Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/403 E. 2021/93 K. 11.02.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/403
KARAR NO : 2021/93

DAVA : Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 12/04/2016
KARAR TARİHİ : 11/02/2021

Mahkememizde görülmekte olan alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; “müvekkil şirket …, …’nde lisanslı güvenli bir kuruluş olduğu düşüncesinden hareketle … ile iletişime geçtiğini, sözleşme müzakerelerini … yetkilileri ile gerçekleştirildiğini, şirket ile … arasındaki görüşmeler neticesinde müvekkil şirket ile … şubesi olduğu belirtilen … Ltd. Şti. arasında 9 ve 27 Mayıs 2014 tarihlerinde … işlem platformu sağlama konusunda iki adet işlem aracılığı anlaşması isimli sözleşme akdedildiğini, sözleşme uyarınca … işlemleri için müvekkil şirkete bir platform sağlayacağını, ayrıca normal (perakende) alım-satımlar üzerinden müvekkil şirkete iskonto ve %50 bonus ödeyeceğini, müvekkil Şirketçe …’nin hesabına 2 Haziran 2014 tarihinde 175.000 ABD doları, 5 Haziran 2014 tarihinde 140.000 ABD doları ve 12 Haziran 2014 tarihinde 25.000 ABD doları olmak üzere toplam 340.000 ABD doları yatırıldığı, müvekkil Şirketin … nezdindeki hesabının bakiyesi elde edilen kâr ve bonus ödemeleri ile birlikte 6 Ağustos 2014 tarihi itibariyle 683.452,66 ABD dolarına ulaşıldığını, hesabındaki tutarı çekmek isteyen müvekkil şirketin 4 Ağustos 2014 tarihinde … ye gönderdiği e-posta ile erken hesap kapama dolayısıyla imzalanan sözleşmeler çerçevesinde talep etme imkanı bulunmayan bonus meblağ hariç olmak üzere bakiye 520.000 ABD doların ödenmesini istediğini, buna ek olarak 4 Ağustos 2014 tarihli e-posta ile de Haziran ve Temmuz 2014 aylarının iskonto ödemeleri talep edildiğini, müvekkil şirketin ödeme taleplerini … ‘ye iletmiş olmasına rağmen … yetkilisi … tarafından gönderilen 7 Ağustos 2015 tarihli cevapta müvekkili şirketin iskonto ödemesine hak kazanmadığının iddia edildiğini, müvekkil şirketin ödeme talebinin reddedildiğini, … yetkilisi … 7 Ağustos 2014 tarihinde müvekkil şirkete tadil edilmiş bir metni göndererek bu sözleşmenin imzalanmasını talep ettiğini, … yetkilileri hesapların profesyonel … uzmanlarınca yönetilmesi dolayısıyla müvekkil şirketin iskonto ödemelerine hak kazanmadığını iddia olunduğunu, müvekkil şirketin tadil edilmiş metni imzalamayı reddettiğini, akabinde taraflarca …’da bir toplantı gerçekleştirilecek sözleşme şartlarının müzakere edildiğini, müzakereler sonucunda 20 Ağustos 2014 tarihinde yeni bir sözleşme yürürlüğe konulduğunu, sözleşme uyarınca taraflar arasında imzalanan diğer tüm sözleşmelerin yürürlükten kaldırıldığını, müvekkil şirketin …’deki hesap bakiyesinin 683.452,66 ABD doları tutarında olduğunu kabul ve teyit ettiklerini, buna göre “… müvekkil şirkete derhal 125.000 ABD doları tutarında ödeme yapacağını, ödemeyi müteakip 558.452.66 ABD doları tutarındaki hesabın likidite edilmesi sürecine başlanılacağını”, bu sürecin aşağıda açıklandığı biçimde işlemesinin kararlaştırıldığını, müvekkil şirketin başka bir kurum nezdinde muhabir hesap açacağını, … nezdindeki hesapta yalnızca …’nin talimatını verdiği işlemlerin gerçekleştirileceğini, müvekkil şirketin muhabir hesabını riski hedge etmek (riske karşı korumak) amacıyla … ‘nin talimatını verdiği işlemlerin aksi yönde işlemler gerçekleştirilecek şekilde kullanılacağını, bu kurgu sonucunda müvekkil şirketin … nezdindeki hesabı sıfırlanırken muhabir hesabında aynı tutarda artacağını, sözleşme uyarınca hesabın tasfiyesi süreci 45 günde tamamlanacağını, sürecin bitiminde … iskonto ve alım satım farklarını karşılamak üzere müvekkil şirkete 50.000 ABD doları tutarında ödeme yapacağını, … müvekkil şirkete 125.000 ABD doları tutarındaki ödemeyi yaptığını, böylece müvekkil şirketin … nezdindeki hesabının bakiyesi 558.452.66 ABD dolarına indiğini, ardından hesap özetinde görüleceği üzere, miktarda tarafların mutabakatı uyarınca düzeltme yapılarak bu miktarın 559.854,86 ABD doları olarak sabitlenmiş likiditasyonun bu meblağ üzerinden yapılmaya başlanıldığını, müvekkil şirketin sözleşmede öngörüldüğü üzere yalnızca … tarafından talimat verilen işlemleri gerçekleştirdiğini, ancak bunu karşın sözleşmede öngörülen 45 günlük sürenin bitiminde müvekkil şirketin … nezdindeki hesabında 110.209,61 ABD doları kâr elde edildiğini, muhabir hesapta ise alım satım farkları sebebiyle 145.983,09 ABD doları zarar oluştuğunu, müvekkil şirketin bu durumu … yetkililerine defalarca bildirmiş olmasına karşı iyi niyetli tutumuna karşılık herhangi bir cevap alamadığını, gerek elde edilen kârın ödenmemesi gerek …’nin hesabın tasfiye sürecinin sözleşmeye uygun şekilde tamamlamamış olmasından dolayı büyük zarara uğrayan müvekkil şirketin defalarca … ile iletişime geçerek muaccel hale gelmiş alacağının kendisine ödenmesini talep ettiğini, ancak son olarak 6 Şubat 2015 tarihinde … şirket yetkilisi … ile telefon ile yapılan görüşmede müvekkil şirkete yalnızca 210.000 ABD doları tutarındaki ana parasının iade edilebileceğini, müvekkili şirketin … ‘den 670.064.47 ABD doları (önceki bakiye olan 559.854,86 ABD doları ve başarısız likiditasyon süreci sonucunda elde edilen 110.209,61 ABD doları tutarındaki kâr) tutarında alacağı olduğunu, HMK m.109 gereğince müvekkil şirketin alacağının 20.000 TL’lik kısmının şimdilik kısmi dava olarak davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı davayı inkar eden konumdadır.
Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin varlığı tartışmasız olmakla birlikte taraflar arasındaki sermaye piyasalarına dair sözleşmesel ilişki karşısında tarafların hangi sözleşmeyi en son esas almak amacıyla hareket ettiğinin mevcut ilişki tarzı dikkate alınarak irdelenmesi, özellikle davalının savunduğu 18/08/2014 tarihli sözleşmenin herhangi bir şekilde davacı tarafından benimsenip benimsenmediği; 20/08/2014 tarihli sözleşmenin taraflar arasındaki uyuşmazlık açısından esas alınması gereken sözleşme olarak kabul edilmesinin, sonraki görüşmeler ve sermaye piyasasına ilişkin işlemlerin niteliği gözetildiğinde mümkün olup olmadığı; davacının somutlaştırdığı ve davalının ise itiraz etmediği, e-posta içerikleri karşısında likiditasyon sürecinde mutabakatın varlığının finansal olarak kabul edilip edilemeyeceği; buna göre adı geçen 18/08/2014 ve 20/08/2014 tarihli sözleşmelerin amacı, taraflar arasındaki ilişkinin kurulma nedeni, finansal olarak pozisyonları, ulaşmak istedikleri amaç dikkate alındığında 125,000 ABD dolarının ödenmesi ve 558.452,66 ABD dolarının nakde dönüşmesi ve ödenmesi amacına yönelik finansal iradelerin anlaşılır olup olmadığı, mevcut finansal ilişkinin amacı, türü ve cereyan tarzı da dikkate alındığında davacının davalıdan alacaklı olup olmadığı, hangi tutarda alacaklı olduğu noktalarında toplanmaktadır.
Davalının, dilekçenin verilmesi aşamasında cevap ve ikinci cevap dilekçelerini sunmamış olması karşısında HMK.m.140/f.2 ve m.141 hükümleri nedeniyle ve esasen davacının da muvafakatinin bulunmaması dikkate alınarak davalının zamanaşımı def’inin, süresinde ileri sürülmemesi nedeniyle reddine karar verilmek suretiyle yargılamaya devam olunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması için atanan 1.bilirkişi kurulunca hazırlanan 27/09/2017 tarihli raporda “taraflar arasında 09.05.2014 ve 27.05.2014 tarihli 2-adet işlem aracılığı anlaşmasının imzalandığı, davalının sözleşmenin 1.maddesi ile “yazışmaların elektronik posta ve faks yolu ile yapılacağı, sözleşme 2.maddesi ile “…. markalı web Icaret uygulaması üzerinden hizmet sağlanacağı” ve sözleşmenin 3.maddesi ile “işlem platformu üzerinden fınansal piyasalarda işlem yapma olanağı sunacağı ve sözleşmenin 6. Maddesi ile “Müşteri fonlarının ayrı müşteri hesabında tutulacağının garanti ve taahhüt edildiği”, davalı nezdinde gerçekleştirdiği … işlemlerinin incelenmesi ile davacının toplam 340.000-USD depozito bedeli yatırdığı, 18.08.2014 tarihli anlaşma sonrasında 04.06.2014 tarihinde davalı tarafından toplam 478.452,62-USD meblağın davacı hesabına alacak kaydedildiği, 04.09.2014-30 09.2014 tarihleri arasında gerçeklerinle … işlemleri sonucunda davacı net işlem karının 110.209,61-USD olduğu, 30.09.2014 tarihi itibariyle davacı … hesap bakiyesinin toplam 670.064,43-U5D olduğu , davacı şirketin … merkezli … LTD. ünvanlı firmanın Türkiye şubesi olduğunun ifade edildiği, davalı … Ltd ştl. ile 09.05.2014 ve 27.05.2014 tarihli 2-adet işlem aracılığı anlaşması imzalandığı, iş bu sözleşmenin 6.maddesi ile müşteri fonlarının ayrı müşteri hesaplarında tutulacağının garanti ve taahhüt edildiği”, muhabir hesaplarından kaynaklanan zarardan davacının sorumluluğunun bulunmadığı, davacının iş bu durumda dahi davalıya sözleşme hükmü gereği elektronik posta yolu ile bildirdiği, izinsiz sermaye piyasası faaliyetinde bulunduğu kanaati hasıl olan davalının gerekli önlem ve tedbirleri almadığı dolayısıyla muhabir hesaplarından kaynaklanan zarardan davacının sorumlu olması gerektiği, 15.09.2015 tarihi itibariyle TCMB USD/TL (alış) kurunun 3.0435-USD olduğu ve 670.064,43-USD karşılığı TL meblağının faiz hariç 2.039.341.09-TL olduğu, iş bu meblağın 09.05.2014 ve 27.05.2014 tarihli 2-adet işlem aracılığı anlaşma davalı nezdinde yer alan … işlem kayıtları, elektronik posta yazışmaları, 31517 kayıt numarası ile … 31. Noterliği ihtarnamesi gereği davalı taraftan talep edilebileceği sonuç ve kanaati hasıl olduğu”şeklinde görüş belirtmişlerdir.
Akabinde aynı bilirkişi kurulu bu defa hazırlamış olduğu 12/11/2018 tarihli ek raporda ise “davalının izinsiz sermeye piyasası faaliyetinde bulunduğu kanaati hasıl olmakla birlikte iş bu durumun tespitinin Sermeye Piyasası Kurulu takdirinde olduğu, yaşanan birtakım sorunlar neticesinde, önceki bütün anlaşmaları iptal eden davalı tarafından davacıya gönderilen 18.08.2014 ve davacı tarafından davalıya gönderilen 20.08.2014 tarihli sözleşmelerin olduğu; sonraki yazışmalar dikkate alındığında 20.08.2014 tarihli sözleşmeyi geçerli kabul etmenin daha yerinde olduğu, 20.08.2014 tarihli sözleşmenin özetle “tüm önceki anlaşmaların iptal edildiğini, bakiyenin 683.452,66-USD olduğunu, 125.000.-USD’nin SIF’e hemen ödeneceği, kalan 558.452.66 USD bakiyenin 45 gün içinde tasfiye edileceği, tasfiye sonunda SIF’e ayrıca 50.000.-USD ödeneceği, tasfiye sürecinde kâr edilmesi durumunda SIF’in kardan talepte bulunmayacağını” hükme bağladığını, bu sözleşmeden sonra davacıya 125.000.-USD ödendiği, 558.452.66 USD bakiye kaldığı, davalının hesabı 30.09.2014 tarihi itibariyle tasfiye ettiği, likiditasyon sonrasında hesap bakiyesi ve tüm iskonto ve alım-satım sürecindeki farkları kapsaması için davacıya ödenmesi öngörülen 50.000.-USD’nin ödenmediği; dolayısıyla 30.09.2014 tarihi itibariyle davacıya ödenmesi gereken toplam tutarın 608.452,66 USD olarak hesaplandığı” şeklinde görüş belirtmişlerdir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık hususlarının araştırılması ve esasen kök raporda 670.064,43-ABD doları olarak tespit edilen alacağın bu defa aynı bilirkişi kurulunun hazırladığı ek raporda 608.452,66-ABD doları olarak belirtilerek çelişki meydana gelmesi, buna mukabil davacının davasının aynen kabulünü talep eder iken davalı vekilinin ise hazırlanan tüm raporlara ısrarlı itirazlarının mevcudiyetinin açık olması karşısında davalı vekilinin talebi ve dinlenilme hakkının ise kısıtlanmaması açısından yeni bilirkişi kurulundan yeni rapor alınmasına dair karar verilmiştir.
Bu defa yine konularında ehil 2.bilirkişi kurulunun hazırlamış oldukları raporlarında “taraflar arasında 20.08.2014 tarihli sözleşme esas alınarak işlem gerçekleştirme konusunda bir kabulün söz konusu olduğu; 20.08.2014 tarihli sözleşmenin Mayıs 2014’de gerçekleştirilen sözleşmeleri iptal ettiği, 20.08.2014 tarihli sözleşmede davalı imzasının bulunmadığı; 20.08.2014 tarihli Sözleşmenin davalıya 45 gün içerisinde, ancak bu süre ile sınırlı olmaksızın, davacının hesabında zarar doğurucu işlemler yaparak hesap bakiyesi olan 558.452,66$ eritilmesi; davacıya ise davalı nezdindeki hesapta sadece davalının talimatlarına istinaden işlem gerçekleştirme, tasfiye süresince herhangi bir ödeme talebinde bulunmama, davalı hesabında bir kâr oluşması durumunda söz konusu kârı talep etmeme edimlerini yüklediği, tasfiye işlemlerinin amacının davacı hesabında yapılacak zarar ettirici işlemler ile davalı nezdindeki bakiye tutar kayba uğratılırken, davacı tarafından başka bir kurum nezdinde açılacak olan hesapta davalı nezdindeki zarar ettirici işlemlerin tam tersi pozisyonlar açarak kâr elde edilmesi ve bu işlemler ile davacı hesabındaki tutarın davalı tarafından fiili ödeme yapılmaksızın diğer muhabir kurum nezdindeki hesaba kâr olarak aktarılması, bu vesileyle davalı açısından nakit ödeme borcunun tasfiyesi olduğu; tasfiye sürecinin kendi içinde muhabir bir banka hesabını zorunlu kıldığı, davacı tarafından sözleşme hükümlerine aykırı olarak davalı talimatlarına uygun olmayan ya da davalı talimatları dışında işlemler gerçekleştirildiği, miktar konusundaki aykırı davranışları nedeniyle davacının muhabir banka nezdindeki kendi hesabında toplam 13.428,1$ ek zarara neden olduğu; kendi kusurlu davranışlarının da rol oynadığı muhabir banka nezdindeki hesapta oluşan zararı ve tasfiye sürecinin çok maliyetli olduğunu gerekçe göstererek tasfiye işlemlerini 45 günlük süre dolmadan ve her halükarda tasfiye işlemleri bitmeden re’sen sonlandırmaya yönelik e-posta mesajlarının bulunduğu, dava dilekçesindeki talebin sözleşmeye aykırı olarak davalı hesabında tasfiye işlemleri sırasında oluşan kâr rakamını da içerdiği, tasfiye süreci tamamlanmaksızın, davalının kendisine yüklenen edimi yerine getirmesi imkanını da ortadan kaldıracak şekilde, sözleşmeyi sonlandırmayı müteakip ödeme talebinde bulunması karşısında, alacağın talep edilebilirliği ve ihtarname keşide ederek temerrüt faizi talep etmesi hususunda nihai takdirin mahkemede olduğu; taraflar arasındaki mutabakata göre, tasfiye işlemleri sırasında davalı nezdindeki hesapta oluşan kârın istenemeyeceği; muhabir banka nezdindeki hesapta oluşan zararın ise bu hesap üzerinde davalının herhangi bir takdir yetkisinin bulunmadığı yönündeki kanaat ile ve hesapta gerçekleştirilen işlemlerde miktar ve zaman tutarsızlıkları, davalı nezdindeki hesapta olan bazı işlemlerin muhabir banka nezdindeki hesapta bulunmadığı ya da tersine bulunmayan işlemlerin yer aldığı yönündeki tespitler çerçevesinde davalı talimatlarının yerine getirildiğinin ileri sürülemeyeceği, işlemlerin davacı tarafından gerçekleştirildiği, bu nedenle kendi sorumluluğunda bulunan hesapta oluşan zarardan davalının sorumlu tutulmaması talebinin Mahkemenin takdirinde olduğu, davacının sözleşmeye aykırı olan kendi iradesi ürünü eylemleri sonucunda kendisine yüklenen edimlere uygun hareket etmediği; tasfiye işlemlerinin davacı tarafından sonlandırılması ile davalının sözleşme ile kendisine yüklenen edimi, tasfiyeye ilişkin emirlerin davacı tarafından gerçekleştiriliyor olması nedeniyle, yerine getirme imkanının ortadan kalktığı: bu hususun TBK md.136 ve zamanaşımı kapsamında değerlendirilmesi konusunda takdirin Mahkemeye ait olduğu, Mahkemece alacağın kabulü halinde ise tasfiye işlemleri sonucunda davalı nezdindeki davacı hesabında işlemler bazında oluşan kârların sözleşmenin 8’inci maddesi kapsamında hesaplama dışında tutulması gerektiği, söz konusu madde kapsamında tasfiye işlemleri süresince oluşan kâr ve zarar rakamlarının, aksi durumun kâr rakamlarının tasfiye bakiyesine dahil edilmesi sonucunu doğuracağından, oluşan 62.208,85$ tutarındaki zararın tasfiye bakiyesinden indirilmesi gerektiği, bu mahsup sonrasında hesapta davacının talep edebileceği tutarın 496.243,77$ olarak hesaplandığı şeklinde görüş belirtmişlerdir.
Akabinde birinci ve ikinci bilirkişi kurulu raporları arasındaki açık çelişki olması, yerleşik Yargıtay uygulaması da gözetildiğinde oluşan çelişkinin giderilmesinin ise zorunlu olması, nitekim davacı vekilinin dahi ikinci bilirkişi raporuna yönelik itirazda açıkça yeni bir bilirkişi heyetinden rapor alınmasını talep etmesi, bu çerçevede davacının ise dinlenilme hakkının kısıtlanmaması açısından yeni bilirkişi kurulundan inceleme konularına ilişkin yeniden rapor alınmasına dair davacı vekilinin talebinin kabulüne; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin varlığı tartışmasız olmakla birlikte taraflar arasındaki sermaye piyasalarına dair sözleşmesel ilişki karşısında tarafların hangi sözleşmeyi en son esas almak amacıyla hareket ettiğinin mevcut ilişki tarzı dikkate alınarak irdelenmesi, özellikle davalının savunduğu 18/08/2014 tarihli sözleşmenin herhangi bir şekilde davacı tarafından benimsenip benimsenmediği, 20/08/2014 tarihli sözleşmenin taraflar arasındaki uyuşmazlık açısından esas alınması gereken sözleşme olarak kabul edilmesinin, sonraki görüşmeler ve sermaye piyasasına ilişkin işlemlerin niteliği gözetildiğinde mümkün olup olmadığı; davacının somutlaştırdığı ve davalının ise itiraz etmediği, e-posta içerikleri karşısında likiditasyon sürecinde mutabakatın varlığının finansal olarak kabul edilip edilemeyeceği, buna göre adı geçen 18/08/2014 ve 20/08/2014 tarihli sözleşmelerin amacı, taraflar arasındaki ilişkinin kurulma nedeni, finansal olarak posizyonları, ulaşmak istedikleri amaç dikkate alındığında 125,000 ABD dolarının ödenmesi ve 558.452,66 ABD dolarının nakde dönüşmesi ve ödenmesi amacına yönelik finansal iradelerin anlaşılır olup olmadığı, mevcut finansal ilişkinin amacı, türü ve gelişim tarzı da dikkate alınarak yeniden ve gerekçeli olarak açıklanması, esasen, birinci bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 12/11/2018 tarihli ek raporda tespit edilen 608.452,66ABD doları alacak tespit edilmiş olmakla birlikte ikinci bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu rapor içeriğinin “tamamen ve genel olarak davalının sorumlu olmadığı, davalıdan alacak talep edilemeyeceği” esasına dayanması, bu suretle raporlar arasında ortaya çıkan çelişkinin giderilmesinin zorunlu olması açısından atanacak yeni bilirkişi kurulunun bu konularda görevlendirilmesine dair ara karar oluşturulmuştur.
Mahkememizce oluşturulan ara kararda bilirkişi ismi üzerinde uzlaşma olmadığı takdirde banka muhasebesi, finansmanı ve mali analizi, bankacılık işlemleri, finansal piyasalar ve türevleri, kurumsal finansman, sermaye piyasası, borsa ve sermaye piyasası araçlarının vergilendirilmesi, yurt içinden alınan vergi, resim, harç ve mali yükümlülükler, genel muhasebe,maliyet muhasebesi, ticari işletme ve şirketler muhasebesi,yönetim muhasebesi konularında ehil …, menkul kıymetler ve borsa uzmanlığı, sermaye piyasası, kurumsal finansman, finansal piyasalar ve türevleri, işletme yönetimi, SPK Başuzmanı, borsa ve sermaye piyasası araçlarının vergilendirilmesi konusunda ehil olduğu anlaşılan … ile finansal piyasalar ve türevleri, SPK Başuzmanı kurumsal finansman, sermaye piyasası, menkul kıymetler ve borsa uzmanlığı konularında ehil …’ün atanmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Üçüncü bilirkişi kurulu ise 29/05/2019 tarihli raporda” davacı … ünvanlı firmanın … merkezli bir kuruluş olduğu, … işlemler gerçekleştirdiği, davacı şirketin … yerleşik … LTD. ünvanlı firma ile elektronik posta iletisinde yer aldığı üzere … işlemler gerçekleştirmek için müzakere gerçekleştirdiği, “normal alım-satım ve perekande müşterileri için bonus verileceği”, “risk yönetim ekibinin 1-hafta süreyle işlemlerini gözlemleyeceğini, ardından analiz raporunun paylaşılacağının” … LTD. nvanlı firma yetkilileri tarafından ifade edildiği, 04.08.2014, 05.08.2014, 06.08.2014, 07.08.2014, 08-08.2014, 17-08.20 4 ve 18.08.2014 tarihli … yerleşik … LTD. ünvanlı firma elektronik posta iletilerinde yer aldığı üzere davacının işlem teyitleri ile ilgili olarak … yerleşik firma ile iletişim halinde olduğu, davacı şirket … merkezli … LTD. ünvanlı firmanın Turkiye birimi olduğunun ifade edildiği, davalı … Ltd Şti. ile 09.05.2014 ve 27.05.2014 tarihli 2-adet işlem aracılığı anlaşmasının imzalandığı, davalının sözleşmenin 1.maddesi ile “yazışmaların elektronik pasta ve faks rolu ile yapılacağı”, sözleşme 2.maddesi ile “… markalı web ticaret uygulaması üzerinden hizmet sağlanacağı”, sözleşmenin 3.maddesi ile “işlem platformu üzerinden finansal piyasalarda işlem yapma olanağı sunacağını”, sözleşmenin 6.maddesi ile “Müşteri fonlarının ayrı müşteri hesaplarında tutulacağının garanti ve taahhüt edildiği”, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 27.08.2011 tarihinde yayınlanarak giren “Kaldıraçlı Alım Satım İşlemleri Ve Bu İşlemleri Gerçekleştirebilecek Kurumlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ11″ ile … işlemlerin SPK tarafından düzenlendiği, … Ltd. Şti’nin … işlem platformu işletmeye ve … işlem gerçekleştirmeye dair Kuruldan izne dair dosya kapsamında bilgi ve belgenin yer almadığı, kaldıraçlı alım-satım gerçekleştirebilecek yeterli sayıda ihtisas personeli istihdam ettiğini ve altyapısını kurduğu, 25.000.00-TL sermaye yeterliliklerini sağladığı, belgenin dosya kapsamında yer almadığı, davalının izinsiz piyasası faaliyetinde bulunduğunu, işbu durumun tespitinin Sermeve Piyasası Kurulu takdirinde olduğu, davacının davalı … A.Ş. nezdinde yer alan … Şube … IBAN numaralı hesabına teminat hesabına 2.06.2014 tarihinde 05.06,2014 tarihinde ve 12.06.2004 tarihinde toplam 340.000-USD teminat yatırdığı, davacı şirketin 04.08.2014 tarihli elektronik posta ile davalı nezdindeki hesabından 520.000-USD bakiyenin … hesaplarına aktarılmasını … merkez … LTD. ünvanlı firmadan talep ettiği, … merkezli firmanın ancak 07.08.2014 tarihinde cevap verdiği, anlaşma hazırladıklarını ifade ettikleri, davacının ise hesap bakiyesinin 683.452,70-ÜSD olduğunun teyit edilmesini … merkezli firmanın 08.08.2014 tarihli cevabı ile tutarı kabul etmediği, kendi hesaplamalarına göre hesap bakiyesinin 540.098,35-USD olduğunun hesap edildiği, bunun üzerine 11.08.2014 tarihli elektronik posta ile davacıdan hesaplamaları talep ettiği, 18.08.2014 tarihli … merkezli … LTD. ünvanı firma tarafından gönderilen elektronik posta ve ekinde yer alan davalı … Ltd. Şti. şirket ünvanı, açık adresi ve iletişim bilgileri yer alan … Ltd. Şti. antetli sözleşme ile davalı hesap bakiyesinin 669.452,66-USD olduğunun Dubai merkezli … LTD. unvanlı firma tarafından kabul edildiği, 01.10.2014 tarihli elektronik postalarda yer aldığı üzere davalı … Ltd. Şti. ile yapılan toplantı sonunda anlaşmaya varıldığı” şeklinde görüş bildirilmiştir.
Uyuşmazlığın araştırılması açısından atanmış olan ilk bilirkişi kurulu kök ve ek raporlarında davalının sözleşmesel olarak sorumlu olduğunu, buna göre davalının 608.452,66 ABD doları tutarında sorumlu olduğunu, buna mukabil ikinci bilirkişi kurulu ise hazırlamış olduğu 25/09/2019 tarihli raporda taraflar arasında yapılan sözleşme nedeniyle davalının sözleşmesel açıdan sorumluluğunun bulunmadığı, ancak sözleşme gereği davalının sorumlu olduğu kabul olunduğu takdirde ise oluşan 62.208,85 ABD doların tasfiye bakiyesinden indirilmesi durumunda davacının 496.243,77 ABD doları talep edebileceği, buna mukabil ise üçüncü bilirkişi kurulu 29/05/2020 tarihli raporunda davalının sözleşmesel açıdan sorumluluğunun mevcut olduğu, davacının alacak talep edebileceği, bu alacak miktarının ise 62.205,85 ABD doları tutarındaki zarar miktarının bakiyeden indirilmesi durumunda davacının talep edebileceği alacak miktarının 496.246,77 ABD doları olduğu yönünde görüşlerini açıkladıkları anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporlarında, davalının iddia olunan zarardan sözleşmesel olarak sorumlu olup olmadığı yönünde farklı sonuçlara varılmasının en önemli nedeninin taraflar arasındaki 20/08/2014 tarihi itibariyle yapılan sözleşmede ön görülen tasfiye yöntemine ilişkin taraf iradelerinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.
Uyuşmazlığın halli ve buna göre davalının sözleşmesel açıdan sorumluluğunun olup olmadığı hususu ele alınırken, genel hukuk ilkeleri ve sözleşme hukukuna dair yorum kurallarının dikkate alınması zorunluluk arz etmektedir. Zira sözleşme ve dayanağı mevcut mevzuatta düzenlenmemiştir.
Taraflar arasında yapılan 20/08/2014 tarihli sözleşme içeriği dikkate alındığında davalı şirketin davacıya 558.452,66 ABD doları borcunun bulunduğu, bu borcun tasfiye edilmek istendiği, bu tasfiyede davalı şirketin belirleyeceği pozisyonları öncelikle davacı hesabına alarak hesabın zarar ettirilmesi, kâr halinde ise bunun davalıdan talep olunamayacağı, tasfiye sonuçlandıktan sonra ise 50.000,00 ABD doları ödeneceği, bu amaçla muhabir hesap nezdinde farklı bir hesap açıldığı, davalının açmış olduğu pozisyonların tersi pozisyonları muhabir hesap nezdinde açtığı açıktır.
20/08/2014 tarihli sözleşme hükümleri ve teknik açıklamalar dikkate alındığında davacının davalı ile yapmış olduğu 20/08/2014 tarihli sözleşmedeki … işlemlerinin niteliği dikkate alındığında, arzu edilen sonucun ve alacağın tahsilinin imkansız olduğu, tüm bilirkişi raporlarıyla açık olduğu gibi tarafların finansal işlem yapan şirket olmaları karşısında bu durumu bildikleri açık olmakla birlikte yapılan sözleşmenin amacı aslında davacının sözleşmeye göre varlığı kabul edilen 558.452,66 ABD doları borcunun davalı tarafından tasfiye edilmesine dönüktür. Bu tasfiye sözleşmesinin yapılması durumunda davacının her halükarda zarar edeceği ve bu zarar nedeniyle davacının hiç bir şekilde davalıdan zararının tahsil edemeyeceği yönünde açık ve kesin bir düzenleme olmadığı ise sabittir. Tarafların sözleşmenin kurulması ve akabindeki süreç içinde bu noktadaki iradelerini karşılıklı olarak bildikleri kabul edilmelidir.
Taraflar arasında yapılan 20/08/2014 tarihli sözleşmede öngörülen tasfiye yönteminin finansal piyasalarda ve işlemlerde kullanılan bir yöntem olmadığı tüm bilirkişi raporlarından anlaşılmaktadır. Bu itibarla mevcut sözleşme uyarınca tarafların edimleri arasında açık bir orantısızlık mevcuttur. Taraflar arasındaki 20/08/2014 tarihli sözleşme hükümlerinin öncelikle tarafları bağlayacağı da bu noktada kabul edilmelidir. İkinci bilirkişi kurulu raporunda adı geçen sözleşme uyarınca tasfiye işlemlerinin sonuçlandırılamamış olması nedeniyle davalı tarafa kusur atfedilemeyeceği ifade edilmiş olmakla birlikte bu noktada tarafların adı geçen sözleşmeyi hangi amaçla yaptıkları noktasındaki yorum önem arz eder.
Sözleşme hukukuna egemen olan sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa) ilkesi, hukukumuzda da kabul edilmiştir. Bu ilkeye göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır.
Esasen 6098 Sayılı TBK m. 1 hükmüne göre “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun açıklamaları ile kurulur. İrade açıklaması, açık veya örtülü olabilir.” Yine TBK m.19 hükmüne göre “Bir sözleşmenin türünün içeriğinin belirlenmesi ve yorumlanmasında tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizleme için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın gerçek ve ortak idare esas alınır.”
Yukarıda açıklanan kanun hükümleri dikkate alındığında “güven prensibi” çerçevesinde tarafların gerçek idarelerinin tespit edilmesi sorunun çözümü açısından büyük önem arz etmektedir. Zira taraflar arasındaki sözleşmenin bütünü, özellikle davacı şirket yetkilileri tarafından davalı yetkililerine 19/09/2014 tarihinde gönderilen e-posta mesajında tasfiye işlemlerinin başlangıcından itibaren iki hafta süre geçmesinden itibaren 12.000,00 ABD dolarının tasfiyesinin gerçekleştirildiği, bunun karşılığında başka bir muhabire 10.000,00 ABD doları ödendiği, davalının işlem stratejisinin kendileri için çok maliyet oluşturacağı, bu tarz çalışmaya müsamaha gösterilmeyeceğinin açıkça ifade olunduğu, yine davacı şirket yetkilisi tarafından davalı şirket yetkilisine 01/10/2014 tarihinde e-posta mesajında ise diğer muhabir nezdindeki hesaplarda yatırılan teminat tutarının 218.000,00 ABD dolarından 72.000,00 ABD dolarına gerilediği, bu nedenle zarar edildiği, zararın 146.000,00 ABD doları olduğu, taraflar arasında yapılmış olan 20/08/2014 tarihli sözleşmenin devamı için kendilerine karşı 558.000,00 ABD doları ile sorumlu olacaklarının açıkça ifade olunduğu, zaten 20/08/2014 tarihli sözleşmenin 3.maddesi ile ise hangi pozisyonun alınacağı noktasında insiyatifin davalı tarafında olduğu, bir başka deyişle pozisyonları davalının belirlediği, bu pozisyonların davacıya ve yine sözleşmenin 4.maddesi gereği bildirildiği, işin niteliği gereği bu pozisyonların anlık olarak davacıya aktarıldığı, sözleşmenin gerçekleştirilmesinde davacının sözleşmeye hiçbir şekilde dahil olmadığı ve davalı tarafından davacı hesabında oluşturulan pozisyonların zarar ettirilmesinin ana amaç olduğu, bu itibarla davacının gerek sözleşmenin başlangıcı gerekse de devamında davalı tarafından yapılan tüm işlemlere müdahale edememesinin sözleşmenin amacı ve devamı açısından makul ve kabul edilebilir olduğu, zaten davacının en büyük amacının zararı önlemeye yönelik olup bu amaçla da adı geçen 20/08/2014 tarihli sözleşmenin yapıldığı, sözleşmenin davalının dahi kabul etmiş olduğu 558.452,66 ABD dolarının davacı lehine tasfiye edilmek suretiyle amacıyla akdedildiği, bu noktada davacının da davalıya güven duyduğu anlaşılmaktadır.
Tarafların 20/08/2014 tarihli sözleşmedeki tasfiye yönteminin mahiyeti ve sürecin işleyişi karşısında davalının sözleşmesel olarak sorumlu olup olmadığı noktasında “makul ve dürüst üçüncü kişinin bakış açısı ile güven teorisine göre yorum yapılacaktır. Ancak iki durumda da güven teorisi uygulanmayacaktır. Bunlardan ilki, muhatabın güven sahibinin gerçek iradesini bildiği durumdur…. İkinci durumda ise, muhatap beyan sahibinin gerçek iradesinin bilmemekle birlikte, somut durumun bütün şartları göz önüne alındığında, gerekli özeni gösterse idi beyan sahibinin gerçek iradesini bilecek veya bilebilecek idi ise, bu durumda da güven teorisi uygulanmayacaktır… Burada ispat külfeti, objektif yorum sonucuna aykırı düşen subjektif iradenin sözleşmenin içeriğinin teşkil ettiğini iddia eden ve bundan kendi lehine hukuki sonuçlar çıkaran kişiye aittir. (Yard. Doç Dr. Nurcihan DALCI ÖZDOĞAN, Sözleşmenin Yorumunda Gerçek İradenin Tespiti, İnönü Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, Yıl 2017, Sayfa 44)
Somut olay açısından davacı şirket, muhatap durumundaki davalı şirketin tasfiye sonucunda ve davalının tek taraflı yaptığı işlemler nedeniyle ve davacının zarara uğraması halinde davacı şirketin uğradığı zararı davalı şirketten talep edilemeyeceği yönündeki davalının iradesini bildiği, davalı tarafından ispatlanamamış olduğu gibi esasen bu noktada açık ve kesin bir durumun söz konusu olması halinde zaten yorum kurallarına dahi başvurulmaya da gerek kalmayacaktır. Zaten ikinci bilirkişi kurulu raporunun, birinci ve üçüncü bilirkişi kurulundan bu yönden farklılık arz etmesinin nedeni de bu noktadan kaynaklanmaktadır. Kaldı ki davacı şirket, davalı şirket ile yapmış olduğu 20/08/2014 tarihli sözleşmede dahi davalının davacı şirkete 558.452,66 ABD doları tutarında borcunun kabul olunduğunun farkındadır. Davacı şirketin alacaklı olduğunun davalı şirket tarafından dahi sözleşmesel olarak bildirilmesi karşısında, davacı şirketin davalı şirket tarafından tek taraflı yapılacak işlemlerle zarara uğrayacağını, bu şekilde ikrar edilen alacağını hiçbir şekilde ödeme yapılmamak suretiyle tasfiye edileceğini bileceği veya bilebileceği kabul edilemez. Zira davacı şirketin alacağının varlığı kabul olunduğu halde bu tasfiyeyi sadece ve sadece alacağını belirlenen yöntem çerçevesinde ve davalıdan tahsil etmek için yaptığı, bu noktada davalı şirket tarafından davacı lehine güven uyandırıldığı, nitekim sözleşmenin ilk başladığı aylardan sonra gönderilen e-posta içerikleriyle de davacının alacağının tahsil etme noktasındaki bu iradesini açıkça ortaya koyduğu, davalıya bu noktada güvendiği ve bu güven ilişkisi çerçevesinde sözleşmeye devam ettiği tartışmasızdır.
Hal böyle olunca 18/08/2014 tarihli tasfiye sözleşmesinde ön görülen tasfiye yönteminin, davalının insiyatifi ile gerçekleşmesi aşamasında davalının sözleşmeyle kendisine yüklenen edimi yerine getirememesinde davacıya atfı kabil bir kusuru bulunduğu kabul edilemez. Zira davacı şirket, tasfiye sözleşmesine konu alacağın tahsil edebilmek için sözleşme koşullarını kabul etmiş konumdadır. Dolayısıyla davacı şirketin belli bir aşamadan sonra işlemlere devam etmemesi, adı geçen sözleşme gereği alacağını tahsil etmek yoluyla tasfiyeyi benimsemiş olan davacının bu amacını gerçekleştirmek ve kendi aleyhine oluşmaya başlayan zararı önlemek amacına dönüktür. Davacı “güven prensibi” çerçevesinde, bu şekilde hareket etmekte haklı olarak kabul edilmiştir.
Davalının taraflar arasında yapılan 20/08/2014 tarihli sözleşme çerçevesinde, davacıya olan 558.452,66 ABD dolar borcunu tasfiye etmekte kendisinin belirleyeceği pozisyonlara göre gerçekleştirmekte ise de davacının “güven prensibi” çerçevesinde alacağını elde etmesini tehlikeye koyan ve gelişen durumlar karşısında sözleşme gereği işlemlere devam etmemesi kabul edilebilir ve hukuken anlaşılabilir bir durumdur. Aksi halde davacı hesabının zarar ettirilmesi suretiyle bakiyenin azaltılması olarak ifade olunan ve taraflar arasında yapılan 20/08/2014 tarihli sözleşme amacının yerine gelmeyeceği davacı açısından mutlaktır. Buna göre davacı 20/08/2014 tarihli sözleşme hükümleri çerçevesinde kendisini zarara uğratan davalıdan uğramış olduğu zararı talep edebilecektir.
Mahkememizce açıklanan gerekçeler karşısında ikinci bilirkişi kurulunun raporunda irdelendiği üzere davacının davalıdan herhangi bir zarar talep edemeyeceği yönündeki gerekçesine itibar edilmemiştir. Esasen … işlemleri konusunda ehil olan ilk bilirkişi kurulu ve özellikle SPK mevzuatı konusunda ehil ve … işlemleri konusunda yetkin üçüncü bilirkişi kurulu, hazırlamış oldukları raporlarda istikrarlı şekilde 20/08/2014 tarihli sözleşmeden sonra davacıya 125.000,00 ABD doları ödendiği, 558.452,66 ABD dolarının bakiye kaldığı, davalının hesabının 30/09/2014 tarihi itibariyle tasfiye olunduğu, likiditasyon sonrası davacıya ödenmesi gereken miktarın ödenmediği, davacının davalıdan mevcut bu alacağını tahsil edebilmek gayesiyle zaten adı geçen sözleşme koşullarını kabul ettiği, bu nedenle oluşan zararın davalı şirketten talep edebileceği yönünde görüş belirtmişlerdir ki gerek birinci ve gerekse çelişkiyi gideren nitelikteki üçüncü bilirkişi kurulu raporu gerekçeli, denetime elverişli ve mahkememizce açıklanan hususlar ile uyumlu olması sebebiyle adı geçen bilirkişi kurulu raporları benimsenmiştir.
Bu aşamada tartışmalı olan diğer husus ise davacının talep edebileceği zarar ve miktarın ne olduğu noktasındadır. Zararın hesaplanması her zaman için objektif, kesin, açık olarak tespit edilebilen bir durum değildir. Bu konu zararın doğumu, gelişimi, noktasında ehil kişiler marifetiyle ancak hesap edilebilir. Bu noktada birinci bilirkişi kurulu hazırlamış olduğu 12/11/2018 tarihli raporunda, uyuşmazlığa esas olan 20/08/2018 tarihli sözleşmeden sonra olan davacıya 125.000,00 ABD doları ödendiği, bunun üzerine 558.452,66 ABD doları kadar bakiye kaldığı, davalı hesabının 30/09/2014 tarihi itibariyle tasfiye olunduğu, likiditasyon sonrasında ise hesap bakiyesi ve tüm iskonto ve alım satım sürecindeki farkları kapsaması için davacıya ödenmesi ön görülen 50.000,00 ABD dolarının ödenmediği, sonuç olarak ise davacıya ödenmesi gereken toplam tutarın 608.652,66 ABD doları olarak belirttiği açıktır. Buna mukabil ise ikinci bilirkişi kurulu ise seçenekli olarak hazırlamış olduğu 25/09/2019 tarihli raporunda davacı hesabında işlemler bazında oluşan kârların sözleşmenin 8.maddesi gereği hesaplama dışında tutulması gerektiği, buna göre adı geçen madde kapsamında tasfiye işlemleri süresince oluşan kâr ve zarar rakamlarının, aksi durumun kâr rakamlarının tasfiye bakiyesine dahil edilmesi sonucunu doğuracağından oluşan 62.208,85 ABD doları tutarındaki zararın tasfiye bakiyesinden indirilmesi gerektiği, bu mahsup sonucunda ise davacının talep edebileceği tutarın ancak 496.243,77 ABD doları olarak hesaplandığını açıklamıştır. Çelişkiyi giderici nitelikte olan ve mahkememizce asıl itibar edilen 29/05/2020 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise, 13/10/2014 tarihi itibariyle 23 farklı pozisyonda oluşan 62.205,85 ABD doları tutarındaki zarar miktarının, 20/08/2014 tarihli sözleşme hükümleri çerçevesinde bakiyeden indirilmesi, 558.452,62 ABD doları olarak belirlenen davacının hesap bakiyesinden bu tutarın indirilmesi sonrasında ise hesaptaki son hareketin gerçekleştiği 13/10/2014 tarihi itibariyle davacının talep edebileceği alacak miktarının 496.246,77 ABD doları olduğu açıklanmıştır.
Dikkat edilirse ikinci bilirkişi kurulu, davacının uğramış olduğu net zarar tutarını 496.243,77 ABD doları olarak hesaplamışken, çelişkiyi gideren nitelikteki üçüncü bilirkişi kurulu raporu ise zarar tutarını 496.296,77 ABD doları olarak hesaplamışlardır. Bu suretle esasen fahiş olmayan fark dışında davacının uğramış olduğu zarar tutarına ilişkin ikinci ve üçüncü bilirkişi kurulu raporları neredeyse birebir aynı durumdadır. Esasen zarar tutarı olarak itibar olunan gerek ikinci ve gerekse üçüncü bilirkişi kurulu raporlarında sözleşmenin 8.maddesi çerçevesinde 62.208,85 ABD doları tutarındaki zararın mevcut tasfiye bakiyesinden indirilmiş olması karşısında da birinci bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 12/11/2018 tarihli rapordaki zarar miktarına itibar olunabilmesi de mümkün değildir.
Davacı vekili 20/10/2017 tarihli dilekçesiyle talebini miktar yönünden ıslah etmiş ve sonuç alacak miktarını 670.064,43 ABD doları olarak açıklamış, bu miktarı aynen veya fiili ödeme günündeki rayiç üzerinden TL karşılığı olarak temerrüt tarihi olan 15/09/2015 tarihinden geçerli olmak üzere 3095 sayılı Kanun uyarınca yabancı para üzerinden işleyen faiz ile birlikte davalıdan tahsilini tahsil etmiştir. Tahkikat işlemlerinin tamamlanması aşamasında mahkememizce oluşturulan 01/10/2020 tarihli ara karar ile “kısmi dava dilekçesine konu olan miktar ile davacı vekilinin 20/10/2017 tarihli ıslah dilekçesine konu miktar karşısında, davacı vekilinin kısmi davaya konu olan ve TL olarak talep etmiş olduğu bedelin mahsup olunması sonrası davacı vekilinin talebine konu olan sonuç miktarı veya ıslah sonucunda gerek asıl dava dilekçesi ve gerekse ıslah dilekçesi ile talep ettikleri miktarı davacı vekilinin iki hafta içinde açıklamasına” dair karar oluşturulmuştur.
Bunun üzerine ise bu defa davacı vekili 14/10/2021 tarihli dilekçe ile kısmi dava olarak 20.000,00 TL miktarlı açtığı davada, 20/10/2017 tarihli ıslah dilekçesi ile taleplerini arttırarak toplam 2.452.436,00 TL tutarında alacak talep ettiklerini açıklamışlar, bu suretle miktar 2.432.436,00 TL olarak arttırılmış, bu alacağa ise avans faiz oranı talep olunmuştur. Ne var ki bu defa ise 24/12/2020 tarihli ara karar ile “davacı vekili 14/10/2020 tarihli beyan dilekçesinde uğramış olduğunu iddia ettiği ABD dolarına tekabül eden 2.432.436,00TL zarar talebini ıslah ettiğini açıklaması karşısında ıslah talebinin bu çerçevede ele alınmasına, ıslah talebine konu olan 2.432.436,00TL olmak üzere toplam talep 2.452.436,00-TL olarak açıklanmış olmakla bu miktarın hangi dolar tutarının hangi tarihteki efektif satış kur karşılığı olduğunu dahi açıklamak ve oluşan belirsizliği gidermek üzere davacı vekiline yeniden iki hafta süre ve imkan tanınmasına” dair ara karar oluşturulmuştur. Bu suretle belirsizliğin giderilmesine devam edilmiş, nihayet davacı vekili 04/01/2021 tarihli beyan dilekçesinde arttırıma konu olan miktarı ıslah tarihi olan 20/10/2017 tarihi itibariyle ABD doları için TCMB tarafından açıklanan efektif satış kurunun TL’ye isabet eden miktarı üzerinden belirlendiğini, bu durumda arttırılan 2.432.436,00 TL tutarındaki kısmın 662.500,00 ABD dolarına isabet ettiğini açıklayarak belirsizliği gidermiştir.
Mahkememizce gerek kısmi davaya konu miktarlar gerekse ıslah edilen miktarlar açısından hangi tutarın ve hangi tarih itibariyle dikkate alındığını açıklamadan önce bu noktada genel olarak Yargıtay uygulamasını incelemekte fayda bulunmaktadır.
Öncelikle davacı taraf başlangıçta TL cinsinden talepte bulunmuştur. Bu suretle alacağını dava dilekçesinde döviz olarak talep etmemiştir. Davacının dava açıldığı aşamada alacağını döviz cinsinden talep etme hakkından feragat etmiş sayılacağından artık davacının döviz cinsinden olmak üzere ıslah yolu ile alacak talebinde bulunması kabul edilemez. 6100 sayılı HMK m.26 hükmü uyarınca da taleple bağlılık esastır. (Yargıtay 11. 2012/12854E. 2013/10905K.sayılı ilamından hareket edilmiştir).
Sonuç olarak davacı TL üzerinden kısmi davasını açmış, tercih hakkını TL. cinsinden kullanmış olmakla artık ıslah ile döviz cinsinden talepte bulunamaz. Zaten mahkememizce de bu yöne ilişkin belirsizlik tam ve eksiksiz şekilde giderilmiştir. (Yargıtay 11. 2012/510E. 2012/21404K.sayılı ilamı) Hal böyle olunca mahkememizce davacının kısmi dava tarihi itibariyle talep edebileceği asıl alacak miktarının yabancı para cinsi üzerinden hesaplanması, akabinde kısmi dava tarihi itibariyle asıl alacak tutarının TL’ye çevirme işleminin tamamlanması, daha sonra dava tarihi itibariyle tespit edilen TL bedelli toplam asıl alacak miktarının kısmi davaya konu olan miktarına kısmi dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekli olabilse de somut olayda ıslah dilekçesine konu alacak ile kısmi davaya konu alacak yönünden dava tarihinden önceki bir tarih itibariyle usulüne uygun olarak temerrüt oluşmakla bu tarihten geçerli olmak üzere temerrüt faizinin uygulanması gerekir. (Yargıtay 11.HD 2011/510E. 2012/21404K.sayılı ilamından hareket olunmuştur).
Yukarıda açıklanan ölçüler çerçevesinde davacının uğramış olduğu zarar miktarı üçüncü bilirkişi kurulu raporunda da belirtildiği üzere 496.246,77 ABD doları olarak kabul edilmiş, ilk davanın açıldığı 12/04/2016 tarihi itibariyle TCMB’nin efektif satış kuru dikkate alındığında TL olarak alacağını tahsil etmeyi tercih eden davacının toplam zarar tutarının dava tarihi itibariyle 1.410.928,80 TL olduğu hesaplanmıştır. Bu tutarın 20.000,00 TL’si kısmi davaya konu olup bakiye olan 1.390.928,00 TL tutarı ise ıslah dilekçesi ile talep edilebilecek tutarı oluşturmaktadır. Bu nedenle kabul edilen bu miktarlar dışında davacının fazlaya ilişkin talebinin kabulü mümkün değildir.
Davacının alacak talebi açısından önem arz eden diğer husus ise temerrüt tarihi ve faiz türü konusundadır.
Davacı, temerrüt faizini dava tarihi öncesine isabet eden 15/09/2015 tarihinden geçerli olmak üzere talep etmiştir. Temerrüt faizi talep edebilmesi kural olarak ve BK m.117/f.1 hükmü uyarınca alacaklının ihtarda bulunmasına bağlıdır. Somut olayda davacı alacaklı tarafından düzenlenmiş bir ihtar yazısı ve davalıya tebliğ olunması durumu söz konusudur. Nitekim davacı vekili … 31.Noterliğince düzenlenen … tarihli ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile 558.452,66 ABD doları tutarındaki alacağın ihtarnamenin tebliğ olunmasından itibaren beş gün içinde ödenmesini talep etmiştir. Bu ihtarname ise davalı şirkete 10/09/2015 tarihi itibariyle tebliğ olunmuştur. Davalıya tanınan beş günlük sürenin dolmasını takip eden 16/09/2015 tarihi itibariyle ise temerrüt oluştuğundan bu tarihten geçerli olmak üzere gerek asıl davaya konu gerek ıslah talebine konu alacak yönünden temerrüt faizi talebinin kabulü gerekir. Bu arada tarafların tacir olması karşısında hükmedilen TL bedelli alacağa ise TCMB’nin kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizinin işletilmesi de gerekir. Nitekim bu çerçevede hükmedilen alacaklara adı geçen avans faizinin belirtilen temerrüt tarihinden itibaren işletilmesine karar verilmiştir.
Yapılan açıklamalar karşısında, asıl davaya konu alacağın 20.000,00-TL tutarının tamamının ve ayrıca ıslah talebine konu alacağın ise 1.390.928,80-TL tutarının, temerrüdün oluştuğu 16/09/2015 tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin ise reddine dair karar verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Asıl davaya konu alacağın 20.000,00-TL tutarının tamamının ve ayrıca ıslah talebine konu alacağın ise 1.390.928,80-TL tutarının, temerrüdün oluştuğu 16/09/2015 tarihinden itibaren TCMB’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı avans faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
Davacının fazlaya ilişkin talebinin ise reddine,
2-492 sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 96.380,54 TL harçtan peşin alınan 341,55 TL peşin harç, 41.540,00 TL ıslah harcı toplamı 41.881,55‬ TL harcın mahsubu ile 54.498,99‬ TL ilam harcının davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan 29,20 TL başvuru harcı, 341,55 TL peşin harç, 41.540,00 TL ıslah harcı toplamı olan 41.910,75‬ TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan 231,00 TL tebligat posta gideri, 10.350,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 10.581,00 TL yargılama giderinden davanın kabul nispetine göre (%57,53) 6.087,24 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Davalı tarafından yapılan 6.000,00 TL bilirkişi ücretinin davanın ret nispetine göre (%42,47) 2.548,2‬ TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Kabule esas olan 1.410.928,80 TL üzerinden yürürlükte bulunan AAÜT gereğince hesaplanan 82.182,51 TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
7-Redde esas olan 1.041.507,20 TL üzerinden yürürlükte bulunan AAÜT gereğince hesaplanan 69.125,36 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
8-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememize veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde İstinaf yasa yolu açık olmak üzere vekillerin huzurunda ve oy birliği ile karar verildi. 11/02/2021

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …