Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2022/205 E. 2023/60 K. 09.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/205 Esas
KARAR NO : 2023/60

DAVA : Marka (Tecavüzün Tespiti İstemli)
DAVA TARİHİ : 29/05/2013
KARAR TARİHİ : 09/03/2023

Taraflar arasında marka hakkını ihlal ve haksız rekabetin önlenmesi dava sonucu İstanbul 1.FSHHM’nin 05.12.2013 gün ve 2013/107-2013/224 sayılı ilamının Yargıtay 11.HD’nin 30.06.2014 gün ve 2014/2822-2014/12506 sayılı ilamla bozulması üzerine mahkemece direnme kararı verildiği ve dava dosyası 02.12.2016 tarih ve 6763 sayılı Yasa’nın 43 ve geçici 4/1. maddesi uyarınca Yargıtay 11.HD’ne gönderilmiş olup, Yargıtay 11.HD’nin 2022/83 esas, 2022/4586 karar ve 7.6.2022 tarihli bozma ilamı üzerine dava dosyası mahkememizin 2022/205 esas numarasına kayıtlanmış olup, bozma ilamı usul ve yasaya uygun bulunduğundan uyulmasına karar verilmiş olmakla;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 03, 24 ve 25. sınıflarda tescilli tanınmış “…” ve “…” ibareli markaların sahibi olduğunu, … Cumhuriyet Başsavcılığının… sayılı soruşturması kapsamında davalının işyerinde yapılan aramada müvekkilinin markalarını içeren 408 adet taklit ürüne el konulduğunu, sonrasında davalı temsilcisi aleyhinde … 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesinin… E. sayılı dosyasıyla kamu davasının ikame edildiğini, anılan dosyadaki bilirkişi raporu uyarınca el konulan ürünlerin müvekkilinin markalarıyla iltibasa neden olacak düzeyde benzer şekilde üretildiğinin belirlendiğini, bu kapsamda davalı temsilcisinin cezalandırılmasına karar verildiğini, kararın temyizi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince bahse konu fiillerin 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) kapsamında suç oluşturmadığından bahisle bozularak el konulan malların iadesine karar verildiğini, ancak davalının eylemlerinin haksız rekabet ve marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini ileri sürerek marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti ile önlenmesini, taklit ürünler ile üretmeye yarayan araç ve benzeri vasıtaların, broşür, işaret, resim, ambalaj, basılı evrak vs. imhasını, kararın gazetede ilanını talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı defiinde bulunduklarını, “…” ibareli markaların 1999 ve 2001 yıllarında, “…” ibareli markanın da 2011 yılında müvekkili adına tescil edildiğini, bu tescillerin davacı tescilinden önce yapıldığını, olay tarihinde davacı markanın tanınmışlık statüsünün bulunmadığını, arama kararı üzerine müvekkilinin ürünlerinin teslim alındığını savunarak davanın reddini istemiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava konusu uyuşmazlık; Davacının … markasının taklit ürünlerde kullanıldığı iddiasıyla haksız rekabet ve markaya tecavüzün önlenmesi, hükmün ilanı taleplerine ilişkindir.
BOZMA SONRASI YARGILAMA:
Davalı tarafından zamanaşımı defi ileri sürülmüştür. Bu nedenle zamanaşımı definin incelenmesi gereklidir.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun(BK) 60. maddesinin 1. fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru zaman” başlıklı 60. maddesinde;
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…”
hükmü yer almaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinin 1. fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.
Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.
Aynı Kanun’un “On senelik müruru zaman” başlıklı 125. maddesi ise; “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabîdir.” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonra maddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.
Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 818 sayılı BK’nın 60. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, eylemin aynı zamanda ceza kanununda suç sayılması hâlinde, daha uzun ise olayda ceza davası zamanaşımı süresinin uygulanacağı, dolayısı ile bu durumda Borçlar Kanunu’ndaki daha kısa zamanaşımı sürelerinin uygulanamayacağı hususu anlaşılmaktadır.
Söz konusu hüküm, ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; fail hakkında mahkûmiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması koşulu aranmamaktadır.
Zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup, usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s. 1761; Von Tuhr. Andreas: Borçlar Hukuku, C. I-II, Ankara 1983, Cevat Edege çev., s. 688 vd.; Canbolat, Ferhat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s. 255 vd.).
Somut olayda ise ; Uyuşmazlık konusu eylem ile ilgili olarak açılan ceza davası sonucunda Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 28.06.2010 tarihli 18524/10153 sayılı kararı ile davalı eyleminin Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı uyarınca “kanunsuz suç ve ceza oluşturulamayacağı” ve aynı eylemin haksız rekabet suçunu da oluşturmayacağından bahisle sanığa atılı eylemin 556 sayılı KHK’ne muhalefet ve haksız rekabet oluşturmayacağı, el konulan eşyaların da suç konusu eşya olmaktan çıktığından bahisle davalı şirket temsilcisi sanığın beraatine ve el konulan eşyaların sanığa iadesine karar verilmiştir. Bu durumda, dava konusu eylemin suç oluşturmadığı, ceza soruşturmasında el konulan söz konusu ürünlerin davalı tarafa iade edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan ürünlerin davalı tarafça yeniden piyasaya sürüleceği hususunda girişimlerde bulunulduğu hususları da işbu davada iddia edilmemiştir.
Bu durumda Mülga 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile belirlenen eylem aynı zamanda haksız fiil niteliğinde olduğundan dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’na göre zamanaşımı 1 ve 10 yıllık sürelere tabidir. Haksız rekabet iddiası yönünden ise 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu 62. maddesi uygulama alanı bulacak olup bu madde uyarınca da zamanaşımı 3 yıllık süreye tabidir.
Haksız eylemin suç oluşturması durumunda o suç için öngörülen ceza davası zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2020 tarihli ve 2017/3-1518 E., 2020/139 K.; 10.04.2013 tarihli ve 2012/4-1161 E., 2013/498 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 66. maddesi;
“ Madde 66- (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi beş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda on beş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
Geçmesiyle düşer…”
Hükmünü içermektedir.
Somut olayda bozma ilamı gerekçesi, ceza yargılamasına ilişkin kesinleşen dosya kapsamı,
Uyuşmazlık konusu eylem ile ilgili olarak açılan marka hakkını ihlal suçundan açılan ceza davası sonucunda Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 28.06.2010 tarihli 18524/10153 sayılı kararı ile (Sanık hakkında 556 sayılı KHK.nın 61/A-c maddesi uyarınca cezalandırılması için kamu dava açılmıştır. Bu maddenin atıf yaptığı 61’inci maddede ise kararname hükmüyle suç tanımları düzenlenmiştir. 5252 Sayılı Yasanın geçici 1’inci maddesinde “Diğer kanunların, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemelere aykırı hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya ve en geç 31 Aralık 2008 tarihine kadar uygulanır.” 5237 sayılı TCK’nın 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5/1′ inci maddesinde “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır” ve aynı Kanunun genel hükümleri arasında bulunan 2′ nci maddesinin birinci fıkrasında ise “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanmaz … ” hükümleri yer almaktadır.
Olayımızda sanığa atılı eylem, ceza içeren özel bir hukuk düzenlemesi olup 5’inci maddede sözü edilen özel ceza kanunları ya da ceza içeren kanunlar kapsamında bulunmaktadır. O halde atılı eylem, TCK’nın 2’nci maddesi hükmü kapsamında değerlendirilmelidir. Bu duruma göre, KHK hükmüyle getirilen bu düzenleme TCK’nın 2’inci maddesinde öngörülen kanunilik ilkesine uygun bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 03.01.2008 gün ve 2005/15 E, 2008/2 K sayılı iptal kararı gerekçesinde Kanunsuz suç ve ceza konulamayacağını, Kanun Hükmünde Kararname hükmüyle suç ve ceza getirilemeyeceğini açıkça vurgulamıştır. Bu durum karşısında, 5252 Sayılı Kanunun geçici birinci maddesi ile TCK’nın 2’nci maddesi ve 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5’inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde; 556 Sayılı KHK’nın suç tanımlayan hükümlerinin tümüyle zımni olarak ilga edildiğinin (örtülü olarak yürürlükten kaldırıldığının) kabulü gerekmektedir. Bu hukuki değerlendirmeye göre atılı eylem 556 Sayılı KHK hükümleri kapsamında suç oluşturmayacaktır. Öte yandan 556 Sayılı KHK’ya göre suç oluşturmayan eylemin Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı hususunun da bu noktada ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna göre, 1474’üncü maddesi gereğince 01.01.1957 tarihinde yürürlüğe giren 6762 Sayılı TTK’nın 57’nci maddesinin 5’inci fıkrasında; başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, işaret gibi tanıtma vasıtaları haklarına tecavüzün yanında, tescilli ve tescilsiz ayırımı yapmadan marka hakkına tecavüz de haksız rekabet suçu olarak tanımlanmış ve cezası 64’üncü maddede belirtilmiştir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra 3 Mart 1965 tarihinde yürürlüğe giren 551 Sayılı Markalar Kanunu’nun 47’inci maddesinde de tescil edilmiş marka hakkına tecavüz halleri ayrı ayrı tanımlanmış ve yaptırımı da 51 ve 52’nci maddelerde belirtilmiştir. Her iki düzenlemede de tescilli marka kullanma haklarına tecavüz halleri belirlenmekte ve yaptırıma bağlanmaktadır. Bu nedenle gerek Türk Ticaret Kanunu ve gerekse 551 Sayılı Markalar Kanunundaki düzenlemeyle korunan ortak değer, marka kullanma hakkından doğan haklardır. Marka hakkına tecavüz fıillerinin unsurları her iki düzenlemede de aynıdır ve iki yasa birlikte uygulanamayacağından tam olarak oluşan yasa çatışması kuralları uyarınca sonradan yürürlüğe giren, tescilli markalara hukuki ve cezayi koruma getiren 551 Sayılı Kanundaki düzenleme TTK’nın 57/5 fıkra hükmünü tescilli markalarla sınırlı olmak üzere örtülü olarak yürürlükten kaldırmıştır. Bu kanun da (551 sayılı kanun) 556 Sayılı KHK’nın değişik 82’nci maddesiyle yürürlükten kaldırılmış bulunduğundan ve yürürlükten kalkan eski düzenlemeler canlanamayacağından sanığa atılı eylem haksız rekabet suçunu da oluşturmamaktadır. El konulan dava konusu eşyanın müsaderesi ya da iadesi konusunun değerlendirilmesine gelince: Yukarıda açıklandığı şekilde atılı eylem 01.01.2009 tarihinden itibaren suç olmaktan, aynı tarih itibariyle bu tür eylemler nedeniyle el konulan eşyalar da suç konusu eşya olmaktan çıkmıştır. İnceleme tarihi itibariyle söz konusu eşyaların bulundurulmasını bizatihi suç sayan herhangi bir yasa hükmü de bulunmamaktadır. Bu nedenle dava konusu eşyanın da iadesine karar verilmesi gerekmektedir.) dolayısıyla kesinleşen ilam kapsamına göre; davalı eyleminin Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı uyarınca “kanunsuz suç ve ceza oluşturulamayacağı” ve aynı eylemin haksız rekabet suçunu da oluşturmayacağından bahisle sanığa atılı eylemin 556 sayılı KHK’ne muhalefet ve haksız rekabet oluşturmayacağı, el konulan eşyaların da suç konusu eşya olmaktan çıktığından bahisle davalı şirket temsilcisi sanığın beraatine ve el konulan eşyaların sanığa iadesine karar verilmiştir. Bu durumda, dava konusu eylemin suç oluşturmadığı, anlaşıldığından somut olayda ceza zamanaşımı uygulanmasının söz konusu olmadığı, ceza yargılamasında suç tarihinin 10.8.2005 tarihi olup, huzurdaki davanın ise 28.2.2011 tarihinde açıldığı, yaklaşık 6 yıl sonra dava açılmış olduğu, eylem marka hakkını ihlal yönünden suç olmaktan çıktığı bir an için eylemin haksız rekabet olarak nitelendirilmesi gerektiği gözetilse dahi 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu 62. maddesi uyarınca zamanaşımının 3 yıllık süreye tabi olduğu, dolayısıyla davalı yanca ileri sürülen zamanaşımı defiinin yerinde olduğu, gözetildiğinde davanın gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın ZAMANAŞIMI NEDENİYLE REDDİNE,
2-179,90TL ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile eksik kalan 161,50 TL harcın davacıdan tahsiline,
3-Avukatlık ücret tarifesi uyarınca 15.000 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davalı tarafın yargılama giderlerinden olan 210 TL tebligat ve müzekkere masrafının davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafın yapmış olduğu masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
6-Taraflarca fazla yatırılan gider avansının hüküm kesinleştiğinde ve talebi halinde iadesine,
Dair karar davacı vekilinin yokluğunda davalı vekilinin (e duruşma) yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 günlük kesin süre içinde YARGITAY nezdinde temyiz yasa yolu açık olmak üzere karar verilip tefhim kılındı.09/03/2023

Katip …
¸

Hakim …
¸