştur.
l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun’un 141. maddesinde de mülga 4389 sayılı Kanun’un Ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilmektedir.Esasen fon alacaklarında zamanaşımı süresinin halen yürürlükte olan 141.madde ile 20 yıl olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının da eldeki davada incelenmesi gerekmemektedir. Uyuşmazlık davacı bankanın 20 yıllık zamanaşımından yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır.
Bankacılık Kanunu 132/8 maddesi gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. bu kapsamda … tarafından devralınmadığından fon bankası değildir.
Davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği ,iptal edilmeden evvel de 01.11.2005 tarihinde 5411 sayılı 168.maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile “Sermayesinin yarıdan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalarda (Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. dahil) 26.12.2003 tarihinden önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı ve/veya yeterli teminatlı kredi kullanıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya…. hakların da diğer bankaların ve üçüncü kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123,134,136,137,138,140,142 ve 165. madde hükümleri, tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmaması, dahil bankalarınca uygulanır.” denilmiştir. Söz konusu maddede fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen 141.maddeye atıf yapılmamıştır. Buna göre davacı banka fonun maddede yazılan ayrıcalıklardan yararlanacak ise de 141.maddeye açık atıf olmadığından genel dava zamanaşımı süresi olan 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
Anlatılanlara göre zamanaşımının somut olayda hesabın kat olunduğu anlaşılan 09/04/2001 tarihinde özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden 4389 sayılı kanun gereği zamanaşımı süresinin 10 yıl olduğu, arada 12.12.2003 tarihli ek 5. madde gereği 20 yıla uzadığı, kanun hükmünün l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile tekrar kaldırılarak 10 yıla düştüğü, dolayısıyla zamanaşımının başladığı ve sona erdiği tarihlerde yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereği 10 yıl olarak uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
Buna göre 28/04/2000 yılında akdedilen kredi sözleşmesi uyarınca kullandırılan krediye ilişkin borcun ödenmemesi üzerine hesabın 09/04/2001 tarihinde kat edilmesiyle alacağın muaccel hale geldiği, bir an için … 8. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı dosyasının aslının bulunduğu veya davacı vekilince sunulduğu kabul edilip, 2005 yılı itibariyle dosyada taşınmaz satım işleminin gerçekleştirildiği kabul olunsa dahi bu davaya esas olan … 26. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına istinaden takibin 08/06/2017 tarihi itibariyle başlatıldığı gerçeği karşısında, arada geçen süreler içerisinde zamanaşımını kesen herhangi bir belgenin somutlaştırılmadığı gibi bu yöne ilişkin soyut bir beyanın dahi mevcut bulunmadığı, esasen soyut beyanında bu noktada yeterli görülmesinin de mümkün bulunmadığı, buna göre davaya esas … 26. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı dosyası ile takibin yapıldığı, 08/06/2017 tarihi itibariyle dayanak sözleşme asılları veya başkaca takip evrakı sureti dahi sunulamayan dava dosyasına esas takipte davalı asıl borçlu şirket yönünden zamanaşımı süresinin dolduğu sonucuna varılmıştır. (İstanbul BAM 12. HD’nin 2019/580E. 2019/671K.sayılı ilamı)
b)Davalı gerçek kişiler ise kefil olup davalı gerçek kişiler yönünden itirazın iptali davasının hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığı ayrıca ele alınmıştır.
Somut olayın özelliği göre davalı gerçek kişilerin dayanak sözleşmeleri kefil olarak imzaladıkları tarihin karşısında 28/04/2000 olarak açıklanması nedeniyle 01/07/2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmünün irdelenmesi gerekir.
6098 sayılı TBK’nin m.598/f.3 hükmüne göre, bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet,buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yıl geçmesi ile kendiliğinden ortadan kalkar.
Davalı gerçek kişiler hakkında takip yapılan ve kefil olarak sorumluğuna dayanılan sözleşme tarihi 28/04/2000 olarak dikkate alındığında 6098 sayılı kanunun yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle on yıllık süre tamamlanmıştır.
6101 sayılı TBK Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun m.1.hükmüne göre kural olarak,”TBK’nin yürürlüğü girdiği tarihten itibaren önceki fiil ve işlemlere bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise uygulanması gerektiği ancak temerrüt, sona erme ve tasfiye konularında TBK’nin uygulanacağı” düzenlemesi getirilmiştir.
6101 sayılı Kanunun m.5 hükmüne göre,” TBK’nin yürürlüğü girmesinden önce başlamış hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri eski kanun hükümlerine göre tabi olmaya devam eder, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı TBK’de öngürülen süreden uzun ise yürürlüğünden başlayarak TBK’de öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.”
6101 sayılı Kanunun m.5/f.2 hükmüne göre, “TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar, ancak bu ek süre TBK’de öngörülen süreden daha uzun olamaz.”
6101 sayılı Kanunun m.6 hükmüne göre ise “Bu kanunun 5. maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanır.”
O halde somut olay açısından 6098 sayılı TBK ile düzenlenen sürenin mevcudiyeti,bu sürenin TBK’nın yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle dolmuş olması karşısında davacı hak sahiplerinin,TBK’nın yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden itibaren bir yıllık ek süreden yararlanmaları mümkündür.Ne var ki kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıllık süre 01/07/2013 itibariyle dolduğu halde davalı gerçek kişilere yönelik olarak bu davaya esas icra takibi 31/05/2017 tarihi itibariyle yapılmıştır.
6101 sayılı kanunun 6.maddesinin gerekçesinde de; “süreye bağlı hak” ile “hak düşürücü süre”lerin farklı kavramlar olduğu, süreye bağlı haktaki sürenin, kanunda bu hakkın varlığını sürdürmesi için öngörülmüş olan bir süre olduğu, “süreye bağlı hak”taki sürenin, ne zamanaşımı süresi ne de hak düşürücü süre olduğu, bu nedenle de Türk Borçlar Kanununda süreye bağlı haklar için öngörülen süreler hakkında 5 inci maddesinin kıyas yoluyla uygulanacağı ve hak sahibinin, bir yıllık ek süreden yararlanabileceği…” vurgulanmıştır.
Yukarıdaki yasal düzenlemeleri somut olay yönünden değerlendirmek için öncelikle TBK ile ilk kez getirilen on yıllık kefalet süre sınırlamasının hukuki niteliğinin saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Konu ile ilgili öğretide ortaya konan görüşlere göz atacak olursak;
“…on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığı için kesilme ve durma söz konusu olmaz. on yıllık sürenin tamamlanması ile birlikte kefilin yükümlülüğü kendiliğinden (yasa gereği ortadan kalkar).. Kefalet süresinin dolduğu yargıç tarafından görevinden ötürü göz önünde tutulur..” (Prof.Dr. C.Yavuz Borçlar Hukuku s.1472 vd)
“… on yılın geçmesi ile borç kendiliğinden ortadan kalkar, kefalet için getirilen yasal en yüksek (azami) süreye ilişkin düzenleme başka bir hiçbir hukuk sisteminde bulunmamaktadır. Amaç, kefili belli bir süre geçtikten sonra kefillik bağından kurtarmaktır…” (Nihat Yavuz, Kefalet Sözleşmesi s.3085 )
“… Kefilin sorumlu tutulabileceği on yılık süre kefalet sözleşmesinin meydana geldiği andan itibaren işlemeye başlar… on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığına göre kesilme ve durma da söz konusu olmaz…” (Doç. Dr. Burak Özen Kefalet Sözleşmesi s. 578 vd)
“… Yeni Borçlar Kanununda sona ermeyle ilgili emredici nitelikte hükümler varsa bunlar -sözleşmede örneğin feragat ile ilgili hüküm olsa da olmasa da – 01/07/2012 tarihinden sonraki sona ermelerde uygulanacaktır… (kefalet sözleşmesinde ) on yıllık süre daha önce sona ermiş ise yürürlük yasasının 5. Maddesi göz önünde tutulacaktır… Gerçek kişilerin verdiği kefaleti sona erdiren on yılın hak düşürücü süre olarak kabul edilip edilmemesi 5. maddenin uygulanması bakımından farklı sonuçlar verecektir…Hak düşürücü süre olarak kabul edilirse 01/07/2012 tarihinden önce on yılı dolduran kefaletlerde alacaklı 5. Maddenin tanıdığı bir yıllık ek süreden yararlanacak ve 01/07/2013 tarihine kadar kefili dava edebilecektir…(Prof. Dr. Seza Reisoğlu-TBK’nin Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi- İstanbul, 15/06/2012-Türkiye Bankalar Birliği Yayını)
“….6101 sayılı TBKYUŞHK’un 5/2. Maddesine göre TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanır. Aynı kanunun 6. maddesine göre bu kanunun 5. Maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.(…) Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde 01.07.2012’den önce kurulmuş bulunan gerçek kişilerin kefil olduğu kefalet sözleşmeleri derhal on yıllık süreye tabi olur(…) bu tarihten önce on yıllık süre dolmuşsa(…) alacaklı 01.07.2013 tarihine kadar kefili takip edebilecektir.Bu tarihte ise kefalet sözleşmesi hükümden düşer….”(Y.Doç.Dr.Serkan Ayan-Kefalet Sözleşmesinde Kefilin Sorumluluğu)
” TBK m.583/f.3 hükmüne göre on yıllık sürenin başlangıcı,kefalet sözleşmesinin kurulma anı olacaktır….”(Yrd.Doç.Dr.Özlem Acar,Türk Borçlar Hukukunda Müteselsil Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2015 )
Hal böyle olunca davalı gerçek kişiler aleyhine olmak üzere kefalete dair sözleşmenin 28/04/2000 tarihinde akdedildiği, buna göre … 8. İcra Müdürlüğünün …E.sayılı icra dosyasına istinaden davalı gerçek kişiler hakkında takip yapılmış olsa ve 2005 yılı itibariyle taşınmaz satımıyla takibin sonuçlandığı kabul olunsa dahi 2017 yılı itibariyle yapılan icra takibi karşısında on yıllık hak düşürücü sürenin dolmuş olduğu, TBK’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren davacı lehine bir yıllık ek sürenin başladığı, ancak davaya esas olan takibin bu süre içinde dahi başlatılmadığı, bu durumda kanun hükümleri karşısında davalı gerçek kişi kefiller yönünden 6101 sayılı Kanunun 5 ve 6.madde hükümleri dikkate alındığında kefil olan davalı gerçek kişiler hakkındaki takibin yasal hak düşürücü süre içinde yapılmadığı sonucuna varılmıştır.
Yapılan açıklamalar karşısında; davacı tarafından … 26. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarının iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada; 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller Recep …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine; davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanunun geçici 13 madde hüküm uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine; davanın red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine; ayrıca kötüniyetli olarak takip yapıldığı anlaşılamadığından ve yasal şartlar oluşmadığından davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı tarafından … 26. İcra Müdürlüğünün … E.sayılı icra dosyasına yönelik davalıların itirazlarının iptali ile takibin devamı amacıyla açılan davada;
6098 Sayılı TBK m.598/f.3 hükmü uyarınca davalı kefiller …, …, … hakkında açılan itirazın iptali davasında, on yıllık hak düşürücü süre dolduğundan kefil olan ve adı geçen gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan itirazın iptali davasının mevcut hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile reddine,
Davalı asıl borçlu şirket aleyhine açılmış olan itirazın iptali ve takibin devamı davasının 5411 sayılı Bankacılık Kanunun geçici 13 madde hüküm uyarınca ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeni ile reddine,
2-Davanın red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine; ayrıca kötüniyetli olarak takip yapıldığı anlaşılamadığından ve yasal şartlar oluşmadığından davalıların kötüniyet tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine,
3-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
4-Davacı tarafından yapılan masrafın kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı … tarafından yapılan 28,00 TL posta ve tebligat giderinin devir eden ve devir alan davacı şirketlerden müteselsilen alınarak davalı …’ya verilmesine,
6-Müteselsilen sorumlu oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan davalılar yönünden süreye dayalı ret verilmesi karşısında “Yargıtay ve doktrin görüşleri çerçevesinde” davalılar lehine AAÜT gereği tek olarak takdir olunan 66.879,23 TL nispi vekalet ücretinin HMK m.125/f.3 hükmü gereği devreden ve devir alan davacı şirketlerden – tahsilde tekerrür olmamak üzere müteselsilen alınarak davalılara verilmesine,
7-Artan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, tarafların gerekçeli kararı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize verecekleri bir dilekçe ile veya bulundukları yerdeki başka bir mahkeme aracılığıyla mahkememize gönderecekleri dilekçe ile HMK.341.maddesi uyarınca İstanbul BAM nezdinde İSTİNAF yoluna başvurma hakları bulunduğu hatırlatılmak suretiyle verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 31/12/2020

Başkan

Üye

Üye

Katip