Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2020/370 E. 2022/10 K. 12.01.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/370 Esas
KARAR NO : 2022/10

DAVA : Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 20/11/2020
KARAR TARİHİ : 12/01/2022

Mahkememizde görülmekte bulunan Marka (Marka Hükümsüzlüğünden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde; Müvekkili şirketlerin … Grubu içerisinde yer aldığını; … Grubu’nun ana faaliyetinin televizyon-radyo yayıncılığı, gazete/dergi yayıncılığı, gazete/dergi basımı ve yurt çapında gazete/dergi dağıtımı olduğunu; birçok ulusal gazete, televizyon, dergi ve radyo kanallarını bünyesinde barındıran, Türkiye’nin önde gelen medya kuruluşlarından biri olduğunu; müvekkil şirketler ve dayanak markaların toplum nezdinde çok ciddi bir tanınmışlığa ulaşmış olduğunu; taraf markalarının esas unsurlarının aynı olduğunu ve taraf markalarının iltibas yaratacak derecede benzer olduklarını; markaların tescil edildiği sınıfların benzer filişkili mal ve hizmetleri kapsadığını; hızlı tüketim ve günlük tüketim ürünlerinde tüketicilerin mal ve hizmetlere ekonomik ve erişim açısından ulaşımının kolay olması nedeni ile dikkat seviyesi ekonomik değeri nispeten daha pahalı ve kolay erişimin sağlanamadığı ürünlere oranla daha düşük olduğunu; müvekkillerin “…” esas unsurlu markalar üzerinde kullanıma dayalı üstün hakkının bulunduğunu; davalının marka tescilinde kötüniyetli olduğunu; SMK m. 5, 6/1, 6/3 ve 6/9 uyarınca davalı adına tescilli olan … tescil no.lu “… şekil” markasının hükümsüzlüğü ve sicilden terkinini talep ve dava etmiştir..
SAVUNMA; Davalı vekili cevap dilekçesinde ; Müvekkili şirketin 1999 yılından beri faaliyet göstermekte olan ülkemizin köklü ve bilinen ticari şirketlerinden biri olduğunu; 2013 yılında müvekkili şirketin % 75 hissesi … tarafından satın alınmak suretiyle … bünyesine dahil olduğunu ve tanınmış markaları ile sektöre öncülük ettiğini; …’un yiyecek ve içecek sektöründeki lider markası olan … çatısı altında yer alan şirketlerden biri olup uzun yıllardır hizmet verdiği sektörde gerek ülkemizdeki gerekse yurtdışında pek çok öncü kuruluşla çalışmakta olduğunu; müvekkil markasının halihazırda sektörde belli bir tanınmışlığa sahip olduğunu, taraflara ait markalarda ortak unsur olan “…” ibaresinin bir renk adı olup, sıklıkla kullanılan ve tüketici tarafından aşina olunan bir kelime olması dolayısıyla ayırt edicilik gücü yüksek olmayan bir ibare olduğunu; davacı yanın sözde tanınmış olan “…” markasının tanınmışlığından faydalanma gibi bir amacı olmadığını; davacı şirketlerin iddialarının aksine taraf markaları arasında karıştırılma ihtimali bulunmadığını; davacıların markaları ile müvekkilin markasının tescilli olduğu mal ve hizmetler arasında sadece çok sınırlı emtialar arasında örtüşmenin bulunduğunu; haksız ve mesnetsiz davanın reddini talep etmektedir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava konusu uyuşmazlık; davalı adına … nolu “…” ibareli markanın hükümsüzlüğüne ilişkindir.
Türk patent ve marka kurumundan marka tescil belgesi celp edilmiştir.
Davanın açılmasını müteakip davacının dava, davalının cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, dava şartları incelenmiş, ön inceleme duruşması yapılmış, duruşmada hazır olanlar sulhe teşvik olunmuş, sonuç alınamaması üzerine uyuşmazlık konuları tespit edilmiş, arabuluculuk kurumundan faydalanmak istenilmediğinden tahkikat duruşmasına devam olunmuş, beyanlarında geçen deliller toplanmış, HMK 184.madde kapsamında hazır olanlardan tahkikat ile ilgili beyanları sorulmuş, bilirkişi incelemesi yaptırılmış, HMK 186. madde kapsamında ise karar duruşmasında hazır olanlardan esas ile ilgili son diyecekleri sorulmuştur.
HMK 266. madde kapsamında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişiler …, … ve …’in 01/10/2021 tarihli bilirkişi raporlarında: … tescil no.lu “…” markasınin 16. sınıfta, … tescil nolu “…” markası 16, 38 ve 41. sınıfta, … tescil no.lu “…” markası 14 ve 41. sınıfta davacılar adına tescil edilmiş olduğu, hükümsüzlüğü talep edilen marka … tescil no.lu “…” markası 33, 34, 35, 41, 42, 43, 44 ve 45. sınıfta davalı adına tescilli olduğu, taraflar adına tescilli olan markaları bir bütün olarak karşılaştırdıklarında taraf markalarının SMK m. 5/1/ç kapsamında değerlendirilebilecek şekilde aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olmadıklarından davada SMK m. 5/ç’ye dayalı hükümsüzlük koşullarının mevcut olmadığı, davacılar adına tescilli olan markalar ile davalı adına tescilli olan markanın aynı/benzer olduğu hizmetlerin 41. sınıf hizmetle olduğu; ancak taraf markalarında yer alan “…” ibaresinin Türkçede bir renk (koyu mavi) anlamına geldiği ve bu yönüyle zayıf bir ibare olduğu, davalı markasında “…” ibaresine şekil unsuru eklemek suretiyle ayırt edicilik sağlanmış olduğu; SMK m. 6/1 uyarınca hükümsüzlük koşullarının mevcut olmadığı, davacılar, gerçek hak sahipliği iddiasıyla, davalı adına tescilli olan …tescil nolu “…”markasının hükümsüzlüğünü talep etmişlerse de SMK m. 6/3’e dayalı hükümsüzlük koşullarının mevcut olmadığı, markayı tescil ettirme eyleminin tek başına kötü niyet göstergesi olarak nitelendirilemeyeceği, SMK m. 6/9’a dayalı hükümsüzlük koşullarının mevcut olmadığı görüş ve kanaatine varıldığı bildirilmiştir.
Davacı yan her ne kadar rapora itiraz etmişler ve yeni bir heyet tarafından inceleme yapılmasını talep etmişlerse de; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.06.2016 gün ve…, … sayılı kararı uyarınca iltibas değerlendirmesinin hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olduğundan, keza davacının dayandığı kötüniyet olgusunun tamamen hukuki nitelikte olması, dolayısıyla davacı yanca ileri sürülen itirazların mahkememizce incelenecek oluşu gözetilerek yeni bir bilirkişi incelemesine gerek görülmemiştir.
Karıştırma ihtimali ortalama tüketicilerin her iki işaret arasında bir şekilde bağlantı kurmasıdır. Başka bir anlatım ile halkın söz konusu mal ve hizmetleri aynı ya da bağlantılı işletmelerden geldiğini düşünme tehlikesidir. Hem markanın hem de mal veya hizmetlerin aynı olması durumunda karıştırma ihtimali daha güçlüdür. Karıştırma ihtimalinden söz edilebilmesi için öncelikle tescil başvurusuna konu veya tescil edilmiş marka ile daha önce tescil edilmiş ve tescil başvurusu yapılmış markanın kapsadığı hizmetlerin aynı ya da benzer olması gerekmektedir. Eğer bu mal ve hizmetler aynı ya da benzer ise bu kez markaların aynı ya da benzer olup olmadıkları incelenecektir. Karıştırma ihtimali hem marka, hemde sınıf bakımından benzerlik gerektirdiğinden iki markanın tescil edildikleri, tescil başvurusunda bulunulduğu ya da kullanıldığı mal ve sınıfların ne kadar birbirine benzer ise karıştırılma ihtimalinin ortaya çıkmaması için markaların da o oranda birbirinden farklı olması gerekecektir. Markalar arasında sözcük, harf karakteri, şekil, grafik gibi renk unsurlarında hiçbir fark yok ise markalar arasında ayniyetten söz edilir. Eğer bu unsurlardan birinde küçük fark var ise benzer markalardan söz edilir. Markalar arasında karıştırma ihtimali incelenirken her bir unsura göre değil bir bütün olarak iki markanın bıraktığı genel global izlenimin markanın bütünüyle bıraktığı etki dikkate alınır.
AB Adalet Mahkemesi (CJEU ) uygulamalarında karıştırma ihtimalinin belirlenmesinde bir takım ilkeler mevcuttur. Uygulamalara göre karıştırma ihtimali ilgili tüm faktörler dikkate alınmak suretiyle marka veya işaretler birer bütün olarak değerlendirilmeli bu değerlendirme yapılırken uyuşmazlık konusu mal veya hizmetin talep edebilecek durumdaki ortalama tüketici gözü ile bakılmalı ortalama tüketicinin detayları incelemeden markayı bir bütün olarak algılayacağı gözönünde bulundurulmalı markadaki ayırt edici ve egemen unsurların bıraktığı genel intibaya göre görsel ve işitsel ve kavramsal anlamda karıştırma ihtimali bulunup bulunmadığı tartışılmalıdır.
Markalar arasında daha az derecedeki benzerlik mal veya hizmetler arasında daha çok benzerlik ile dengelenebilir. Bunun tersi de mümkündür. Ayrıca eğer önceki markanın ayırt ediciliği kendiliğinden çok yüksek ise veya kullanım sonucunda yüksek ayırt edicilik sağlanmış ise karıştırılma ihtimali de çok yüksek olacaktır. Salt çağrıştırma ihtimalinin varlığı karıştırma ihtimalini de mevcut olduğunun kabulü için yeterli değildir. Önceki markanın tanınmışlığı da tek başına karıştırılma ihtimalinin varlığı için yeterli değildir. Eğer her iki marka arasında çağrıştırma ,tüketicide bu markayı taşıyan ürünlerin aynı ya da ekonomik olarak bağlantılı işletmelerden kaynaklandığı yolunda bir kanaate yol açacak nitelikte ise, bu durumda karıştırma ihtimalinin bulunduğu düşünülmelidir. Markalar arasında görsel , işitsel,kavramsal benzerlik bulunup bulunmadığı her iki markanın asli ve tali unsurları ile birlikte bütünü itibariyle bıraktığı izlenimler bakımından benzerlik olup olmadığı çağrıştırma söz konusu olup olmadığı, markaların ait oldukları mal veya hizmetlerin hitap ettiği tüketici kitlesinin eğitim ve toplumsal durumu, markaların tescilli oldukları malın ya da hizmetin değeri , buna bağlı olarak alıcının mal almaya gittiğinde harcadığı zaman kriterleri dikkate alınarak ortalama düzeydeki tüketici gözü ile karıştırma ihtimali mevcut olup olmadığı tespit edilecektir.
Davacı markası ile davalı markaları arasında yapılan incelemede; davalı markasının beyaz zemin üzerine … ince büyük harflerle yazılmış “…” ibaresinden ve onun altında daha küçük bir font kullanılarak yazılmış “…” ibarelerinin birleşimiyle oluşturulmuş bir şekil markası olduğu, yine şekil unsurlu kullanımda parmak izi logosunun markaya özgünlük kattığı anlaşılmıştır.
Davacı markalarında ise herhangi bir figüratif unsura yer verilmeden, beyaz üzerine siyah harflerle, düz bir yazı fontuyla “…”, “…” ve “…” ibarelerine yer verildiği görülmektedir. Taraf markalarının sahip oldukları bu kompozisyonlar bir bütün olarak değerlendirildiklerinde, markaların bütünsel görünümleri itibariyle aynı ve hatta dahi ayniyet derecesinde benzer olduğunun kabulü mümkün değildir. Taraf markalarını oluşturan sair unsurların ayniyet derecesinde benzer olmadığı, bu nedenlerle markalar arasından 6/1 maddesi uyarınca bir ayniyetin olmadığının kabul edilmesi gerekmiştir. Öte yandan davalının sunduğu deliller incelendiğinde davalının faaliyet gösterdiği sektör itibarıyla belirli bir bilinirlik oranına ulaştığı, davalının ticari unvanının … ibaresi ile oluşturulduğu ,davalının ticari sicile 21.5.2001 tarihi ile kayıt olduğu alan adının ticaret ünvanına uygun olarak kullanıldığı, köşe yazılarında ve basın haberlerinde davalının mekanının belirli bir kaliteye ve müşteri profiline sahip olduğu, markanın görseline ilişkin davalı markasının yeme içme sektöründe ve hitap ettiği tüketici kitlesi tarafından ayırt edici şekilde kullanıldığı, davalının sunduğu ikinci cevap dilekçesinde davalının 2001/24478 nolu … şekil ibareli 41,43,sınıfları da kapsar şekilde yani davacıdan daha önce tescil edilmiş markalarına ilişkin marka tescil belgesi sunduğu,dolayısıyla davacının iddia ettiği tarihten daha önce … ibaresi ile davalının faaliyette bulunduğu, dolayısıyla davacının gerçek hak sahipliği iddialarına dayalı hükümsüzlük talebinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Yine SMK 5/1-ç uyarınca gerçekleştirilen değerlendirmede “Taraflar adına tescilli olan markaları bir bütün olarak karşılaştırdığımızda, taraf markalarının SMK m. 5/1/ç kapsamında değerlendirilebilecek sekilde aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olmadıkları; bu nedenle SMK m. 5/1/ç’ye dayalı hükümsüzlük koşullarının oluşmadığı anlaşılmıştır.
Bilirkişi Raporu’nunda da isabetle belirtildiği üzere “Taraf markalarındaki “…” ibaresi bir kişinin tekeline bırakılamayacak bir renk adı olduğundan yine kurum nezdinde bu ibareyi içeren birçok marka tescili bulunduğundan, tek başına “…” ibaresi zayıf marka olarak hak sahibine sınırlı bir koruma sağlar. Davacı dava dilekçesinde “…” markasını çok uzun yıllardır kullandığını, …’nin 2014 yılından bu yana yayınlandığını, … alan adlı web sitesinin de 2014 yılında alındığını bu nedenle müvekkiline ait markanın SMK md. 6/3 gereğince hükümsüz kılınması gerektiğini iddia etmiş sede; toplanan delillere göre , marka tescil belgesine . ticari sicil kayıtlarına göre “… ticaret unvanının yaklaşık 20 yıldan beri kullandığı, davacının ise “…” web sitesinin 4 Mayıs 2014 tarihi itibariyle yayında olduğu, “…”nin ilk sayısının Mayıs 2014 tarihli olduğu ,davalının sitesinin 31.3.2001 tarihli olduğu(…), dolayısıyla davalının “…” ibaresi üzerinde öncelik hakkı olduğunun anlaşıldığı, ilerleyen zaman içinde davalının yeni marka başvuruları yapmasının kötüniyetli bir davranış olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, zira marka hakkının hem tescil yoluyla hem de ilk kullanım (gerçek hak sahipliği) yoluyla kazanılabileceği, dolayısıyla SMK m. 6/3“e dayalı hükümsüzlük taleplerinin yerinde olmadığı, davalı firmanın “…” ibaresi üzerinde kazanılmış hakkının bulunduğu, 2001 yılından bu yana … ticaret unvanını ve … markasını yeme içme sektöründe kullandığı ve “…” ibaresi üzerinde hak sahibi olduğu anlaşılmıştır.
Zira marka hakkının kazanılması konusunda, iki temel sistem vardır; “ilk kullanım” ve “tescil”. Her iki sistemde de sicile tescil vardır, ancak tescilin sonuçları farklıdır. İlk kullanım siteminde; marka hakkı, bir işaretin marka olarak seçilmesi ve kullanması ile doğar, sicile yapılan tescil açıklayıcıdır. Tescil sisteminde ise; marka hakkı, marka olarak seçilen işaretin sicile tescil edilmesi ile kazanılır, buradaki tescil kurucudur. Bizim hukukumuz asıl olarak tescil sistemini benimsemiş, ancak tescilden önce gerçekleşen kullanıma da değer atfetmiştir. Kural olarak tescil ile marka hakkı doğar; ancak söz konusu işaret ilk tescilden önce kullanılmak suretiyle piyasada maruf hale getirilmişse, marka hakkı – sahibi, işareti tescilden önce kullanarak piyasada maruf hale getirendir. Bu kişiye “gerçek hak sahibi” denilir.Somut olayda ise toplanan delilere göre davacının gerçek hak sahibi olduğu hususu ispat edilmemiş olup, aksine davalının 2001 yılından beri … markası ve ticaret unvanı ile faaliyet gösterdiği anlaşılmıştır.
Davacı davalının marka başvuru anında kötüniyetli olduğu iddiasıyla da hükümsüzlük talep etmiştir.
6769 sayılı SMK’nun 6/9 maddesinde kötü niyetli tescil ayrı bir hükümsüzlük nedeni olarak kabul edilmiştir. Öte yandan Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince kötü niyetin korunması söz konusu olamayacağından, başlı başına bir hükümsüzlük nedeni olarak öğreti ve uygulamada kötüniyetin varlığı halinde markanın hükümsüz kalınması gerektiği benimsenmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı kararı).Yine mülga 556 sayılı KHK’nin mehazını oluşturan 89/104 sayılı Avrupa Birliği Marka Yönergesi’nin 3/2 maddesi ve 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 51/1-b maddesinde de kötü niyetli marka tescil başvurusu, mutlak ret ve hükümsüzlük nedeni olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, gerek öğretide ve uygulamada gerekse mukayeseli hukuk ve mehaz Avrupa Birliği mevzuatında yer alan hükümler itibariyle; markalar hukukundaki ülkesellik ile başvuru ve tescilde öncelik ilkelerinin yanında ayrıca başvuru ve tescilde kötü niyetin himaye edilmemesine ilişkin temel ilkenin de aynen korunduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenledir ki ; 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 6/9 maddesinde, kötü niyetle yapılan marka başvurularına itirazın nispi ret nedeni olduğu açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca hükümsüzlük hâllerinin düzenlendiği SMK’nin 25. maddesinde nispi ret nedenlerinden birinin mevcut olması hâlinde mahkeme tarafından markanın hükümsüzlüğüne karar verileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda kötü niyetli tescil mülga KHK döneminde öğreti ve uygulama ile hükümsüzlük nedeni olarak kabul edilmiş iken 6769 sayılı SMK ile birlikte açıkça hükümsüzlük hâli olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.
Genel olarak kötü niyetli marka başvurusu; hak sahibi olmadığını bilmesine rağmen dürüstlük kuralına aykırı şekilde tescil için başvuruda bulunulması veya başvurunun tescil ettirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu kapsamda başvuru sahibinin markanın aynısının veya benzerinin bir başkası tarafından kullanıldığını bilmesi veya bilmesi gerekmesi hâli, kötü niyetin varlığında önem kazanmaktadır. Örneğin, gerçek hak sahibi olmamakla birlikte başkasının ticaretinde kullandığı tescilsiz bir işareti, kendisinin hak sahibi olmadığını bile bile tescili için başvuruda bulunan kimse kötü niyetli sayılacaktır. Yine başkası tarafından kullanılan bir markanın aynısını veya benzerini bilerek ve haklı bir neden olmaksızın sırf rakibini engellemek amacı taşıyan engelleme markaları kötü niyetli marka başvurusu olarak değerlendirmelidir. Ayrıca başkasının markasından haksız olarak yararlanmak veya gerçekte kullanılmayıp yedekleme ve marka ticareti yapmak ya da şantaja yönelik başvuruda bulunmak ve tescil ettirmek de kötü niyetli olarak kabul edilmelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.07.2008 tarihli ve 2008/501 E., 2008/507 K. sayılı kararı). Görüldüğü üzere kötü niyetli marka başvurusu hâli her somut olay kapsamında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur.
Dolayısıyla Marka tescil başvurusunun kötü niyetli olup olmadığı hususunun belirlenmesinde genel geçer kriterler bulunmamakta, konunun her somut olay bazında değerlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kötüniyet olgusu tamamen hukuki bir takdir gerektirdiğinden hakim bu konudaki bilirkişi görüşleri ile de bağlı değildir. Marka sahibinin, markasını tescil ederken, markanın kullanılış amacı ve fonksiyonlarına aykırı bir şekilde, iyi niyetli üçüncü kişileri baskı altında tutma, onlara şantaj yapma veya engelleme amacı gütmesi gibi hallerde, kötü niyetli marka tescilinden bahsedilir. Tescil başvurusunda bulunan kişinin kötü niyetli olduğuna emare teşkil edebilecek olgu ve olayların varlığı, kötü niyetli marka başvurusunun kabulü için yeterli sayılmaktadır. Buna karşılık başvuru sahibinin, hakkını kötüye kullanma niyeti taşıması veya başkalarını engelleme amacına sahip olması gibi sübjektif durumlar kural olarak tespit edilmeye çalışılmamalıdır. Zaten kişinin içsel durumunu ifade eden sübjektif unsurlara doğrudan ulaşmak veya nüfuz etmek mümkün de değildir. Ancak, somut olayda başvuru sahibinin içsel durumunu ifade eden bilme, kast, niyet gibi hususların anlaşılabileceği veya ortaya çıkarılabileceğine dair ciddi belirtilerin varlığı halinde, bunlar araştırılarak, kötü niyetli tescilin varlığı sonucuna ulaşmada yardımcı unsur olarak kullanılabilir.
Toplanan deliller kapsamına göre davalının başvuru anında kötüniyetli olduğu hususu davacı yanca ispat edilememiş olup, SMK 6/9 maddesine dayalı hükümsüzlük isteminin de yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar ve dosyaya sunulan deliller, marka tescil belgesi, ticari sicil kaydı, alan adı oluşturulma tarihi, bilirkişi raporu , marka hukukuna hakim genel ilkeler, Yüksek Mahkeme ilamları, HMK 266 madde kapsamında dosyaya sunulu deliller ile uyumlu, denetim ve hüküm kurmaya elverişli bilirkişi raporu bir arada değerlendirildiğinde; …nolu “…” ibareli markanın hükümsüzlük talebinin REDDİNE karar verilerek yukarda açıklanan gerekçe kapsamına göre aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:Yukarda açıklanan gerekçe kapsamına göre;
1-Davanın reddine,
2-80,70 TL ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile eksik kalan 26,30 TL harcın davacıdan tahsiline,
3-Davanın reddi nedeniyle, Avukatlık ücret tarifesi uyarınca 7.375 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafın yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Taraflarca fazla yatırılan gider avansının hüküm kesinleştiğinde ve talebi halinde iadesine,
Dair karar taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde İSTİNAF YASA YOLU AÇIK olmak üzere verilen karar açıkça okundu, usulen anlatıldı. 12/01/2022

Katip …
E-imzalıdır

Hakim …
E-imzalıdır