Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2005/411 E. 2023/783 K. 23.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2005/411
KARAR NO : 2023/783

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 15/11/2005
KARAR TARİHİ : 23/10/2023

Mahkememizde görülmekte olan tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalıların davacı banka mülkiyetinde bulunan 1981 yılından beri … ve sonrasında … Ltd. Şirketi ile …’e kiralanmış olan … kıyı şeridindeki tesislerin 20.09.1989 tarih ve 1156 sayılı yönetim kurulu kararı doğrultusunda yap-işlet-devret kira sözleşmesi ile kiraya verilmesi ve anılan sözleşmenin işlerlik koşullarının 21.12.1990 tarih ve 1869 sayılı yönetim kurulu kararı ile davacı banka aleyhine değiştirilmesi suretiyle davacı bankayı zarara uğrattıkları, bankacılık mevzuat ve uygulamalarına aykırı hareket edilerek gerekli basiret ve özenin gösterilmemesi ve bankanın ağır taahhütler altına sokulmasının söz konusu olduğu, durumun Başbakanlık Teftiş Kurulunun … tarihli raporu ile ortaya çıktığı, sahil şeridi üzerinde motelleri bulunan taşınmazın 1981 yılından beri “…” firmasına kiralanmış olduğu, 6570 sayılı yasa dolayısıyla birer yıllık sözleşmeler akdedilerek uygulanırken 1989 yılında tarafların sözleşmeyi sona erdirdiği ve yap işlet devret sözleşmesi imzaladıkları, bu sözleşmenin uygulanmaması üzerine 1990 yılında yeni bir yap-işlet-devret sözleşmesi imzalanarak yürürlüğe konulduğu, sözleşmenin konusunun arsa ve bankaya ait dinlenme tesisleri üzerinde birinci sınıf tatil köyü, otel, turizm kompleksinin yapılarak süre bitiminde bankaya devredilmesi olduğu, başlangıçta 34 yıl olarak belirlenen sürenin yatırımlar artması halinde 49 yıla uzayacağının kararlaştırıldığı, ancak kiracının edimlerini yerine getirmediği, bu sebeple taraflar arasında ihtilaflar söz konusu olduğu, ancak 12.11.1991 tarihli ve davalıardan … ile … tarafından imzalı yazının davalıya verilmiş olması dolayısıyla akdin sona erdiğine ilişkin açılan davaların banka aleyhine sonuçlandığı, bu yazıda gerçeğe aykırı şekilde sözleşmenin işlerlik koşullarının yerine getirildiğinin yazılı olduğu, ihtilafları sona erdirmek üzere tarafların 11.07.1994 tarihli yap-işlet-devret ek sözleşmesini imzaladıkları, bu sözleşme ile sürenin 49 yıl olarak belirlendiği, süre bitiminde tekrar uzatılacağının kararlaştırıldığı, kira bedeli arttırılmış gözükmekle birlikte banka eğitim tesislerinin de kiracıya devredilmiş olduğu, tespit edilen kiranın emlak vergi tutarının dahi çok altında kaldığı, sözleşmenin 4.maddesinde en geç iki yıl içerisinde inşaat sözleşmesi alınması yürürlük koşulu iken ilave edilen paragraf ile inşaatın başlaması yatırımcı kiracıdan kaynaklanmayan sebeplerle geciktiği takdirde geciken bu sürenin iki yıllık inşaata başlama süresine ekleneceğinin kararlaştırıldığı, bununla feshin muğlak hale geldiği, bu hükmün daha sonra pek çok ihtilafa konu olduğu, kiracı tarafından ek süre istemli davalar açıldığı ve davacı bankanın kira kaybı yaşadığı, diğer yandan emlak vergisi bedeli altında kira kararlaştırıldığı, dört yıl bu ücretin sabit tutulduğu, özetle banka insiyatifini ortadan kaldıran, sözleşmenin feshini başka kurumların inisiyatifine bırakan, bu haliyle sözleşmenin feshini zorlaştıran hükümler kabul edilmek suretiyle bankanın zarara uğratıldığı, kiracı …’in uzur yıllar bedava sayılacak bir bedelle uzun yıllar mülkten yararlandırılarak bankanın zarara uğratıldığı, taşınmaza kiracının kaçak müştemilat yaparak arazinin amaç dışı kullanıldığı, kiracının projeyi uygulamaya koymadığı ve kiracının büyük rantlar elde etmesine göz yumulduğu, bankanın uğramış olduğu zarara ilişkin olarak, 1989-1990 – yıllarında vergi ödemelerinin kira bedelinden yüksek olduğu, aradaki farkın 56.183.550.694. TL olduğu, bu dönem için rayiç kira bedeli banka ekspertiz raporlarına göre 240 milyar iken tahsil edilen kiranın 62 milyar küsur TL olduğu, aradaki farkın zarar miktarı olduğu, Başbakanlık Teftiş Kurulunca düzenlenen rapora göre, 20.09.1989 tarihli sözleşmeye göre yıllık 1.150.000 USD olmak üzere toplam 12.650.000 USD, 27.12.1990 tarihli sözleşmeye göre yıllık 760.000 USD’den toplam 6.840.000 USD; 11.07.1994 tarihli sözleşmeye göre yıllık 245.000 USD’den altı yıllık toplam 1.470.000 USD banka zararı bulunduğu, sözleşmelerin uygulanması halinde bankanın elde edeceği gelirden de mahrum kaldığı, sorumlulular hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, erteleme kararı verildiği, zararı davalılardan talep zorunluluğu doğduğu, bu nedenlerle 27.12.1990-11.07.1994 tarihleri arasında meydana gelen banka zararından dolayı 20.12.1990 tarih ref.77 sayılı önergede imzaları bulunan … Müdürü …, …müdürü …, emlak portföy yönetim başkanı … ve genel müdür …, 27.12.1990 tarihli … ile yapılan yap-işlet-devret sözleşmesini kabul eden… tarih ve … sayılı yönetim kurulu kararını imzalayan yönetim kurulu başkanı ve genel müdür …, yönetim kurulu üyeleri …, …, … ve …, 11.07.1994 tarihinden bugüne banka zararı ile ilgili olarak bu zarara sebep olanı 07.07.1994 tarih ve bila sayılı genel müdürlük önergesinde imzaları bulunan dönemin genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı …, genel müdür yardımcıları … ve …, koordinatör …, bu önergeyi değerlendiren ve aynen kabul eden, aynı tarihli ve … s. yönetim kurulu kararını imzalayan genel müdür ve yönetim kurulu başkanı …; yönetim kurulu üyeleri …, …, …, …’dan 7 milyon 400 bin YTL (7.4trilyonTL) banka zararının müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar …, …, …, …, … ve … (… mirasçıları) vekili cevap dilekçesinde özetle, davanın zamanaşımına uğradığı, usulen eksiklikler bulunduğu, esasa ilişkin olarak …’ın 08.12.1993-01.11.1995 tarihleri arasında yönetim kurulu başkanı ve …’nün 22.12.1993 ve 11.11.1995 tarihleri arasında yönetim kurulu üyesi ve genel müdür yardımcısı, …’in 22.12.1993-05.09.1997 tarihleri arasında yönetim kurulu üyesi, …’nın 22.12.1993-31.05.1996 tarihleri arasında yönetim kurulu üyesi, …’nın 22.12.1993- 04.11.1995 tarihleri arasında yönetim kurulu üyesi ve genel müdür yardımcısı olarak görev yaptığı, bu bakımdan 1981 tarihli kira sözleşmesinin yap-işlet-devret sözleşmesi olarak değiştirilmesi, sözleşmenin işlerlik koşullarının değiştirilmesine ilişkin 21.12.1990 tarihli 1869 sayılı kararla ilgili iddiaların muhatabı bulunmadıkları, davalıların 1993 yılında göreve başladığında kiracı … ile mevcut ihtilafların bankanın önemli bir problemi olarak karşılarına çıktığı, banka tarafından sözleşmenin feshi ve muarazanın meni davası açtıkları, 1992-1993 yılında bankanın uyuşmazlığı sulh yolu ile halle giriştiği, murazaanın meni davasının sözleşmenin yürürlükte olmasından bahisle … 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin… E. … K s. ve 28.06.1994 1. Kararı ile reddedildiği, durumun banka aleyhine geliştiği, bu sebeple sözleşmenin mali hükümlerini iyileştirmek maksadı ile 11.07.1994 tarihli ek sözleşmenin akdedildiği, bu sözleşme ile bankaların ücretsiz olarak ilk sözleşmede kiracıya terkettiği eğitim ve dinlenme tesisleri için 75.000 USD alındığı, kiracının ödemesi gereken yıllık kira sözleşmesinin 600 milyon TL’den 3 milyar TL’ye çıkarıldığı, inşaat süresince kira ödenmemesi koşulunun kaldırıldığı, bu sürenin de kiraya bağlandığı, banka lehine azami iyileştirme sağlandığı, davalı yöneticilerin bankanın mahkeme kararı ile azalan pazarlık gücüne karşılık mali iyileştirmeye gittikleri, kararın temyiz aşamasında banka lehine Yargıtay tarafından bozulabilme ihtimalinin araştırıldığı savunmasında bulunarak davanın reddini savunmuşlardır.
Davalılar … ve … vekilleri cevap dilekçesinde özetle, KİT’lerde yönetim kurulunun karar organı olmakla birlikte icra organının banka genel müdürlüğü olduğu, mesuliyetten murahhas azanın sorumlu olduğu, bu bakımdan davalıların sorumluluğunun bulunmadığı, davacı bankanın özelliği dolayısıyla davalıların yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte kararları uygulama ve icra hakkı bulunmadığı, sadece karar organı olduğu, yetki ve sorumluluğu bulunmadığı, davalıların Hazine ve Maliye Bakanlığının gösterdiği adaylar arasından yönetim kuruluna atandığı, devlet bakanının teklifi üzerine …’ın kararname ile Ağustos 1989’da göreve başladığı, …’ün de Ekim 1989 tarihinde göreve başladığı, …’ın 08.01.1992, …’ün 06.02.1992 tarihinde görevden istifa ederek ayrıldığı, dava dilekçesinin usulen eksiklikler içerdiği, davaların zamanaşımına uğradığı, ceza mahkemesinde yapılan yargılamanın sanıkları arasında bu davalıların bulunmadığı, görevi kötüye kullanma yargılamasından beraat ettikleri, kararın onandığı, davalıların yalnız 20.12.1990 tarih ve 1798 (1869) sayılı yönetim kurulu kararında imzaları bulunduğu, bankanın 1990 yılı faaliyet ve esaslarının TBMM KİT komisyonu denetiminden geçmiş olduğu, komisyon raporunun TBMM’de görüşüldüğü, davalıların zımnen ibra olduğu, ayrıntılı olarak yer verilen kararda bankanın lehine değişiklikler yapıldığı, kararların içeriğinin projede tıkanıklığı giderecek ve mahzurları ortadan kaldırmaya yönelik bir karar olduğu, maksadın bu olduğu, yönetim kurulu üyelerinin suç işleme kastının bulunmadığı, uygulama yetkisinin genel müdürde olduğu, yeni sözleşmelerin imzalanması için yetki verildiği, zarar iddiasının afaki olduğu, tazmini gerekli bir zarar söz konusu bulunmadığı, zarar miktarının hiçbir hesaplamaya dayanmadığı, ispat yükünün davacıda olduğu, davanın esasına girilmeksizin davanın zamanaşımına uğraması nedeniyle reddi savunmasında bulunarak davarın reddini savunmuştur.
Davalı … ve … vekili cevap dilekçesinde özetle, davanın zamanaşımına uğradığı, dava dilekçesinde kanuni noksanlıklar bulunduğu, dava şartının yerine getirilmediği, davacının aktif husumet ehliyeti ve hukuki yararı bulunmadığı, esasa ilişkin olarak davalının 31.01.1994 tarihinde … Bankası I. Hukuk Müşavirliği’nden … Bankası AŞ’ye genel müdür yardımcısı olarak atandığı, 04.05.1996 tarihinde görevden ayrıldığı, esasen hukukçu olduğu, … ve … tarafından düzenlenen … tarih ve … sayılı yazı ile sözleşmenin yürürlüğünü sağlayan 3.maddesindeki sözleşmenin işlerlik koşullarının yerine getirildiğinin kiracıya bildirildiği, … tarihinde … 7. Noterliği ihtarnamesi ile sözleşmenin edimlerinin yerine getirilmediği gerekçesiyle sözleşmenin banka tarafından feshi ihbarında bulunulduğu, buna dayalı olarak … 7.Asliye Ticaret Mahkemesi’nde murazaanın meni davası açıldığı, bu işlemlerin hepsinin davalının görev tarihinden önce gerçekleştiği, mahkemece sözleşmenin işlerlik kazandığı yazısı ile sözleşmenin yürürlüğe girdiği, kaldı ki 1981 tarihli kira akdinin de devam ettiğinden hareketle davanın reddedildiği, bankanın karşılaştığı durumun … tarih ve … sayılı yazı ile sözleşmenin işlerlik kazandırılmasından kaynaklandığı, bu sebeple durumun askıda kalmasının banka menfaatlerine uymayacağı gerekçesi ile uyuşmazlığın sulh yolu ile çözümüne karar verilerek 07.07.1994 tarihli yönetim kurulu kararı ile 11.07.1994 tarihli ek protokolün imzalandığı, pazarlık gücü zayıflayan banka tarafından değişiklikler yapıldığı, davacı bankanın mali haklarının artırıldığı, eğitim ve dinlenme tesisleri için 75.000 USD alınması kabul edildiği, yıllık kira sözleşmesinin 600 milyon TL’den 3 milyar TL’ye çıkarıldığı, inşaat süresince kira ödenmemesi koşulunun kaldırıldığı, kiranın artırıldığı, asgari yatırım tutarı 35 milyon USD olması halinde ödenecek sabit kira 175.000 USD’den 200.000 USD’ye çıkarıldığı, gayri safi kârdan ödenecek %15’lik oranın asgari tutarının da 139.500 USD’den 150.000 USD’ye çıkarıldığı, bu iyileştirmelere rağmen davalının genel müdürlük önergesinde de imzası bulunmadığı, esasen temyizden vazgeçmenin sözkonusu olmadığı, kararın temyize çıkarılmadığı, yazılı olarak temyizden feragat işlemi de yapılmadığı, yap-işlet-devret sözleşmesinin 5.maddesinde yer alan kiracıdan kaynaklanmayan sebeplerle inşaat ruhsatının almamasında gecikme olması halinde bu sürenin inşaata başlama tarihi olan 09.02.1992’ye ekleneceği, bu sürenin en çok iki yıl için kabul edildiği, bu ek sürede ruhsat alınmadığı takdirde kiracının kira ödemeye başlayacağının kararlaştırıldığı, esasen bu hükmün kiracı firmayı korumadığı, fesih sebebini ortadan kaldırmadığı, zira alınan hukuki görüşler uyarınca böyle bir hüküm olmasa dahi kiracının kendisinden kaynaklanmayan nedenlerden ve belediyedeki gecikmeden dolayı süre uzatımı istemesinin mümkün olduğu, 1994 tarihli ek sözleşmenin 5.1.maddesinin de bu maddeden farklı olmadığı, ek sözleşmenin bankaya ek yükümlülük yüklemeyen mali koşulları banka lehine iyileştiren bir sözleşme olduğu, bugüne kadar ki zararlardan da davalının sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, Mayıs 1996’da görevden ayrıldığı, görev yapmadığı dönemlerde zarardan sorumlu olmasının mümkün olmadığı savunmasında bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Davalı … mirasçısı … vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın karar tarihinden 15 yıl sonra açıldığını, buna göre BK m.60, m.126 ve TTK m.309 hükümleri çerçevesinde davanın zamanaşımana uğramış olduğunu, ceza davasının varlığı kabul olunsa dahi müvekkilinin beraatini karar verildiğini, kararın onandığını, bu nedenle zamanaşımı süresinin hesaplanmasında bu kararların dikkate alınmasının mümkün bulunmadığını, ayrıca 1990 yılına ait hesapların TBMM tarafından dahi ibra olunduğunu, 1991 yılı faaliyetleri ile ilgili ise TBMM tarafından sorumluluklarla ilgili bir açıklamaya yer verildiğini, 1992 yılı faaliyetleriyle ilgili ise yönetim kurulu ibrasının TBMM tarafından kararlaştırıldığını, kararın gazetede yayınlandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle, davanın zamanaşımına uğradığı, dava dilekçesinde kanuni noksanlıklar bulunduğu, dava şartının yerine getirilmediği, davacının aktif husumet ehliyeti ve hukuki yararı bulunmadığı, esasa ilişkin olarak davalının sorumlu olduğu iddiasının genel müdürlük önerisinde imzası bulunmasına dayandırıldığı, … 7. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde muarazanın meni davası açıldığı, mahkemece sözleşmenin işlerlik kazandığı yazısı ile sözleşmenin yürürlüğe girdiği, 1981 tarihli kira akdinin de devam ettiğinden hareketle davanın reddedildiği, bankanın karşılaştığı durumun … tarih ve … sayılı yazı ile sözleşmenin işlerlik kazandırılmasından kaynaklandığı, banka aleyhine biten dava dolayısıyla banka yönetimince kararın temyizinin neticeye etkili olmayacağı değerlendirilerek sulh teklifinin değerlendirildiği, bu talebe uygun çalışmalar neticesinde 07.07.1994 tarihinde konunun gelişmesinin bütün safhaları ile anlatılarak kanaat belirtmeden genel müdürlük tarafından talep edilen şartlar çerçevesinde hazırlanan önerge ek sözleşme taslağı ile birlikte genel müdürlük makamına sunulduğu, 11.07.1994 tarihli ek protokolün 1990 tarihli yap-işlet-devret sözleşmesinin mali hükümlerini banka lehine değiştiren, bunun dışında yeni hüküm getirmeyen bir ek sözleşme olduğu, banka lehine değerlendirmeler içeren önergeden davalının sorumlu tutulamayacağı, bugüne kadar zararlardan da davalının sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı, Mayıs 1996’da görevden ayrıldığı, görev yapmadığı dönemlerde zarardarı sorumlu olmasının mümkün olmadığı savunmasında bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle, davacı bankanın bir kamu iktisadi teşebbüsü olduğu, bankanın denetiminin 3346 sayılı yasa uyarınca TBMM tarafından yapıldığı, bankanın karar organı yönetim kurulu, yürütme organının genel müdür olduğu, genel müdür aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olduğu, davalının üyesi veya müessese müdürü olmadığı, alt müdürlüklerden olan emlak projeleri geliştirme müdürlüğü’nde görevli olduğu, davalının müdürlük makamının karar ve icra organı olmadığı, bankaya sunulan projeleri teknik olarak inceleyen bir makamda çalıştığı, davalı hakkında 27.12.1990-11.07.1994 tarihleri arasındaki zararlardan söz edilerek 20.12.1990 tarihli önergede imzası bulunması nedeniyle sorumluluğunun iddia edildiği, davalının 1991 yılında emekli olarak görevinin son bulduğu, kendisinden sonra mevcut projeden ve yapılan değişikliklerden kendisinden sonra gelişen olayların mahiyetinden, taslak projenin hayata geçirilip geçirilmediğinden haberdar ve sorumlu olamayacağı, bankada sorumlu ve yetkili görevde olmadığı, dava konusu kararların alınmasında icrasında ve denetiminde yer almadığı, dava dilekçesinin noksan olduğu, zamanaşımı süresinin dolduğu, bankayı zarara uğratan işlemler var ise davalı ile söz konusu eylem ve işlemler arasında illiyet bağı bulunmadığı, tüm zararlardan davalının sorumlu tutulamayacağı, zararın davalının imzası bulunan önergeden kaynaklanamayacağı, sonradan değiştirilen yatırım projesi ve kiracıya tanınan ek imkanlardan gerçekleşmiş olabileceği savunmasında bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; kabul manasına gelmemek kaydıyla, davacının iddia ve talepleri zamanaşımına uğradığını, 6762 sayılı eski TTK ‘nın 309. maddesine göre sorumlu olanlara karşı tazminat istemek hakkı, davacının zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren iki ve her hâlde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı, ceza zamanaşımı noktasında ise … 2. Asliye Ceza Mahkemesi …E. ve …K.sayılı ilamıyla müvekkil hakkında beraat kararı verildiği, Mahkemenin kararı Yargıtay 4.Ceza Dairesi 1996/4930E, 1996/6160K. ve 04.07.1996 tarihli ilamıyla onandığını, bir kişi hakkında salt ceza soruşturması yapılması veya ceza mahkemelerinde kamu davası açılması ticari şirket yöneticilerin sorumluluğuna başvurma konusunda zamanaşımını kesen olgular olmadığını, ceza mahkemesinin varlığı şahsi hak istenmedikçe zamanaşımını kesemeyeceğini, ceza zamanaşımı uygulansa bile 765 sayılı TCK.m.102/4 gereğince zamanaşımı süresi beş yıl olacağını, oysa davacılar işbu davayı iddia edilen 20.12.1990 tarihli olaydan yaklaşık 15 yıl sonra 15.11.2005 tarihinde ikame ettiklerini, zamanaşımı defiinde bulundukları için davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, müvekkili … yönünden 6762 sayılı TTK’nın 336. maddesi ile 320. maddesinin atfıyla 818 sayılı TBK’nın 528. maddesi (vekâletsiz iş görme) gereğince sorumluluğunun saklı olduğunun belirtildiği, bankanın herhangi bir zararı oluşmadığı bankanın kendi müfettişlerinin kabul etmiş olmasına rağmen zarar olduğu ihtimaline dayanılarak huzurdaki davanın açıldığı, Hukuk Muhakemeleri Kanunu 114/1/h ve 194. maddeleri gereğince davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği, zararın miktar olarak tek tek hangi olaylardan kaynaklandığı ayrıştırılamadığı, zararın ve faizin ne şekilde hesaplandığı anlatılamadığı, her bir davalının hangi eylemlerinden dolayı hangi zararların oluştuğu tek tek açıklanmadığı, davalıların görev yaptıkları dönem aralıkları, hangi tarihlerde hangi görevde yer aldıkları açıklanmadığı, zarar iddiasına ilişkin delilleri dosyaya sunulmadığı, hangi delilin hangi zararı ispatı amacıyla olduğu belirtilmediği, zararların miktarının ve her davalı yönünden ne kadar talep edildiği açıklanmadığı, kira bedeli ödeme borcuyla birlikte proje kapsamında sıra tesisleri inşaa etme borcunun da yükletildiği, bunun yanı sıra dönemin ekonomik koşulları gözetildiğinde bir devlet bankası mahiyetinde olan … Bankası’nın dönemin düşük vergi ve ücret politikalarını benimseyerek hareket ettiği, keza sözleşmelerde yatırım tutarının artmasıyla birlikte kira bedelinin de artacağının düzenlediği gözetildiğinde müvekkili …’ın herhangi bir kusurunun bulunmadığı, davalıların sorumluluk tutarından düşülmesinin gerektiğini, ayrıca 6012 sayılı TTK 557. maddesi gereğince ispat külfetinin davacıda olduğunu, davacının müvekkilinin kusurlu olduğunu ispatlayamadığını, dolayısıyla soyut iddialara dayanan ve şahsi kanaatlere göre yargılamaya konu edilen huhuki dayanaktan yoksun davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davacı vekilinin 09/10/2019 tarihli dilekçesi ile yapmış olduğu somutlaştırma dikkate alındığında, dava konusu alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı, zarar talebine esas konuyla ilgili 20/12/1990 tarihli önergede imzaları bulunan, yine … tarih ve … sayılı yönetim kurulu kararında ismi geçen her bir kişinin isnat olunan eylemlerin gerçekleştiği tarihteki görev ve konumlarının tek tek dikkate alınması, buna göre aleyhine dava açılan kişilerin sorumluluk dönemlerinin … ile … tarihleri arasındaki banka zararına ilişkin olup zarara esas talebin dava dışı “…” firmasıyla imzalanan sözleşme ve yapılan kiralama faaliyetlerine dair bulunduğunun dikkate alınarak bu çerçevede değerledirilmelerin yapılması, zarar talebine esas olan faaliyet alanının içeriği, unsurları, sözleşme kapsamı, söz konusu faaliyetin amacı, risk durumu, zarar etme olasılığı vb. etkenler dikkate alındığında iddia olunan zarar ile davalılara akdedilen eylem arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, özellikle zararın kaynağının…tarihli ve … tarihli Yap – İşlet – Devret sözleşmesine ek sözleşme sebebi ile ve yine … tarihli Yap – İşlet – Devret sözleşme koşullarındaki içerik dikkate alındığında bu faaliyetin davacı bankayı zarara uğratıp uğratmadığı, zarar olsa dahi bu zarar ile davacılara akdedilen eylem arasındaki nedensellik bağının mevcut olup olmadığı, bu çerçevede mevcut görevlerine göre yapılacak sınıflandırmada her bir davalıya atfedilen eylem ile iddia olunan zarar arasında nedensellik bağı var ise işletme, ekonomi ve muhasebe bilimin kuralları dikkate alındığında bu açıdan bu bağın anlaşılır olup olmadığı, konu ile ilgili davalılar hakkında kesinleşmiş herhangi bir mahkumiyet hükmünün bulunmadığı, ceza yargılamasının erteleme ile sonuçlandığı, bu itibarla itiraz olunan eylemler nedeni ile davalılar hakkında ceza hukuku açısından ispatlanmış ve kesinleşmiş hukuka aykırı işlem ve eylemlerin varlığına dair kararın mevcut olmadığı açık olmakla birlikte mevcut ilamların içeriğinin dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun m.53 hükmü uyarınca hukuk mahkemesini kesin olarak bağlayamayacağı dahi dikkate alınarak zarar, eylem, en önemlisi hukuka aykırılık unsurları ile nedensellik bağının yukarıda açıklanan ölçüler ve ayrıca bankacılık faaliyetlerine ilişkin düzenlemeler karşısında davalıların sorumlu olup olmadığı, davacının kaç TL talep edebileceği noktalarında toplanmaktadır.
Davaya konu edilen zarara yol açtığı iddia olunan eylemin 01/07/2012 öncesine ait olması karşısında 6762 sayılı TTK hükümlerinin uygulanma imkanı söz konusu olup uyuşmazlık dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı TTK m.336 hükmünden kaynaklanmaktadır.
Dava içeriği gözetildiğinde esasa yönelik değerlendirme yapılmadan önce zamanamışı definin kabulünün gerekip gerekmediği irdelenecektir.
Zamanaşımı def’i yargılama aşamasında red edilmiş olmakla birlikte yargılama aşamasında ara kararlardan dönülmüştür.
Ne var ki bundan önce somut uyuşmazlık yönünden gereken özel dava şartları açısından eksiklik olup olmadığının dahi dikkate alınması icap eder. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 1086 HUMK hükümleri ve halihazırda yürürlükte olan 6100 sayılı HMK hükümleri açısından durum irdelendiğinde genel dava şartları açısından bir eksiklik olmamakla birlikte gerek 6762 TTK gerek 6102 sayılı TTK döneminde ise yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak davalar açısından mutlak suretle genel kurul kararının alınması yönünde Yargıtay uygulaması yerleşiktir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 16.04.2012 tarihli aynı taraflar arasındaki emsal kararıyla ”Dava, anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğundan kaynaklanan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir.TTK.’nın 341’inci maddesi uyarınca yöneticiler hakkında sorumluluk davası açılabilmesi için şirket genel kurulunun bu konuda karar alması ve davanın da denetçiler tarafından açılması yahut denetçilerin açılan davaya muvafakatlarının sağlanması gerekir. Bu dava şartı olup, öncelikle bu hususlar irdelenmelidir. Mahkemece dava tarihi itibariyle görevli olan murakıplardan vekaletname alınarak sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Anılan madde uyarınca dava açmak murakıplara ait olup, maddede davanın dava tarihindeki murakıplar tarafından açılacağına dair bir hüküm mevcut değildir. Dava dosyasına banka murakıpları tarafından düzenlenen vekaletname sunulduğuna göre mahkemece uyuşmazlığın esası ile ilgili hüküm kurmak gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle emsal davalar yönünden görüşünü açıklamış olmakla, emsal bozma ilamı gereği davacı bankanın dava dilekçesindeki tüm davalılar aleyhine sorumluluk davası açılması noktasında herhangi bir tarihte alınmış kararı veya açılmış olan bu davaya muvafakat olunduğuna dair genel kurul kararını sunup sunmadığını açıklaması amacıyla davacı vekiline süre verilmiştir. Davacı kamu bankası, somut olayda haklarında sorumluluk davası açılan davalılar ile ilgili dava öncesi mali sorumluluk davası açılması noktasında ve 7 numaralı toplantı sonucunda ve 01/03/2005 tarihi itibariyle gerekli kararı almıştır. Esasen davacı bankanın 2014 yılı olağan genel kurul toplantı tutanağında dahi haklarında mali mesuliyet davası görülen tüm personel hakkında mali mesuliyet davalarına muvafakat edilmesi ve yine bundan sonra açılacak mali mesuliyet davaları için yetki verilmesi ayrıca karar altına alınmıştır. Nitekim 23/03/2015 tarihli vekaletnamede “Tasfiye Halinde … Bankası A.Ş taratından Banka eski Yönetim Kurulu üyeleri. Genel Müdürler. İcracı müdürler ve diğer tüm personel hakkında, Türk Ticaret Kanunu’ndaki anonim şirket yöneticilerinin mesuliyetlerine ilişkin hükümler çerçevesinde Banka denetçileri tarafından açılması gerekip de bügüne kadar açılmış ve halen devam etmekte olan davalardan dolayı bu davaların başından itibaren yapılmış olan ve bundan sonra yapılacak işlemlerde Türkiye (…) DAYANAK: Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin, 16 Nisan 2014 tarih, 8551 sayı, 595. şayfasında neşr ve ilan edilen, TASFİYE HALİNDE …ANONİM ŞİRKETİ’ ne ait … 4 noterliğinden, … tarih, … sayı ile onaylı Olağan Genel Kurul kararında, Denetim Kurulu Üyesi olarak, … ve ….’ n görevlerine devam ettiğini gösteren gazete görüldü ve eklendi.)” ibareleri ile ise davanın denetçiler tarafından verilen vekaletnameye istinaden vekiller tarafından sürdürüldüğü, ayrıca bu suretle denetçilerin dahi açılan davaya muvafakatlerinin sağlandığı anlaşılmıştır.
Bu çerçevede öncelikle asıl dava dosyasında zamanaşımı definde bulunan davalıların zamanaşımına yönelik defilerinin değerlendirilmesi gerekmiştir.
6762 sayılı TTK’nın 309/son fıkrasında “Mesul olan kimselere karşı tazminat istemek hakkı davacının zararı ve mesul olan kimseyi öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halde zararı doğuran fiilin vukuu tarihinden itibaren beş yıl geçmekle müruruzamana uğrar. Şu kadar ki; bu fiil cezayı müstelzim olup Ceza Kanununa göre müddeti daha uzun müruruzamana tabi bulunuyorsa tazminat davasına da o müruruzaman tatbik olunur” hükmü düzenlenmiştir. Emsal Daire kararlarında da kabul edildiği üzere zamanaşımı süresi tüzel kişinin yetkili organlarınca zarar ve sorumlu olan kimsenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacaktır. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 30.05.2002 tarih, 2002/2400 E. 2002/5404 K. sayılı ilamı, 30.06.2014 tarih 2014/ 5324 E. 2014/12443K.sayılı ilamı).
Buna göre asıl dava dosyasında TTK’nın 309/son fıkrası ve yukarıda yapılan açıklamalar nazara alınıp davalılar …, …, … mirasçıları … ve …, … mirasçısı …, …, …, …, …, …, …, …, …, … vekillerinin yasal süresinde ayrı ayrı ileri sürdükleri zamanaşımı defi konusunda en son oluşturulan ara kararda, hükümde bu hususun ele alınacağı bildirilmiştir.
Somut olay yönünden yapılan incelemede zamanaşımı definde bulunan davalılar ile ilgili TTK m.309 hükümleri uyarınca açılan sorumluluk davasında, davalıların görev yapmış oldukları dönem itibariyle sorumluluklarının iddia olunduğu, buna göre 1990 tarihli ve 1994 tarihli sözleşmelerin yapılması ve uygulanması kaynaklı olarak uğranıldığı belirtilen zararlar nedeniyle dava açıldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı bankanın açmış olduğu davanın zamanaşımı defi yönünden davanın reddine dair ilk derece mahkeme kararını onayan ve dosyamızda emsal nitelik taşıyan Yargıtay 11. HD 2017/2669E. 2019/1815K.sayılı ilamında;
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacı banka bir tüzel kişilik olup, icra organı olan yönetim kurulunca zararın ve sorumluların öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıllık sürenin başlayacağı, davalılar hakkında banka yönetim kurulu tarafından 03/02/2002 tarihli kararla dava açılmasına ilişkin karar alındığı, bu durumda 2 yıllık sürenin yönetim kurulu karar tarihi 03/02/2002 tarihinden başlatılacağı,davacı banka yönetim kurulunun zararı ve sorumluları öğrenme tarihi 03/02/2002 olsa da, zararı doğurucu fiil olarak kabul edilen 06/01/1994, 13/01/1994, 03/02/1994, 28/02/1994 tarihli yönetim kurulu karar tarihlerinden itibaren 5 yıllık süre aşıldıktan sonra öğrenmenin gerçekleştiği ve bu davanın açıldığı, bunun dışında, usulsuz kredi verildiği iddiasına dayanak teşkil eden yönetim kurulu kararlarının en son tarihli olanının 28/02/1994 tarihi olduğu 5 yıllık sürenin bu tarihten başlatılması gerektiği, zarar doğurucu fiilin vukuunun, bu kararlara göre kredinin kullandırıldığı tarih olarak kabul edildiğinde dahi en son kredinin 07/03/1994 tarihinde kullandırıldığı, 5 yıllık sürenin 07/03/1994 tarihinden başlatılması durumunda da 5 yıllık sürenin aşılmasından sonra bu davanın ikame edildiği, zamanaşımının kesilmesine sebep olacak hiçbir işlemin bulunmadığı, zarara neden olan fiilin gerçekleştiği tarihin en son tarihli yönetim kurulu kararı olan 28.02.1994 tarihi olarak alınması gerektiği ancak ceza dosyasında tarihinin 11.04.1994 tarihi olarak tespit edildiği, TTK 309. maddesinde 5 yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı olarak tanımlanan fiilin vuku tarihinin 11.04.1994 tarihi olarak esas alındığında dahi yasada öngörülen 5 yıllık sürenin 11.04.1999 tarihinde dolduğu, davanın bu tarihten çok sonra 20.12.2002 tarihinde açıldığı, TCK’da öngörülen zamanaşımı süresi de 5 yıl olup, TTK. 309. maddesi ile aynı sürenin öngörüldüğü, uzamış ceza zamanaşımı süresinin somut olaya uygulanamayacağı kabul edilmiş ise de, ceza mahkemesinin anılan dosyasında 7 yıl 6 ay olarak belirlenen uzamış ceza zamanaşımı süresi uygulandığı dikkate alınıp, mahkememizce de uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği kabul edildiğinde dahi, anılan dosyada açıkça tespit edildiği üzere zarar tarihinin 11.04.1994 olarak kabul edilip 7 yıl 6 aylık sürenin sonunun 11.10.2001 tarihi olduğunun belirlendiği, bu durumda 11.10.2001 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin tamamlandığı ve mali sorumluluğa ilişkin bu davanın ise 20.12.2002 tarihinde zamanaşımı süresi dolduktan yaklaşık 1 yıl sonra açıldığı, davanın yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin bir dava olup, 4389 sayılı Yasa’nın ek 3. maddesindeki 20 yıllık sürenin uygulanmasının mümkün bulunmadığı, her ne kadar iş bu davanın yönetim kurulu üyelerinin ve müdürlerinin sorumluluğuna ilişkin olup 6762 sayılı TTK’daki zamanaşımı süresinin uygulanması gerekirse de bir an için Bankacılık Yasası hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edildiğinde dahi zamanaşımı süresinin dolduğu 4389 sayılı Yasa’ya eklenen ek 3. maddesinin 12.12.2003 tarihli 5020 sayılı Kanunla getirildiği ve bu maddenin 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe girdiği dolayısıyla 26.12.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolması halinde 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün olmayacağı gerekçesiyle, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir” şeklinde gerekçesini açıklamıştır.
Nitekim somut olay yönünden dahi durum irdelendiğinde 1990 ve 1994 tarihinde yapılan sözleşme ve ek sözleşmelerden dolayı ortaya çıktığı ifade olunan zararlar nedeniyle konu Başbakanlık Teftiş Kurulunun… tarihli soruşturma raporuna konu edilmiş olup esasen dava dilekçesinde de adı geçen başkanlık raporuna atıf yapılmak sureti ile sorumluluk davası açılmıştır. Buna göre yukarıda belirtilen tarihler ile ilgili sorumluluk davasının açılmasına esas kararların alındığı tarihten sonra adı geçen kurullarca alınan kararlar neticesinde zararın ve sorumluluğun öğrenildiği tarihin en erken Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunun ortaya çıktığı 07/06/1999 tarihi itibariyle belirdiği, buna göre zararın ve sorumların öğrenildiği tarihten itibaren iki yıllık sürenin dava tarihi itibariyle dolduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan ve ayrıca zararı doğuran fiilin vuku bulduğu tarihten itibaren beş yıllık sürenin en geç 1999 yılında dolduğu, buna mukabil davanın ise 2005 yılında açıldığı gerçeği karşısında beş yıllık zamanaşımı süresinin dahi fiilin vuku bulduğu tarihten itibaren dolduğu anlaşılmaktadır. Zaten davalı olarak gösterilen gerçek kişilerin en son ayrılma tarihi esas alınsa bile ayrılma tarihinden itibaren beş yıl eklenmiş olsa dahi 2005 tarihinden çok öncesine denk geldiği, zamanaşımı definde bulunan davalılar açısından ayrılma tarihleri gözetildiğinde bile 2005 tarihinden çok önce beş yıllık sürenin dolduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan mevcut eylemin aynı zamanda ceza davasına konu olması karşısında uzamış ceza zamanaşımının varlığı dahi araştırılmalıdır. Somut olay açısından eylem ile ilgili … 2.Asliye Ceza Mahkemesinin…E….K.sayılı dosyasına istinaden yargılama yapıldığı, beraat kararı verildiği, kararın onandığı, bir kısım şirket yöneticileri aleyhine … 7.Asliye Ceza Mahkemesinin…E.sayılı dosyasına istinaden ve bir kısım şirket yöneticileri aleyhine dava dilekçesinde de belirtildiği üzere ceza davası açıktır. Mahkememizdeki davaya konu eylemlerle ilgili söz konusu ceza yargılamasının devamı aşamasında ise görevsizlik kararı verilmiş, akabinde … 4.Ağır Ceza Mahkemesinin …E.sayılı dosyasında yargılamaya devam edilmiş, 4616 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ise dosyamızda da davalı durumundaki bir kısım sanıklar ile ilgili erteleme kararı verilmiştir. Söz konusu ve celbedilen ceza dosyası dikkate alındığında sanıklara isnat olunan suç, 765 sayılı TCK m.240 hükmünden kaynaklı olup bu tarih itibariyle üst ceza miktarı ise bir yıla kadar hapis gerektirmektedir. Buna göre eylem tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK. 102 hükmündeki açık düzenleme nedeni ile dava beş yıllık ceza zamanaşımı süresine tabi bulunmaktadır. O halde TCK’da öngörülen zamanaşımı süresi beş yıl olup, bu beş yıllık sürenin ise en geç fiilin vuku bulduğu tarihten itibaren ve en geç 1999 tarihine denk geldiği, oysaki davanın 2005 tarihinde açıldığı, böylelikle ceza zamanaşımı süresi dikkate alındığında, ceza kanunu daha uzun bir ceza zamanaşımı süresi belirlemiş olsa dahi bu sürenin en fazla beş yıl olduğu, açıklandığı üzere TTK m.309 hükmüyle aynı sürenin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Kaldı ki Yargıtay uygulamasında benimsendiği üzere ve kural olarak ceza davası sonuçlandıktan sonra hukuk mahkemesinde dava açılması durumunda uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması mümkün değildir. Ancak ceza davası sonuçlanmadan önce açılmış bulunan hukuk davalarında uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği kabul edilir. Buna göre ve asıl olarak somut olayda davalılara isnat olunan eylemin gerektirdiği suç için bir an için uzamış olan 7 yıl 6 ay kabul edilse dahi en son eylem için dahi zamanaşımının en geç yine 2003 tarihinde dolmuş olduğu Mahkememizce kabul edilmiştir.
Yargıtay’ın uygulamalarında da kabul olunduğu üzere;
“Davacı bankanın BDDK’nın 03.07.2001 tarihli 24451 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4684 sayılı kararı ile, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona erdirilmiş ve tasfiye haline girmiştir.
BDDK kararı ile mevduat kabul etme ve bankacılık işlemleri yapma yetkisi kaldırılmış olsa da fona devredilen bir banka olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan 2005 yılında yürürlüğe giren 5411 Sayılı Bankacılık Kanununda öngörülen 20 yıllık zamanaşımı süresinin bu davada uygulanmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmelidir. 01.11.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe giren 5411 Sayılı Bankacılık Kanununun geçici 11. Maddesiyle, “4389 Sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18. maddeleri ile ek 1-2-3-4-5 (Ek-5. madde Anayasa Mahkemesinin 29.01.2009 tarih ve 27125 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 06.11.2008 tarihli 2004/95 E. 2008/156 K. sayılı kararıyla iptal edilmiştir) ve geçici 4. maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Aynı yasanın geçici 13. maddesinde de, davacı banka bakımından da fon alacaklarının tahsiline ilişkin 123, 134, 136, 137, 138, 140, 142 ve 165. maddesi hükümleri ile tasarrufun iptali davalarında aciz vesikası şartı aranmamasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir.
5411 sayılı yasanın geçici 13.maddesinde, zamanaşımına ilişkin 141. maddenin zikredilmediği görülmektedir. Bunun dışında 5411 sayılı yasanın geçici 11.maddesiyle yürürlükte bulunan 4389 sayılı yasanın 15/a maddesinde hazine alacağının tanımlandığı ve anılan düzenlemede “……bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının kendi lehine kullandıkları her türlü banka kaynakları………yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları ve bankayı ilzam eden memurları, müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları……ve aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın hazine alacağı haline gelmiş sayılır…..” denildiği ve yine 5411 sayılı yasanın geçici 11.maddesiyle yürürlükte bulunan 4389 sayılı yasanın ek 5.maddesinde de,( Bu madde, Anayasa Mahkemesinin 29/01/2009 tarihli ve 27125 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 06/11/2008 tarihli 2004/95 E ve 2008/156 K sayılı kararıyla iptal edilmiştir.) kamu bankalarında ( Tasfiye Halindeki… A.Ş dahil)…… bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce bankacılık teamüllerine göre teminatlı veya yetersiz teminatlı kredi kullanılıp da vadesi geçtiği halde henüz ödenmemiş, süresi uzatılmamış veya yeniden yapılandırılmamış kredileri kullananlar ya da yeniden yapılandırma şartlarını ihlal edenler ile münferit veya karşılıklı verilen banka teminat mektupları, kabul kredileri ve avaller, taşınır ve taşınmaz rehni, ipotek, üst hakkı, intifa hakkı ve oturma hakkı gibi her türlü sınırlı ayni hak tesisine ilişkin sözleşmeden doğan haklarında diğer bankaların ve 3.kişilerin muvazaadan ari hakları aleyhine olmamak üzere fon ve hazine alacaklarına ilişkin tedbir, takip ve tahsil hükümleri bankalarınca uygulanır.” şeklinde düzenleme bulunmaktaydı. Yasada açıkça ifade edildiği şekilde davacı bankanın sözleşmeye dayalı olarak kullandırdığı kredilerin ve buna bağlı olan diğer alacakların tahsilini teminen fona tanınan yetkilere haiz olduğu, dolayısıyla bu kredilerden kaynaklanan alacakların tahsili amacıyla açtığı dava veya yaptığı takiplerde fon yetkilerini ve buna bağlı olarak 4389 sayılı yasanın ek 3. maddesindeki ve zamanaşımı süresinden faydalanabilir olduğu anlaşılmaktadır. Oysa huzurdaki davanın yönetim kurulu başkanı ve müdürün sorumluluğuna ilişkin bir dava olup, 4389 sayılı yasanın ek 3. maddesindeki 20 yıllık sürenin uygulanmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmelidir. Esasında davacı banka lehine 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının dayanağı, 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı yasaya eklenen ek 5. maddesidir. Ek 5.maddede de, kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsiline ilişkin düzenleme yapıldığı, mali sorumluluk davaları için getirilen bir düzenleme olmadığı, kaldı ki anılan maddenin Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edildiği anlaşılmaktadır. Yine aynı kanunun 15/a maddesinde hazine alacağının tanımlandığı, dava konusu göz önüne alındığında ortada bir hazine alacağı olduğundan da söz edilemeyeceği nitekim 15/a maddesinde, banka kaynaklarının, banka hakim ortakları veya yöneticileri ya da müdürleri tarafından kullanılması suretiyle birtakım tasarruflarda bulunulması halinde bu alacakların hazine alacağı olarak belirtildiği, dolayısıyla usulsüz kredi kullandırıldığı iddiasına dayalı olarak açılan mali sorumluluğa ilişkin bu davada dava konusunun hazine alacağı olarak da kabul edilemeyeceği buna göre, 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Esasında dava mali sorumluluğa ilişkin olup davanın açıldığı tarih itibariyle ve zarara neden olduğu iddia edilen işlemlerin yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK hükümlerine göre zamanaşımının değerlendirilmesi gerektiği açık olup zarara neden olduğu iddia edilen en son işlem tarihinin 27.05.1998 tarihi olduğu, bunun dışında davalı …’nın bankadaki genel müdürlük görevinden ayrıldığı, 15.07.1999 ve diğer davalı …’ın da şube müdürlüğü görevinden ayrıldığı . 06.11.1998 tarihinin kanunda öngörülen fiilin vuku tarihi olarak kabul edildiğinde dahi 2 ve 5 yıllık sürenin dolmasından çok sonra 16.08.2006 tarihinde açılan bu davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiği” şeklindedir.
Bu suretle davanın yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin bir dava olup 4389 sayılı Yasa’nın ek 3. maddesindeki yirmi yıllık sürenin uygulanmasının mümkün bulunmadığı, her ne kadar iş bu davanın yönetim kurulu üyelerinin ve müdürlerinin sorumluluğuna ilişkin olup 6762 sayılı TTK’daki zamanaşımı süresinin uygulanması gerekirse de bir an için Bankacılık Yasası hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edildiğinde dahi zamanaşımı süresinin dolduğu, 4389 sayılı Yasa’ya eklenen ek 3. maddesinin 12.12.2003 tarihli 5020 sayılı Kanunla getirildiği, bu maddenin 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe girdiği, dolayısıyla 26.12.2003 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dahi dolduğu gerçeği 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanmasının mümkün olmayacağı sonucuna varılmıştır. Esasen bu gerekçe yukarıda atıf yapılan Yargıtay uygulaması ile dahi birebir uyumludur.
Davacı bankanın BDDK’nın 03.07.2001 tarihli 24451 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4684 sayılı kararı ile, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi sona erdirilmiş ve tasfiye haline girmiştir.4389 sayılı Bankalar Kanunu zamanaşımıyla ilgili bir hüküm içermemektedir. Banka lehine 20 yıllık zamanaşımı uygulamasının dayanağı 5020 sayılı yasa ile 4389 sayılı Bankalar Kanunu’na eklenen ek 5. maddedir. Bu maddenin kredi sözleşmelerinden kaynaklanan alacakların tahsili hususunda düzenleme getirdiği sorumluluk davaları için getirilen bir düzenleme olmadığı ve bu maddenin Anayasa Mahkemesi kararıyla 2009 yılında iptal edilmesi nedeniyle iş bu davada uygulanamayacağı kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir maddenin zamanaşımı süresi geçen davalara tatbiki uygun değildir. 01.11.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 Sayılı Yasanın geçici 16. maddesinde bu kanun ile fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek getirilen zamanaşımı süresinin geçmişe şamil olduğu ifade edilmiş; ancak bu maddedeki zamanaşımı sözcüğü Anayasa Mahkemesinin 2014/85 E. 2014/103 K. sayılı 04.06.2004 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Davacı vekilinin geçici 16. maddesinin göz ardı edildiği yönündeki istinaf istemi yerinde görülmemiştir. İlk defa zamanaşımı içeren hüküm olarak 4381 sayılı Bankalar Kanunu’na eklenen ek 3.madde 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarih dikkate alındığında belirtilen 20 yıllık zamanaşımı süresinin iş bu davaya tatbiki durumunda davanın sorumluluk davası olması nedeniyle bu kapsamda olmamasının yanında bu maddenin yürürlüğünden önce uzamış zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekmektedir. 27.11.2001 tarihinde uzamış zamanaşımı dolan iş bu davada 12.12.2003 tarihli 5020 sayılı yasa 26.12.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş olması nedeniyle yürürlükten önce uzamış zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu sonucuna varılmıştır. (Yargıtay 11.HD 2017/2669E. 2019/1815K.sayılı kararı ve bu karar ile uyumlu İstanbul BAM 14. HD 2018/2289E. 2020/1175K.sayılı kararı ve ilgili ilk derece mahkeme kararları) Hal böyle olunca davada zamanaşımı definde bulunan davalılar yönünden açılan dava, zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılmıştır.
Bu şartlarda zamanaşımı definde bulunan davalılar …, …, … mirasçıları … ve …, … mirasçısı …, …, …, …, …, …, …, …, …, … yönünden açılan sorumluluk davalarının zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı ret olunması gerektiği sonucuna varılmıştır.
b)Zamanaşımı definde bulunmayan davalılar açısından ise dava dosyasının esasına yönelik ayrıca değerlendirme yapılacaktır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın araştırılaması açısından 18/09/2023 tarihli bilirkişi kurulu raporunu hazırlayan …, … VE … tarafından hazırlanan 18/09/2023 tarihli bilirkişi raporunda özetle; davalılardan sadece 20/09/1989 tarih ve 1156 sayılı ve 21.12.1990 tarih ve- 1869 sayılı yönetim kurulu kararlarında imzası bulunan yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna gidilebileceği, bunun için ise yap-işlet-devret sözleşme koşullarının süre, kira bedeli, projenin özelliği, maliyeti gibi konular dikkate alınarak davacı bankayı zarara uğratıcı bir özellik taşıyıp taşımadığının belirlenmesi gerektiği, daha uygun koşullarda bir sözleşme yapılma olanağının mevcut olup olmadığını tespitinin önem arz ettiği, davacı bankanın bu yönde kanıt sunmadığı, sözleşmenin işlerlik koşullarının yerine getirildiğine ilişkin 12.11.1991 tarihli yazıyı imzalayan davalılardan … ile …’ın sorumluluğuna gidilebileceği, yine ayrıca 27.12.1990 tarihli sözleşmeden daha olumsuz koşulları içerdiği ileri sürülse de 1994 tarihli ek sözleşmenin davacı bankanın devam eden uyuşmazlıklarına son vermek amacıyla yapıldığı, iyiniyetin yokluğuna ilişkin bir bilgi belge bulunmadığı göz önünde alındığında ek sözleşme sebebiyle davalılara kusura dayalı bir sorumluluk yüklenemeyeceği, kira bedellerinin kısmen tahsil edilememesinden kiracıların sorumlu olacağı sonuç ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir.
…, …, …, … tarafından tanzim edilen 26.05.2014 tarihli bilirkişi raporunda özetle; davalıların görev yaptıkları dönemde söz konusu gayrimenkullerin kiralanması sırasında düzenlenen kira sözleşmeleri, yap-işlet-devret sözleşmeleri ve ek sözleşmeleri ile sair anlaşmaların tanziminde gerekli özen ve dikkati göstermedikleri, basiretli davranmadıkları, söz konusu taşınmazlarırı sözleşme öncesi ekspertizlerini yaptırmadıkları, kira sözleşmesini düzenlemekte özenli davranmadığı, kira bedelini amortisman ve vergiden dahi düşük tuttukları, bilhassa 1994 tarihli ek sözleşme ile getirilen inşaatın başlaması yatırımcı kiracı tarafından kaynaklanmayan sebeplerden gerçekleştiği halde geciken bu sürenin iki yıllık inşaata başlama süresine ekleneceği hükmü ile kiracının sürekli bahane yaratmasına sebebiyet verildiği, böylece kiracının yok pahasına kiralanandan yararlanmasına neden olunduğu, fizibilite raporu, avan proje, mimari açıklama raporu, keşif özeti, imar planları belediyece onaylanmış bulunmamasına karşılık sözleşmenin işlerlik koşullarının yerine getirildiğine ilişkin … ve …tarafından düzenlenen … tarih ve … sayılı yazının banka aleyhine mahkemede delil teşkil ederek zararına sebebiyet verdiği, bu filleri nedeniyle ilgili yazılı belgeleri, önergeleri ve yönetim kurulu kararlarını imzaları ile onayladıkları görülen davalıların bankayı zarara uğrattığı, müştereken müteselsilen sorumlu olduğu, davacının teftiş raporundaki bilgileri teyiden davalıların imza sirkülerlerini, bankada göreve başlama görevden ayrılma belgelerini eksiksiz okunaklı ve onaylı bir şekilde sunması gerektiği, banka zararının tespit edilebilmesi için, dava korusu taşınmazların her birinin kapladığı yüzey alanı, motel ve benzin istasyonunun kaç kat olduğu ve her katın ne kadar aları kapladığı ile ilgili bilgiye ihtiyaç duyulduğu, davacının yap-işlet-devret sözleşmesi sonucunda ne kadar gelir yaptığı ve kiracı tarafın ne kadar yatırım yapmış olduğunun tespiti gerektiği, bu hususta dava konusu 564 ada 18 pafta eski 70 yeni 143 parselde bulunan bütün taşınmazların listesinin sunulması gerektiği, bu bilgiler sağlandığı takdirde olası gelir kaybı hesabı yapılabileceği sonuç ve kanaati bildirilmiştir.
…, …, …, …tarafından tanzim edilen 20.04.2017 tarihli ek raporda özetle, eksik belgelerin celbedilmesi halinde gerekçeli raporun hazırlanabileceği, mevcut delil durumuna göre kök raporda herhangi bir revizyon yapılmadığı, kök rapordaki görüş ve kanaatin özünün muhafaza edildiği sonuç ve kanaati bildirilmiştir.
…, …, …, … tarafından tanzim edilen 12.11.2018 tarihli ek raporda, 27.12.1990 ila 11,07.1994 tarihleri arasında toplam tesis için kira bedelinin 973.950,00TL olarak tespit edildiği sonuç ve kanaati bildirilmiştir.
Mahkememizce tespit olunan uyuşmazlık konuları ve özellikle tespit olunan uyuşmazlık konuları kapsamında ehil kişilerin bilirkişi kurulunda tam olarak yer almaması nedeniyle bilirkişi ve isimlerinin araştırılmasına yönelik yapılan araştırmalar sonrasında yap-işlet-devret konusunda ehil olduğu bildirilen Yapım Yönetimi, Yapı Maliyeti ve Tespiti, İnşaat İlerleme Seviyesi Analizi konularında ehil İTÜ’den …, Banka yönetim kurulu sorumluluklarının hesaplanma yöntemi, şekilleri ve konusunda ehil …, konularında ehil SMMM-Denetçi T…, Genel Muhasebe, Yönetim Muhasebesi, Maliyet Muhasebesi, Ticari İşletme ve Şirketler Muhasebesi, Denetim konularında uzman …, Uluslararası Finans İşlemleri, Bankacılık İşlemleri, Banka Muhasebesi, Finansmanı ve Mali Analizi, Sermaye Piyasası, Finansal Kiralama, Kurumsal Finansman, Finansal Piyasalar Ve Türevleri, Genel Muhasebe, Enerji Piyasası Finans İşlemleri, Yönetim Muhasebesi, Maliyet Muhasebesi, Ekonomi Ve Ekonometri, Ticari İşletme Ve Şirketler Muhasebesi, Denetim, Yurt İçinden Alınan Vergi, Resim, Harç Ve Mali Yükümlülükler, Kamu Maliyesi, Borsa Ve Sermaye Piyasası Araçlarının Vergilendirilmesi konularında ehil yeminli banka murakıbı …’ın atanmasına dair ara karar oluşturulmuştur.
Buna göre Mahkememizce atanan bilirkişi kurulunun hazırlamış olduğu 21/05/2021 tarihli rapor içeriğine göre “somut olayda bir önceki kira sözleşmesi, yap-işlet-devret modelinde kiracıya yüklenen ilave yükümlülükler de göz önünde bulundurularak salt rayiç bedel olgusundan hareket edilerek değil dönemin şartları üzerinden değerlendirme yapılması gerektiği, yapılacak bu ekonomik değerlendirme sonucunda, ancak tüm bu koşullara karşılık şirketin bir zararı söz konusu ise, kusurlu oldukları karine olarak kabul edilen ve kararlarda imzaları bulunası davalılardan …, …, …, …, …’ın sorumluluğu söz konusu olabileceği; bununla birlikte, dönemin turizm teşvik ve özelleştirme uygulamaları ve kamu bankası olan davacının devlet politikası sonucu hareket etmesi ihtimali karşısında, bu değerlendirmeler sonucu dönemde diğer bankaların ve özelleştirme uygulamalarının karşılaştırılması, şirketin yap-işlet-devret yükümlülüğü üstlenen kiracıyla bu modele geçmeden yapmış olduğu sözleşmedeki kira bedelinin karşılaştırılması gibi unsurlar neticesinde zararın varlığı net bir biçimde ispat edilemedikçe salt teftiş kurulu raporundan hareketle davalıların sorumluluğu cihetine gidilemeyeceği, 11.07.1994 tarihli ek protokol yönünden, açılan murazaanın meni davasını kaybederek pazarlık gücü zayıflayan davacı banka ile dava dışı kiracı arasında yapılan bu anlaşmada, davacı bankanın mali haklarının iyileştirildiği, eğitim ve dinlenme tesisleri için kiracından 75.000 USD alınması, yıllık kira sözleşmesinin 600 milyon TL’den 3 milyar TL’ye çıkarılması, inşaat süresince kira ödenmemesi koşulunun kaldırılması, kiranın artırılması, asgari yatırım tutarının 35 milyon USD olması halinde ödenecek sabit kira 175.000 USD’den 200.000 USD’ye çıkarılması, gayri safi kârdan ödenecek %15’lik oranın asgari tutarının da 139.500 USD’den 150.000 USD’ye çıkarılması gibi davacı şirket lehine yapılan mali iyileştirmeler nazara alındığında, kararda imzaları bulunan davalılar yönetim kurulu başkanı …; yönetim kurulu üyeleri …, …, …, …’nın sorumluluklarından söz edilmeyeceği, davalılardan yönetim kurulu üyesi sıfatını haiz olmayan davalılar grup müdürü …, emlak proje geliştirme grup müdürü …, emlak portföy yönetim başkanı …, genel müdür yardımcıları … ve …, koordinatör …. yönünden ise huzurdaki dava da yönetim kurulu üyesi ve TTK madde 342 gereği tayin edilmiş müdürlerin dışındakilerin sorumluluğuna gidilemeyeceği; dava açılan kişilerin sorumluluk dönemlerinin… ile… tarihleri arasındaki banka zararına ilişkin olup zarara esas talebin dava dışı “…” firmasıyla imzalanan sözleşme ve yapılan kiralama faaliyetlerine dair bulunduğunun dikkate alınarak bu çerçevede değerlendirme yapılması gerektiğinden, banka zararı dava dışı şirketten tahsil edilmiş ise tahsil ölçüsünde bu miktarın – davalıların sorumluluk tutarından düşülmesi gerekeceği, 12.11.2018 tarihli raporda belirlenen 27.12.1990 – 11.07.1994 dönemi kira bedeli 973.950,00 – olup sözleşmeye göre hesaplanan 2.062,93 alduğundan, kira farkı 971.887,07 TL olduğu” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki davalı olan …, … ile …’ın zarara yol açtığı eylemler açısından TTK m.342 hükmü kapsamında belirtilen somut koşul vakıalara uyan nitelikte bir hareketlerinin mevcut olmadığı, gerek birinci bilirkişi kurulu rapor içeriği ve gerekse 2021 tarihli son bilirkişi kurulu rapor içeriği ile sabittir. İkinci bilirkişi kurulu ise bu noktada somut ve herbir kişi açısından ayrı bir inceleme ise yapmamıştır.
Davalılar …, …, … yönünden Mahkememizce yapılan incelemede, konusunda ehil bilirkişi kurulunun sunmuş olduğu 21/05/2021 tarihli raporda da açıklandığı üzere kira sözleşmesine konu olan arazinin 1981 yılından beri dava dışı şirkete kiraya verildiği, yap-işlet-devret modelinde ayrıca bir kiracıya tesis yapmak borcunun yüklendiği, buna göre aynı şirketten alınan kira bedeli ile yapılacak karşılaştırmada bu kiradan daha düşük bedel dahi ilave tesis inşaatları dikkate alındığında ve banka lehine getirilen hükümler karşısında bu davalıların görevlerini kanuna uygun ve dönemin ekonomik koşullarına da uygun olduğu ifade edilmiştir. Zaten birinci bilirkişi kurulu raporu da sonuç itibariyle aynı yöndedir. İkinci bilirkişi kurulu raporu ile birinci bilirkişi kurulu raporu arasındaki çelişkinin üçüncü bilirkişi kurulu raporu ile giderilmesi, ayrıca ikinci bilirkişi kurulu raporunun yap-işlet-devret konusunda ehil bilirkişi barındırmaması ve sözleşmenin özelliğini ve yine kararların alındığı yılların, davacının konumu gibi somut durumları dikkate almaması nedeniyle hükme esas alınamamıştır.
Buna göre davacı şirketin, … turizm vasfı alanına uygun hale getirilmesi aşamasında yönetici konumundaki kişilerin almış oldukları kararların zarara yol açtığı iddia olunmaktadır. Bu noktada ve öncelikle Mahkememizce davacı olan bankanın, kararın alınmış olduğu yıllar itibariyle konumu dikkate alınmıştır. Zira davacı olan banka, 2000 yılında çıkarılan 4603 sayılı Kanunla ve 233 KHK kapsamı dışına çıkarılmış ve anonim şirket olarak yapılandırılmıştır. Zaten akabinde ise …A.Ş.olarak şirket tasfiye sürecine girmiş, karar tarihi itibariyle ise davacı … A.Ş.olarak davacı ünvanı belirtilmiştir. O tarihe kadar davacı olan banka bir KİT statüsünde olup sermayesi devlete ait olan, Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulan, 1987 yılında yürürlüğe giren “Kamu İktisadi Teşebbüsleriyle Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesi Hakkında Kanun” çerçevesinde TBMM tarafından denetlenen, TBMM adına Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından denetim işlemi gerçekleştirilen, siyasi yönü olan bir bakanlığın hiyerarşik şeması içinde yer alan, bu çerçevede kararın alındığı yıllar itibariyle genel olarak hükümetin özel olarak ise hükümet içinde yer alan bir bakanın temsil ettiği ilgili bakanlığın politikalarından doğrudan etkilenmesi mümkün olan, kararın alındığı yıllar itibariyle ise bu noktada etkilenmeye her yönü itibariyle açık bulunan bir banka konumundadır. Davacı olan kamu bankası adına, kararın alındığı yıllar itibariyle yönetici sıfatıyla sorumlu olduğu iddia olunan ve zamanaşımı defi sunmayan davalıların kanun ve sözleşmeye uygun olarak görevlerini yerine getirip getirmedikleri irdelenirken söz konusu yasal statünün ve fiili gerçekliğin mutlaka dikkate alınması gerektiği Mahkememizce değerlendirilmiştir.
Davacı olan bankanın kamu bankası olarak konumu dikkate alındığında, o dönemin hükümetlerinin siyasi, sosyal ve ekonomik tercihlerinden hiçbir suretle etkilenmeyeceğini kabul etmek mümkün olmadığı gibi tamamı veya çoğunluğu özel girişim tarafından kurulan bankaların işleyişinden dahi farklı olacağı kabul edilmiştir. Bu değerlendirmelere göre ise 1983 yıllarından itibaren başlayarak en az on yıl boyunca özelleştirmeye ve buna bağlı olarak yap-işlet-devret modelinin çalıştırılmasına yönelik hükümetçe radikal kararların alındığı ispatı gerekmeyen bir vakıa konumundadır. Bu hal gözetildiğinde zarara yol açtığı iddia olunan kararların, kararın alındığı tarih itibariyle günün ekonomik ve siyasi gelişimine uygun olmadığını kabul etmeye elverişli ve somutlaştırılmış bir vakıa bulunmamaktadır. Nitekim ABD, İsviçre ve Almanya öğreti ve uygulamasında da yönetim kurulunun almış olduğu bir kararın ileride zarar gerçekleştikten sonra o günün ve alınan kararın koşulları değerlendirilmeksizin salt zarar duygusu ile değerlendirilmesi uygun bulunmamakta, bu bakışın son raporda da belirtildiği üzere aslında bir “geriye bakış hatası” olduğu kabul olunmaktadır. Bu nedenle davalılar …, …, …’in günün ekonomik ve siyasi koşullarına uygun şekilde hükümet tarafından gerçekleştirilen özelleştirme çalışmaları ve yap-işlet-devret modeli çerçevesinde alındığı anlaşılan kararlardan sorumlu tutulabilmeleri kural olarak mümkün görülmemelidir.
Özellikle Mahkememizce yapılan değerlendirmeye göre zararın oluşumuna esas olduğu belirtilen yap-işlet-devret sözleşmeleri bazı yatırımların yapılabilmesi için devletin bazı vergisel teşvikleri sağladığı, ekonominin kalkınması için ve özellikle yatırımcıların ilgisinin çekilebilmesi için uygulanan bir özelleştirme yöntemidir. Nitekim doktrinde de kabul olunduğu üzere “yurtiçi yatırımcılara bir para karşılığı olmaksızın kamu arazilerinin verilmesi ve bunların arazi üzerine inşa edecekleri işletmeleri belirli süre işletmeleri ve daha sonra devlete devretmeleri” yap-işlet-devret yönteminin en önemli esaslarındadır. (Coşkun CAN AKTAN, Kamu Ekonomisinin Rolü ve Fonksiyonlarının Piyasa Ekonomisine Devredilmesi; Özelleştirme, Sosyal ve Beşeri İlimler Dergisi, Cilt 2, 2010, Sayfa 114) Buna göre somut olayda da davalılar …, …, …’e atfedilen kararlara dayanak olan yap-işlet-devret sözleşmelerinin, nitelik itibariyle “bir para karşılığı olmaksızın dahi devredilebildiği” prensibi karşısında normal bir ticari ilişki içinde kâr elde edilmesi gereken bir model olarak yaklaşılması, özelleştirme politikalarının amacı ve somut olayın özellikleri açısından kabul edilebilir değildir. Bir başka deyişle yap-işlet-devret sözleşmelerinde bir para karşılığı dahi olmaksızın yerin devredilebilirliği gerçeği karşısında, somut olayda kararların alındığı yıllar itibariyle yap-işlet-devret sözleşmesindeki kiracıya kira bedelini ödemesi dışında ve ayrıca ek tesis yapma borcunun dahi yüklendiği, bu nedenle dönemin hükümet politikaları çerçevesinde hiçbir bedel ödenmeksizin devirlerin dahi yapıldığı gözetildiğinde alınan kararların dönemin hükümet politikaları ile uyumlu hatta ve bir anlamda daha müdebbir olduğu dahi kabul edilebilir bir haldir. Aksi düşünce, temsili demokrasi içinde seçilen siyasi partilerin oluşturmuş oldukları iktidarların ve bu iktidarların politikaları ile uyumlu hareket etmesi beklenen kamu bankalarının, mevcut hükümetlerin siyasi, ekonomik ve sosyal bir tercihlerinin ürünü olarak oluşturulan programlarından dolayı cezai ve hukuki yaptırıma maruz bırakılması sonucunu doğurur.
Özellikle konuyla ilgili doktrinde “1980’li yıllarda gündeme gelen yeni sağ düşüncesi ekseninde bürokrasinin konumu tartışılmış ve etki alanı azaltılması ele alınmıştur.” şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. (Murat AKÇAKAYA, Kübra İLHAN, Bürokrasi-Siyaset İlişkisi Bağlamında Başkanlık ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin İncelenmesi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Ankara, Cilt 23, 2021 Sayfa 612) Bu çerçevede davacı kamu bankası olmakla, dönemin yeni sağ düşüncesi ekseninde oluşan ve hükümet kararlarının alındığı dönem içinde, genel anlamda ekonomi politikalarını ve özel anlamda ise özelleştirme politikalarını ve bunun bir yöntemi olarak sıkça uygulanan yap-işlet-devret yöntemini zarara esas olduğu bildirilen kararlarda uygulamıştır. Kamu bankasının, dönemin hükümet politikalarını benimsememesi ve bunu kararlarına yansıtmaması dönemin yaşanan ekonomik ve siyasi gerçekliği karşısında beklenemeyeceği gibi bürokrasinin etkisinin azaltılmaya çalışıldığı sürecin ise gözardı edilmesi sonucunu doğuracaktır. Bir anlamda davacı kamu bankası yönetiminin, dönemin hükümet politikaları çerçevesinde mevcut siyasi konjonktür nedeniyle hükümet etkisine açık olması söz konusu olduğundan almış olduğu kararlardan dolayı olaşabilecek zararı bu zamanaşımı defini ileri sürmeyen gerçek kişilere yüklenmesi hakkaniyet ilkesine dahi aykırı olacaktır.
Nitekim bu dönem içinde hükümet politikası gereği devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması, özel sektörün ağırlığının arttırılması amacı ile “bir çok yarım kalmış tesis, taşınmaz, otoyol, boğaz köprüsü, sayısız tesis ve limanların özelleştirme kapsamına alındığı, açık kaynaklara göre bile bu dönemde 103 adet tesis, 22 adet yarım kalmış tesis, 386 adet taşınmazın özelleştirme kapsamına alındığı” açık kaynaklarda dahi ifade edilmektedir. Hatta söz konusu yatırımların devam edebilmesi ve yurtiçi yatırımların attırılabilmesi, kamu kaynaklarının israfına yol açılmaması açısından bu özelleştirmelerde fevkalade teşvik edici politikaların benimsendiği, uygulandığı, bilinen açık bir gerçektir. Bu derece yoğun özelleştirme politikalarının uygulandığı bu yıllarda, davacı bankanın hükümetin bu politikalarından etkilendiği Mahkememizce değerlendirilmiştir. Söz konusu politikalar çerçevesinde alınan kararların alındığı tarih itibariyle o günün ekonomik ve siyasi konjöktörüne uygun olmadığını kabule elverişli, suç olduğu kesinleşmiş veya bankayı zarara uğratma kastı taşıyan veyahut ağır ihmal içinde alındığı anlaşılan bir kararın varlığı gerek ilk bilirkişi kurulu raporu gerekse son bilirkişi kurulu raporu ile tespit edilememiştir. Hatta zarara esas olduğu kararların yap-işlet-devret sözleşmeleri kapsamında aldığı, bedelsiz dahi devir yapılabileceği halde kiracı aleyhine bedel ödeme ve tesis yapma külfetinin dahi getirildiği, bu yöntemin uygulanması sonucunda özel sermayeli bir bankanın alması gerekli kararlar ile bu kararların karşılaştırılmaması gerektiği, bu çerçevede görevinin kötü ifası veya gereği yapılmaması, görevin ihmali, dikkat ve özenin gösterilmemesinin söz konusu olmadığı kabul edilmiştir.
Elbette ceza kanunları çerçevesinde suç sayılan haller ve/veya kasten veya ağır ihmal sonucu gerçekleşen yönetim hatalarının bu halin dışında bırakılması gerekir. Somut olayda ise bu kapsam içinde kalan bir durumun bulunmadığı, cezalandırılan bir eylemin olmadığı, özelleştirmenin amaç ve yöntemlerine uygun hareket edildiği farklı gerekçeler ile de olsa Mahkememizce itibar olunan birinci ve ikinci rapor içerikleri ile sabittir. İkinci bilirkişi kurulunda ise yap-işlet-devret konularında ve banka murakıplığı konusunda uzman kişi bulunmadığından ve açıklanan diğer gerekçeler karşısında bu rapora itibar edilmemiştir.
Hal böyle olunca davacı bankanın statüsü karşısında ve kamu ile olan yakın bağlantısı nedeniyle kararların alındığı dönemdeki hükümetin kararlarından diğer özel bankalara nazaran daha fazla etkilenmesinin beklenebilir olduğu açıktır. Nitekim Yargıtay 11.HD’nin 2020/1053.E. 2021/97.K.sayılı kararında dahi “Nitekim aynı davacının bir kısmı aynı olan davalar aleyhine kredi kullandırılan şirketin ortaklık yapısı araştırılmadan ve riskli ipoteğin teminat olarak alınmış olması sonrası kullandırılan kredinin tahsili amacıyla netice alınamaması nedeniyle davalı yöneticilerin aleyhine sorumluluk davası açılmış ise de kredinin KKTC de faaliyet gösteren firmaya verilmiş olması dikkate alındığında bu duruma dönemin Türk Hükümetinin, KKTC hükümetine siyasi desteğinin bu kredinin verilmesinde etkili olduğu, kredinin KKTC’nin ekonomisi ve turizmine katkısının olduğu anlaşıldığı, siyasi desteğinde olduğu, bu durumun emsal dosyadaki yine tasfiye halinde… Bankası A.Ş.’ye verilmiş bir görev mahiyetine büründüğü bu nedenle bir kısım şartların kolaylaştırıldığı” şeklinde gerekçesi mevcuttur. Somut olaydaki aynı davacı bankanın yöneticileri aleyhine açılan sorumluluk davalarında, dönemin hükümetinin siyasi ve ekonomik politikalarının gözardı edilemeyeceği ise kıyasen Mahkememizce benimsenmiştir.
Buna göre olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK m.336 hükmü uyarınca zamanaşımı definde bulunmayan davalılar yönünden yapılan değerlendirmede TTK m.336/f.5 hükmünde tarif edilen gerek kanunların gerekse sözleşmelerin kendisine yüklediği sair vazifelerin kasten ve ihmal neticesi yapılmaması söz konusu değildir. TTK’nın m.321/son hükmünde de, temsile ve idareye selahiyetli olanların vazifelerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirketin sorumlu olacağı hükme bağlandığı açık olmakla birlikte yukarıda açıklanan tüm gerekçeler dikkate alındığında zamanaşımı definde bulunmayan davalıların görev yapmış oldukları kamu bankasının politikalarının belirlenmesinde doğrudan etkide bulunmadıkları, zira dönemin hükümetlerinin özelleştirme politikalarına ve özellikle o dönemlerde sıkça uygulanan yap-işlet-devret modelini benimsemelerinin dönemin siyasi tercihlerinin açık bir sonucu olduğu, hatta o kadar ki yurtiçi yatırımcılara yukarıda açıklandığı üzere para karşılığında dahi olmaksızın kamu arazilerinin verildiği, hatta arazi üzerine inşa edecekleri işletmeleri belirli bir süre işleterek daha sonradan devlete devretmelerinin siyasi bir tercih olarak ortaya çıktığı ve uygulandığı, nitekim somut olayda bir tesis yapımı çalışması olduğunun da açık olduğu, kanunun ve esas sözleşmenin kendilerine yüklediği vazifeleri kasten veya ihmal neticesi yapılmaması noktasında davalılara sorumluluk atfedilecek bir durumun olmadığı gibi zararın varlığı kabul olunsa dahi bu zararın yukarıda açıklanan nedenlerden doğabilecek ve doğması göze alınmış bir zarar bulunduğu, zira kararların yurtiçi yatırımcılara teşvik mahiyetinde ve dönemin hükümetlerinin siyasi ve ekonomik bir tercihlerinin doğal uzantısı konumunda bulunduğu, davacı bankanın bir kamu bankası olması nedeniyle mevcut siyasi konjonktür çerçevesinde ve dönemin şartları içinde hükümetin politikalarıyla uyum taşıması açısından bu kararların alındığı, aslında davacının kamu bankası olması nedeniyle dönemin hükümetlerinin politikasına uygun bir politika izlenmesi gerekliliğini bir görev olarak üstlendiği, zaten TBMM Kit Komisyonunda dahi bu noktadaki ibranın gerçekleştirilmesinin dahi bu durumu açıkça gösteren bir olgu olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 6762 sayılı TTK 346. maddesi yollamasıyla TTK. 336. maddesi gereğince müdürlerin sorumluluğu bakımından BK. 41. maddesinde tanımlanan haksız fiile ilişkin tüm unsurların gerçekleşmesi zorunludur. Sorumluluk hukukunun temelinde, kusur, hukuka aykırılık, zarar ve hukuka aykırı eylem ile sonuç olarak ortaya çıkan zarar arasında illiyet bağının olması gerekir. Buna göre somut olay açısından bir zararın ortaya çıkmış olduğu kabul olunsa dahi zamanaşımı definde bulunmayan davalılar, zararın ortaya çıkmasında doğrudan etken değildir. Bir başka deyişle özelleştirme politikaların ve bu çerçevede yap-işlet-devret modelinin hükümet tarafından yoğun olarak benimsendiği, uygulandığı ve buna göre kamu bürokrasinin bu çerçevede hareket ettiği dönem itibariyle alındığı anlaşılan kararlar sonucunda söz konusu modellerin uygulanmasından dolayı oluşan zarar var olsa dahi bu durum yukarıda açıklanan nedenlerden ileri gelmiş kabul edilmelidir. Aksi düşünce yukarıda açıklanan gerekçelere ve somut olay adaletine aykırı sonuçlara varılmasına, dönemin siyasi ve ekonomik sisteminin bir kısım farklı tercih ve politikalarının sonucundan davalı gerçek kişilerin sorumlu tutulmasına yol açacaktır ki bu hal hakkaniyete de aykırıdır.
Yapılan açıklamalar karşısında dava dilekçesinde adı gözüken davalılar …, …, … aleyhine açılan davalar sübut bulmadığından ayrı ayrı reddine, dava dilekçesinde adı gözüken diğer davalılar …, …, … mirasçıları … ve …, … mirasçısı …, …, …, …, …, …, …, …, …, … aleyhine açılan davaların ise zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı reddine dair karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Dava dilekçesinde adı gözüken davalılar …, …, … aleyhine açılan davalar sübut bulmadığından ayrı ayrı reddine,
2-Dava dilekçesinde adı gözüken diğer davalılar …, …, … mirasçıları … ve …, … mirasçısı …, …, …, …, …, …, …, …, …, … aleyhine açılan davaların ise zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı reddine,
3-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
4-Davacı tarafından harcanan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı … tarafından harcanan 11,00 TL posta ve tebligat giderinin davacıdan alınarak adı geçen davalıya verilmesine,
6-Davalı … tarafından harcanan 11,00 TL posta ve tebligat giderinin davacıdan alınarak adı geçen davalıya verilmesine,
7-Haklarındaki tazminat davası aynı nedenle ve esastan reddolunan ve vekille temsil olunan …, … lehine AAÜT gereği takdir olunan 17.900,00 TL vekalet ücretinin tek olarak davacıdan alınarak vekille temsil edilen …, …’e tek olarak verilmesine,
8-Haklarındaki tazminat davası zamanaşımından dolayı ve aynı nedenle reddolunup ve vekille temsil olunan …, …, …, …, …, … MİRASÇISI İLGİ …, …, … mirasçısı …, … … terekesi, …, …, … kendilerini vekille temsil ettiklerinden AAÜT gereği 17.900,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tek olarak alınarak adı geçen davalılara tek olarak verilmesine,
9-Artan avansın karar kesinleştiğinde yatırana iadesine,
Kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde mahkememizce veya bulunulan yer asliye ticaret mahkemesine dilekçe ile başvurmak koşuluyla İstanbul BAM nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere ve mevcut vekillerin huzurunda diğer tarafların yokluğunda ve oy birliği ile karar verildi.23/10/2023

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …