Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2019/266 E. 2020/116 K. 04.03.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ
HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/266 Esas
KARAR NO : 2020/116

DAVA : Tecavüzün Ref’i, Maddi ve Manevi Tazminat
DAVA TARİHİ : 05/05/2009
KARAR TARİHİ : 04/03/2020

Mahkememizde görülmekte bulunan Tecavüzün ref’i, maddi ve manevi tazminat davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin … isimli kitabı Türkçe’ye çevirdiğini, … Gazetesi’nin herhangi bir sözleşme yapmadan, izin almadan müvekkilinin eser sahibi olduğu kitabı kupon karşılığında promosyon olarak okuyucularına verdiğini, bir kısım nüshalarda çevirmen olarak müvekkilinin isminin dahi geçmediğini, davalıların bu eylemlerinin müvekkilinin mali ve manevi haklarına zarar verdiğini ileri sürerek 15.000TL manevi, 5.000TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline ve davalıların tecavüzlerinin önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş; ıslahla maddi tazminat talebini 184.167TL’ye yükseltmiştir.
SAVUNMA: Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; davaya konu edilen promosyonun dava dışı … Tic. A.Ş ile müvekkillerinden … arasında düzenlenen sözleşme uyarınca yapıldığını, bu yayınevi tarafından basılan kitabın promosyon olarak okuyucularına verildiğini, bir hak ihlali varsa bunun dava dışı adı geçen şirkete karşı ileri sürülmesi gerektiğini, müvekkillerine husumet yöneltilemeyeceğini, davacının telif tazminatı ile haksız fiil tazminatı istemlerinin de dayanaksız olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava, işleme eser niteliğindeki tercüme kitabın eser sahibinden izinsiz promosyon olarak dağıtılmasından kaynaklanan esere tecavüzün önlenmesi, maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Mahkememizce özel dairenin bozma ilamı öncesinde verilen kararda; (2009/55 Esas, 2011/173 karar ve 20.10.2011 tarihli karar ile ) davalılardan …’in … Gazetesi genel yayın yönetmeni, …’ın ise sorumlu müdürü olduğu, Basın Kanunu’nun 13’üncü maddesi uyarınca en üst düzeyde yönetici olmayan bu kişilere husumet yöneltilemeyeceği, diğer davalıların davacının haklarını sözleşme yaptıkları … A.Ş.’ye devrettiğini kanıtlayamadıklarından FSEK 54’üncü madde uyarınca iyi niyetinin korunamayacağı, davaya konu kitabın gazete tarafından promosyon olarak dağıtılmasından dağıtılan tüm kitap adedi üzerinden hesap yapılmasının doğru olmadığı, promosyon yapılmaması hâlinde muhtemel baskı adedi ve promosyon nedeniyle ileriye dönük engel olunan baskı durumu dikkate alınarak hesap yapıldığında tazminatın 8.148,00-TL olarak bulunduğu, FSEK 68’inci madde uyarınca 3 katı tutarın tazminat olarak belirleneceği, FSEK 14 vd. maddelerinde sınırlı olarak sayılan manevi hakların ihlal edildiğinin kanıtlanamadığı gerekçeleriyle davalılar … ve … hakkındaki davanın husumetten reddine, davalılar … ve …’ye karşı talep edilen manevi tazminat talebinin reddine, FSEK 68’inci madde uyarınca 24.444,00-TL maddi tazminatın davalılar … ve …’den tahsiline karar verilmiştir.
