Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/700 E. 2018/402 K. 04.04.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/700 Esas
KARAR NO : 2018/402

DAVA : İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 20/06/2016
KARAR TARİHİ : 04/04/2018

Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı Vekili Dava Dilekçesinde Özetle; Müvekkili bankanın ticari faaliyetlerini devam ettirdiği dönemde, müvekkili bankanın … Şubesinden kullanılan 2 1.01.1997 ve 14.08.1997 tarihli Genel Kredi Sözleşmeleri nedeniyle, borçlu … San. Ve Tic, Ltd. Ştı. ile müşterek borçlu ve müteselsil kefilleri; … San. ve Tic. Ltd. Şti, …’nın borçlanmış olduklarını, söz konusu kredi borcunun ödenmemesi üzerine, müvekkili bankaca borçlulara; … 13.ncü Noterliği’nin … tarih ve … yevmiye no.lu ihtarnamesi ile hesabın kat edildiği ve ödeme yapılmaması halinde yasal takibe geçileceği hususunun, Hami Kancağı yönünden adresinden ayrılmış olduğundan bila tebliğ iade edilmiş olduğunu, ihtarnameye rağmen borcunu ödemeyen borçlular aleyhine, … 6.ncı İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyaları ile takipler yapıldığını, dosyaların yenilenmesi için icra dairesine taraflarınca talepte bulunulduğunu, ancak icra müdürlüğünce dosyaların imha edildiğinin taraflarına bildirildiğini, bunun üzerine de alacaklarının tahsili amacıyla, borçlular aleyhine, … 1.nci İcra Müdürlüğünün … E. Sayılı dosyası ile yeniden genel haciz yoluyla ilamsız İcra takibi başlatıldığını, ancak davalı söz konusu takibe, borç aslına ve ferilerine itiraz etmiş, bunun üzerine de sayın mahkemenizde itirazın iptali davası açma zaruretinin hasıl olduğunu, borçluların zamanaşımı itirazının yersiz ve reddi gerektiğini, zira borçlu borcun olmadığını iddia etmesine rağmen zamanaşımı itirazında bulunarak borcun varlığını kabul etmiş olduğunu, dolayısıyla borçlunun ileri sürdüğü gibi genel zamanaşımı süresinin dolmadığını, kaldı ki 5411 sayılı yasa gereği olarak müvekkili banka alacaklarında zamanaşımı süresinin 20 yıl olduğunu, yapılan icra işlemlerinin zamanaşımını kestiğinden ve henüz alacağın muaccel hale gelmesinden bu yana 20 yıllık süre geçmediğini, bu durumun, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 2006/12-100 E., 2006/122 K. Sayılı kararı ile de açıkça belirtildiğini, borçluların faiz oranının çok yüksek olduğunu ileri sürerek de itiraz ettiklerini, faiz oranının fahiş olduğu iddiası da gerçek dış olup, Genel kredi sözleşmeleri, protokol ve Banka faiz genelgesinde açıkça belirtilen faiz oranlarının uygulandığını, borçlular tarafından da bu oranların kabul edilmiş olduğunu, ayrıca 5411 sayılı yasa gereği, bankanın tarafı olduğu davalarda ispat külfetinin karşı tarafta olduğunu, davalıların itirazları ile sınırlı olmak ve iddiaları ile ileri sürdükleri vakaları genişletmesine muvafakatlerinin almadığını, takip hususunda yapılan itirazların daha sonra genişletilemeyeceğini, borçluların itirazının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davalı borçluların, müvekkili banka ile Bireysel Kredi Borçlanma Sözleşmesini imzalamış olup tüm borçtan mesul olduğunu, kullandırıldığı kesin ve imzaların gerçek olduğunu, Müvekkili banka tahsili amacıyla, davalı borçlunun haksız ve mesnetsiz itirazının takibin devamına, borçlunun %20’den aşağı olmamak üzere tazminatına mahkum edilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücreti üzerinde bırakılmasını dava ve talep etmiştir.
Davalı Vekili Cevap Dilekçesinde Özetle; 5411 sayılı kanunun geçici 13.ncü maddesinde fon alacaklarında zamanaşımının 20 yıl olduğunu düzenleyen aynı kanunun 141. Maddesine herhangi bir şekilde atıf veya gönderme mevcut olmadığından idda olunan alacak için 20 yıllık zamanaşımı süresine kabul etmenin mümkün olmadığını, dava konusu alacak … 13.ncü Noterliğinin … tarih ve … yevmiye no.lu ihtarname ile kat edilmiş olup bu tarihin üzerinden 18 yıl geçtiğini, bu bağlamda dava konusu alacağın açıkça zamanaşımına uğramış olduğunu, TBK M.147’ye göre, ‘Kira bedelleri, anapara faizleri, gibi diğer dönemsel edimlerin 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu, dava konusu icra takibi incelendiğinde, davacının 1997 yılından itibaren sabit % 165 temerrüt faizi işlettiğinin görüldüğü, bu oranın açıkça fahiş olduğunu ve yasa hükmüne de aykırı bulunduğunu, açıklanan nedenlerle; davacının davasının reddine, davacının haksız ve kötü niyetli giriştiği icra takibinden dolayı %40’dan az olmamak koşuluyla kötü niyet tazminatına hükmedilmesıne, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı üzerine bırakılmasına karar verilmesini,” talep etmiştir.
Tüm Dosya Kapsamı Birlikte Değerlendirildiğinde;
Dava , genel kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili amacıyla başlatılan takibe müşterek borçlu müteselsil kefil tarafından itiraz edilmesi üzerine itirazın iptali istemine ilişkin ikame edilmiştir.
Dava dışı asıl borçlu … San. ve Tic, Ltd. Şti ile davacı arasında 1.01.1997 ve 14.08.1997 tarihli Genel Kredi Sözleşmeleri akdedildiği ve davalının anılan genel kredi sözleşmelerinde müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatının bulunduğu sabittir.
6098 sayılı TBK’nin 598/3. maddesine göre, bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak 10 yıl geçmesi ile kendiliğinden ortadan kalkar.
Dava konusu kredi sözleşmelerinin 1.01.1997 ve 14.08.1997 tarihinde kurulmuş olduğu sabit olduğuna göre son kefalet tarihi olan 14/08/2007 tarihi itibariyle bu sözleşmeden kaynaklanan kefalet yükümlülüğünün kendiliğinden ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
6101 sayılı TBK’nin Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 1. maddesine göre kural olarak, TBK’nin yürürlüğü girdiği tarihten itibaren önceki fiil ve işlemlere bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise uygulanması gerektiği ancak temerrüt, sona erme ve tasfiye konularında TBK’nin uygulanacağı düzenlemesi getirilmiştir.
6101 sayılı kanunun 5. maddesine göre, TBK’nin yürürlüğü girmesinden önce başlamış hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri eski kanun hükümlerine göre tabi olmaya devam eder, ancak bu sürelerin henüz dolmamış kısmı TBK’de öngürülen süreden uzun ise yürürlüğünden başlayarak TBK’de öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.
6101 sayılı kanunun 5/2. maddesine göre, TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olupta başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar, ancak bu ek süre TBK’de öngörülen süreden daha uzun olamaz.
6101 sayılı kanunun 6. maddesine göre, bu kanunun 5. maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanır.
6101 sayılı kanunun 6.maddesinin gerekçesinde de; “süreye bağlı hak” ile “hak düşürücü süre”lerin farklı kavramlar olduğu, süreye bağlı haktaki sürenin, kanunda bu hakkın varlığını sürdürmesi için öngörülmüş olan bir süre olduğu, “süreye bağlı hak”taki sürenin, ne zamanaşımı süresi ne de hak düşürücü süre olduğu, bu nedenle de Türk Borçlar Kanununda süreye bağlı haklar için öngörülen süreler hakkında 5 inci maddesinin kıyas yoluyla uygulanacağı ve hak sahibinin, bir yıllık ek süreden yararlanabileceği…” vurgulanmıştır.
Yukarıdaki yasal düzenlemeleri somut olay yönünden değerlendirmek için öncelikle TBK ile ilk kez getirilen 10 yıllık kefalet süre sınırlamasının hukuki niteliğinin saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Konu ile ilgili öğretide ortaya konan görüşlere göz atacak olursak;
“…10 yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığı için kesilme ve durma söz konusu olmaz. 10 yıllık sürenin tamamlanması ile birlikte kefilin yükümlülüğü kendiliğinden (yasa gereği ortadan kalkar).. Kefalet süresinin dolduğu yargıç tarafından görevinden ötürü göz önünde tutulur..” (Prof.Dr. C.Yavuz Borçlar Hukuku s.1472 vd)
“… 10 yılın geçmesi ile borç kendiliğinden ortadan kalkar, kefalet için getirilen yasal en yüksek (azami) süreye ilişkin düzenleme başka bir hiçbir hukuk sisteminde bulunmamaktadır. Amaç, kefili belli bir süre geçtikten sonra kefillik bağından kurtarmaktır…” (Nihat Yavuz, Kefalet Sözleşmesi s.3085 )
“… Kefilin sorumlu tutulabileceği 10 yılık süre kefalet sözleşmesinin meydana geldiği andan itibaren işlemeye başlar… 10 yıllık süre bir zamanaşımı süresi olmadığına göre kesilme ve durma da söz konusu olmaz…” (Doç. Dr. Burak Özen Kefalet Sözleşmesi s. 578 vd)
“… Yeni Borçlar Kanununda sona ermeyle ilgili emredici nitelikte hükümler varsa bunlar -sözleşmede örneğin feragat ile ilgili hüküm olsa da olmasa da – 01/07/2012 tarihinden sonraki sona ermelerde uygulanacaktır… (kefalet sözleşmesinde ) 10 yıllık süre daha önce sona ermiş ise yürürlük yasasının 5. Maddesi göz önünde tutulacaktır… Gerçek kişilerin verdiği kefaleti sona erdiren 10 yılın hak düşürücü süre olarak kabul edilip edilmemesi 5. Maddenin uygulanması bakımından farklı sonuçlar verecektir…Hak düşürücü süre olarak kabul edilirse 01/07/2012 tarihinden önce 10 yılı dolduran kefaletlerde alacaklı 5. Maddenin tanıdığı 1 yıllık ek süreden yararlanacak ve 01/07/2013 tarihine kadar kefili dava edebilecektir…(Prof. Dr. Seza Reisoğlu-TBK’nin Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi- İstanbul, 15/06/2012-Türkiye Bankalar Birliği Yayını)
“….6101 sayılı TBKYUŞHK’un 5/2. Maddesine göre TBK ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri TBK’nin yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanır. Aynı kanunun 6. maddesine göre bu kanunun 5. Maddesi uygun düştüğü ölçüde TBK’de öngörülen diğer süreler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.(…) Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde 01.07.2012’den önce kurulmuş bulunan gerçek kişilerin kefil olduğu kefalet sözleşmeleri derhal 10 yıllık süreye tabi olur(…) bu tarihten önce 10 yıllık süre dolmuşsa(…) alacaklı 01.07.2013 tarihine kadar kefili takip edebilecektir.Bu tarihte ise kefalet sözleşmesi hükümden düşer….”(Y.Doç.Dr.Serkan Ayan-Kefalet Sözleşmesinde Kefilin Sorumluluğu)
Davaya konu somut olayda daha önce ifade edildiği gibi kefaletin oluştuğu son tarih 14.08.1997 dir. Başka bir ifade ile TBK’nın 598. maddesindeki 10 yıllık süre, TBK’nın yürürlüğü girmesinden önce dolmuştur.
Yasanın düzenleniş şekli ve öğretideki görüşler dikkate alındığında, 10 yıllık sürenin zamanaşımı süresi olmadığı, 10 yıllık sürenin geçmesi ile kefaletin kendiliğinden ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
Bu sürenin hak düşürücü süre mi yoksa kefaletten kaynaklanan talep hakkının, süreye bağlı bir hak mı olduğu hususu tartışmalı ise de her iki halde de sonucun değişmeyeceği, zira kefaletteki 10 yıllık sürenin, hak düşürücü süre olduğu kabul edildiğinde 6101 sayılı kanunun 5. maddesinin doğrudan, süreye bağlı hak olduğunun kabulü halinde ise aynı kanunun 6. maddesi yollamasıyla dolaylı olarak uygulanması gerektiği açıktır.
Somut uyuşmazlıkta icra takibinin 21/01/2015 tarihinde başlatıldığı, TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce 10 yıllık sürenin geçmesi sebebiyle kefaletin TBK’nin 598/3. maddesi gereğince kendiliğinden ortadan kalktığı, 6101 sayılı kanunun 5. maddesi gereğince ek sürenin de 01/07/2013 tarihi itibariyle dolduğu, bu nedenle davanın reddine karar vermek gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davanın HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE YÖNÜNDEN REDDİNE,
2-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT ‘ne göre hesap ve takdir edilen 9.519,83 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Gider avansının kalan kısmının karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde İstinaf yolu açıkolmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 04/04/2018

Katip …
¸(e-imzalıdır)

Hakim …
¸(e-imzalıdır)