Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/146 E. 2018/1118 K. 06.11.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/146 Esas
KARAR NO : 2018/1118

DAVA : Alacak
DAVA TARİHİ : 27/03/2015
KARAR TARİHİ : 06/11/2018

İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04/06/2015 tarih, 2015/127 esas, 2015/278 karar sayılı görevsizlik kararı ile dosya mahkememize gönderilmekle, mahkememizde görülmekte olan Alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili davacının … 3 icra müdürlüğünün … esas numaralı icra dosyasındaki takip konusu alacağı 01/03/2013 tarihli temlik sözleşmesi ile temlik aldığını, davalı yan aleyhine 25/06/2013 tarihinde takibe geçildiğini ancak karşı tarafın takibe haksız olarak itiraz ettiğini, itiraz nedeniyle takibin durduğunu, … 3.icra müdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile mükerrerlik arz etmemek kaydı ile davalı taraftan olan 142.001,425 TL alacağın dava tarihinden işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı davaya herhangi bir cevap vermemiştir.
GEREKÇE;
Dava, limited şirket ortaklığından kaynaklı şirketin vergi (kamu) borçlarının dava dışı ortak (…) tarafından ödenmesi nedeniyle diğer ortak olan davalıdan ortaklık payı oranında alacağın temliki sözleşmesi ile devralan davacı tarafından açılmış rücuen tahsili istemine ilişkindir.
Davacının bildirdiği delil ve belgeler getirtilerek dosya içerisine alınmış; dosya kapsamında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Alınan bilirkişi raporunda özetle;
“Kamu borçlarından kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmeleri için öncelikle asıl kamu borçlusunun yani şirketin takip edilmesi ve takibin sonuçsuz kalması yada sonuçsuz kalacağının anlaşılması gerekir daha açık bir deyişle kamu alacaklısı öncelikle şirketi kamu borçları için takip edecek ve kamu alacağının şirketten tahsil edilememesi yada bu durumun anlaşılması halinde kanuni temsilcinin sorumluluğuna gidilebilecektir. İflas ve tasfiyeden önce şirketin borcunu karşılayacak varlığın olmadığı, takiplerin sonuçsuz kalmasından ve ayrıca hiçbir bankada alacak bakiyesinin bulunmamasından anlaşılması halinde, tasfiyenin sonucunun ve aciz vesikasının alınmasının beklenmesine gerek yoktur. AATUHK mükerrer m.35/1 hükmünde “tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları” denilmek suretiyle bu husus açıkça ifade edilmiştir. Somut olayda, dava konusu kamu borcunun, idare tarafından şirketten tahsil edilemeyip davacıdan tahsil edildiği ve yine dava konusu şirketin ticaret sicil müdürlüğü tarafından, faaliyetinin olmaması nedeniyle, re’sen terkin edildiği hususları dikkate alındığında; şirketin dava konusu borcu ödeyebilecek durumda olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu nedenle davalı tarafın öncelikle şirkete karşı takip yapılması ve takibin semeresiz kaldığının ispat edilmesi gerektiği yönündeki iddiası yerinde olmamaktadır”.
Bütün bu hususlar dikkate alındığında,
-… Kurumlar Vergi Dairesinin kayıtlı mükellefi iken …tarihinde … Vergi Dairesine nakil giden … vergi kimlik numaralı … LTD.ŞTİ’nin ortaklarının %50’şer hisseli … ve … olduğu,
-Şirket Ortakları … ve …’nun şirketin borçlarından dolayı sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu oldukları,
-… LTD.ŞTİ’nin … Kurumlar ve Nakil Vasıtaları Vergi Daireleri ve AHL. Gümrük Saymanlık Müdürlüğüne olan borçları 6111 sayılı kanun kapsamında yapılandırılarak ödendiği,
-Bu borçların 6183 sayılı AATUHK’nun 102.maddesine göre zamanaşımına uğramadığı, … Asliye 29. Ticaret Mahkemesinin … Esas nolu kararında da bu miktarlar üzerinden takibe devam edilmesine karar verilmesi dikkate alındığında, mükerrer takip ve tahsilatın bulunmadığı,
-Dava dışı …Ticaret LTD.ŞTİ’ne ait 5,6 ve 7.taksit tutarları olan 284.002,85 TL’lik vergi borcunun davacı … tarafından kendi adına kayıtlı olan Kredi kartları ve şahısa ait …bank … şubesindeki …-…-… nolu hesaptan ödediği, %50 hisseli şirket Ortağı olan davalı …’nın bu tutarın 142.001,42 TL’lik kısmından sorumlu olduğu kanaati oluşmaktadır”.
Tespitlerine yer verildikten sonra raporda açıklanan nedenlerle; davacının davalıdan (dava değeri) 142.001,42 TL alacaklı olduğu, davalıdan talep edilen miktara avans faizi işletilebileceği kanaati bildirilmiştir.
Konuya ilişkin emsal nitelikte Yargıtay 11. HD’nin 22/09/2016 tarih 2015/15267 esas, 2016/7421 karar sayılı kararı şu yöndedir:
“Dava, limited şirketin kamu borçlarını ödediğini iddia eden ortağın diğer ortaklardan rücuen tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili müvekkilinin dava dışı … Dış Tic. Ltd. Şti’nin ortağı ve yetkilisi iken sahip olduğu hisseleri 01.05.2008 tarihinde davalı ortak …’ya devretmesine rağmen söz konusu devrin pay defteri ve ticaret siciline tescil ettirilmemesi nedeniyle şirketin ödenmeyen vergi ve SGK borçlarından dolayı kanuni takibata maruz kaldığını, 6111 sayılı Yasa’dan yararlanarak Maliye ve SGK’ya ödemeler yaptığını iddia ederek 30.12.2014 tarihli dilekçe ekinde ödeme dekontlarını ve diğer belgeleri ibraz etmiştir.
Tüzel kişi mükelleflerin kamu alacaklarından kaynaklanan yükümlülüklerinin yerine getirilmesinden kanuni temsilcileri sorumlu tutulmuştur. Ancak, vergi borcunun temsilciden istenebilmesi için öncelikle temsil edilen tüzel kişiden talep edilmesi ve bu tüzel kişinin ödeme kabiliyetinin olmadığını gösteren “aciz vesikasının” düzenlenmiş olması gerekmektedir. (6183 SK.m.75).
Limited şirketlerde kanuni temsilciler şirket müdürleri ise de getirilen bir düzenleme ile kanuni temsilciye ilaveten ortaklar da kamu borcundan sorumlu tutulmuştur. Buna göre limited şirketin malvarlığından tahsil edilemeyen kamu alacakları ortaklardan, ortaklık payı oranında istenebilecektir (6183 SK. m.35).
Temsilcinin ödediği vergi için asıl mükellefe rücu etme hakkı bulunmaktadır (213 sayılı VUK. M.10). Dolayısıyla yukarıda belirtildiği üzere tüzel kişi temsilcileri, ödedikleri kamu alacağının “tamamını” öncelikle asıl mükelleften rücuen talep edebilirler.
Kanuni temsilcilerin asıl mükellef dışındaki diğer sorumlulardan talepte bulunabilmesi için öncelikle bu kamu alacağının asıl yükümlüden tahsilinin mümkün olmaması gereklidir. Zira asıl yükümlüsünden tahsili mümkün olduğu halde bu alacağı kamu idaresine ödeyen kanuni temsilcilerin, asıl yükümlü dışındaki diğer sorumlulardan rücuen talepte bulunmaları mümkün değildir.
Ödenen kamu alacağının asıl yükümlüden tahsil imkanı bulunmadığı anlaşıldıktan sonra, diğer yükümlülerden rücu oranının ne olacağı konusunda ise bir ayrıma gidilmelidir. Buna göre limited ve kolektif şirketlerde temsilcilerin kamu alacaklarından sorumluluğu ortaklık sıfatına bağlı olduğundan, bu kişilerden ancak ortaklık payları oranında rücuen talepte bulunulabileceği kabul edilmelidir. Diğer bir deyişle limited ve kolektif şirketlerde kamu alacağından her ortak kendi payı oranında sorumlu olup payı haricinde ödediği kısım için diğer ortaklara rücu edebilir.
O halde, mahkemece, davacının ödediğini iddia ettiği vergi ve SGK borçlarının ödendiği tarihte şirketin ödeme gücünün bulunup bulunmadığı ilgili kurumlardan sorulup araştırılarak ve gerektiğinde şirketin defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, şirketin anılan tarihlerde ödeme gücünün olmadığının anlaşılması halinde ise ödeme makbuz ve belgelerini davacının ibraz ettiği de gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir”.
Bilirkişi raporunda davacının belirttiği ve sunduğu delillerin incelendiği, davalının herhangi bir delil sunmadığı gibi böyle bir davalı delilinin incelenmesi de söz konusu değildir.
Esasen bilirkişiler davalının ortağı olduğu limited şirketin ticari defter ve belgelerini incelemeksizin bu sonuca varmışlardır. Ancak davacı taraf dava dilekçesinde dava dışı (ortağı olduğu) limited şirketin ticari kayıtlarına delil olarak dayanmakla birlikte bu delilleri dosyaya sunmamıştır. Davalı da aynı şekilde davada üçüncü kişi konumundaki limited şirketin ticari kayıtlarını sunmamıştır. Ancak bilirkişilerin raporlarında da belirttikleri üzere söz konusu kamu alacağının öncelikle limited şirketten tahsil edilmesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması gerekmektedir. Bu nedenle davada üçüncü kişi konumundaki limited şirketin ticari defter ve kayıtları incelenmeksizin ve şirkete kayıtlı banka hesapları, taşınır – taşınmaz malvarlığı, alacak ve borç tutarı tespit edilmeden ve bu tespitlerin yapılabilmesi için ticari defter ve kayıtları incelenmeden amme alacaklarını şirketten tahsil edilemeyeceği sonucuna varılması ve bu suretle dava dışı ortak tarafından doğrudan sorumluluk nedeni ile ödenen kamu borçlarının diğer ortaktan ortaklık payı oranında rücuen tahsili mümkün olmayıp bu hususun ispatı bakımından ispat yükü rücuen tahsil edilecek alacağı devralan davacıda olmakla birlikte şirketin ticari defter ve belgelerinin bulunduğu yerleri mahkememize bildirmekle yükümlüdür. Mahkememizce üçüncü kişi konumundaki limited şirketin ticari defter ve belgelerinin HMK 278/4 maddesi uyarınca yerinde incelenmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla davacı yahut davalı, (dava dışı) limited şirketin defter ve kayıtlarını ibraz etmeli yahut yerlerini bildirmelidir. Bu nedenle bilirkişilerin rücuen tahsil isteminin yasal zemini bulunduğu yönündeki tespitlerine katılmak mümkün olmayıp bilirkişi heyetinin varmış olduğu sonuç ve kanaat, ancak dosyaya sunulan diğer delil ve belgeler ile yapılan sınırlı inceleme sonucu varılan bir kanaattir. Kaldı ki limited şirket faal alıp, ticaret sicilinden terkin edilmediği gibi tasfiye halinde de değildir. Vergi mükellefiyeti kaydının kapatılması, şirketin tüzel kişilinin devam ettiği ve bu doğrultuda hakları kazanmaya, borç altına girmeye ehil olduğu anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak; dava dışı limited şirketin ticari defter ve kayıtları ibraz edilmeksizin veya yerleri bildirilmeksizin yapılan inceleme yeterli olmayıp kamu alacaklarının asıl sorumlusu olan limited şirket tüzel kişiliğinin malvarlığının kamu borçlarını ödemeye yetecek nitelikte olup olmadığı, 6183 sayılı Yasanın Mükerrer 35/1 maddesi hükmünde belirtilen “tahsil edilemeyeceği anlaşılan” şeklindeki yasal zeminin bulunup bulunmadığının tespit edilemediği, bu yöndeki iddia sahibi davacıya, ön inceleme aşamasında, (HMK 140/5 maddesi gereğince) sunmadığı delil ve belgeleri sunmak yahut başka yerden getirtilecek delil ve belgelerin getirtilmesi amacıyla gerekli açıklamayı yapmak üzere kesin süre verilmiş olmasına rağmen bu süre içerisinde davacının, dava dışı şirketin ticari defter ve belgelerini sunmaması veya yerlerini bildirmemesi nedeniyle iddiasını yasal ve yeterli delillerle kanıtlayamadığı sonucuna varılarak ispatlanamayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
Her ne kadar hükmün tefhimi sırasında yasa yolu olarak istinaf kanun yolu gösterilmiş ise de, dosya kapsamında daha önce görevsizlik kararı veren İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04/06/2015 tarih 2015/127 esas 2015/278 karar sayılı görevsizlik kararının temyiz edilmesi üzerine dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderildiği, anılan dairenin 05/02/2016 tarih 2016/87-9311 sayılı kararı ile görevsizlik kararının onandığı anlaşılmıştır.
Konuya ilişkin Yargıtay 23. HD’nin 01/11/2018 tarih 2018/1730 esas ve 2018/5065 karar yasa yolu incelemesine ilişkin kararı şu şekildedir.
“…6100 Sayılı HMK’nun 373/4 maddesi; “Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.” hükmünü, geçici 3/2 maddesi; “Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 Sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 Sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki 427. ve 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar Bölge Adliye Mahkemelerine gönderilemez.” hükmünü içermektedir.
Yukarıda açıklanan yasa maddelerinin düzenleniş amacı, Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlara karşı Yargıtay yoluna başvurulmasını ve karar kesinleşinceye kadar kanun yolu denetiminin Yargıtay tarafından yapılmasını sağlamaktır.
Diğer bir anlatımla, Yargıtay’ın verdiği bozma kararları üzerine verilen kararların tekrar Yargıtay denetiminden geçmesi, başka bir deyişle Yargıtay kararının istinaf yolu ile denetlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bu itibarla, ilk derece mahkemesinin 06.06.2018 tarihli ek kararı yerinde görülmüş olup, kanun yolu incelemesi yapma görevinin Yargıtay’a ait olduğu anlaşılmakla, tarafların temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir…”
Yargıtayın yukarıda alıntılanan emsal nitelikte kararı da gözetilerek daha önce dosya kapsamında verilen yerel mahkeme kararının bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 01/07/2016 tarihinden önce temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderildiği gözetilerek esas hakkında verilen mahkememiz kararına karşı yasa yolunun temyiz ve yasa yolu merciinin Yüksek Yargıtay olduğu gözetilerek bu husus gerekçede düzeltilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davacının davasının REDDİNE,
2-Davalı taraf kendisini vekil ile temsil ettirmiş olduğundan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap ve taktir olunan 14.110,11-TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı tarafça yapılan 111,00-TL yargılama giderinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
5-Taraflarca yatırılan avansın kullanılmayan kısmının, karar kesinleştiğinde, istek halinde ilgili tarafa iadesine,
6-Alınması gerekli 35,90 TL maktu harçtan peşin alınan 2.425,03 TL harcın mahsubu ile fazla alınan 2.389,13 TL’nin karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, davalının yokluğunda, kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 GÜN içerisinde mahkememize ve bulunulan yer Asliye Ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla temyiz yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 06/11/2018

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır