Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/256 E. 2021/567 K. 09.09.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/256
KARAR NO : 2021/567

DAVA : İtirazın İptali (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 15/03/2017
KARAR TARİHİ : 09/09/2021

Mahkememizde görülmekte olan itirazın iptali (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacıya temlik veren banka vekilinin dava dilekçesinde özetle: “müvekkili banka ile davalılardan … Tic. Ltd. Şti. arasında imzalanan genel kredi sözleşmesine istinaden kredi kullandırıldığı, diğer borçlu …’ın da bu sözleşmenin müşterek borçlu ve mütesilsil kefili olduğu, borcun ödenmemesi üzerine … 2. Noterliğinin …tarih ve … sayılı sayılı ihtarı ile hesapların kat edildiği, borç ödenmediği için … 8. İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyası ile ilamsız takip yapıldığı, ancak davalıların itirazı ile takibin durması üzerine bu davanın açılma gereğinin doğduğu, sözleşmenin 47. sayfasındaki 46. maddeye göre anlaşmazlıklarda İstanbul Mahkeme ve icralarının yetkili olduğunun görüldüğü, zamanaşımı süresi yirmi yıl olduğundan zamanaşımı itirazının da yerinde olmadığı, iddiasında bulunarak borçluların … 8. İcra Müdürlüğünün …E. sayılı dosyasına yaptıkları itirazların iptaline, takip miktarının % 20 sinden az olmamak üzere icra inkar tazminatına ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar davayı inkar eder konumdadır.
Kredi sözleşmesi hükümlerine dayanıldığı, davalıların asıl borçlu ve kefil konumunda bulunduğu tartışmasızdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık icra dairesinin yetkisine dair itirazın ve zamanaşımı itirazının kabul edilip edilmeyeceği öncelikle ele alınmalıdır.
Davacı tarafından dayanılan ve tespit edilebilen, dosyada mevcut olan ve davalılara atfedilen belge içerikleri dikkate alındığında icra müdürlüğünün yetkisine yönelik itirazın reddi gerekmektedir. Esasen davacı bankanın adresi dahi mahkememizin yargı çerçevesinde yer almaktadır.
Daha önemlisi davacı olan banka, İzmit şubesinin düzenlemiş olduğu kredi sözleşmesine istinaden takip yapmış ve davayı açmıştır. Bilindiği üzere HMK m.14 hükmüne göre “Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir”. Yargıtay uygulaması gözetildiğinde, davacı bankanın İzmit Şubesinden yapmış olduğu işlemlerden dolayı davacı bankanın genel merkezinin bulunduğu yer mahkemesi hayli hayli yetkili olacaktır. Buna göre davacı bankanın merkezinin bulunduğu yer mahkemesi karşısında Mahkememizin yargı çevresindeki icra müdürlüğünün, bankanın kendi şubesinin yapmış olduğunu iddia ettiği her türlü işlemle ilgili doğan takip yönünden de yetkili olacağı açıktır. Bu nedenlerle yetki itirazının reddi gerekmekte olup mahkememizce yargılama aşamasında bu yöne ilişkin itiraz reddedilmiştir.
Bu noktada ve öncelikle cevap dilekçesi sunmayan, bu nedenle davayı inkar eden konumda bulunan ve süresi içinde ödeme emrine itiraz ederek zamanaşımına yönelik itirazda bulunan davalıların zamanaşımına yönelik itirazların kabulünün gerekip gerekmediği öncelikle değerlendirilecektir.
Zamanaşımının, bir başka deyişle bu davaya esas icra takibine konu alacağın süresi içinde talep edilip edilmediği hususunun irdelenmesi sonrası ancak tahkikata yönelik işlemler yapılabilecektir.
Yargıtay HGK’nın 2013/17-1101E. 2014/716K.sayılı ilamda belirtildiği üzere “Somut olayda, davalılar haklarında yapılan genel haciz yolu ile icra takibine süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunarak borca itiraz etmeleri üzerine icra müdürlüğü tarafından takibin durdurulmasına karar verilmiştir. Davacı tarafından süresi içerisinde itirazın iptali davası açıldığı, ancak davalıların aleyhine açılan davaya karşı zamanaşımı def’inde bulunulmadığı anlaşılmaktadır. İcra takibine karşı zamanaşımı def’inde bulunan borçluların bu itirazının iptali için açılan davada, davacı, zamanaşımı def’inin yerinde olmadığını ileri sürerek itirazın iptali davasını açtığından mahkemece zamanaşımı def’inin yerinde olup olmadığı konusu üzerinde durularak dava karara bağlanacaktır. Bu nedenle mahkemece kendiliğinden üzerinde durulacak ve araştırılacak bir konuda davalıya icra takibi sırasında belirttiği zamanaşımı def’ini mahkemede de ileri sürmesi zorunluluğu yüklenmemelidir. Bu nedenle ödeme emrine itiraz ederken zamanaşımı def’ini ileri sürmüş olan borçlunun itirazın iptali davasında bu def’iyi tekrar ileri sürmesi gerekmemektedir.” Hal böyle olunca ve öncelikle bu çerçevede gerekli değerlendirmenin yapılması gerekmektedir.
Bilindiği üzere zamanaşımı def’i olup davalı kefiller yönünden uygulanma imkanı olan hak düşürücü süre ise def’i olmayıp mahkemece re’sen incelenmesi gereken bir husustur.
Dava, davalıların imzaladığı ileri sürülen genel kredi sözleşmesi çerçevesinde, davalı asıl borçlu ve davalı kefil hakkında başlatılan takibe yönelik itiraz sonucunda duran takibin devamı için açılan itirazın iptali davasıdır.
Davaya esas olan kredi sözleşmesine göre alacaklının … A.Ş., dayanak sözleşmenin 15/08/1997 tarihli sözleşme olduğu, sözleşmenin 21/04/1998 tarihli belge ile kat olunduğu, belirtilen kat tarihi ile dava tarihi arasında dosyanın borçluları arasında herhangi bir nedene dayalı kanunda öngörülen zamanaşımının durmasına veya kesinleşmesine esas olabilecek herhangi bir delil tespit edilemediği, ayrıca sunulmadığı, özellikle bu konuda yargılama aşamasında 19/12/2019, 25/06/2020, 13/04/2021 tarihi itibariyle oluşturulan tüm ara kararlara rağmen davacının bir kısım sözleşme sayfaları dışında herhangi bir belge ve kayıt sunamadığı, davalıların ise davayı inkar eden konumda oldukları, bu suretle 6098 sayılı TBK m.153, ve m.154 hükmü çerçevesinde zamanaşımının kesilmesi veya durması noktasında davacı lehine hiçbir kayıt ve belgenin tespit edilemediği, davalının zamanaşamına yönelik icra dosyasındaki itirazları karşısında, davacının bu yöne ilişkin kendi lehine hukuki sonuç doğması noktasında ve zamanaşımının kesilmesine yahut durmasına ilişkin hiçbir delil somutlaştıramadığı tartışmasızdır.
Davacı kambiyo senedine dayalı olarak 2012 öncesi bir takip yapıldığını dava dilekçesinde ileri sürmüş ise de bu konuya ilişkin hiçbir delil sunmadığı gibi verilen sürelere ve araştırmalara rağmen hiçbir kayıt da toplanamamıştır.
“Davalı davaya cevap vermemekle davacının ileri sürdüğü vakıaları yani zamanaşımının kesilmesine ve durmasına yol açabilecek vakıaları inkâr etmiş olup ileri sürdüğü yeni bir vakıa olmadığı için, ispat yükü davada kendi lehine sonuç doğuran bu vakıayı ileri süren davacıdadır. Mahkeme bu noktada davacı iddiasının kesilme veya durması iddiasını bu çerçevede ele alacaktır. (Prof.Dr. Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt II, İstanbul, 2001, Sayfa 1848; Prof.Dr. Ramazan ARIKAN, Prof.Dr.Sema TAŞPINAR AYVAZ, Medeni Usul Hukuku, 2.Baskı, Ankara, 2016, Sayfa 335)
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa 792) Bu şartlarda sonuç olarak, davalıların zamanaşımına yönelik itirazlarının iptali ile takibin devamı noktasında iddiada bulunan davacının bu noktada gerekli delilleri somutlaştıramadığı anlaşılmıştır. Bir başka deyişle hesabın kat olunmasına esas olan 21/04/1998 tarihinden sonra zamanaşımının kesilmesini ve durmasını gerektirir bir delil olmadığı gibi soyut iddia dışında davalı kefil hakkında daha önce kredi sözleşmesi gereği takibe geçildiğini gösterir herhangi bir belge bulunmamaktadır. Esasen davalılar bu noktada cevap dilekçesi sunmayarak ise davacının tüm iddialarını inkar eden konumdadır. O halde davalıların cevap dilekçesi sunmamak suretiyle inkarları, dava dilekçesindeki iddiaların kabulü olarak değerlendirilemez. Bir başka deyişle bir cevap dilekçesi düzenleyerek “davacının bütün iddialarını inkâr ediyorum” diyen davalı ile cevap dilekçesi vermeyen davalının durumu arasında fark gözetmenin haklı bir sebebi olamaz” (Prof.Dr.Ali Cem BUDAK, Medeni Usul Hukukunda Kavram İçtihadı ve Menfaat İçtihadı, İstanbul, 2021, Sayfa 35) Yukarıda atıf yapılan doktrin görüşleri de dikkate alındığında 01/07/2012 öncesi davalılar hakkında herhangi bir icra takibi yapıldığının ispatlanamadığı açıktır.
Bu genel çerçeve içinde davalılar yönünden süre hususu öncelikle dikkate alınacaktır.
Buna göre;
a)İcra dosyasında davalı şirketin ileri sürmüş olduğu zamanaşımı def’inin kabul edilmeyeceği yargılama aşamasında takdir olunmuş ise de bu ara karardan yargılama aşamasında ve hüküm öncesi dönülmüştür.
… Bankası A.Ş.ile ilgili gerek Yargıtay gerek BAM uygulamalarında da kabul olunduğu üzere;
“Dava konusu kredi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükte olduğundan somut olayda bu kanun hükümlerinin uygulanması gerekir. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak düzenlenmiş iken, bu Kanuna 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle eklenen Ek 3. maddesine göre, “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır.”
01.11.2005 tarih ve 35983 Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 141.maddesine göre “Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır.” 168/A maddesine göre, Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır.”
Anayasa Mahkemesi’nin 04.06.2014 tarih ve 2014/85 Esas 2014/103 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5411 sayılı Kanun’un 168. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 18.06.1999 tarihli 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun ilk hâlinde ayrıksı bir hüküm öngörülmediğinden anılan Kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarında da zamanaşımı süresi on yıl olarak uygulanmıştır. Ancak 12.12.2003 tarih ve 5020 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddeyle, söz konusu kanun’dan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, 4389 sayılı Kanun’dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde on yıl olan zamanaşımı süresi, 4389 sayılı Kanun’a eklenen Ek 3. maddenin yürürlüğe girdiği 26.12.2003 tarihinden itibaren yirmi yıl olmuştur.
l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun’un 141. maddesinde de mülga 4389 sayılı Kanun’un Ek 3. maddesine benzer bir hükme yer verilmektedir.Esasen fon alacaklarında zamanaşımı süresinin halen yürürlükte olan 141.madde ile yirmi yıl olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının da eldeki davada incelenmesi gerekmemektedir. Uyuşmazlık davacı bankanın 20 yıllık zamanaşımından yararlanıp yararlanmayacağı noktasındadır.
Bankacılık Kanunu 132/8 maddesi gereğince TMSF tarafından devralınmayan fon bankalarının alacakları fon alacağı niteliğinde değildir. Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. bu kapsamda … tarafından devralınmadığından fon bankası değildir.
Davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5. madde de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, ancak bu hükmün Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği ,iptal edilmeden evvel de 01.11.2005 tarihinde 5411 sayılı 168.maddesi ile yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile “Sermayesinin yarıdan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalarda (Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş. dahil) 26.12.2003 tarihinden önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı ve/veya yeterli teminatlı kredi kullanıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya…. hakların da diğer bankaların ve üçüncü kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123,134,136,137,138,140,142 ve 165. madde hükümleri, tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmaması, dahil bankalarınca uygulanır.” denilmiştir. Söz konusu maddede fon alacaklarında zamanaşımının yirmi yıl olduğunu düzenleyen 141.maddeye atıf yapılmamıştır. Buna göre davacı banka, fonun maddede yazılan ayrıcalıklardan yararlanacak ise de 141.maddeye açık atıf olmadığından genel dava zamanaşımı süresi olan on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
Anlatılanlara göre zamanaşımının somut olayda hesabın kat olunduğu anlaşılan 21/04/1998 tarihinde özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden 4389 sayılı kanun gereği zamanaşımı süresinin on yıl olduğu, arada 12.12.2003 tarihli ek 5. madde gereği yirmi yıla uzadığı, kanun hükmünün l.l1.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı kanunun geçici 13.maddesi ile tekrar kaldırılarak on yıla düştüğü, dolayısıyla zamanaşımının başladığı ve sona erdiği tarihlerde yürürlükte bulunan kanun hükümleri gereği on yıl olarak uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
Buna göre 15/07/1997 tarihinde akdedildiği ileri sürülen kredi sözleşmesi uyarınca kullandırılan krediye ilişkin borcun ödenmemesi üzerine hesabın 21/04/1998 tarihinde kat edilmesiyle alacağın muaccel hale geldiği, bu tarihe kadar davalılar aleyhine başkaca bir icra takibinin yapıldığını gösteren somutlaştırılmış bir delil veya belgenin mevcut olmadığı, esasen davalıların bu yöne ilişkin olmak üzere davayı inkar eden konumda oldukları, bu nedenle davaya dayanak olan icra takip tarihi olan 08/02/2016 tarihi itibariyle asıl borçlu davalı şirket yönünden zamanaşımı süresinin dolmuş olduğu sonucuna varılmıştır. (İstanbul BAM 12. HD’nin 2019/580E. 2019/671K.sayılı ilamına esas olan Yargıtay 19. HD 2015/8564E. 2016/8328K.sayılı ilâmı)
b)Davalı gerçek kişi ise kefil olup davalı gerçek kişinin yönünden itirazın iptali davasının hak düşürücü süre içinde açılıp hususu bu husus re’sen ele alınması gerekmekle öncelikle ve ayrıca ele alınmıştır.
Somut olayın özelliğine göre davalı gerçek kişinin dayanak sözleşmeleri kefil olarak imzaladığı açık olup bu davaya esas olan 08/02/2016 tarihi itibariyle yapılan takip mevcuttur. Adı geçen takip dışında, kredi sözleşmesi nedeniyle davalı kefil gerçek kişi yönünden takip yapıldığını gösterir ve somutlaştırılmış hiçbir belge mevcut olmadığı dosya kapsamı ve celb edilen yazılar ile sabittir. Kaldı ki davalılar cevap dilekçesi sunmamış olsa dahi usulen davayı tamamen davayı inkar eden konumdadırlar. Bu aşamada davalı gerçek kişi aleyhine bu davaya esas takibin başlatıldığı 08/02/2016 tarihi öncesi başkaca bir takip yapıldığı noktasında somutlaştırılmış bir delil olmadığı gibi davalıların ikrarı dahi mevcut değildir. Bilakis davalı gerçek kişinin inkarı söz konusudur. Yukarıda atıf yapılan doktrin görüşleri de dikkate alındığında inkâr konumunda olan davalı aleyhine yorum yapılamaz. Bu nedenle 01/07/2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK m.598/f.3 hükmünün irdelenmesi gerekir.
6098 sayılı TBK’nin m.598/f.3 hükmüne göre, bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet,buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yıl geçmesi ile kendiliğinden ortadan kalkar.
Davalı gerçek kişiler hakkında takip yapılan ve kefil olarak sorumluğuna dayanılan sözleşme tarihi 28/04/2000 olarak dikkate alındığında 6098 sayılı kanunun yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle on yıllık süre tamamlanmıştır.
6101 sayılı TBK Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun m.1.hükmüne göre kural olarak,”TBK’nin yürürlüğü girdiği tarihten itibaren önceki fiil ve işlemlere bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise uygulanması gerektiği ancak temerrüt, sona erme ve tasfiye konularında TBK’nin uygulanacağı” düzenlemesi getirilmiştir.
6101 sayılı Kanunun m.5 hükmüne göre,” TBK’nin yürürlüğü girmesinden önce başlamış hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri eski kanun hükümlerine göre tabi olmaya devam eder, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı TBK’de öngürülen süreden uzun ise yürürlüğünden başlayarak TBK’de öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.”
6101 sayılı Kanunun m.5/f.2 hükmüne göre, “TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar, ancak bu ek süre TBK’de öngörülen süreden daha uzun olamaz.”
6101 sayılı Kanunun m.6 hükmüne göre ise “Bu kanunun 5. maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanır.”
O halde somut olay açısından 6098 sayılı TBK ile düzenlenen sürenin mevcudiyeti,bu sürenin TBK’nın yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle dolmuş olması karşısında davacı hak sahiplerinin,TBK’nın yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden itibaren bir yıllık ek süreden yararlanmaları mümkündür. Ne var ki kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıllık süre 01/07/2013 itibariyle dolduğu halde davalı gerçek kişi …’a yönelik olarak bu davaya esas icra takibi 08/02/2016 tarihi itibariyle yapılmış bu arada başkaca bir takibin yapıldığına dair bir belge ve kayıt sunulamadığı gibi tespit edilememiştir. Esasen davalı da davayı tamamen inkar eden konumdadır.
6101 sayılı kanunun 6.maddesinin gerekçesinde de; “süreye bağlı hak” ile “hak düşürücü süre”lerin farklı kavramlar olduğu, süreye bağlı haktaki sürenin, kanunda bu hakkın varlığını sürdürmesi için öngörülmüş olan bir süre olduğu, “süreye bağlı hak”taki sürenin, ne zamanaşımı süresi ne de hak düşürücü süre olduğu, bu nedenle de Türk Borçlar Kanununda süreye bağlı haklar için öngörülen süreler hakkında 5 inci maddesinin kıyas yoluyla uygulanacağı ve hak sahibinin, bir yıllık ek süreden yararlanabileceği…” vurgulanmıştır.
Yukarıdaki yasal düzenlemeleri somut olay yönünden değerlendirmek için öncelikle TBK ile ilk kez getirilen on yıllık kefalet süre sınırlamasının hukuki niteliğinin saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Konu ile ilgili öğretide ortaya konan görüşlere göz atacak olursak;
“…on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığı için kesilme ve durma söz konusu olmaz. on yıllık sürenin tamamlanması ile birlikte kefilin yükümlülüğü kendiliğinden (yasa gereği ortadan kalkar).. Kefalet süresinin dolduğu yargıç tarafından görevinden ötürü göz önünde tutulur..” (Prof.Dr. C.Yavuz Borçlar Hukuku s.1472 vd)
“… on yılın geçmesi ile borç kendiliğinden ortadan kalkar, kefalet için getirilen yasal en yüksek (azami) süreye ilişkin düzenleme başka bir hiçbir hukuk sisteminde bulunmamaktadır. Amaç, kefili belli bir süre geçtikten sonra kefillik bağından kurtarmaktır…” (Nihat Yavuz, Kefalet Sözleşmesi s.3085 )
“… Kefilin sorumlu tutulabileceği on yılık süre kefalet sözleşmesinin meydana geldiği andan itibaren işlemeye başlar… on yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığına göre kesilme ve durma da söz konusu olmaz…” (Doç. Dr. Burak Özen Kefalet Sözleşmesi s. 578 vd)
“… Yeni Borçlar Kanununda sona ermeyle ilgili emredici nitelikte hükümler varsa bunlar -sözleşmede örneğin feragat ile ilgili hüküm olsa da olmasa da – 01/07/2012 tarihinden sonraki sona ermelerde uygulanacaktır… (kefalet sözleşmesinde ) on yıllık süre daha önce sona ermiş ise yürürlük yasasının 5. Maddesi göz önünde tutulacaktır… Gerçek kişilerin verdiği kefaleti sona erdiren on yılın hak düşürücü süre olarak kabul edilip edilmemesi 5. maddenin uygulanması bakımından farklı sonuçlar verecektir…Hak düşürücü süre olarak kabul edilirse 01/07/2012 tarihinden önce on yılı dolduran kefaletlerde alacaklı 5. Maddenin tanıdığı bir yıllık ek süreden yararlanacak ve 01/07/2013 tarihine kadar kefili dava edebilecektir…(Prof. Dr. Seza Reisoğlu-TBK’nin Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi- İstanbul, 15/06/2012-Türkiye Bankalar Birliği Yayını)
“….6101 sayılı TBKYUŞHK’un 5/2. Maddesine göre TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanır. Aynı kanunun 6. maddesine göre bu kanunun 5. Maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.(…) Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde 01.07.2012’den önce kurulmuş bulunan gerçek kişilerin kefil olduğu kefalet sözleşmeleri derhal on yıllık süreye tabi olur(…) bu tarihten önce on yıllık süre dolmuşsa(…) alacaklı 01.07.2013 tarihine kadar kefili takip edebilecektir.Bu tarihte ise kefalet sözleşmesi hükümden düşer….”(Y.Doç.Dr.Serkan Ayan-Kefalet Sözleşmesinde Kefilin Sorumluluğu)
” TBK m.583/f.3 hükmüne göre on yıllık sürenin başlangıcı,kefalet sözleşmesinin kurulma anı olacaktır….”(Yrd.Doç.Dr.Özlem Acar,Türk Borçlar Hukukunda Müteselsil Kefalet Sözleşmesi, İstanbul, 2015 )
Hal böyle olunca davalı gerçek kişi aleyhine olmak üzere dayanak sözleşmenin 15/08/1997 tarihi itibariyle akdedildiği, kredi sözleşmesine konu borç nedeniyle başkaca bir takibin yapıldığına dair delil ve ikrarın ise olmadığı, hatta inkârın olduğu, bu noktada doktriner olarak ispat yükü davacı üzerinde olduğu halde davacı lehine bir delilin sunulmadığı gibi toplanamadığı, 2016 yılı itibariyle yapılan icra takibi karşısında on yıllık hak düşürücü sürenin 01/07/2012 öncesi dolmuş olduğu, TBK’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren davacı lehine bir yıllık ek sürenin başladığı, ancak davaya esas olan takibin bu süre içinde dahi başlatılmadığı, aksine belgenin verilen tüm sürelere ve araştırmalara rağmen sunulamadığı, tespit edilemediği, bu noktada davalının davayı da inkar ettiği, bilirkişi raporu ile bu durumun sabit olduğu, kanun hükümleri karşısında davalı gerçek kişi kefil yönünden 6101 sayılı Kanunun 5. ve 6.madde hükümleri dikkate alındığında kefil olan davalı gerçek kişi hakkındaki takibin yasal hak düşürücü süre içinde yapılmadığı, aksine ve somutlaştırılmış delil de olmadığı sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 19.HD. 2015/8564E. 2016/8238E.sayılı ilâmı)
Yapılan açıklamalar karşısında; davacının, davalı … Limited Şirketi aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamı davasının zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle, davalı … aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamı davasının ise hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile ayrı ayrı reddine, davacının davasının red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminat taleplerinin tümden reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının, davalı … Şirketi aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamı davasının zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle, davalı … aleyhine açmış olduğu itirazın iptali ve takibin devamı davasının ise hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeni ile ayrı ayrı REDDİNE,
2-Davacının davasının red nedeni karşısında davacının icra inkar tazminat taleplerinin tümden reddine,
3-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
4-Davacı tarafından yapılan masrafın kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalılar tarafından halihazırda yapılan herhangi bir masraf olmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
6-Davalılar halihazırda vekil ile temsil edilmediklerinden lehlerine vekalet ücreti hususunda karar tayinine yer olmadığına,
7-Artan avansın karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere davacı vekilinin huzurunda diğerlerinin yokluğunda ve oy birliği ile karar verildi.09/09/2021

Başkan

Üye

Üye

Katip