Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/975 E. 2020/22 K. 16.01.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/975
KARAR NO : 2020/22

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 28/09/2016
KARAR TARİHİ : 16/01/2020

Mahkememizde görülmekte olan tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;davacı … AŞ. (“…”) ile davalı … Tic. Ltd. Şti. (“…”) arasında 12/08/2015 tarihinde; davalı tarafından … adresinde münhasıran davacıya ait petrol ürünleri ve davacının öngöreceği motorlu araç gereçleri ile diğer malları depolamayı ve satmayı, motorlu araçları yıkama, yağlama,servisi yapmayı ve kendi nam ve hesabına iştigal etmek suretiyle servis/satış istasyonunu bayi olarak işletmeyi öngören bir sözleşme akdedilmiş olduğunu,söz konusu bayilik sözleşmesinin 12.08.2015 tarihinde yürürlüğe girmiş olduğu ve 12.08.2020 tarihine kadar bağlayıcı olduğunu,davalının … 14. Noterliğinden … tarih ve … yevmiye numarası ile keşide ettiği ihtarname ile bayilik sözleşmesini süresinden evvel sona erdirmiş olduğunu,davalının söz konusu ihtarnamede akaryakıt istasyonu üzerinde bulunan taşınmazın maliki ile aralarında daha evvel akdedilmiş olan kira sözleşmesinin 31/07/2016 tarihinde sona ereceğini,malikin taşınmazı başka bir dağıtım şirketine kiralamış olduğunu, taşınmazın malikinin ve yeni kiracının tahliye talep ettiğini, bu nedenle 12.08.2016 tarihinde taşınmazı tahliye edeceğini,bayilik sözleşmesinide buna dayalı olarak feshettiğini bildirdiğini,davalının kiracılık hakkının sona ermesine dayalı olarak bayilik sözleşmesini feshetmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu,davalının fesih ihtarnamesini takip eden süreçte söz konusu taşınmazı tahliye etmediğini,başka bir dağıtım firması ile yeni bir bayilik sözleşmesi akdederek başka bir dağıtım şirketinin lisansı altında faaliyetlerini sürdürdüğünü, bu durumun feshin haksız ve hukuka aykırı olduğuna işaret ettiğini,tam iki taraflı bir sözleşmenin söz konusu olduğunu, bayilik sözleşmesi yürürlükte iken haklı bir neden olmaksızın feshedilmesinin hukuken mümkün olmadığını,bu nedenle davacı …’in sözleşmenin uygulanmamasından ötürü doğmuş doğacak tüm hak, müspet, menfi zararları ve alacaklarını talep etme hakkına sahip olduğunu,buna ilişkin olarak, günlük satış miktarlarının sözleşmenin kalan süresi olan dört(4) yıla oranlanması ve bu satış miktarının müvekkil şirketin metreküp başına kâr marjı ile çarpılması neticesinde müvekkil şirketin mahrum kaldığı karın hesaplanabileceğini,bayilik sözleşmesinin 11.3 ve 4.maddeleri uyarınca 500.000-USD sözleşme cezasının doğmuş olduğunu,hem kâr kaybının hem de ceza koşulunun talep edilebileceğini,haksız fesih nedeniyle uğradığı zararın (mahrum kalman kâr) karşılığı olarak şimdilik 20.000,00-TLnin,fesih tarihi olan 12.08.2016 tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte,sözleşme cezası olarak kararlaştırılan 500.000-USD’nin, tahsil tarihindeki T.C. Merkez Bankası Döviz Satış Kuru üzerinden hesaplanacak Türk Lirası karşılığının dava tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte ödenmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, cevap dilekçesinde özetle;fesih beyanının haksız olmadığını,meydana gelen halin bozucu şartın gerçekleşmesi sebebiyle veya TBK m. 136 hükmü gereğince borçlunun sorumlu olmadığı (kusursuz) ifa imkansızlığından kaynaklandığını,davalının istasyon maliki olmadığını,sadece kiracı olduğunu,davalının kiracılık sıfatını devam ettiği 15 yıl boyunca sadece davacı …’in bayiliğini yaptığını;davalı ile … Kooperatif arasındaki kira ilişkisinin bitmesiyle birlikte bayilik anlaşmasının da kendiliğinden sona ermiş olduğunu, davacı ile 18/08/2015 yılında imzalanan çerçeve anlaşmada kira sözleşmesinin 2016 yılında sona ereceğinin öngörülmüş olduğunu sözleşmenin ona göre düzenlenmiş olduğunu,çerçeve anlaşmanın 7.maddesi uyarınca, davalının kiracılık sıfatını kaybetmesi halinde davacı …’in davalı …’ten sözleşme cezası talep etmeyeceğinin kararlaştırılmış olduğunu,davacının kira ilişkisinin biteceğini bildiğini,bu sonucu göze aldığını,kira sözleşmesinin sona ermesinin TBK m. 173 anlamında bir bozucu şart teşkil ettiğini,davalının kira sözleşmesini yenileyebilmek için azami gayreti sarf ettiğini,bu hususta kira bedelini 42.915-TL’den 135.000-TLye çıkarmayı teklif ettiğini,malik … Kooperatif tarafından … 17. Noterliğinden … tarihli ve … yevmiye numaralı ihtarname keşide edilerek tahliye talep edildiğini,dava dışı yeni kiracı … tarafından … 17. Noterliğinden … tarihli ve … yevmiye numaralı ihtarname keşide edilerek yeni kira ilişkisinin ve bunun tapuya şerh edildiğinin davalıya bildirildiğini,davalının tahliye için ek süre talep ettiğini,davacının ariyet malzemelerini geri aldığını,kurumsal kimliklerini istasyondan söktüğünü,tüm sürecin davacının bilgisi dahilinde gerçekleştiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Dava, bayilik sözleşmesinden kaynaklanan cezai şart ve mahrum kalınan kar alacağı taleplerine yöneliktir.
Taraflar arasında 2015 tarihinde akaryakıt bayilik sözleşmesi imzalandığı, davalı tarafın istasyonunun bulunduğu taşınmaz malikiyle aralarındaki kira akdinin sona ermesi sebebiyle malikin sözleşmeyi feshettiği sabit olup uyuşmazlık feshin haklı olup olmadığı, cezai şart ve mahrum kalınan kar talep edilip edilemeyeceği,edilebiliyor ise tutarı konularındadır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması için mahkememizce atanan ilk bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 15/01/2018 tarihli kök rapor içeriğine göre”davacı şirket ile davalı şirket arasındaki bayilik sözleşmesi ile çerçeve sözleşmesinin devam etmesi için davalı şirketin akaryakıt istasyonunun bulunduğu taşınmaz üzerinde 01.08.2001 tarihli kira sözleşmesinden kaynaklı kiracılık hakkının uzaması veya yeni bir sözleşme ile devam etmesi gerektiği, sözleşmenin kiraya veren tarafından süre sonunun gelmesi nedeniyle bildirim yoluyla sona ermesi durumunda davalı şirketin taşınmaz üzerinde kullanma hakkı sona ereceğinden bayilik sözleşmesinin de imkansızlık nedeniyle sona ereceği, kira sözleşmesinin sona ermesinde davalı şirketin bir kusuru bulunmadığından burada bayilik sözleşmesinin kusursuz ifa imkânsızlığı nedeniyle sona erdiği ,davacı vekili, davalı şirketin taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin haksız şekilde sona erdirdiği için cezai şart talep ettiği,taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin devamı, davalı şirketin taşınmaz üzerindeki kiracılık hakkının dava dışı kiraya veren tarafından süre sonu gelmesi sebebiyle sona erdirmesi ile imkânsız hale geldiği,davacı şirketin bu hususta bir kusuru bulunmadığından bayilik sözleşmesinin kusursuz imkânsızlaştığı,cezai şart bakımından da TBK m. 112 uyarınca borçlunun kusuru arandığı,borçlunun kusursuzluğunu ispatlaması durumunda cezai şartın tazmininin istenemeyeceği,somut uyuşmazlıkta “Çerçeve Anlaşmanın” 7. maddesinde tarafların davalı şirketin taşınmaz maliki ile aralarındaki kira sözleşmesinin sona ermesi durumunda yeni kiracı ile organik veya hukuki ilişkiye girmesi durumunda cezai şart ödeneceğinin kararlaştırıldığı,davalı şirket ile taşınmazda yeni kiracı olan dava dışı şirket arasında sözleşme ilişkisi kurulduğu tespit edildiğinden davacının davalıdan cezai şart talep edebileceğini sonuç olarak davacıya ait 2015 ve 2016 seneleri ticari defterlerinin incelendiği,davalıya ait 2015 ve 2016 seneleri ticari defterleri incelendiği,davacının talep ettiği 500.000 USD karşılığı hesaplanmış 1.488.150 TL tutar, yönünden cezai şarta ilişkin sözleşme hükümleri tarafından geçerli olarak kabul edildiği takdirde sektörel görüş bölümünde de ifade edildiği üzere ve takdiri mahkemede olmak üzere, davacı lehine cezai şart alacağının oluştuğu,davacı tarafın sözleşmenin haksız olarak feshedildiği iddiasıyla davalı taraftan talep ettiği sözleşme dışında kalan süreye tekabül eden kâr kaybı tutarının, sözleşme dışı kalınan 1440 güne karşılık 9.385.657,20 TL olarak hesaplandığı,ancak yukarıda arz ve izah olunan sebeplerle işbu davanın tarafları arasındaki bayilik ilişkisinin sonraki kusursuz ifa imkânsızlığı nedeniyle sona erdiği ve bu nedenle de davacı tarafın davalı taraftan mahkemede olmak üzere kâr kaybı tazminatı talep edemeyeceği,”açıklanmıştır.
Bu defa ilk bilirkişinin hazırladığı kök raporda cezai şart alacağına esas alınan 08/06/2015 tarihli 12/08/2015’te yürürlüğe girmesi kararlıştırılan Bayilik Sözleşmesinin 11.4 maddesi, 08/06/2015 tarihli 18/08/2015’te yürürlüğe girmesi kararlaştırılan “Çerçeve Anlaşmanın” 7.maddesi çerçevesinde davacı lehine cezai şart alacağının varlığına dair hesaplama yapılmış olmakla birlikte,bu yöne ilişkin olarak davalının itirazının olması, en önemlisi bayilik sözleşmesinin 11.4/2 hükmü ve taraflar arasındaki sektörel ilişki karşısında,özellikle cezai şart talebine esas olan hükmün taraflar arasındaki sektörel ilişki, yine taraflar arasındaki sözleşme içeriği karşısında Rekabet Kurulunun çıkardığı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyetine İlişkin 2000/2 Sayılı Tebliğ maddesi ile yine bu kapsamda sözleşme öncesi ve sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan Rekabet Kurulunun emredici düzenlemeleri dikkate alındığında bu hükümlere aykırı nitelik taşıyıp taşımadığı, var ise ne tip aykırılık söz konusu olduğu üzerinde durulması,buna göre Yargıtay’ın 2019 tarihli son uygulamalarında da belirtildiği üzere Rekabet Kurulunun emredici düzenlemelerine aykırı olan taahhütnamelerin geçersiz olması ve bu nedenle geçersiz sözleşmedeki cezai şartın dahi geçersiz olması yönündeki kabulünün konuyla ilgili dikey anlaşmalar ve anlaşmanın başladığı tarih gözetilerek davadaki somut olgu ve tarihlerin irdelenmesi, ayrıca davalı vekilinin itirazlarının bu çerçevede değerlendirilmesi, bu konuya ilişkin ilk bilirkişi kurulunun gerekçelerinin yetersiz bulunması karşısında,davalı vekilinin talebine uygun olarak yeni bilirkişi kurulundan yeni rapor alınmasına,bu belirtilen hususlar ile ilgili bilirkişi kurulunun gerekli incelemeleri yapmak suretiyle davacının cezai şart alacağının mevcut olup olmadığının, var ise miktarının ne olduğu konularında tek tek inceleme yapmasına,yine Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği hükümleri çerçevesinde ve yine varlığı tartışmasız sözleşme karşısında sözleşmenin kendiliğinden sona erip ermediği, EPDK mevzuatı da dikkate alındığında bu duruma etkisinin olup olmadığı, davalının somutlaştırdığı deliller ve akaryakıt istasyonu işletilmesindeki sektörel uygulamalar, taraf şirketlerin ihtarnamelere esas dönemleri içeren defterleri dikkate alındığında davacının ihtarnamelerde belirtilen şekilde faaliyetinin olup olmadığı, bu faaliyetin sözleşme hükümleri de dikkate alındığında davacının yükümlülüklerinin sektörel açıdan kısmen veya tamamen yerine getirmediğinin anlaşılır olup olmadığı, sonucuna göre davacının tazminat talebi mümkün ise tahakkuk eden zarar miktarının ne olduğu hususları dikkate alınmak suretiyle yeni bilirkişi kurulu marifetiyle yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir.
SMMM,sektör bilirkişisi ve Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğ Alt Düzenlemeleri konusunda uzman akademisyen kişilerden oluşan 2.bilirkişi kurulu vasıtasıyla yapılan inceleme sonucunda hazırlanan rapora göre, davalının artık kiracı değil alt kiracı olduğu,yani artık malik ile bir kira anlaşmasının bir tarafı olmayıp, yeni kiracı … ile bir alt kira anlaşmasının tarafı olduğu,…’in davalı ile bayilik anlaşması yaparak yoluna devam etmesi ticari bir karar olarak değerlendirilmesi gerektiği,on beş yıldır istasyonu işleten davacının işletmeye devam etmesi, mevcut ticari faaliyetlerin sekteye uğramaması ve satış düşüşü yaşanmaması adına önem arz eden bir durumun olduğunu,ayrıca malikin yeni kira anlaşmasında aylık olarak talep ettiği 145.000 TL’nin (yüzkırkbeşbin TürkLirası) herhangi bir bayinin kolaylıkla ödeyebileceği bir tutar olmadığını,bir bayinin bu tutarda bir kirayı ve işletme giderlerini karşılaması ve ticari faaliyetine devam edebilmesinin şu anki sektör şartlarında pek mümkün gözükmemekte olduğunu,bu tür yüksek kira söz konusu olan durumlarda genellikle ilgili dağıtım şirketinin söz konusu istasyonu malikten kiraladığını,bir bayiye işletmesi için somut olayda olduğu gibi alt kira sözleşmesi imzalayarak istasyon işletmesini devrettiğini,bu tür kira anlaşmalarının her zaman dağıtım şirketleri açısından karlı olmayabileceğini,dağıtım şirketinin ödediği kiradan daha az bir gelir elde ettiği durumların sektörde bilinen bir durum olduğunu,bu tür anlaşmaların ilgili dağıtım şirketlerinin markalarının gücünü göstermek, reklamını yapmak için yapılıyor olup kira sözleşmeleri boyunca da bu istasyonlardan zarar etmeyi göz önüne aldıklarını;dolayısıyla yaklaşık bin altıyüz bayisi olan “…”in bu anlaşmadan yapacağı zararı diğer bayilerinden elde edeceği kazançla kapatabilecek bir konumda olduğunu, davalının zarar etmesi durumunda uzun süre ticari faaliyetine devam edemeyeceğinin,sonuç olarak davalının davacı ile sözleşmesini devam ettirememesinin malikten kaynaklı bir durum olduğunu, halen söz konusu istasyonda bayi olarak devam ediyor olması da yeni kiracı olan “…’in” insiyatifinde olan ticari bir karar olarak değerlendirilmek gerektiğini,görüldüğü üzere her iki sözleşmenin farklı yönlerden birbiriyle bağlantılı olduğunu,ceza koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesinde, işbu koşulu barındıran bayilik sözleşmesinin m.11.4 hükmünün hangi durumlarda işbu şartın gerçekleşip bir sözleşme cezası doğuracağını düzenlemekte olduğunu, buna karşın Çerçeve Anlaşma’nın 7. maddesinde ise bazı durumlarda sözleşme cezasının talep edilemeyeceğinin açıklandığını, “Çerçeve Anlaşmanın” 7. maddesinin bir özel durumu tarif ederek, bu durumun gerçekleşmesi halinde ceza koşulunun talep edilemeyeceği kuralını düzenlediğinden, söz konusu özel duruma ilişkin olarak özel hüküm olduğunu,şöyle ki; “ilerleyen zamanlarda bayinin işbu taşınmaz üzerindeki kiracılık sıfatını kaybetmesi (…) kayıt ve şartları ile …, bayiden bayilik sözleşmesinin süresinden evvel sona ermiş olması nedeniyle cezai şart talebinde bulunmayacaktır,” kuralı (davalı bayinin dava dışı malik karşısında kiracılık sıfatını kaybetmesi nedeniyle bayilik sözleşmesini feshetmesi ihtimalinde) davacı …’in davalı … karşısında “bayilik sözleşmesinin bayi tarafından haksız olarak feshi ya da ifa edilmemesi halinde” ceza koşulunun talep edilebileceğini söyleyen kuraldan öncelikli uygulanması gerektiğini, tam da bu ihtimal düşünülerek “Çerçeve Anlaşmanın” 7. maddesinin düzenlenmiş olduğunu,buna göre, her iki sözleşme hükmü incelendiğinde, takdir Mahkememize ait olmak üzere, cezai şart alacağının doğmadığının kabulünün isabetli olacağını,olayımızda süresi beş yılla sınırlanmış bir bayilik sözleşmesinin akdedilmiş olduğu görüldüğünden 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğine bir aykırılık olmadığını,aykırılık olabilmesi için ya süresi beş yılı geçen ya da beş yıldan sonra zımnen uzatılması öngörülen bir rekabet etme yasağının getirilmiş olması gerektiğini,bu bakımdan, olayımızda rekabet hukuku bakımından bir aykırılık tespit edilemediğini,dava konusu her iki sözleşme hükmü incelendiğinde, takdir cezai şart alacağının doğmadığını, kiracılık sıfatının kaybı nedeniyle davalının davacı … ile arasındaki bayilik ilişkisini sürdürmesinin olanaksız hale geldiğini; işbu nedenle davalıyla davacı arasındaki sözleşmesel bayilik ilişkisinden doğan karşılıklı borçların kusursuz imkansızlık sonucunda kendiliğinden sona erdiğini,bu nedenle davacının yine kar mahrumiyeti talep edemeyeceğini” açıklamışlardır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki dava dışı olan ve istasyonun ise maliki bulunan … , … Ticaret Limited Şirketine ve 15/12/2015 tarihli ihtarname ile kira sözleşmesinin 30/07/2016 tarihi itibariyle sona ereceğini ve sözleşmenin fesh edilmiş sayılacağını ve en önemlisi teslim edilmesini ihtar etmiştir.Nitekim 01/08/2016 tarihi itibariyle … şirketine on yıl süre ile adı geçen istasyon,malik tarafından kiralanmış,tapuya dahi gerekli şerhler verilmiştir.
Yapılan ilk bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan raporda açıkça “kiraya veren tarafından sözleşmesinin süresinin sona ermesi karşısında davalı şirketin taşınmazdaki kullanım hakkının sona erdiği,bayi olan davalı şirketin bu noktada kusurlu olmadığı” dahi açıkça belirtilmiştir.
Taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinde cezai şart talep edilebilecek haller düzenlenmiş iken “Çerçeve Anlaşma” başlıklı sözleşme ile cezai şart talep edilemeyeceği haller düzenlenmiştir.Belirtmek gerekir ki her iki sözleşme birbiriyle bağlantı içinde olsa dahi çerçeve anlaşmasının,taraflar arasında yapılan bayilik sözleşmesine bağlı olarak yapıldığı,bu itibarla son bilirkişi raporunda da irdelendiği üzere bu “Çerçeve Anlaşmanın” daha özel nitelikte bulunduğu, anlaşılmakla sonradan yapılan “özel nitelikteki sözleşmenin” uygulanması yorum kuralları çerçevesinde öncelikle arz eder. Bilindiği üzere kanunların yorumunda dahi “özel kanun genel kanunları ilga eder.”( Lex specialis derogat legi generali)
Roma hukukundaki kabul ile taraflar arasındaki “anlaşmanın bir anlamda tarafları bağlayan kanun” hükmü niteliğine haiz olduğu (Conventio est lex) da dikkate alındığında cezai şart talep edilip edilemeyeceği noktasında çerçeve anlaşma hükümlerinin dikkate alınabileceği açıktır.Buna göre Çerçeve Anlaşmasının yedinci maddesinin ikinci ve üçüncü cümlesine göre “Bu kapsamda … ile bayi arasında iş bu çerçeve anlaşmaya konu akaryakıt istasyonu ile ilgili olarak 18/08/2015 başlangıç tarihli ve beş yıl süreli bayilik sözleşmesi ve ekleri imzalanmıştır.Ancak ilerleyen zamanlarda bayinin iş bu taşınmaz üzerindeki kiracılık sıfatını kaybetmesi ve/veya yeni bir dönem için malikle anlaşma sağlayamaması ve/veya söz konusu akaryakıt istasyonuna yeni kiracı olarak malik tarafından atanacak olan kiracının bayi ile arasında organik ve/veya hukuki herhangi bir bağlantının bulunmaması kayıt ve şartları ile …,bayiden bayilik sözleşmesinin süresinden evvel sona ermiş olması nedeniyle cezai şart talebinde bulunamayacaktır.”Adı geçen hükümden anlaşılacağı üzere yukarıda belirtilen hallerden bir veya birden fazlasının birlikte oluşması halinde davacı olan … A.Ş,davalı olan … Ticaret Limited Şirketinden cezai şart edemeyecektir.Nitekim somut uyuşmazlıkta sözleşmede belirtilmiş olduğu üzere dayanak sözleşmenin düzenlendiği tarihten sonra istasyonun yer aldığı taşınmaz üzerindeki davalının kiracılık sıfatının sona erdiği sabittir.Sözleşmede davalının taşınmaz üzerindeki sıfatını kaybetmiş olması,münhasıran gerekli ve yeterli görülmüş olup kiracılık sıfatının ne zaman,ne şekilde,hangi şartlarla kaybına ilişkin özel bir düzenleme yapılmamıştır.Kaldı ki gerek yukarıda yer verilen ilk bilirkişi raporunun ilgili kısmı ve gerekse sektör bilirkişisinin de yer aldığı ikinci bilirkişi kurulunun yapmış olduğu sektörel açıklamalar istasyonun kullanılma şekli,amacı karşısında davalı kiracı yönünden kira sözleşmesinin sona ermesinin zorunlu olarak gerçekleştiğini ortaya koymuştur.Esasen hüküm bu yönüyle de tam da davalı lehine olan sonucu doğurmaktadır.
Açıklanan bu durum karşısında davalıdan cezai şart talep edilebilmesinin sözleşmesel açıdan mümkün olmadığı açıkça irdelenmiştir.Bu noktada ikinci bilirkişi kurulunun raporu gerekçeli ve hükme elverişlidir.Buna mukabil birinci bilirkişi raporunun 16.sayfasında “kira sözleşmesinin sona ermesi durumunda yeni kiracı ile organik veya hukuki ilişkiye girilmesi durumunda cezai şart ödeneceğinin kararlaştırılmış olması nedeniyle cezai şarta ilişkin talebin sözleşme hükümleri mahkemece kabul olunduğu takdirde talep edilebilir olduğu açıklanmış” ise de yukarıda ayrıntılı olarak izah olunduğu üzere “Çerçeve Anlaşması”na göre cezai şartın davacı tarafından talep olunabilmesi,bu anlaşmanın yedinci maddesinde belirtilen üç halden sadece birinin davalı lehine oluşması durumunda, mümkün olamayacaktır.Bu nedenle “Çerçeve Anlaşma” hükümlerine aykırı olan ve mahkememizin de takdirine bırakılmış bu görüşe itibar edilebilmesi mümkün değildir.
Davacının diğer talebi ise mahrum kalınan kar alacağıdır.
Yukarıda belirtilmiş olduğu üzere davalı bayinin kiracılık sıfatını kaybetmesi noktasında gerek birinci bilirkişi raporunun 15.sayfasının ilk paragrafı ve gerekse ikinci bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu raporun 8.,9.sayfaları ve sonuç kısmı dikkate alındığında davalının bir kusuru olmaksızın ve bir anlamda kusursuz ifa imkansızlığı sonucunda gerçekleşmiştir.
Kaldı ki 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğ Hükümleri karşısında olayımızda bir aykırılık halinin bulunmadığı kabul edilebilir ise de bu durum davalı kiracının kusuru olmaksızın sözleşmenin sona erdiği hukuki gerçeğini değiştirmeyecektir. O halde tazminat hukukuna hakim olana genel ilkeler dikkate alındığında davalı aleyhine kar mahrumiyetine hükmedilebilmesi açısından ayrıca bu talep ele alınmalıdır.
“Dava tarihinde yürürlükte bulunan TBK’nun 112. (818 sayılı BK md. 96) maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için, bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla, müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır kuşkusuz kâr mahrumiyetini de içine alır.
Kâr kaybı, kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kâr kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.”(Yargıtay 3.HD 2018/6983 E.2019/7656K.sayılı ilamı)
Hal böyle olunca somut uyuşmazlık açısından davacının bayilik sözleşmesinin feshinden dolayı kar kaybını ancak davalının kusuru ile sözleşmeyi feshetmesi halinde talep edebileceği açıklanan Kanun ve Yargıtay uygulaması gereğidir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlıkla ilgili alınan gerek birinci bilirkişi kurulu gerek ikinci bilirkişi kurulu raporundaki tespitler karşısında davalı kiracının mevcut kira sözleşmesi nedeniyle kiracılık sıfatının sona erdiği,nitekim kendisinden taşınmazı tahliye ve teslim etmesi için davalı kiracıya ihtarda dahi bulunulduğu,sektörel açıdan yapılan incelemelerde de ayrıntılı olarak belirtildiği üzere davalının davacı ile yapmış olduğu sözleşmenin devam ettirememesinin dava dışı malikten kaynaklı bir durum bulunduğu,bu nedenle sözleşmenin devam ettirilmemesinden dolayı davalıya atfı kabil bir kusur bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Buna göre davalı sözleşmenin feshinde kusurlu olmadığından davalıdan mahrum kalınan kar bedeli talep edilemez.Esasen 1.ve 2.bilirkişi kurulu raporu da bu açıdan gerekçeli ve denetlebilir niteliktedir.
Kaldı ki somut olayda taraflar arasındaki bayilik sözleşmesi 12/08/2015 tarihinde yürürlüğe girmiş olmakla birlikte davalı şirketin, akaryakıt istasyonu üzerinde bulunan taşınmazın maliki ile aralarında daha evvel akdedilmiş olan kira sözleşmesinin 31/07/2016 tarihinde sona ereceği ,buna göre malikin davalı kiracının tahliyesini ve taşınmazın teslimini talep etme hak ve imkanının bulunduğu sabittir.Davacı şirketin bayilik veren ve ekonomik ve işletmesel açıdan büyük ölçekli şirket konumunda bulunduğu halde,davacı şirketin davalı ile sözleşme yapmış olduğu aşamada bu durumu incelememesi,araştırmaması,en azından davalı ile yapmış olduğu sözleşmede bu konu ile ilgili herhangi bir şart düzenlemesi yapması mümkün olduğu halde bu şartın konulması için çaba göstermemiş olması davacı şirketin basiretli davranmadığını ortaya koymaktadır.Davacı şirketin bayilik veren şirket olarak,kiracı olan davalı bayinin kira sözleşmesinin biteceği tarihi bilmesi,en azından ne zaman biteceğini öngörmesi gerekli ve mümkündür.Nitekim istasyonun faaliyet gösterdiği taşınmaz ile ilgili tapu sicil kayıtlarına göre kira sözleşmesinin geçerli olacağı tarih dahi kayıtlara şerh olarak düşülmüş olup tapu kayıtlarının aleniliği nedeniyle ise bu kaydın incelenmesine dahi engel hal yoktur.
6102 sayılı TTK m.18/f.2 hükmü (eski TTK m.20/f.2) uyarınca her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir…Her tacir ticari faaliyetlerinde tedbirli ve tecrübeli bir iş adamı gibi hareket etmekle yükümlüdür.Bu yükümlülüğe aykırılık sebebi ile bir zarar doğarsa,tacir bu zarardan sorumlu olur….Basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gereken tecrübeli bir tacir…sözleşmenin ifa edilmeyeceğini düşünmeli ve öngörmelidir.Dolayısıyla sözleşmeyi yerine getirebileceğini düşünerek yaptığı masrafları karşı taraftan talep edemez.(Ülgen,Teoman,Helvacı,Kendigelen,Kaya,Nomer Ertan,Ticari İşletme Hukuku,İstanbul,2006,Sayfa 235) Somut olayda davacı olan tacirin sözleşmenin sona ereceği tarihi en başta öngörmesi davacı açısından bir yükümlülük olduğu halde davacı bu yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
Hal böyle olunca davacı şirketin, feshe konu kira sözleşmesinin biteceği tarihi bilmesi,en azından öngörmesi ve bunu tespit etme imkanının mevcut olması ve yine buna göre sözleşmede gerekli düzenlemeleri yapması veya sözleşme yapmaktan kaçınması hak ve imkanı mevcut olduğu halde feshe konu sözleşmenin süresinin sona ermesinden sonra davalı kiracıdan ceza şartı ve kar mahrumiyeti talep etmesi iyiniyet kurallarına dahi aykıdır.(Yargıtay 19 HD. 2014/13008E.2015/9727K.sayılı ilamı ve ilk derece mahkemesi kararından hareket edilmiştir.) 4721 sayılı TMK m.2 hükmü dikkate alındığında ise davacının bu yöne ilişkin talepte bulunması iyi niyet kurallarına dahi aykırı nitelik taşımaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacının sübut bulmayan davasının tümden reddine,
2-Bu dava nedeniyle alınması gereken 54,40TL karar ve ilam harcının peşin alınan 25.755,44 TL’den mahsubu ile kalan 25.701,04 TL’nin davacıya iadesine,
3-Davalı tarafından harcanan bilirkişi ücreti 5.000,00 TL,38,00 TL yargılama gideri olmak üzere toplam 5.038,00 TL’nin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
4-Davalı lehine AAÜT gereği takdir edilen 85.585,25 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
6-Karar kesinleştiğinde gider avansının ise talep halinde iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi.16/01/2020

Başkan …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip …
¸e-imzalıdır