Hükmün davacı ve davalılar vekillerince temyizi üzerine; Yargıtay 11.HD’nin 2012/2983 esas, 2013/2745 karar ve 18.2.2013 tarihli ilamı ile bozulmuş ve Dairece”…. davalılar vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddi ve davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi ile “…Ancak, davacı eserini kendisinden izinsiz bir şekilde promosyon olarak dağıtıldığını ileri sürmek suretiyle bu davayı açtığına ve davalılardan …’in … Gazetesi genel yayın yönetmeni, …’ın ise sorumlu müdürü olduğuna göre FSEK’in 66’ıncı maddesi uyarınca bu davalıların da tecavüz eyleminden sorumlu olduklarının kabulü gerekmekte iken mahkemece yazılı gerekçe ile anılan davalılar yönünden bu davada uygulama imkânı bulunmayan Basın Kanunu’nun 13’üncü maddesi uyarınca husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Manevi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede, eser sahibinin FSEK’nin 14’üncü maddesi uyarınca eserini yayınlama zamanını tayin hakkının bulunmasına ve eserin daha önceden kamuya arz edilmiş olmasının bu hakkın tüketildiği sonucunu doğurmamasına göre eserin her izinsiz kullanılışında manevi tazminat hakkının bulunduğunun kabul edilerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğuyla hükmün davacı yararına bozulmasına karar verilmiştir ve dava dosyası mahkememize gönderilmiş olup, … 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 31.10.2013 tarihli ve … E., .. K. sayılı kararında mahkememizce önceki gerekçelerle ve bu gerekçelere ilâveten gazetenin genel yayın yönetmeni veya idari müdürü bu sözleşmelere dâhil olmadığı gibi gazetenin verimliliğini artırma konusundaki şirket politikalarına etki etme yetkilerinin olamayacağı, dolayısıyla da dava konusu kitabın haklarının başka bir şirketten satın alınması ve gazetede yayınlanması karar ve işlemlerine davalı yöneticiler dâhil olmadığından FSEK 66’ncı maddeye göre hukuki sorumluluklarına gidilmesinin de zaten mümkün olmadığı, açıklanan gerekçeyle dairenin bu davalılara da husumet düştüğüne ilişkin bozması haklı bulunmadığı, dava konusu kitabın davalı tarafından dağıtılmasından çok önce eser sahibi tarafından kamuya arz edildiğinden uyuşmazlık bulunmadığından, umuma arz edilen eserin sonraki izinsiz çoğaltması ve yayma işleri “umuma arz” olarak telakki edilemeyeceğinden söz konusu çoğaltma ile manevi haklar ihlal edilemeyeceği, Yargıtay’ın hakkın tükenmeyeceğine ilişkin görüşünün haklı bulunmadığı gerekçeleriyle bozma kapsamı dışında kalan konularda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, davalılar … ve … hakkındaki davanın husumetten reddine ve davalı … ve …Ticaret limited Şirketine karşı açılan manevi tazminat talebinin reddi ile direnme kararı verildiği, Direnme kararının davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/11-2753 esas-2018/1126 karar ve 23.5.2018 23.05.2018 tarihli kararı ile yerel mahkemenin direnme kararı, mahkemenin direnme kararı verilmesi sırasında kararın hüküm fıkrasında yer alan ve bozmaya konu yapılmayan kısım yönüyle de ilk hükümdeki gibi karar vermesi gerektiği gerekçesiyle usule dayalı nedenlerle oy çokluğuyla 23.5.2018 tarihli ilamı ile bozulmasına karar verildiği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına karşı davacı ve davalılar vekillerince karar düzeltme yoluna başvurdukları ve Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık kapsamında, HGK’nun 2018/11-998 esas-2019/373 karar ve 28.3.2019 tarihli gerekçesinde; davalılardan …’in … Gazetesi genel yayın yönetmeni, …’ın ise sorumlu müdürü olması nedeniyle tecavüz eyleminden sorumluluklarının bulunup bulunmadığının tespitinde Basın Kanunu’nun 13’üncü maddesinin mi yoksa 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) 66’ncı maddesinin mi uygulanması gerektiği; FSEK 14’te belirtilen manevi haklardan olan eserin umuma arzının, eldeki uyuşmazlıkta olduğu gibi umuma arz edilmiş olan eserin sonraki izinsiz çoğaltma ve yaymayı da kapsayıp kapsamadığı, eserin daha önceden kamuya arz edilmiş olmasının bu hakkın tüketildiği sonucunu doğurup doğurmayacağı, buradan varılacak sonuca göre dava konusu eserin izinsiz çoğaltılması nedeniyle davacının manevi haklarının ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.
I) Davalılar vekilinin karar düzeltme talebinin incelenmesinde;
Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, karar düzeltme istemi için de aranan bir şarttır.
Davalılar vekilinin ilk kararı temyiz isteminin Özel Dairece süre yönünden reddedilmiş olması, bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmamış olması ve direnme kararının da davalılar vekilince temyiz edilmemiş olması karşısında karar düzeltme talebinde bulunulmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
O hâlde davalılar vekilinin karar düzeltme isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
II) Davacı vekilinin karar düzeltme talebinin incelenmesine gelince;
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 tarihli ve 4/19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini (başka bir ifade ile davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini açıkça yazar. Kuşkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması hâlinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması hâlinde, bu durum “objektif dava birleşmesi” olarak tanımlanır ve davacının her davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir. Davanın esasına ilişkin bu talepleri yanı sıra davacı talep sonucu bölümünde mevcutsa yardımcı nitelikte taleplerde de bulunabilir.
Dava dilekçesinin, talep sonucu açısından özetlenen bu niteliklerine paralel olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararda ( hüküm fıkrasında ) da, davacının talepleri asıl talep ( esasa ilişkin talep ) ve yardımcı talepler olmak üzere iki bölüm hâlinde değerlendirilir ve bu taleplerin tamamı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekir ( 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 297, 298; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m. 388/3-4 ).
Somut olayda çözümlenmesi gereken husus, genelde birden fazla talep sonucunu ihtiva eden hukuk davalarında taraflarca uygun görülerek temyiz edilmeyen ya da temyiz isteği reddedilen ( bozmanın kapsamı dışında kalan ) hususların kesinleşmiş olup olmadığıdır. Özellikle somut olayda olduğu gibi diğer temyiz itirazları reddedilerek sıfat ve manevi tazminata karar verilmesi yönünden bozulan davada manevi tazminat dışında kalan diğer talep kalemlerinin kesinleşmiş sayılıp sayılmayacağının belirlenmesidir.
Bilindiği gibi dava tarafları, mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurabilme hakkına sahiptirler ( HUMK. m. 427/1 ). Süresi içinde temyiz edilmeyen ya da esasen temyiz edilmesi mümkün olmayan kararlar kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek olmadan temyiz incelemesi yapamaz ve hükmü bozamaz. Diğer taraftan dava tarafları, aleyhlerine olan hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir kısmını temyiz edip, diğer kısmını temyiz etmeyebilirler. “Objektif dava birleşmesi” hâlinde verilen hüküm taleplerinden yalnızca biri temyiz edilip diğer sonuçlar temyiz edilemeyebilir. Bu hâl doktrinde “kısmî temyiz” olarak tanımlanır ve kısmi temyiz (yani hükmün bir kısmının temyiz edilmemiş olması) hâlinde, hükmün temyiz edilmeyen kısmı temyiz süresinin geçmesi ile kesinleşir, başka bir ifade ile, kesin hüküm oluşur. Hükmün süresinde temyiz edilmeyerek kesinleşen kısmı yalnız başına icra edilebilir ve icraya konabilir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt 2, İstanbul 1977, 3. Bası, s. 87). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleri ile bağlı değilse de ( HUMK. m. 439/2) tarafların temyizi ile bağlıdır. Başka bir anlatımla, kısmî temyiz hâlinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve bu nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. Kısmî temyiz hâlinde HUMK’nın 439/2’nci maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamayacağı gibi, mahalli mahkemede (temyiz edilen bölümün bozulması üzerine yapacağı tahkikat sonunda ) hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle kesinleşmiş olan ) bölümü hakkında yeni bir karar veremez ( Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 4, 1984, s. 3354-3355 ).
Diğer taraftan kısmi temyiz sebebiyle hükmün bir bölümünün (talep sonuçlarından bazılarının ) temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmesi ile, temyiz edilip onanmak suretiyle kesinleşmesi (bozmanın kapsamı dışında kalması) arasında kesin hükmün bağlayıcılığı, müstakilen infaz kabiliyeti bulunması, mevcut uyuşmazlığın yeniden ele alınması mümkün olmayacak biçimde çözümlenmesi yönlerinden herhangi bir fark bulunmamaktadır. Nitekim, 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da, doktrinde bu şekilde yorumlanarak, mevcut uygulamanın Yargıtay’ın bozma dışında kalan kısımları da hukuksal denetime tabi tutarak bu kısımlara artık yeniden geri dönülmesini engellemek istediği ve bunu da bozmanın kapsamı dışında kalan yönlerin ( talep sonuçlarının ) kesinleştiğini kabul etmek suretiyle sağladığı biçimde değerlendirilmiştir ( Üstündağ, s. 90 ).
Somut olaya gelindiğinde, mahkemece direnme kararında bozma kapsamı dışında kalan konularda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş olması, bir başka anlatımla maddi tazminata ilişkin yeniden hüküm kurulmaması yukarıda açıklanan ilkeler ışığında HMK’nın 297’nci ve 298’inci maddelerine aykırılık oluşturmadığından davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin oy çokluğuyla kabulü ile, davacının işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmesine karar verilmiştir.
III) Davacı vekilinin davalılar … ve … hakkındaki davanın sıfat yokluğundan reddine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözümü bakımından “sıfat” kavramı hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Sıfat, dava konusu kılınan sübjektif hakla davanın tarafları arasındaki ilişkiyi ifade eder ve dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilmiş kişilerin maddi hukuk bakımından gerçekten hak sahibi veya yükümlü konumunda bulunup bulunmadığına ilişkin bir kavramdır (Tanrıver, S.: Medeni Usul Hukuku, Cilt 1, Ankara 2016, s.512).
Davacı tarafta yer alan taraf için aktif dava sıfatı, davalı tarafta yer alan taraf için pasif taraf sıfatından söz edilebilir. Uygulamada, “sıfat” yerine “husumet” terimi de kullanılmaktadır. Sıfat, dava şartı olmayıp, itirazdır. Çünkü bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir. Bu durumda ise dava esastan ret veya kabul edilir. Oysa dava şartları davanın esasına girilmesini engelleyen niteliktedir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır. Sıfat, davada taraflardan birinin davaya konu sübjektif dava hakkının bulunup bulunmadığı ile ilgili bir husustur. Tarafların sıfatının yargılama sonuna kadar devam etmesi zorunludur. Bu husus mahkemece resen göz önünde bulundurulmalıdır. Bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık bu davanın esasının çözümüne girilmeden, davanın husumet yokluğundan reddi gerekir. Bir kişinin belli bir davada davacı ya da davalı sıfatını haiz olup olmadığı şeklinde nitelendirilen husumetin ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi, davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir defi de değildir. Davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vâkıf olunduğu takdirde resen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 1, İstanbul 2001, s. 1157 vd.).
FSEK anlamında basılmış eserlerde davalı sıfatının nasıl tespit edileceğinin açıklanmasında yarar vardır.
Anılan Kanun kapsamındaki hakların ihlali hâlinde açılabilecek hukuk davalarından olan “tecavüzün ref’i” davasını düzenleyen 66. maddesi, bu konuda sorumluluğu düzenleyen özel hüküm içermektedir.
Madde metninde aynen ; “Manevi ve mali hakları tecavüze uğrayan kimse tecavüz edene karşı tecavüzün ref’ini dava edebilir.
Tecavüz, hizmetlerini ifa ettikleri sırada bir işletmenin temsilcisi veya müstahdemleri tarafından yapılmışsa işletme sahibi hakkında da dava açılabilir.
Tecavüz edenin veya ikinci fıkrada yazılı kimselerin kusuru şart değildir…”
hükmü yer almaktadır.
Anılan maddenin birinci fıkrasında, hakları tecavüze uğrayanın, tecavüz edene karşı, tecavüzün ref’i davası açabileceği; ikinci fıkrasında, tecavüzün işletmenin temsilcisi veya müstahdemleri tarafından işlenmesi hâlinde de aynı davanın açılabileceği; üçüncü fıkrasında ise bu davanın açılabilmesi için gerek tecavüz edenin ve gerekse de temsilci ve müstahdemlerin kusurunun dahi aranmadığı düzenlenmiştir.
Anlaşılan odur ki; tecavüzün ref’i davası maddi ve manevi haklara bir tecavüzün olduğu her halde açılabilir (FSEK m.66/1). Ref davasının açılabilmesi için tecavüzde bulunanın kusurlu olması şart değildir. Kusur ve ağırlığı zararın takdirinde ve alınacak önlemlerde rol oynar (FSEK m.66/3).
Bu tür davalarda davalı sıfatının tespitinde, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesinin önemi vardır. Zira Basın Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrası Kanun’un basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsadığını belirttikten sonra, 2. maddesinde basılmış eseri “yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınları” olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla süreli yayınlar olarak anılan gazete, dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınları yanında; kitap, armağan gibi süreli olmayan yayınlar da Basın Kanunu kapsamında düzenlenmiştir. Bu tür yayınların içeriğini oluşturan yazı, resim ve benzeri fikir ürünleri, çoğu zaman FSEK anlamında da eser olarak nitelendirilir.
Bu nedenle basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı hukuki sorumluluğu ve sorumlu olanları belirleyen Basın Kanunu’nun 13. maddesi, FSEK 66 vd maddeleri kapsamında açılacak hukuk davalarında davalı sıfatının belirlenmesi açısından da önem taşır. Zira eser veya hak sahiplerinin mali ve manevi haklarına yönelik tecavüz eylemleri basılmış eserler yoluyla gerçekleştiğinde, bu konuda daha özel bir düzenleme niteliğinde olan Basın Kanunu’nun 13. maddesindeki sorumluluk kuralları uygulanabilecektir (Yavuz, L./ Alıca, T./ Merdivan, F.: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu, Ankara 2014, Cilt 2., s.1905-1907).
Esasen anılan madde ile belirlenen hukuken sorumlular ile FSEK m. 66 vd. ve son olarak Medeni Kanun ve Türk Borçlar Kanunu’ndaki genel hükümlere göre belirlenen sorumlu kişiler çoğu zaman örtüşür. Bununla beraber, Basın Kanunu’nun 13. maddesinin davacının haklarına ulaşımında kolaylık sağlayan ilave imkânlar getirdiği gözlenmektedir.
Buna göre, Basın Kanunu 13/1. maddesi uyarınca “Basılmış eserler yoluyla eser veya hak sahiplerinin haklarına tecavüz eylemlerinden doğan maddi ve manevi zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması hâlinde ise basımcı müştereken ve müteselsilen sorumludur…Tüzel kişi şirketse, anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirketlerde en üst yönetici, şirket ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur”. Maddenin uygulanabilmesi için ön koşul tecavüzün basılmış eserlerle gerçekleşmiş olmasıdır. Sorumluluk konusunda iki ayrı konu düzenlenmektedir. İlki maddi ve manevi zararın tahsili istemiyle açılacak davalarda tazminat talebinin kime yöneltileceği, bir başka ifade ile davalı sıfatı; ikinci olarak, sorumlular arasında teselsül bulunmasıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlığa gelindiğinde, yerel mahkeme direnme kararında davalılardan davalı gazetenin genel yayın yönetmeni…ve sorumlu müdürü …’a Basın Kanunu’nun 13. maddesine göre üst düzey yönetici olmadıklarından husumet yöneltilemeyeceğinden bahisle haklarındaki davanın reddine karar verilmiş ise de, adı geçen davalıların işleme eser niteliğindeki dava konusu eserin izinsiz olarak gazete ekinde kupon karşılığı promosyon olarak dağıtılmasından hem Basın Kanunu’nun 13. maddesinde yer alan özel hüküm, hem de bu özel hüküm FSEK 66. maddedeki genel hükmü kaldırmadığından FSEK 66. maddede belirtilen genel hüküm gereğince sorumlu olduklarının kabulü gerekir.
Şu hâlde, direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekir.
IV) Davacı vekilinin manevi tazminatın reddine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözümü bakımından uluslararası ve ulusal metinlerin irdelenmesinde yarar vardır.
Bilindiği üzere Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 27. maddesinin 2. fıkrası “Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır” hükmünü içermektedir.
Eser sahibinin manevi haklarını açıklamak gerekirse, manevi haklar eser ile sahibi arasındaki bağ dolayısıyla, eser sahibinin kişiliğine bağlı olarak oluşan ve herkese karşı ileri sürülebilen mutlak ve inhisarı yetkilerdir. Kişilik haklarından farkı, fikri hukuk alanında eser sahibinin manevi hakkının doğumu için, alenileşmiş bir eserin varlığı gereklidir. Manevi haklar şunlardır;
-Eseri kamuya sunma hakkı (Umuma Arz FSEK m. 14) ,
-Eserde sahibinin adını belirtme hakkı (Eser sahibi olarak tanıtılmak hakkı FSEK m. 15) ,
-Eserde değişiklik yapılmasını yasaklamak hakkı (Eserin bütünlüğünün korunması FSEK. m. 16) ,
-Eser sahibinin, eserin aslına ulaşma hakkıdır (Eser sahibinin zilyet ve malike karşı hakları FSEK m. 17) ,
Manevi haklar sınırlı sayı (numerus clausus) oluştururlar. Bunların dışında, eser sahibinin kişilik hukukundan doğan haklara da dayanabileceği kabul edilmektedir (18.12.1981 tarihli ve ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
Manevi haklar miras yoluyla intikal etmezler, ölüme bağlı tasarruflara konu olmazlar ve sağlar arası işlemlerle devir edilemezler. Manevi haklardan feragat de geçerli değildir. Ancak, manevi hakların kullanılma yetkisi devredilebilir ( Yavuz, L.: Eser Sahibinin Eseri Kamuya Sunma Hakkı ve Manevi Hakların Üçüncü Kişiler ve Eser Sahibinin Yakınları Tarafından Kullanılması, Yargıtay Dergisi, Cilt 33, Ocak-Nisan 2007, S.1-2, s.59-60).
Fikir ve sanat eserlerinin kamuya sunulması eserin yayımlanması veya başka bir şekilde aleniyete kavuşturulmasıyla gerçekleşir. Eserin, eser sahibinin kişisel gizlilik alanından çıkarak fikir ve sanat dünyasına mal olması ve fikri hukuk tarafından korunur hâle gelmesi ancak bu hakkın kullanılmasıyla mümkündür (Erel, Ş.N.:Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Ankara 1988, s.100).
Henüz kamuya sunulmamış eser bir sırdır ve bu aşamada da sahibinin hakkı mutlak olup, istisnai hâller dışında, MK’nın 24. ve BK’nın 49. maddesi hükümleri ile korunur.
Hak sahibinin izni ile kamuya sunulan bir eser alenileşmiş sayılır. Bu şekilde kamuya sunulan bir eser, kamu düzeni, genel ve özel menfaatler gibi nedenlerle bazı sınırlandırmalara (FSEK m. 30-38, 40, 41), haciz, hapis hakkı ve rehin (FSEK m. 61, 62) gibi kısıtlayıcı işlemlere konu yapılabilecektir.
FSEK’nın 14/1. fıkrasına göre, eseri kamuya sunup sunmama, sunuluş zamanını belirleme ve eserin kamuya sunulma tarzını belirleme konularında karar verme yetkisi eser sahibine aittir.
Eser sahibinin manevi haklarıyla ilgili Bern Sözleşmesi 6. mükerrer maddesindeki “eserin başka herhangi bir yolla haleldar edilmesine karşı koymak hakkı” da, bu görüşe hukuki temel oluşturmaktadır. Anılan madde metni içeriğinde, eser alenileştikten sonra da, sözleşmeye aykırı veya izinsiz olarak eserin kamuya sunulmasına karşı koymak hakkı mevcuttur. Bunun aksi ise, eser sahibinin değil, korsan yayıncılığın korunması sonucunu doğurur. Eserin, eser sahibinin izni ile bir kez kamuya sunularak alenileşmesi nedeniyle, aynı eserin daha sonra korsan yayın yoluyla izinsiz olarak çoğaltılması ve ticaretinin yapılması hâllerinde, eğer korsan baskılarda eser sahibinin şeref ve haysiyetini zedeleyen bir durum da yoksa, artık eser sahibinin FSEK’nın 14/1. maddesindeki manevi hakkının tükendiğini ve korsan yayın yapan kişilere karşı taleplerinin sadece mali haklar ile sınırlı olduğunun benimsenmesi; eser sahibinin etkin korunması ilkeleri ile bağdaşmayacaktır. Diğer taraftan, kendi izni ile piyasaya arz edilen eserinin, “birebir aynısı olan kopyalarının” korsan olarak piyasaya sunulması halinde, eser sahibinin eserinin başkaları tarafından ve rızası dışında ticaret mevkiine konulmasından dolayı, kişiliğinin bir parçası olarak sahibi bulunduğu manevi haklarından olan kamuya sunma hakkının zarar görmeyeceği düşüncesi de kabul edilemez.
Bu bakımdan, her ne kadar FSEK’nın 67/1. fıkrasına göre tecavüzün refini isteme hakkının sadece, “henüz alenileşmemiş bir eserin sahibinin rızası olmaksızın veya arzusuna aykırı olarak umuma arz edilmesi” hâlinde uygulama olanağı olmasına karşın; eser sahibi “eser alenileşmiş olsa dahi” FSEK’nın 14/1. fıkrası yoluyla da aynı Kanun’nun 69. maddesi uyarınca tecavüzün önlenmesini isteyebilecek ve 70/1. fıkrasına göre, tecavüz edenden manevi tazminat talep edebilecektir.
Her ne kadar kural olarak eserin kamuya sunulması, bir defalık hukuki eylem ise de, bu yolla eserin alenileşmesi sağlanmakta ve eser, fikri mülkiyet hukukunun koruma konusu hâline gelmektedir. Eser sahibine özgü manevi hak ve yetkilerin sağlanmasındaki amaç da, fikri yaratıcılığın daha güçlü bir şekilde korunması ve cesaretlendirilmesidir. Bu bakımdan FSEK 14/1. maddesinde belirtilen eser sahibinin kamuya sunma hakkı, eser alenileştikten sonra da devam eder ve izinsiz çoğaltma, yayma gibi her türlü mali haklara tecavüz oluşturan eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde eser sahibine, ihlal edilen mali hakların yanında, manevi hak tazminatı talep etme yetkisi de verir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde, davacının hak sahibi olduğu işlenme eserin davalılarca izinsiz olarak promosyon olarak dağıtıldığından ve eser sahibinin 5846 sayılı FSEK’nin 14’üncü maddesi uyarınca eserini yayınlama zamanını tayin hakkının bulunmasına, eserin daha önceden kamuya arz edilmiş olmasının bu hakkın tüketildiği sonucunu doğurmamasına göre eserin her izinsiz kullanılışında manevi tazminat hakkının bulunduğunun kabul edilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından FSEK 14/1’de belirtilen umuma arz hakkının eser sahibinin, eser üzerindeki umuma arz hakkını bir defa kullanılmakla sona erdiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu nedenle daha önce kamuya arz edilen dava konusu eserin izinsiz yayımı nedeniyle davacının manevi tazminat talep edemeyeceği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca Yerel Mahkemece umuma arz hakkının bir kez kullanılmakla tükendiğinden bahisle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi isabetsizdir.
Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: 1-Yukarıda (II)., (III). ve (IV). bentlerde açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince yapılan karar düzeltme incelemesi sonunda davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 23.05.2018 tarihli ve 2017/11-2753 E., 2018/1126 K. sayılı bozma kararının oy çokluğuyla KALDIRILMASINA, direnme kararının (III). bentte belirtilen değişik gerekçe ile oy birliğiyle, (IV). bent bakımından oy çokluğuyla BOZULMASINA, istek hâlinde peşin harcın yatırana iadesine,
2-Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle hukuki yarar yokluğundan davalılar vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE, istek hâlinde peşin harcın yatırana iadesine, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.03.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” şeklinde gerekçesi dikkate alındığında Hukuk Genel kurulunca verilmiş kararlara karşı ısrar müessesi bulunmadığından HMK 373/7 maddesi gözetilerek aynı gerekçelerle mahkememizce HGK’nun bozma ilamındaki gerekçeler dikkate alınarak uyulmasına karar verilmiş, taraf vekillerinin beyanları alındıktan sonra tüm deliller ve dosya kapsamına göre hüküm verilmiştir.
Toplanan tüm deliller dikkate alındığında; Daha önce haklarında maddi tazminata ilişkin hükmün kesinleştiği anlaşılan … AŞ ve … hakkındaki maddi tazminata dair kurulan hüküm kesinleşmişsede hükmün infazında kolaylık olması açısından gerekçeli karar hükmünde bu husus parantez içinde gösterilmiştir.Zira HGK’daki tartışmalarda dikkake alındığında bu davalılar yönünden hüküm kısmının 1 nolu bölümünde infazda kolaylık olması yönünden haklarında kesinleşen davalılar yönünden de hüküm oluşturulmuş, bu kapsamda davalılardan … AŞ ve … hakkındaki maddi tazminat kararının kesinleştiği hususu belirtilmiş, HGK’nun gerekçesi dikkate alınarak davalıların tamamının gerek maddi gerek manevi tazminat yönünden sorumlu oldukları hususu gözetilmiş, maddi tazminat yönünden Davalılar vekili kitabın “İnsan Yayınları” ile olan 10.09.2008 tarihli sözleşmeye istinaden yayınlandığını iddia etmiş ve sözleşme de sunmuşsa da; davacının haklarını adı geçene devrettiği kanıtlanamadığından FSEK 54. maddesi gereğince davalıların sorumlu oldukları, Diyalog Gazetecilik Ltd. Şirketi’nin dava konusu eseri … Gazetesi ile birlikte dağıtmak amacıyla 61000 adet bandrol alınıp 60274 adet basılması durumu dikkate alınarak eserin satış fiyatı 22.-TL ve telif bedeli %5 üzerinden 61.389.-TL tazminat hesabı yapılmış, kitabın gazete eki olarak promosyon şeklinde dağıtılması nedeniyle, dava konusu kitabın muhtemel baskı adedi ve promosyon nedeniyle ileriye yönelik olarak engel olunan baskı durumu dikkate alınarak alınan ek raporda talep edilebilecek tazminat 8.148.-TL olarak bulunmuşbu bedelin 68. madde gereğince 3 katı 24.444.-TL tazminatın maddi tazminat olarak kabul edildiği belirlenen tazminatın maddi tazminat olarak hüküm altına alınmış, bu gerekçe 11.HD tarafından da delillerin tartışılmasında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından bahisle yerinde görülmüş olup, bozma sonrasındaki ilam içeriklerinden tüm davalıların tecavüz eyleminden FSEK 66. Madde kapsamında sorumlu olduklarının sabit olması, davacının bu kapsamda gerek maddi gerek manevi gerekse eylemin ref’ini talep etmesinde hukuki yararının bulunması, dolayısıyla manevi tazminat yönünden eylemin işleniş şekli, davacının hak sahibi olduğu işlenme eserin davalılarca izinsiz olarak promosyon olarak geniş kitlelere ulaşacak şekilde dağıtılmış olması, davacının 5846 sayılı FSEK’nin 14’üncü maddesindeki haklarının ihlal edildiği keza davacının eserini yayınlama zamanını ve şeklini tayin iradesi aleyhine olacak şekilde davalıların fiil ve tutum içinde bulundukları, kimi zaman eser sahiplerinin eserlerinin promosyon olarak verilmesini kişilik haklarına aykını bir tutum olarak gördükleri, bu şekilde görülmese dahi eserin promosyon olarak verilmesi halinde dahi eserin yayınlanma zamanı ve şeklinin ancak davacının açık iradesinin alınması ile söz konusu olacağının anlaşılması, tarafların dosyaya yansıyan ekonomik ve sosyal durumları, manevi tazminatın amaç ve sonuçları, davacının elde edeceği manevi tatmin duygusu, hak adalet ve nesafet ilkesi gözetilerek keza eylemin gazetenin kupon karşılığında okuyucularına promosyon olarak kitabı vermiş bulunmaları hususları bir arada gözetildiğinde davacının 15.000 TL lık manevi tazminat istemi talep edilen günkü ekonomik koşulları göre ve somut olayın cereyan tarzına uygun olarak kabul edildiğinden 15.000 TL manevi tazminatın tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilerek bozma ilamı gerekçesi de gözetilerek aşağıdaki şekilde hüküm oluşturulmuştur.
HÜKÜM: Yukarda açıklanan gerekçe ve HGK’nun gerekçesi dikkate alınarak;
1-FSEK 68. Maddesi dikkate alınarak 8.148 TL maddi tazminatın üç katı karşılığı, 24.444 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, bu miktarın 5.000 TL’lik bölümüne dava tarihinden itibaren, kalan kısmına ıslah tarihi olan 16.3.2011 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, maddi tazminatta fazlaya ilişkin talebin reddine, ( Yargıtay 11.HD’nin 2012/2983 esas,2013/2745 karar ve 18.2.2013 tarihli bozma ilamı ve HGK’nun 2018/11-998 esas-2019/373 karar ve 28.3.2019 tarihli ilamları kapsamına göre davalılardan … AŞ ve … hakkındaki maddi tazminat kararı kesinleşmiştir. Hükmün infazında kolaylık olması açısından hüküm fıkrasında açıklama yapılmıştır)
2-15.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
3-Davalıların … isimli kitabın davalılarca çevrilen nüshalarının bundan sonraki yayınlarının önlenmesine,
4-1.191,59 TL ilam harcının peşin harçtan ve ıslah harcından mahsubu ile 1.739,05 TL fazla harcın karar kesinleştiğinde ve talebi halinde davacıya iadesine,
5-Manevi tazminat talebinin kabulü yönünden; Avukatlık asgari ücret tarifesi 10/1 madde gereğince; 2.250 TL vekalet ücretinin tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
6-Maddi tazminat talebinin kısmen kabulü yönünden; Avukatlık asgari ücret tarifesi 2, 5 ve 13/1 maddesi ve HMK 326/3 maddesi gereğince; 3.666 TL vekalet ücretinin tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
7-Reddedilen maddi tazminat talebi yönünden Avukatlık asgari ücret tarifesi 2, 5 ve 13/1-2-3- maddesi ve HMK 326/3 maddesi gereğince; Avukatlık asgari ücret tarifesi gereğince; 3666-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak tüm davalılara verilmesine,
8- kitabın yayınlarının önlenmesi talebinin kabülü yönünden Avukatlık asgari ücret tarifesi 2,5, 10/son ve HMK 326/3 madde gereğince; 4910- TL vekalet ücretinin tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
9-Davacı tarafın bozma öncesi yapmış olduğu yargılama giderlerinden olan 15,60 TL ilk yargılama gideri, 183,00 TL tebligat masrafı, 1.000 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 1.198,60 TL ile bozma sonrası yapmış olduğu 234 TL yargılama gideri olmak üzere toplam 1.432,60 TL’nin davacının haklılık oranı ve HMK 326/1-2- ve 3.maddesi dikkate alınmak suretiyle tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
10-Davalı …’ın bozma öncesi 39,50 ve bozma sonrası 40 TL gider olmak üzere toplam 79,50 TL’nin bu davalı üzerinde bırakılmasına,
11-Davalı …’nin yapmış olduğu 100 TL’nin bu davalı üzerinde bırakılmasına,
12-Artan gider avansının karar kesinleştiğinde ve talebi halinde taraflara iadesine,
Dair karar davacı, davalı ve ihbar olunan vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içinde YARGITAY NEZDİNDE TEMYİZ yasa yolu açık olmak üzere karar verilip tefhim kılındı.04/03/2020

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır