Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2020/418 E. 2022/221 K. 14.12.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/418 Esas
KARAR NO : 2022/221

DAVA :Marka hakkına Tecavüzün ve haksız rekabetin Tespiti
DAVA TARİHİ : 25/12/2020
KARAR TARİHİ : 14/12/2022

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka hakkına Tecavüzün ve haksız rekabetin Tespiti davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle: “… Derneğinin resmi kuruluşunu tamamlamış bir sivil toplum kuruluşu olduğunu, …, …, …, …, …, … ve … olmak üzere 7 kurucu üyenin bir araya gelmesi sonucu kurulan derneğin adı; kurucu üyelerden …’in önerisiyle … adını aldığını, Derneğin kuruluş ve faaliyet amacı dikkate alınarak doğal afet ve benzeri sair durumlarda ani gelişen ve ani müdahale isteyen durumlar olması nedeniyle tıp terimi olan … kelimesinin anlamından esinlenerek özgün bir şekilde oluşturulmuş olan ve halihazırda Tanınmış Marka statüsü kazanan bu marka ile dernek faaliyetlerine devam etmekte olduğunu, 2013 yılından beri aynı zamanda Tanınmış marka tesciline sahip olan davacı derneğin göstermiş olduğu faaliyetler gereği halihazırda 10 adet tescilli markası bulunduğunu,… nolu markanın tanınmış marka statüsünde bulunduğunu, … derneğinin kuruluşu itibariyle gönüllülük esasına dayanarak topluma hizmet vermiş bir kuruluş olduğunu, …’nın kurulmasına ilişkin ilk önerinin o dönem yönetim kurulu üyeliği bulunan … ve diğer bir kısım yönetim kurulu üyelerinin teklifi ile 28.01.2001 tarihinde gerçekleştirilen … Kurulunda yapıldığını ve önerinin oy çokluğuyla reddedildiğini, 2011 yılında Vakfın kurulumu ile ilgili gelişmeler yaşandığını, Vakıf senedi oluşturulduğunu, Vakıf senedi içeriğinin … ile aynı olduğunu,…’de bulunan …’ne ait yerleşke olarak gösterildiğini, 2011 yılında …nın resmen kurulduğunu, 2011 yılında Dernek yönetiminde olan … ve diğer bir kısım yönetim kurulu üyeleri, diğer dernek üyelerini derneğe daha çok gelir getirmesi bahanesi ile ikna ederek … adı altında vakfın kuruluşunu sağladığını, Dernek yönetiminde kaldıkları süreç boyunca Vakıf çok sınırlı bir faaliyet ile nerdeyse pasif bir şekilde bekletilerek; 2018 yılı sonrasında yaşanan yönetimsel sorunlar neticesinde aynı yönetim kurulu üyelerinin 2019 yılında Dernek yönetiminden ayrılarak … üzerinden dernek ile aynı faaliyetlere ve kuruluş amacı doğrultusunda … ile işbirliği gerçekleştirmeyi reddederek … markası altında faaliyetlerini gerçekleştirmeye başladığını, davacının … web adresini , Davalının ise … adresini kullanmakta olduğunu, bu web sitesinde da davacı ile devam eden organik bağı, birlikteliği, işbirliği varmış algısı yaratarak faaliyet sürdürdüğünü, bu durumun bağışlar yönünden davacı aleyhine bir sonuç doğurduğunu, Davalı web sitesinde iletişim bilgileri bölümünde davacının adresi yer almakta olup; Vakıf ve Dernek aynı adreste ve işbirliği içinde algısı yaratılmak suretiyle bağışçılar ve eğitim/seminer talebinde bulunan kurumların yanıltıldığını, Davalı web sitesinde “…” bölümünde … hesabının yer aldığını, … markası adı altında toplanan bağışlar kuruluş amacına aykırı bir şekilde davacı tarafa hiçbir katkıda bulunulmaksızın tamamen vakfın kendi bütçesinde kaldığını, Davacı dernek tarafından kullanılan … logosunun birebir aynısının uyarlanarak oluşturulmuş vakıf logosunun kullanıma devam edilriğini, bu durumun karıştırılma ihtimali yarattığını, davacı markasına davalı yanca gerçekleştirilen marka hakkını ihlal tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması, önlenmesi, ihtiyati tedbire hükmedilmesi, hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.
SAVUNMA:Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacı Dernek, Müvekkili vakıf ve müvekkili dernek faaliyetlerinin prensip olarak ayrıldığı ve tarafların işbirliğinin ve ortak amacının sona erdiğine ilişkin müteaddit beyanlarda bulunmuş ise de taraflar arasındaki fikri ayrışma ve bilumum hususların huzurdaki dava ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, Davacı derneğin işbu davayı ikame etmekte hukuki bir yararı bulunmadığını; Müvekkili Vakıf ve Müvekkil Dernek’in kuruluşlarının, taraflar arasındaki işbirliği esası benimsenmek suretiyle gerçekleşmesine ilişkin olduğunu; Bu kapsamda, MK ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu çerçevesinde müvekkili vakıf ve müvekkil dernek kuruluş amaçlarıyla sınırlı faaliyet göstermekle yükümlü olduğunu ve bu yüzden taraflar arasında bir rekabet ilişkisinden söz etmenin mümkün olmadığını; Davacı dernek tarafından “…” markasının kullanılmasına ilişkin müvekkili vakıf ve müvekkili dernek lehine muvafakat verildiğinin sabit olduğunu; Davacı derneğin, müvekkil vakıfa “…” markasını kullanmak üzere 2002 yılından itibaren muvafakat verdiğini; Davacı Dernek’in dilekçelerinde defalarca sözünü ettiği, Müvekkili Vakıf ve Müvekkil Dernek’in yönetim kurulu üyelerinin, hatta, Davacı Dernek’in yönetim kurulu üyelerinin değişmesinin, taraflar arasındaki muvafakat ve işbirliği noktasında bir önemi bulunmadığını; Uzun yıllar boyunca marka kullanımına muvafakat verildiği hallerde, işbu süreler geçtikten sonra marka hakkına tecavüz nedeniyle dava açmanın dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu, haksız rekabet koşullarının somut olayda oluşmadığını; “…” markasının oluşumunun yalnızca davacı derneğin faaliyetleri ve hareketlerinden kaynaklanmamakta olduğunu; “…” ibaresinin bir çatı organizasyonu olmakta ve bu markanın ortak paydaşlarının davacı … müvekkilleri ile beraber birçok farklı yapıdan oluştuğunu; Bu doğrultuda, davacı derneğin arama-kurtarma, müvekkili vakfın toplumu bilinçlendirme ve müvekkili derneğin kulüp spor faaliyetlerini yürütmekte olduğunu; Dayanaktan yoksun, taraflar arasındaki organik bağ ve aradan geçen süre hiçe sayılarak öne sürülen tecavüz iddialarının ve haksız mesnetsiz davanın reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava konusu uyuşmazlık; davacı markasına davalı yanca gerçekleştirildiği iddia edilen marka hakkını ihlal tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması, önlenmesi, ihtiyati tedbire hükmedilmesi, hükmün ilanı taleplerine ilişkindir.
Davanın açılmasını müteakip davacının dava, davalının cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, duruşmada hazır olanlar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, arabuluculuk kurumundan faydalanmak istenilmediğinden tahkikat duruşmasına devam olunmuş, tarafların beyanlarında geçen deliller toplanmış, HMK 266 madde kapsamında bilirkişi incelemesi yaptırılmış, HMK 184.madde kapsamında hazır olanlardan tahkikat ile ilgili beyanları sorulmuş, HMK 186. madde kapsamında ise karar duruşmasında hazır olanlardan esas ile ilgili son diyecekleri sorulmuştur.
HMK 266. Madde kapsamında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişiler …, … 14/04/2021 tarihli bilirkişi raporlarında özetle; Davalıya ait … alan adına sahip internet sitesinin … adresine sahip olduğu, alan adının … adına kayıtlı olduğu ve … adresinde faaliyet gösterdiği, Davacı marka şekli ile davalı fiili marka kullanımlarında yazı karakteri, renk kullanımları, marka şekli ve dizaynı aynı olduğu, Marka şekilleri yüksek oranda benzerlik taşıdığı, Davacı markası … Emtiada Sınıflarda tescilli olduğu, Davalı vakıf web sitesinden davalı kurumun, davacı ile aynı faaliyetleri yürüttüğü, eğitim hizmetleri verdiği, seminerler düzenlediği, arama kurtarma, yardım, doğal afet konularında projeler yaptığını,bu kapsamda davalı taraf “akut” kelimesini markasal olarak … Sınıflarda kullanıldığı, Taraflar arasında organik bağ bulunmakta ise de “…” kelimesinin … Sınıflarda markasal kullanımında hak sahibi davacı dernek olduğundan taraflarca aynı sınıflarda ve davalı web sitesinde aynı markanın kullanımının iltibas tehlikesini doğuracağını , Davalıya ait … alan adı kullanımının ise alan adında davalının “vakıf” yapısı belirtilmiş olması sebebi ile davacı marka hakkının ihlal edilmediğini, ancak son takdirin mahkemeye ait olduğunu bildirmişlerdir.
Bilirkişiler …,…, …07/05/2022 tarihli bilirkişi raporlarında; Esas unsuru “…” olan markaların muhtelif sınıflarda davacı adına tescilli olduğu ve davacının “…” markasının Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde tanınmış marka olarak korunmakta olduğunu, Dosyaya sunulan “…” isminin kullanıldığı tüm markalarda “…” isminin bir “çatı” görevi gördüğü, bütün markaların “…” adına kayıtlı ve tescilli oldukları, “…” ismini kullanan tüm kurum ve kuruluşların bilerek ve isteyerek, aynı hedefe yönelik, birbirleriyle organik bağ içinde oldukları algısını oluşturmak için bu yolu tercih ederek kuruldukları, ortak bir “…” algısı yerleştirmeye çalıştıkları ve bunu …’un kurulduğu 1995 yılından bu yana gerçekleştirdikleri görüldüğü, bu nedenle yaklaşık 26 yıldır var olan bu organizasyon yapıdaki bu markalar, kurum ve kuruluşlar arasında bugün bir iltibas ve iktibas aramanın yanlış olacağı, davacı … davalı taraflar arasında oluşan dava konusu anlaşmazlığın … markasının üst yönetiminde oluşan 2 ayrı grubun anlaşmazlığından kaynaklandığı, hukuksal alanda çözebilecek konuların heyetin uzmanlık alanına girmediği, Davalı vakfın faaliyetlerinde kendi tüzel kişilik unvanını kullanmasının hukuka aykırı olarak nitelenemeyeceğinden, somut olayda marka hakkına tecavüz koşullarının oluşmadığı görüş ve kanaatine varıldığı bildirilmiştir.
Toplanan deliller, taraf iddia ve savunmaları, marka tescil belgeleri, vakıf kuruluş senedi, … faaliyet raporu, basın yazıları,alan adı sahiplik kayıtları,… 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin … esas -… sayılı … senedinin tesciline ilişkin mahkeme ilamı, … ve …‘ne ilişkin İç İşleri Bakanlığı Sivil toplumla ilişkiler genel müdürlüğünün 20.1.2021 tarihli yazıları, dernek ve vakıf tüzüğü, taraflarca sunulu sosyal medya kayıtları, basın haberleri, flash bellek, bilirkişi raporları bir bütün olarak incelendiğinde; 6100 sayılı HMK’nın “USUL EKONOMİSİ İLKESİ” başlıklı Madde 30-“(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” hükmüne amirdir. Dosya kapsamında alan adı üzerinde teknik olarak inceleme yapılmış olup, tarafların zamanaşımı, sessiz kalma ve tecavüz iddiaları hukuki değerlendirme gerektirdiğinden , ayrıca bilirkişi delili takdiri delil olup nihai takdir mahkemeye ait olacağından uyuşmazlık ihtisas mahkemesi sıfatıyla Mahkememizce çözümlenmiştir.
Türk Patent ve marka kurumundan marka tescil belgeleri celp edilmiştir.
Kurumdan celp edilen 6.1.2021 tarihli yazı ekinde davacı adına tescilli markalar incelendiğinde; …. , …,…, …, …,… …, … , …, …, … ibareli markaların davacı adına tescilli olduğu anlaşılmıştır.
MARKA HAKKINI İHLAL VE HAKSIZ REKABET İDDİALARININ İNCELENMESİ
Dosyaya sunulu taraf iddia ve savunmaları, kuruluş yazıları kronolojik olarak incelendiğinde, …’nin 13.2.1997 de 2908 sayılı dernekler kanunu hükümlerine göre …, …, …, …, …, …, … tarafından kurulduğu,ayrıca … adına il dernekler müdürlüğüne 20.2.2009 tarihinde başvurulduğu ve il dernekler müdürlüğü tarafından 1.4.2009 tarihinde dernek tüzüğünün onaylandığı anlaşılmıştır.
16.02.2002’de …’nın kuruluşu kabul edilmiş, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin … esas -…sayılı ilamı ile … senedinin tesciline karar verilmiş ,8.3.2011’de … ‘nın resmi şekilde kurulduğu, Alan adı sahiplik kayıtları incelendiğinde; Davacı adına … adresinin 17.eylül 1998 tarihinde oluşturduğu, davalılar tarfından ise … adresinin 2.haziran 2014 tarihinde oluşturulduğu , 2017 yılında …’nin yönetim kurulunun değiştiği, vakıf ve spor kulübünün yönetim kurulları aynı kaldığı, … ve vakıf arasında yönetim kademesinde bulunan kişiler arasındaki şahsi çatışmalar nedeniyle fikri ve idari ayrışma başladığı, Dernek, vakıf ve spor kulübü arasındaki çatışmanın sona erdirilmesi için 2018 yılı başlarında bir liderler toplantısı yapıldığı, bir uzlaşma kurulu kurulması ve uzlaşma sözleşmesi hazırlanması kararı alındığı, bir sözleşme hazırlandığı, ancak vakıf ve spor kulübünün sözleşmeyi kabul etmediği, 2019 yılında …’nin onursal başkanlıktan, bir kısım kurucu üyelerle birlikte dernekten istifa ettikleri , … …, vakfın; … adresini kullanmakta oldukları, organik bağ içinde ve neredeyse aynı kapsamda faaliyetler içinde oldukları, eğitimler ve seminerler dışında bağış toplamaya çalıştıkları, aynı logoyu kullandıkları, marka tescil belgesine göre … markalarının tamamının … adına tescilli oldukları, … markasının “Tanınmış Marka” olarak başvuru kaydının bulunduğu, “…” ismini kullanan tüm kurum ve kuruluşların bilerek ve isteyerek, aynı hedefe yönelik, birbirleriyle organik bağ içinde oldukları algısını oluşturmak için bu yolu tercih ederek kuruldukları, ortak bir“…” algısı yerleştirmeye çalıştıkları ve bunu …’un kurulduğu 1995 yılından bu yana gerçekleştirdikleri hususunun sunulu deliller ve son bilirkişi raporunda da isabet ile belirtildiği, yaklaşık 26 yıldır var olan bu organizasyon yapıdaki … markasının kurum ve kuruluşlar arasında davanın açıldığı tarih itibarıyla bir iltibas ve tecavüz oluşturduğu iddiasının yerinde olmadığı, bilindiği üzere Tescilli markadan doğan hakka tecavüz edilip edilmediği değerlendirilirken ön şart markasal bir kullanımın olmasıdır. Sınai Mülkiyet Kanunu’nda markasal kullanım sayılan haller örnekseme yoluyla sayılmıştır (SMKm. 7/3). Davacı vekili, davalı vakfın dava dışı Itır Esen ile çekim yaptığı görselleri dosyaya ibraz etmiştir. Davalının, sosyal sorumluluk projesi olarak gerçekleştirdiğini beyan ettiği çekimlerin “…” tarafından yapıldığı beyan edilmektedir. Davalı vakfın faaliyetlerinde kendi tüzel kişilik unvanını kullanması marka hakkına tecavüz yada haksız rekabet yaratmamaktadır. Kaldı ki davacı … davalı taraflar arasında oluşan dava konusu anlaşmazlığın … markasının üst yönetiminde oluşan 2 ayrı grubun anlaşmazlığından kaynaklandığı, öte yandan kullanıma bu kadar uzun süre sessiz kalan davacının aynı amaç için markayı kullanan davalılar adına uzun süre sessiz kalarak dava açmasının hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılmış olup olayda sessiz kalsa yoluyla hak kaybının tartışılması gerekmiştir.
SESSİZ KALMA YOLUYLA HAK KAYBI SAVUNMASININ İNCELENMESİ
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi marka hükümsüzlüğü, tecavüz ve haksız rekabet davalarında da mahkemelerce res’en incelenmektedir. Gerçekten aynı veya benzer bir ticari ad ve işaretin başka bir kişi tarafından ticaret unvanında, alan adında , ticari hayatta kullanılması hâlinde önceki hak sahibinin dava açarak bu unvanın terkinini , tecavüzün önlenmesini, alan adının terkinini talep etmesi mümkündür. Ancak bu hakkın kullanılması imkânının önceki hak sahibine sınırlandırılmaksızın tanınması bazı hâllerde haksız sonuçlar doğurabilmektedir. Zira iyi niyetli olarak ticaret unvanını ,alan adını, sosyal sorumluluk kapsamında dernek ve vakıf olarak tescil edilmiş yada tescilsiz olarak kullanmakla birlikte gerçek hak sahibinin bilmesi gerektiği şekli ile kullanmaya başlamış olan tacirin/kuruluşların emek sarf ederek marka adı altında faaliyetlerde bulunması, ancak önceki hak sahibinin bu durumdan haberdar olmasına rağmen uzun süre sessiz kaldıktan sonra dava açması “dava hakkının kötüye kullanılması” olarak nitelendirilmelidir.
Ticari ad veya markanın sahibi, haklı bir sebep olmaksızın hakkını uzun süre kullanmayarak bundan sonra da kullanmayacağı yönünde bir kanaat oluşturmuşsa artık bu hakkını kullanamaması gerekir. Bu nedenle önceki hak sahibinin, TMK’nin 2. maddesi gereğince belli bir davranışta bulunması gerekirken sessiz kalması sonucu, ticaret unvanını yada markayı daha sonra iyi niyetli olarak tescil ettiren yada kullanan kişiye karşı dava açma hakkını veya devam eden eylemli kullanımını men etme hakkını kaybettiği kabul edilmelidir (Yasaman, Hamdi/ Yusufoğlu, Fülürya: Marka Hukuku, İstanbul, 2004, s. 856).
Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Zira marka sahibinin bir hakkını bilerek isteyerek belli bir süre kullanmaması sebebiyle marka tescilinden doğan hakkı kaybolmamakta, sadece uzun süredir var olan kullanıma/tescile sessiz kalmış olması sebebiyle bu duruma zımnen icazet verildiği kabul edilmektidir.
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile ilk defa marka hukukunda hükümsüzlük davaları yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. SMK’nin 26/6. maddesi; “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez” hükmünü haizdir. Buna göre marka hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanabilmesi için beş yıllık sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma nedeniyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’î olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, aynı uygulama tecavüz davalarında da uygulanmaktadır. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı hâkim tarafından re’sen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nin 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
Bu ilke ile işlem güvenliğinin de sağlandığını söylemek gerekir. Bunun sebebi markayı haksız kullanan kişiye karşı dava açılmaması ve onda bir güven oluşturulmasıdır. Böylesine güvenli bir ortam oluşturan hak sahibi, genel hükümler çerçevesinde de (Medeni Kanunun 2. maddesi) koruma bulamaz.Markasının izinsiz kullanıldığını öğrenmesine rağmen susan kişinin, aynı zamanda bu susmaya icazet gösterdiği ve dolayısıyla sessiz kalan hak sahibinin hakkını kaybetmesine yol açacağı kabul edilmelidir.
Dolayısıyla dava açma hakkına sahip bir kişi, göstermesi gereken bir davranışı belli bir sürenin eçmesine rağmen göstermezse, bir diğer ifade ile dava açma hakkını kullanmazsa, bazı şartların meydana gelmesi ile artık hakkını kaybettiği kabul edilmektedir.
Doktrin ve uygulamada bu durum örtülü bir feragat olarak da değerlendirilmektedir. Sessiz kalınarak karşı tarafta güven uyandırdıktan sonra, tamamen farklı bir davranışta bulunarak, karşı tarafı hukuken elverişsiz duruma sokmayı hukuk düzeni korumamaktadır.
Hakkın kötüye kullanılma yasağının hukuki temelini dürüstlük kuralı oluşturmaktadır. Hak, o hakkın tanınmasındaki amaca aykırı olarak kullanırsa ve bu kullanmada, kullanan bakımından menfaat yoksa veya çok küçük bir menfaat varsa, bu takdirde o hakkın kullanılmasından değil, hakkın kötüye kullanılmasından bahsedilir. Önceki davranışı ile çelişen kişi, hakkını kullanırken objektif dürüstlük kuralına aykırı davrandı ise MK 2. maddesi ihlal edilmiştir. Bu ilke “sessiz kalmak suretiyle hak kaybı” olarak adlandırılmaktadır. Bu ilkenin kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla ilkenin uygulanma şartları mümkün olduğunca objektif kıstaslara bağlanmalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, sessiz kalma nedeniyle hak kaybının menfi tespit davasında da ileri sürülebileceğine hükmederek, bu karara karşı direnen yerel mahkeme kararını onamıştır (HGK., 22.10.2014 T., 2013/1591 E., 2014/816K.) HGK’nun bu kararı ışığında somut olay değerlendirilecek olduğumuzda; ilk raporda sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi değerlendirilmemiş olup, son düzenlenen raporda ise bu husus denetime uygun şekilde incelendiğinden ancak son nihai karar mahkememize ait olduğundan mahkememizce huzurdaki davada sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluştuğu hususu sabittir. Öte yandan raporlar arasında bir çelişki de yoktur zira marka hukuku ilkelerine göre davacı markası davalı yanca kullanılmış olup, markanın esas unsuru … ibaresi olmakla şeklen bakıldığında marka ihlali bulunduğu yönünde raporda belirlemeler yapılmıştır.Ancak bilirkişi raporu takdiri delil olup sunulu delilere göre ancak ihlalin varlığı yada davanın süresi içinde açılmadığı savunması mahkemece takdir edilecek hukuki meseledir. Bu kapsamda davalının kullandığı … adresi who’s sahiplik bilgilerine göre 2.haziran 2014 tarihinde oluşturulmuş, alan adı yoluyla marka hakkına tecavüz iddiası yönünden ise dava 25.12.2020 tarihinde açılmıştır. Yani davacı alan adı oluşturulduktan 6 yıl 6 ay sessiz kaldıktan sonra alan adının markasal kullanıldığı iddiası ile huzurdaki davayı açmıştır.
Öte yandan sunulu deliller kapsamına göre davalı …’in kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek için başından bu yana ve davacı Dernek ile işbirliği içinde olduğu, davalı …’in bağışları toplamasının ,seminer ve etkinlikleri düzenlemesinin zaten vakfın kurulma amacının , tüzüğünün içinde yer aldığı, alan adının Vakıf ibaresi ile birlikte oluşturulmuş olması nedeniyle bir ihlal oluşmadığı gibi, 2014 yılında oluşturulan site yönünden davacının uzun süre geçtikten sonra ihlal iddiasının samimiyetten uzak olduğu, davalı Vakıf’a ait Vakıf Senedi’nin 3. maddesinde vakfın amacı “dağ ve doğa koşullarında meydana gelen kaybolma ve kaza olaylarında, deprem, sel gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda, tamamen gönüllü olarak, amatör bir çalışma ve profesyonel bir yaklaşım ile zor durumda olan kişilere en kısa sürede ulaşmak, yardım için gereken en uygun koşulları yaratmak, doğru ve güvenli arama ve kurtarma çalışması yaparak, kazazedelere temel ilkyardım desteğini sağladıktan sonra emniyetli ortam koşullarına nakillerini sağlamak, bu tür olaylarda can kaybını en aza indirmek ve arama kurtarma konularında toplumu bilgilendirmek çalışmalarına destek vermek” şeklinde belirtilmiş olup,sunulu delillere göre davacının kendi rızası ile ve aynı amacı gerçekleştirmek için uzun yıllardır davalılara destek verdiği ve markanın kullanımına izninin bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sunulu deliller arasında Kurumlar arasında önceden var olan taahhütname gereği Davacı Dernek ve davalı Vakıf ve Dernek’in birbirlerine ait taşınır ve taşınmazları ve her tür teçhizatı ortak kullanacağıda belirtilmiştir.
Dolayısıyla somut olayda hem verilen bir izin hemde sonrasında bu iznin verilmediğinin ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması yasağı kapsamındadır.
Davacı davalı eyleminin haksız rekabete de neden olduğunu ileri sürmüştür. Davacı Dernek, dava dilekçesinde, bağış dışında en büyük gelirlerinin seminer ve eğitim olduğunu beyan etmiş, ancak davalının cevap dilekçesinde ek 3 olarak sunduğu belgeler kapsamına göre bu faaliyetlerin Davacı’nın bilgisi dahilinde yapıldığı ve davalının hangi eylemi nedeniyle bir zarar gördüğü olguus da ispat edilmiş değildir. Sosyal medya yorumlarıyla bir zarar oluşması da mümkün değildir.
Davacı tarafından gerçekleşen genel kurulda davalı …’in kurulması kabul edildikten ve taraflarca yıllarca ortak işler yapılıp, … bir çatı organizasyonu markası olduğundan, toplum nezdinde ise afet anında gönüllük esasına göre ticari faaliyet gütmeyen bir sivil toplum örgütü olarak algılandığından , oluşturulan markanın arama-kurtarma, toplumu bilinçlendirme , Dernek kulüp spor faaliyetlerini ve alan adı kullanımına davacı yanca uzun süre kullanımına ses çıkarılmadan , daha sonra ise üst düzey yöneticiler arasında çıkan fikir ayrılıkları nedeniyle Davalıların eyleminin haksız rekabet ve marka ihlali yarattığının ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanımı ve dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil ettiğinden, somut olayda davalının … markasını ,logosunu kullanımı davacının izni ile gerçekleştiğinden marka hakkını ihlal ve haksız rekabet iddialarının yerinde olmadığı keza alan adının oluşturulduğu tarih dahi gözetildiğinde(2.6.2014) davacının 25.12.2020 tarihinde dava açarak yani 6 yıl 6 ay sessiz kaldıktan sonra dava açması MK 2. Madde kapsamında hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilmiş ve davacı sessiz kalarak hak kaybına uğradığından davanın reddine karar verilmesi gerekmiş ve yukardaki gerekçe kapsamına göre aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın reddine,
2-80,70 TL ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile eksik kalan 26,30 TL harcın davacıdan tahsiline,
3-Avukatlık ücret tarifesi uyarınca 15.000 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4-Davacı tarafın yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Davalıların yapmış olduğu 3.000 TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
6-Taraflarca fazla yatırılan gider avansının hüküm kesinleştiğinde ve talebi halinde iadesine,
Dair karar taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde İSTİNAF YASA YOLU AÇIK olmak üzere verilen karar açıkça okundu, usulen anlatıldı. 14/12/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır