Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/1026 E. 2020/678 K. 24.12.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/344
KARAR NO : 2020/686

DAVA : Tazminat (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 08/04/2017
KARAR TARİHİ : 24/12/2020

Mahkememizde görülmekte olan tazminat (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili …’nin Türkiye genelinde inşaat ve müteahhitlik işleri ile iştigal eden bir iş adamı olduğunu, faaliyetlerini bir dönem hissedarı olduğu “Tasfiye Halinde … Ltd. Şti.” ile devam ettirdiğini, bu dönemde inşaat faaliyetlerinin finansmanının sağlanması açısından davalı banka ile müvekkilin ortağı olduğu “Tasfiye Halinde …Tic. Ltd. Şti.” ile genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, işbu sözleşmede de müvekkili …’nin kefil olarak gösterildiğini, ancak kefaletin geçersiz olup ayrıca kim tarafından yapıldığını bilemedikleri şekilde genel kredi sözleşmesi üzerinde de tahrifat yapılarak limit ve borçlu taraf kısımları ile de oynandığını, … şirketi ile davalı banka arasında akdedilmiş olan genel kredi sözleşmesindeki kefaletin geçersiz olduğunu, kredi açma sözleşmesi asıl borçlu yönünden geçerlilik şekline tâbi olmadığı halde kefil yönünden Borçlar Kanunu’nun 484. maddesi gereğince yazılı şekil zorunlu olup kefilin sorumlu olacağı azami miktarın da (kefalet limitinin) gösterilmesinin şart olduğunu, genel kredi sözleşmesinde davalı banka yetkilileri tarafından tahrifat yapıldığını, kredi limit miktarı sonradan tahrifat ile yükseltildiğini, sözleşmeye yeni kefiller eklendiğini, hesap katının usulüne uygun olarak yaptırılmadığını, İİK 150/ı anlamında icra emri gönderilme koşulları oluşacak şekilde bir hesap katı yapıldığını, yukarıda sayılan hukuksuz eylem ve işlemler neticesinde müvekkile ait taşınmazların davalı banka tarafından icra marifeti ile satıldığını, manevi tazminat talebinin bulunduğunu, davalı bankanın işbu yukarıda belirtilen haksız ve hukuksuz eylemleri nedeni ile müvekkilinin icra takibine maruz kaldığını, taşınmazında haksız ve mesnetsiz olarak satıldığını, müvekkilinin bu haksız ve hukuksuz durum nedeni ile büyük manevi sıkıntılara duçar olup manen zor günler geçirdiğini, bu sebeple davalı bankadan 50.000 Türk Lirası tutarında da manevi tazminat talep ettiğini, yukarıda arz ve izah olunan nedenlerle, davalının haksız ve hukuka aykırı eylem ve işlemleri nedeni ile müvekkilin uğramış olduğu zararların tazmini açısından fazlaya ilişkin tüm dava ve talep haklarımız saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 Türk Lirası maddi tazminat ile 50.000 Türk Lirası manevi tazminatın davalıdan alınarak yasal faizi ile müvekkile ödenmesine, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalı tarafa tahmiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davanın zamanaşımı nedeniyle reddini talep ettiklerini, müvekkili banka ile “… Şti.” ve “…Tic. Ltd. Şti.” arasında akdedilen, davacının da “müşterek borçlu ve müteselsil kefil” olarak taraf olduğu genel kredi sözleşmesinin, 04.01.2005 tarihinde imza edildiğini, genel kredi sözleşmesinin imza ve akdedildiği dönemde 818 sayılı mülga Borçlar Kanununun yürürlükte olup, 818 sayılı Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanacağını, davacının imzasına havi olan 04.01.2005 tarihli genel kredi sözleşmesinin 1.1.maddesinde kredi limitinin zaten düzenlendiğini, genel kredi sözleşmesinin ilk maddesinde kredi limitinin açıkça yazıldığını, müvekkil banka çalışanları tarafından herhangi bir “tahrifat” yapılmadığını, ayrıca davacı tarafından genel kredi sözleşmesine sonradan bazı şirketlerin imzalarının alındığı ve sonradan eklendiği şeklinde asılsız iddialarda bulunduğunu, müvekkil banka çalışanları tarafından anılan genel kredi sözleşmesinde herhangi bir tahrifat yapmadığını, hesap katı ve tüm işlemlerin usulüne uygun olarak yapıldığını, manevi tazminat talebi haksız olduğunu, davanın reddini savunmuştur.
Taraflar arasında tartışma konusu, alacağa esas kredi sözleşmesindeki kefaletin geçerli olup olmadığı, GKS’de davalı banka tarafından kredi limit miktarıyla ilgili tahrifat yapılıp yapılmadığı, hesap katlarının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı, buna göre davacı aleyhine başlatılan … 10. İcra Müdürlüğünün …E. … 5.İcra Müdürlüğünün …E.sayılı ve … İcra Müdürlüğünün … Talimat sayılı dosyalarına istinaden davalıya ait taşınmazın satılmasının haksız olarak gerçekleşip gerçekleşmediği, bu nedenle davacının haksız ödeme yapıp yapmadığı, adı geçen sözleşmenin geçersizliği durumuna göre davacının maddi tazminat talep etme hakkının ve ayrıca haksız yapıldığı iddiasıyla manevi tazminat talep etme hakkının doğup doğmadığı noktalarındadır.
Davacı tarafın şeklen davalı banka nezdinde yapılan GKS’yi kefil olarak 04/01/2005 tarihinde imza ettiği, imza tarihi itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunun yürürlükte olduğu, dayanak GKS’nin 1.1 maddesi ile kredi limitinin belirlendiği, kredi limitinin 3.000.000.000 USD olduğu, hesap kat ihtarının ve icra emrinin mevcut olduğu, konuyla ilgili … CBS’nin … Soruşturma sayılı dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, adı geçen dosyada müştekinin dosyamız davacısı, şikayet edilen ise banka çalışanları olduğu, bu dosyanın bu itibarla davalı aleyhine bu yönden delil niteliğinin mevcut olmadığı tartışmasızdır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın sözleşme kaynaklı olması karşısında gerek asıl dava gerek ıslah olunan miktar açısından taşınmazın elden çıktığı tarih ve dava ve ıslah tarihi dikkate alınarak on yıllık zamanaşımı süresi içinde açılan davada zamanaşımı def’ine karar verilmiş, ayrıca dava dosyası mahkememiz heyetine intikal ettikten sonra harç eksikliği Harçlar Kanununun m.27 hükmü ve devamı çerçevesinde tamamlattırılmak suretiyle yargılamaya devam olunmuştur.
Uyuşmazlık hususlarının araştırılması için atanan belge inceleme uzmanları ve bankacıdan oluşan bilirkişi kurulunun hazırlamış oldukları 20/09/2018 tarihli raporda GKS’deki kefalet limitinin 3.000.000.000 USD yazılı bölümünde önceden mevcut 70.000,00 YTL yazısının silindiğini gösterir kimyasal ve tramvatik bir görüntü olmadığı, GKS’de tahrifat unsurlarının olmadığı, önceden hazırlanmış metnin ise tek bir seferde yazdırılmış olduğu, tüm sayfalardaki imzaların başka bir belgeden bilgisayar ve tarayıcı yardımıyla aktarılmış imzalar olmadığı, tüm imzaların ıslak imza olduğu, dolayısıyla sonradan kefil ve kefillerin eklenmediği açıklanmış, akabinde sunulan 25/03/2019 tarihli ek raporda da grafolojik yönden gerekli ve ayrıntılı incelemelerin yapıldığı, kefalet taahhüdü açısından grafolojik açıdan bir usulsüzlük bulunmadığı, yani imzaların sahte olmadığı, tahrifat ya da oynamanın mevcut olmadığı, kefalet limiti mevcut olmasa dahi sözleşmesinin ilk baş tarafında birinci maddede kredi limitinin 3.000.000.000 USD olarak gösterilmiş olduğu açık ve gerekçeli olarak irdelenmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki uyuşmazlığa esas olan kefalet sözleşmesinin yapıldığı tarih itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu hükümleri yürürlüktedir. 818 sayılı Borçlar Kanunun m.484 hükmü ve konuyla ilgili yerleşik Yargıtay uygulamaları dikkate alındığında “kefalet akdinin yazılı şekilde yapılmasının yanı sıra kefilin sorumlu olacağı muayyen miktarın açıkça gösterilmesi gerekmektedir. “Somut olayda davacının sözleşmedeki kredi ve kefalet limiti ile ilgili bölümlerin sonradan doldurulduğu iddiası söz konusu olsa dahi davaya konu GKS imzalanmış ve limit 3.000.000.000 USD olarak belirlenmiştir. Buna göre miktarın sonradan doldurulduğu yönündeki davacı iddiasının yazılı delille ispatlanması gerektiği halde bu yöne ilişkin bir yazılı delil öncelikle mevcut değildir. Kaldı ki grafolog bilirkişisinin yer aldığı kök ve ek rapor içeriğine göre dahi davacının bu yöne ilişkin iddiası ispatlanamamıştır. Daha da önemlisi davacının dahi müştekisi olduğu savcılık soruşturmasında adı geçen GKS’deki imzalar ile “ilgili resmi belgede sahtecilik ve güveni kötüye kullanma, açığa atılma imzanın kötüye kullanılması” suçlamalarıyla ilgili davalı banka çalışanları hakkında da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar oluşturulmuştur. Bu itibarla davacının GKS’inde tahrifat yapıldığı iddiasıyla haksız yer borçlandırıldığı yönündeki iddiası ispatlanamamıştır.
Yine B.K.nun 484.maddesi gereğince “kefalet akdinin geçerliliği sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve kefilin sorumlu olacağı miktarın açıkça belirlenmiş olmasına bağlıdır.” Ayrıca kefaletin geçerliliği yönünden 12.04.1944 tarih ve 14/13 sayılı Yargıtay İBK’nın da dikkate alınması gerekir. Sözü edilen kararda “kefillik sözleşmesinde kefilin ödeyeceği miktarın gösterilmiş olup olmadığının ve senetten böyle bir miktarın anlaşılabilip anlaşılamayacağının hakim tarafından kendiliğinden göz önüne alınması gerektiği”ne değinilmiştir. Buna göre kefalet sözleşmesinden kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktarın mevcudiyeti anlaşılabiliyorsa sözleşmenin geçerli olacağı kuşkusuzdur. Somut olayda olduğu üzere davalı kefil tarafından imzalanan sözleşmenin baş tarafındaki 1.maddesinde kredi limitinin 3.000.000.000TL olduğu, davacı tarafından imzalanan belgenin de sözleşmenin devamı ve eki niteliğinde olduğu, dolayısıyla kefilin sorumlu olacağı miktarın açıkça anlaşıldığının kabulü” gerekmektedir. (Yargıtay 19.HD’nin 2012/4406 E. 2012/8834K.sayılı ilamı)
Bu durumda davacının davalı banka ile akdedilen GKS’deki kefilin geçersiz olduğu şekil şartlarının uygun olmadığı yönündeki beyana itibar edilebilmesi bu açıdan mümkün değildir.
Kaldı ki 818 Borçlar Kanunun m.484 ve 485 hükmü gereğince kefaletin yazılı şekilde yapıldığı, yukarıdaki açıklamadan anlaşılacağı üzere kefilin sorumlu olduğu ve belli bir miktarın açıkça gösterildiği, kefalet edilen borcun doğum şekli açısından geçerli bir borç bulunduğu gibi kefalet edilen borcun geçerli bir borç olmadığı yönünde davacının somutlaştırdığı bir vakıa ve delilinde mevcut olmadığı, yine kefilin hak ve fiil ehliyetinin tam ve eksiksiz olarak mevcut olduğu, aksi yönde de bir iddianın ve delilin de mevcut olmadığı da dikkate alındığında davacının kefaletin geçersizliğine dayalı iddiası da ispatlanamamıştır.
Davacı aleyhine başlatılan ve yukarıda anılan icra takibi sonucunda hesap kat ihtarlarının ve icra emirlerinin düzenlendiği, bu yöne ilişkin tüm şikayet ve itirazlarla ilgili ise yasal hakların kullanıldığı, takibin şeklen kesinleşmesine engel bir hal olmadığı için esasen satış aşamasına gelindiği, davacının taşınmazının satıldığı sabittir. Bu itibarla takip hukuku çerçevesinde gerekli tüm şekli ve yargısal aşamaların tamamlanmış olması karşısında, takip hukuku çerçevesinde gerek icra müdürlüğünün gerek icra mahkemesinin kararlarıyla tamamlanan sürecin mahkememizce yeniden tartışılabilmesi bu yönler itibariyle mümkün değildir.
Davacının iddia etmiş olduğu maddi ve manevi zarar taleplerinin kabulü açısından, dava dilekçesinde belirtildiği üzere sözleşmenin geçersizliği nedeniyle uğranılan zarar dahi ispatlanmalıdır. Oysaki davacının iddia ettiği zararların davalıya atfı kabil ve hukuka aykırı bir eylemiyle gerçekleştiği öncelikle ispatlanamamıştır.
Davacının iddia ettiği üzere, sözleşme tarafının gerçekleşmeyen bir sebebe dayalı olarak ve sözleşme kaynaklı şekilde davalının zenginleşmesine konu miktarı talep ettiği kabul edilse dahi davacının bu yöne ilişkin talebinin kabulü için davalı yönünden geçerli bir sebebin bulunmaması gerekir. “Geçerli bir borcun ifası olarak yapılan kazandırmaların veya kanun gereği bir iktisabın korunduğu durumların ise sebepsiz zenginleşme oluşturduğundan söz edilemez. (Prof.Dr.M.Kemal Oğuzman, Yrd.Doç. M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Dersleri, Cilt 2, İstanbul, 1991, Sayfa 219) Nitekim geçerli olan kefalet sözleşmesi ve takip hukuku çerçevesinde davalıya ait taşınmazın satılmış olması neticesinde, davalı hukuka uygun olarak alacağını tahsil etmiştir. Bu durumda davacının davalıdan maddi tazminat talep etmesi mümkün değildir.
Öte yandan 4721 sayılı TMK m.25 hükmü uyarınca davacının genel kurallar çerçevesinde manevi tazminat talep etmesi mümkün ise de 4721 sayılı TMK m.25/f.3 hükmü dikkate alındığında davalının, davacıya yönelik hukuka aykırı bir hareketinin varlığı ispatlanamadığından davacının manevi tazminat talebinin dahi reddi gerekmiştir.
İspat hukuku şekli hukukun içinde yer alsa da, ispat yükü maddi hukuk tarafından belirlenir… Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıalarının, iddialarının doğru olduğu veya karşı tarafın iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlamak amacı ile çekişmeli vakıalar ile ilgili deliller sunarak gerçekleştirdikleri bir hukuki faaliyettir. Delil ikame yükü ise, ispat yükü kuralları çerçevesinde hakimin aleyhte karar verme tehlikesini ortadan kaldırmak amacı ile tarafların delil ikamesi faaliyeti ile kendi vakıa iddialarının doğruluğu veya karşı taraf iddialarının yerinde olmadığı yolunda hakimde kanaat oluşturmasıdır. (Bilge Umar, İspat Yükü Kavramı ve Bununla İlgili Bazı Kavramlar, İÜHFM, 1962, Cilt: 3, Sayfa 64). Bu şartlarda davacının davalı aleyhine açmış olduğu maddi ve manevi tazminat davasının kabulü açısından davacının dayandığı vakıalar ve mevcut deliller çerçevesinde ispat yükünü yerine getiremediği sonucuna varılmıştır.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının maddi ve manevi tazminat davası sübut bulmadığından davacının davalarının tümden reddine,
2-a)Davacının maddi tazminat talebiyle ilgili olarak;
492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 54,40 TL harcın, peşin alınan 31,40 TL, davacı tarafça maddi tazminat talebine denk gelen ‭170,77 TL peşin harç ile ıslah ile tamamlatılan 8.507,00 TL harcın toplamı olan ‭8.709,17‬ TL’den mahsubu ile bakiye ‭8.654,77‬ TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
b-Davacının manevi tazminat talebi ile ilgili olarak;
492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 54,40 TL harcın manevi tazminat talebine denk gelen ‭853,87 TL harçtan mahsup edilerek ‭799,475 TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-a)Davacının maddi tazminat talebiyle ilgili olarak;
Davalı vekille temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereği 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
b-Davacının manevi tazminat talebiyle ilgili olarak;
Davalı vekille temsil edildiğinden yürürlükte olan AAÜT gereği 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.24/12/2020

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …