Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1282 E. 2019/110 K. 12.02.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/1282 Esas
KARAR NO : 2019/110

DAVA : Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 28/12/2016
KARAR TARİHİ : 12/02/2019

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;müvekkili şirket ve davalı arasında bayilik sözleşmesi bulunduğu; davalının sözleşmeyi haksız feshettiği; haksız feshin üzerine anılan sözleşmesinin 32.maddesi uyarınca müvekkili şirketin müspet zararının tazmini gerektiği ayrıca sözleşmenin 33.maddesi uyarınca sözleşmeye aykırı davranan davalının cezai şartı da ödemekle yükümlü olduğu iddialarıyla alacak davası ikame etmiştir. Davacı vekilinin anılan alacakları ticari faizle talep ettiği gibi takip ve mahsu da ileri sürmüş olup, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Söz konusu bayilik sözleşmesinin rekate hukukuna aykırı olduğu; bu sözleşme ve eklerinin rekabet kurulu kararları uyarınca sona erdiği itirazında bulunmuştur, davalı vekili mezkur itirazını, dava dışı …A.Ş unvanlı şirketin intifasıyla kuvvetlendirmiştir. Ayrıca, dava konusu bayilik sözleşmesinin rekabet mevzuatı uyarınca 24/09/2015 tarihinde sona erdiği, müvekkilinin de ihtarnamesinde aynı tarih itibariyle sözleşmenin sona erdiğini dile getirdiği davacının rekabet hukukunu görmezden gelerek dava açıtığı savunmalarında bulunmuştur.
GEREKÇE;
Dava, LPG (otogaz) bayilik sözleşmesinden kaynaklı sözleşmenin haksız feshi nedenine dayalı maddi (müspet) zararlar kapsamında olmak üzere kar mahrumiyeti zararı ile yine sözleşme ile kararlaştırılan cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Tarafların bildirdiği delil ve belgeler getirtilerek dosya içerisine alınmış, dosya kapsamında davacının ve davalının ticari defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle bilirkişi raporu alınmıştır.
Alınan kök raporda; tarafların ticari defter ve belgelerinin usulüne uygun olarak tutulduğu, açılış ve kapanış tasdiklerinin yasal süresinde yaptırıldığı, davacı şirketin davalı tarafa düzenlediği faturaların ticari defterlerinde kayıtlı olduğu ve davalı tarafa teslim edildiği, bayilik sözleşmesinin 32. Maddesinin somut ittilafa uygulanamayacağı, buna karşılık sözleşmenin 33. Maddesinin somut ittilafa uygulanabileceği, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 33. Maddesine göre cezai şart bedelinin 227.458,85-TL olduğu, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin erken feshi nedeni ile mahrum kalınan kârın 11.324,00-TL olduğu rapor edilmiştir.
Aynı bilirkişi heyetinden alınan ek raporda sonuç olarak; davalının 5 yıllık rekabet etmeme borcunun başlangıcını, davacıyla dava dışı Delta Şirketi ile arasındaki bayilik sözleşmesine dayandırmanın, Rekabet Kurulunun güncellenmiş kılavuzuna, bu kılavuza uygun yeni kararlarına ve Danıştay 13. Dairesinin iki içtihadına aykırı olduğu, kök raporda olduğu gibi ek raporda da davalının 27/08/2015 tarihinde gönderdiği fesih ihbarının bayilik sözleşmesinin normal olarak sona ereceği 11/04/2016 tarihinden önceye denk gelmesi itibari ile erken ve haksız olduğu sonucuna ulaşıldığı, bayilik sözleşmesinin 33. Maddesinde fesih cezasının kararlaştırıldığı, davalının 33. Maddede kararlaştırılan cezayı tediye ederek sözleşmeyi fesih suretiyle sonlandırmaya yetkili olduğu, bayilik sözleşmesinin 33. Maddesinde fesih cezası kaleme alınmakla TBK, m.179/3 hükmünün uygulama alanı bulduğu, artık mahrum kalınan karın hesaplama tarzının bir önemi kalmadığı, davacı vekilinin mahrum kalınan karın hesaplanmasına dair itirazların davanın sonucunda etkisiz olduğu mütalaa edilmiştir.
Davalı taraf, irtifak hakkı sahibi dava dışı … Şirketinin akaryakıt bayilik sözleşmesinin bilirkişiler tarafından 24/09/2010 tarihli olduğunu, dikey ilişkiye konu tüm sözleşmelerinde aynı dikey ilişki süresine tabi olmaları nedeniyle bu tarihten itibaren 5 yıllık süreye tabi olacağı ve LPG bayilik sözleşmesinin 24/09/2015 tarihinde sona ereceği hususunda eksik değerlendirme yaptığını, zira dikey ilişki süresi en fazla 5 yıllık süreye tabi olup, bu kapsamda 24/09/2015 tarihinde tüm sözleşmeler için grup muafiyet süresinin sona erdiğini, bu nedenle LPG bayilik sözleşmesi süresinin 24/09/2015 tarihinde sona erdiğini, dikey ilişki de 5 yıllık sürenin tüm sözleşmeler yönünden başlangıç tarihinin hesaplanması hususunda Rekabet Kurumu tarafından yayınlanan dikey anlaşmalara ilişkin kılavuzun 35.maddesinde ifade edilen “5 yıllık rekabet etmeme yükümlülüğünün süresinin hesaplanmasın da başlangıç tarihi olarak taraflar arasında süre gelen rekabet yasağına dayalı dikey ilişkiye başlangıç teşkil eden ilk anlaşmanın yapıldığı tarih esas alınacaktır.” hükmünü geçerli olduğunu, Yargıtay 19.HD’nin 23/05/2013 tarih 5916/9535 sayılı kararının , Yargıtay 19.HD’nin 2013/11857 esas 2013/17218 karar sayılı kararlarının da aynı yönde olduğunu, ifade etmiştir.
Davalı vekilinin bilirkişi raporuna yönelik itirazları bilirkişi heyetinin sunduğu ek raporda tartışılmış ve değerlendirilmiş olup; dava dışı … şirketi ile davalı şirket arasında düzenlenen protokolün 04/01/2010 olduğu ve ilk gazın bu tarihte satın alındığı, 5 yıllık sürenin sona erme tarihinin ilk gazın satın alındığı bu tarihten itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Davalı vekili tarafından sunulan dikey anlaşmalara ilişkin kılavuzun yürürlüğünün sona erdiği, 29/03/2018 tarihli dikey anlaşmalara ilişkin kılavuzun 40 ve 43.paragraflarında ilk anlaşmanın ibaresinden sonra gelmek üzere (“bayilik sözleşmesi”) ifadelerinin eklendiği, bu hususun Rekabet Kurulu kararlarından sonra verilen Danıştay 13. Dairesinin 14/04/2015 gün 2011/688 esas 2015/1456 karar; 14/04/2015 gün 2011/710 esas 2015/1459 karar sayılı kararlarına dayalı olduğu, bu nedenle davanın 5 yıllık rekabet etmeme borcunun başlangıcının davacıyla dava dışı … şirketi arasındaki bayilik sözleşmesine dayandırılmasının Rekabet Kurulunun güncellenmiş kılavuzuna ve kılavuza uygun yeni kararlara ve Danıştay içtihatlarına aykırı olduğu gözetilerek davalının 27/08/2015 tarihinde gönderdiği fesih ihbarının bayilik sözleşmesinin sona erme süresi olan 11/04/2016 tarihinden önce olması nedeniyle haksız olduğu, bu nedenle davacının haksız fesih nedeni ile uğramış olduğu kâr mahrumiyeti zararı ile koşulları oluşmuş ise cezai şart alacağını talep edebileceği anlaşılmaktadır.
Bilirkişi heyeti tarafından sözleşmenin 33.maddesindeki alacağın sözleşmeyi fesih yetkisi tanınan borçlu tarafından sözleşmenin feshi ile birlikte ödemeyi taahhüt ettiği fesih (dönme) cezası olduğu ifade edilmiş ve davalı borçlunun 33.maddede kararlaştırılan cezayı davacı alacaklıya ödemek suretiyle sözleşmeyi feshedebileceği, bu suretle mahrum kalınan kâr (kâr kaybı) şeklinde oluşan müspet zararların hesabı bakımından bir önemi kalmadığı bildirilmiş ise de davacının talebinin hukuki dayanağının sözleşmeye dayalı olması nedeni ile sözleşmenin yorumlanması önem arz etmektedir.
Taraflar arasında akdedilen 11/04/2011 tarihli “LPG ile çalışan kara yolu taşıtları için ikmal istasyonu bayiliği sözleşmesi” nin ilgili hükümleri şu yöndedir.
Madde 32:
…’ın Bayi’nin sözleşmeye aykırı davranışı sebebiyle sözleşmeyi feshetmesi halinde, Bayi’den maruz kaldığı zarar, ziyan ve anlaşma süresinin sonuna kadar hesap edilmek üzere, mahrum kaldığı kar karşılığı tazminatı talep edebileceğini, Bayi peşinen kabul ve taahhüt eder. Her türlü temerrüt halinde, temerrüt faizinin temerrüt veya tahsil tarihindeki kısa vadeli banka kredi faizleri seviyesinde olacağını taraflar kabul eder.
Madde 33:
Bayiinin sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle sözleşmenin feshine sebebiyet vermesi halinde, 32.maddede yer alan yükümlülükten ayrı olarak …’dan LPG alımı yapacağı dönem içinde LPG alımının en yüksek olduğu aydaki LPG miktarının fesih tarihindeki perakende satış fiyatı ile çarpımı sonucu bulunacak bedeli cezai şart olarak Bayi …’a ödemeyi kabul ve taahhüt eder.
Söz konusu sözleşme maddelerinin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü 33. maddedede 32. maddeye atıf yapılarak bayinin sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle sözleşmenin feshine sebebiyet vermesi halinde 32. maddede yer alan yükümlülükten ayrı olarak davalı, davacıya cezai şart ödemeyi taahhüt etmiştir. Dolayısıyla davacının 33.madde çerçevesinde talep edeceği cezai şart 32. maddede yer alan davalı bayinin sözleşmenin feshinden kaynaklı olarak davacıya ödemekle yükümlü olduğu “zarar, ziyan ve anlaşma süresinin sonuna kadar hesap edilmek üzere, mahrum kaldığı kâr karşılığı tazminatı” peşinen ödemeyi kabul ve taahhüt etmesi yükümlüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Bu açıklamaların somutlaştırılması, sözleşme hükümlerinin yorumlanması bakımından cezai şart (ceza koşulu) ile özellikle ifaya eklenen ceza koşulu ile dönme (fesih) cezası ve mahrum kalınan kâr (kâr mahrumiyeti) kavramlarının açıklanması ve aradaki farkın ortaya konulması yararlı olacaktır.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki ceza koşulu bir tür geciktirici koşula bağlı edim borcudur. Kaynağı ise daima mevcut borç ilişkisine bağlı bir ek anlaşmadır.
Borcunu ifa etmeyen veya borca aykırı ifa eden borçlu, alacaklının zararını tazmini ile yükümlüdür. (TBK m.112) Bunun için alacaklı zararını ispat zorundadır. Bu zorlukla karşılaşmak istemeyen alacaklılar, zararı ispat şartına bağlı olmayan bir yaptırımın sözleşme ile borçluya kabul ettirebilirler ise kendilerini daha güvende hissederler. İşte borçlunun borcunu ihlal etmesi halinde alacaklıya ödemeyi kabul ettiği, ceza hususundaki anlaşmaya “ceza koşulu = cezai şart” ve ödenecek cezaya “sözleşme cezası” denilmektedir. (Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 2, Oğuzman/Öz, İstanbul 2013, s.518)
Bazı sözleşme cezaları asıl borcun ifası ile birlikte değil, bu borcun ifasından vazgeçilerek bunun yerine istenebilir. İfa yerine istenebilen ceza koşulu TBK m.179/1 hükmünde düzenlenmiş olup; bu hükme göre “Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmış ise, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklıya borcun veya cezanın ifasını isteyebilir.” Bu hükme göre, alacaklı ya ifayı ya da cezayı isteyebilir, hem cezanın ödenmesini hem de asıl borcun ifasını isteyemez.
Taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin 33.maddesinin lafzından (“32.maddede yer alan yükümlülükten ayrı olarak”) da anlaşılacağı üzere, sözleşme cezasının, sözleşmeye aykırı davranışlar nedeniyle uğranılan zararları tazmin yükümlülüğünden ayrı ve bağımsız bir edim yükümlülüğü olarak getirildiği, bu sebeple ifa yerine istenebilecek sözleşme cezası olmadığı tartışmasızdır.
Bazı borç ihlallerinde alacaklının hem ifayı hem de cezayı isteyebilmesi söz konusu olabilir. Ceza koşulu, ifanın sözleşmede belirtilen zamanda veya sözleşmede kararlaştırılan yerde yapılmaması halleri için kararlaştırılmış ise, alacaklı hem gecikmiş ifayı veya ifanın sözleşmedeki yerde yapılmasını hem de cezayı isteyebilir. İfa ile birlikte istenebilecek sözleşme cezası olarak ifade edilen bu ceza koşulu TBK m.179/2’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre “Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmış ise alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.” Şayet alacaklı çekince (ihtirazı kayıt koymadan ifayı kabul ederse TBK m.179/2 hükmünde açıkça belirtildiği üzere cezayı isteme hakkını kaybeder.)
Ceza koşuluna ilişkin hükümler arasında dönme (fesih) cezası da düzenlenmiştir. TBK m.179/3 hükmüne göre “Borçlunun kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır.”
Doktrinde de ifade edildiği üzere dönme cezası kararlaştırılması, aslında bir tür ceza koşulu kabul edilmesi türü değildir. Hatta ceza koşulundan farklı bir kurum söz konusudur. Ne var ki kanun koyucu, yakın ilgisi bakımından dönme cezasını ceza koşuluna ilişkin hükümler arasında düzenlemiştir. (Age, s.530)
Hukukumuzda sözleşme bağını tek taraflı olarak ortadan kaldırmak kural olarak mümkün değildir. Fakat taraflar anlaşarak, her birine veya sadece bir tarafa, belli bir bedel ödemek şartıyla serbestçe sözleşmeden dönme (şayet sürekli sözleşme ilişkisi varsa ve ifasına başlanmışsa sözleşmeyi feshetme) hakkı tanıyabilirler. İşte buna “dönme cezası” denir.
Diğer her türlü ceza koşulu borçlunun borcunu ihlal etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken; dönme cezası herhangi bir borç ilişkisi bulunmaksızın belli bir meblağ ödemek suretiyle borçluya sözleşme bağından kurtulma imkanı vermektedir. Ceza koşulu, borçluyu borcuna uygun davranmaya yöneltici bir rol oynarken, dönme cezası borçluya borcundan kurtulma kolaylığı sağlar.
Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir ki; borçlunun dönme cezası sayesinde gerekçe göstermeksizin sözleşmeden dönme (veya feshetme) hakkını kullanabilmesi için, bu ceza miktarını ödemiş veya ödemeyi teklif etmiş olması aranmaktadır. Bu gerçekleşmedikçe, sadece dönme bildiriminde bulunmanın sözleşme bağının ortadan kaldırmayacağı öğretide ifade edilmektedir. (Age, s.531)
Kanunumuzda, ceza düzenleyen sözleşme hükmünün, dönme cezasını değil, ceza koşulunun düzenlendiği karinesi yer almaktadır. TBK m.179/3 hükmünde açıkça belirtildiği üzere, uyuşmazlık halinde, borçlu, kararlaştırılan miktarın ceza koşulu değil, dönme cezası olduğunu ispat etmek zorundadır.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olaya ve taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine baktığımızda, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 33. maddesindeki cezanın, ceza koşulu olduğu ve bunun, yukarıda da ifade edildiği üzere lafzi yoruma bağlı kalınarak ifaya eklenen ceza koşulu olduğu sonucuna varılmaktadır. Kaldı ki davalı borçlu, ceza tutarını hesaplayarak davacıya bir ödeme yapmadığı gibi yapmayı da önermemiştir. Bu nedenle sözleşmenin 33. maddesinde kararlaştırılan cezanın ifa ile birlikte istenebilecek sözleşme cezası olduğu kanaatine varılmıştır.
Diğer yandan davacının, ceza koşulu ile birlikte borçlunun kusuruna ve doğan zararına dayalı olarak kâr mahrumiyeti zararını talep etmiş olması nedeniyle sözleşme cezası ile kusur ve zarar kavramlarına da ayrıca açıklık kazandırmak gerekir.
Tazminat isteme hakkını kural olarak borçlunun kusurlu olması şartına bağlayan kanunumuz, bununla uyumlu olarak, ceza koşulunun talep edilmesini de borçlunun borca aykırılıkta kusurlu olmasına bağlamıştır. TBK m.182/2 hükmünde, aksine sözleşme bulunmadıkça kusursuz ifa imkansızlığına düşen borçlunun cezayı ödemekten de kurtulacağı açıkça belirtilmiştir. Diğer kusursuz borç ihlallerinde de bunlar için kararlaştırılmış cezalar bakımından aynı sonuca varılacaktır.
İfa yerine istenen sözleşme cezası, ifanın borçlunun kusuru olmaksızın imkansızlaşması veya borçlunun kusuru olmaksızın kötü ifa durumunun ortaya çıkması halinde talep edilemeyecek; ifa ile birlikte istenebilen ceza da borçlunun kusursuz olarak temerrüde düşmesi veya borçlunun kusursuz olarak ifayı kararlaştırılan yerde yapamaması halinde istenemeyecektir. (Age, s.533)
Yukarıda da açıklandığı üzere davalının Rekabet Kurulu kararlarına, Danıştay kararlarına ve yeni dikey anlaşmalara ilişkin Rekabet Kurumunun yayınladığı 29/03/2018 tarih 18-09/179-RM(1) sayılı kılavuzun 40 ve 43. maddelerine aykırı olarak ve bununla birlikte sözleşmenin sona erme süresinden önce haklı bir sebep olmaksızın feshettiği anlaşılmakla kusurlu olduğu ortadadır. Aksini iddia eden davalı, kusurunun bulunmadığını geçerli delil ve belgelerle kanıtlayamamıştır. Bu sebeple davacının zararlarını tazmin ve ayrıca ifa yerine istenen sözleşme cezasını ödeme yükümlülüğü altındadır.
Sözleşme cezası, borcun ihlali üzerine istenecek önceden belli bir tazminat tutarı olduğu için cezanın ödenmesi alacaklınıı zararınıı derecesine hatta zarar görüp görmemesine bağlı değildir. Bu kural TBK m.180/1 de ifade edilmiş olup, bu hükme göre “Alacaklı hiçbir zarara uğramamış olsa bile, kararlaştırılan cezanın ifası gerekir.”
Buna karşılık, ceza koşulu uyarınca ceza isteyebilen alacaklı, kusurlu borçludan uğradığı zarar için ayrıca tazminat isteyemez, böyle durumlarda alacaklı sadece ceza tutarını aşan zararının tazminini isteyebilir. Bu kural, gerek ifa yerine geçen cezada gerekse ifa ile birlikte istenen cezada aynen geçerlidir. Ancak bu takdirde TBK m.112’de belirtilen genel hükümden ayrılarak borçlunun kusurlu olduğunu alacaklının ispat etmesi gerekmektedir. Bu hükme göre “Alacaklının uğradığı zarar kararlaştırılan ceza tutarını aşıyorsa alacaklı, borçlunun kusuru bulunduğunu ispat etmedikçe aşan miktarı isteyemez.”
Bu açıklamalar çerçevesinde toplanan deliller, alınan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından; davalı borçlunun davacı alacaklıya sözleşmenin 33. maddesi kapsamında LPG alımı yapacağı dönem içinde LPG alımının en yüksek olduğu aydaki LPG miktarının fesih tarihindeki perakende satış fiyatı ile çarpımı sonucu bulunacak tutar üzerinden ceza koşulu ödemeyi taahhüt ettiği, bilim ve fenne uygun bilirkişi raporundaki hesaplama çerçevesinde davacının talep edebileceği ceza koşulunun 227.458,85-TL olduğu, ancak davacının talebinin 5.000,00-TL olduğu anlaşılmakla talebe bağlı kalınarak davacının ceza koşulu (cezai şart) alacağının kabulüne karar vermek gerekmiş; ayrıca mahrum kalınan kârın yukarıda yaptığımız açıklamalarımız çerçevesinde 33. maddenin lafzi yorumu sonucu ayrıca talep ve dava edebileceği kanaatine varılarak ve bu tutarın bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere 11.324,00-TL olduğu anlaşılmakla birlikte; davacının ceza koşulu talebinin 5.000,00-TL olduğu ve bu tutarın üzerinde ve fakat 227.458,85-TL’yi geçmemek kaydıyla kâr mahrumiyeti zararını talep ettiği dikkate alınarak ve taleple bağlı kalınarak davacının kâr mahrumiyeti zararının tazminine ilişkin olmak üzere davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1-Davanın KABULÜ ile 5.000,00-TL cezai şart, 5.000,00-TL kar mahrumiyeti zararının sözleşmenin fesih tarihi olan 24/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
2-Alınması gereken harç 683,10-TL olup, peşin alınan 170,78-TL’nin mahsubu ile bakiye 512,32-TL karar ve ilâm harcının davalıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafça yapılan ilk dava açma gideri 204,28-TL, posta ve tebligat masrafı 193,20-TL, bilirkişi ücreti 2.200,00-TL olmak üzere toplam 2.597,48-TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden AAÜT gereğince taktir olunan 2.725,00-TL maktu vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerinde bırakılmasına, lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
6-Davacı tarafından yatırılan gider avansından yargılama sırasında yapılan masraflar ile karar tebliğ giderlerinden geriye kalan avansın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davacıya iadesine,
7-Davalı tarafından yatırılan delil avansından yargılama sırasında yapılan masraflardan geriye kalan avansın karar kesinleştiğinde ve istek halinde davalıya iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı,kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 HAFTA içerisinde mahkememize ve bulunulan yer Asliye Ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.12/02/2019

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır