Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2019/244 E. 2019/409 K. 22.10.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/244 Esas
KARAR NO : 2019/409

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 05/08/2009
KARAR TARİHİ : 22/10/2019

Davacı yanca tazminat istemiyle açılan dava dosyası İstanbul 3 nolu Fikri ve sınai Haklar Hukuk mahkemesinin 2014/131 esas 2014/170 karar nolu davanın temyiz edilmesi üzerine dosya dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda incelemesi devam ederken HSK’nun 02/08/2017 tarihli ve 1071 sayılı kararı uyarınca İstanbul 3 ve 4. FSH Hukuk Mahkemelerinin 08/08/2017 tarihi itibarıyla faaliyetlerinin durdurulmasına, 3. FSH Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan dava, iş ve arşiv dosyalarının 1. FSH Hukuk Mahkemesine devrine karar verilmiş ve dava dosyası Yargıtay Genel Kurulundan bozularak döndükten sonra tevzii bürosunca mahkememizin 2019/244 esas numarısına kayıtlanarak yargılamaya mahkememizde devam edilmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:Davacı vekili dava dilekçesinde; Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 26.10.2007 tarihinde “Televizyon Dizi Film Oyuncu Sözleşmesi” imzalandığını, ancak davalı göndermiş olduğu 05.11.2007 tarihli ihtarname ile anılan sözleşmeyi hiçbir hukuki bilgisi olmadan, sözleşmeyi kontrol etme fırsatı elinden alınmış olarak ve daha önce üçüncü bir şahıs ile imzalamış bulunduğu sözleşmeye rağmen durumun farkında olmaksızın hataen imzaladığı gerekçesiyle sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiğini bildirdiğini, davalının sözleşmeyi fesih gerekçesinin yasalara aykırı olduğunu, davalının sözleşme uyarınca 140.000,00 TL cezai şart ödemekle yükümlü olduğunu ileri sürerek, 140.000,00 TL cezai şart bedelinin bankaların uyguladığı en yüksek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:Davalı vekilinin cevap dilekçesinde; Davalı vekili, davaya konu sözleşmenin müvekkiline avukatı ya da menajeri olmaksızın hatta okutmadan imzalatıldığını, sözleşmedeki cezai şartın fahiş ve haksız kazanç elde etmeye yönelik olduğunu, ayrıca belirsiz süreli sözleşmelerde cezai şart talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava konusu uyuşmazlık taraflar arasında yapılan sözleşmenin davalı tarafından haksız olarak feshedildiği iddiasıyla sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Yargıtay 11.HD’nin 2013/17881 esas 2014/3621 karar 27.02.2014 tarihli ilamıyla; Mahkemece, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verildiği, verilen karar taraf vekillerince temyiz edilmiş ise de temyiz aşamasında davacı tarafça dosyaya sunulan 04.11.2011 tarihli Protokol başlıklı sözleşme ile tarafların karardan sonra işbu davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak aralarında anlaşmaya vararak, bu konuda protokol yaptıkları, bu durumda mahkemece, taraflar arasında davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak yapılan Protokol uyarınca hüküm tesis edilmesi gerektiğinden kararın bu nedenle bozulması gerektiği, Bozma sebep ve şekline göre, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/11-120 esas 2019/334 karar 21.03.2019 tarihli ilamıyla;
Davaya son veren taraf işlemleri olan feragat, kabul ve sulh, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307 ilâ 315. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tasarruf ilkesinin bir sonucu olarak davaya son veren taraf işlemleri hüküm kesinleşinceye kadar yapılabilir. Bir başka ifade ile taraflar davayı kabul ederek ya da davadan feragat ederek veya sulh sözleşmesi yaparak yargılamanın her aşamasında ve hatta kanun yollarında herhangi bir hükme gerek kalmaksızın davayı sona erdirebilirler. Ancak bu işlemler vekil tarafından yapılacaksa vekilin vekâletnamesinde özel yetkinin bulunması gerekir (HMK m. 74).
Davadan feragat, davayı kabul ve sulh, içerikleri itibariyle birer maddi hukuk işlemi olmakla birlikte, yapılış şekli itibariyle birer usulü işlemdir. Bu nedenle söz konusu işlemler bir taraftan maddi hukuk anlamında uygulama imkânı bulan iradeyi bozan hâllere dayanılarak iptal edilebilirken, diğer taraftan kesin hüküm gibi sonuç doğurmaktadır.
Davadan feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir (HMK m. 307). Davadan feragat eden davacı, bununla dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde istemiş olduğu haktan kısmen veya tamamen vazgeçer.
Davayı kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir (HMK m. 308/1). Davayı kabul eden davalı, bu şekilde, davacının talep sonucu bölümünde istemiş olduğu hakkı kısmen veya tamamen kabul eder.
Davadan feragat ve davayı kabul tek taraflı usul işlemidir; bu nedenle karşı tarafın izni ve mahkemenin onayına gerek kalmaksızın hüküm ifade eder. Sulh ise bir sözleşme olup, iki taraflıdır ve yapılabilmesi için her iki tarafın iradesinin birbiri ile uyuşmasını gerektirir.
Somut olayda 04.11.2011 tarihli Protokol iki tarafça imzalandığı için sulh sözleşmesinden ayrıca bahsedilmesi gerekir.
Sulh sözleşmesi ile taraflar birbirinden karşılıklı olarak ödünlerde (tavizlerde, fedakârlıklarda) bulunarak aralarında mevcut bir hukuki ilişki üzerindeki anlaşmazlığa veya tereddüt (kararsızlık) hâline son veren ve tam iki taraf borç yükleyen bir sözleşmedir (Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, İstanbul, 1988, s. 14).
Uygulamada ve teoride kabul edilmekle birlikte 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan sulh, ilk defa HMK ile düzenlenmiş ve HMK’nın 313. maddesinde bir kurum olarak yer almıştır. Anılan maddede sulh; “görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme” olarak tanımlanmıştır (HMK m. 313/1).
Hemen belirtilmelidir ki tarafların aralarındaki uyuşmazlığı anlaşarak gidermesi anlamına gelen sulh sözleşmesinin kurulması için tıpkı diğer sözleşmelerde olduğu gibi karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları, yani icap (öneri) ve kabul bulunmalıdır. Bu icap ve kabul açık olabileceği gibi zımni (örtülü) de olabilir. Bu sözleşme ile taraflar dava konusu uyuşmazlığa bir fedakârlık ve özveri göstererek son verirler. Genellikle, davacı talep sonucunun bir bölümünden feragat ederek ve davalı da davacının talep sonucunun kalan bölümünü kabul etmek suretiyle sulh sözleşmesi hukuken vücut bulur. En önemlisi bunun sonucunda uyuşmazlık ortadan kaldırılmış sayılır. Bu nedenle sadece tarafların üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldukları davalar bakımından söz konusu olur.
Sulh yapılması kural olarak şekle tabi değildir. Ancak HMK’nın 154/3-ç maddesinde mahkeme huzurunda yapılan sulhlar için bir geçerlilik şartı öngörülmüştür. Buna göre, taraflar mahkeme huzurunda sulh olmak istediklerini bildirdikleri taktirde, bu sözlü beyanlarının tutanağa geçirilerek sulh olan taraflara okunması ve imzalattırılması gerekmektedir. Sulhun yazılı olarak yapılması hâlinde ise tarafların bu konudaki beyanlarını içeren dilekçelerinin tutanağa yazılarak eklenmesi gerekir (HMK m. 154/4). Bu hükümden hareketle sulhun tutanağa geçirilmesinin, taraflara okunmasının, onların onayının alınmasının ve (varsa) itirazlarının da tutanağa geçirilmesinin sulhun sonuç doğurabilmesi için zorunlu şartlar olduğu söylenebilir (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. IV, İstanbul, 2001, s. 3753).
Sulhun şekli konusunda üzerinde durulması gereken bir başka husus da mahkeme dışında yapılmış olan sulh sözleşmesinin mahkeme içi sulhe dönüşebilmesi için mahkemeye verilmesi ve mahkeme tarafından tutanağa geçirilmesi, duruşmada taraflara okunması, okunduğunun da duruşma tutanağına yazılması ve ondan sonra tutanağın taraflarca imzalanması gerekmektedir. Burada sulh sözleşmesinin içeriğinin ayrıca duruşma tutanağına geçirilmesine de gerek yoktur. Çünkü duruşma tutanağına eklenen belgeler de tutanak hükmündedir (Tanrıver, Süha; İlâmlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara, 1996, s. 90).
Sulhun etkisi HMK’nın 315. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Şu hâlde mahkeme içi sulh, mahkeme tarafından bir hüküm verilmesine gerek olmaksızın davayı sona erdirir. Tarafların sulh yapmaları durumunda mahkeme sulh sözleşmesine göre karar verecek; taraflar sulhe göre karar verilmesini istemezlerse “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermek suretiyle yargılamaya son verecektir. Diğer bir deyişle, mahkeme içi sulh davayı kendiliğinden sona erdirdiğinden mahkemenin bu sonucun ortaya çıkmasını sağlamak için ayrıca bir hüküm vermesine de gerek yoktur. Zira sulhun temel işlevi hükmün tamamlayıcısı olmak değil; hüküm yerine geçmektir. Dolayısıyla sulhun bizzat kendisinin ayrıca bir mahkeme hükmü verilmesine gerek olmaksızın doğrudan doğruya davayı sona erdirmesi doğaldır. Bu bakımdan mahkemenin vereceği “esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı” davanın sulh nedeniyle konusuz kaldığını tespit ve tevsikten öte bir anlam taşımayacaktır (Tanrıver, s. 97).
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili tarafından temyiz dilekçesine ekli olarak sunulan 04.11.2011 tarihli protokolün davalı … Demirkol ile davacı vekili tarafından imzalandığı, anılan protokolde; işbu dava sonucunda verilen karardan kaynaklanan borcun tüm ferîleri ile işbu davaya konu sözleşme nedeniyle davalının davacıya toplam 123.000,00TL ödeme yapacağının kararlaştırıldığı, ayrıca ödemenin yapılması durumunda davacının davalıdan işbu dava ve davaya konu sözleşme gereğince hiçbir talepte bulunmayacağının belirtildiği, yine ödeme yapıldığında davalının tüm sonuçları ile ibra edileceği hususunun kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu protokol gereğince davalı tarafından ciro edilerek davacıya verilen toplam 123.000,00TL bedelli çeklerin davacı tarafından tahsil edildiği de taraf beyanları ile sabittir.
Hâl böyle olunca yerel mahkemece, temyiz aşamasında davacı tarafça dosyaya sunulan 04.11.2011 tarihli protokolün, tarafların karardan sonra eldeki davaya konu uyuşmazlıkla ilgili olarak aralarında anlaşmaya vardıkları ve bu nedenle söz konusu protokolün davaya son veren taraf işlemi niteliğinde olduğu kabul edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; taraflar arasında karar tarihinden sonra imzalanan 04.11.2011 tarihli protokolün mahkeme kararının infazına yönelik bir anlaşma niteliğinde olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına, bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekçesi ile
Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere karar verilmiş olup;
Mahkememizin 22/10/2019 tarihli duruşma ara kararı gereğince, bozma ilamına uyularak, dosyaya sunulan 04/11/2011 tarihli protokolün tastikine, sulh nedeniyle esasla ilgili bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1-Bozma ilamına uyulduğundan dosyaya sunulan 04/11/2011 tarihli protokolün tastikine, sulh nedeniyle esasla ilgili bir karar verilmesine yer olmadığına,
2-44,40 TL ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile sulh protokolünde belirtildiği gibi ilk kararda alınması gereken 3.931,20 TL bakiye harcın davalı …’dan tahsiline,
3-Taraflar arasında düzenlenen 04/11/2011 tarihli protokolün 1.maddesinde “davacı tarafından İst.3.FSHHM’nin 2009/104 esas sayılı dosyası ile verilen karardan kaynaklanan borcun tüm ferileri ile taraflar arasında yapılan 26/10/2007 tarihli sözleşme nedeniyle davalı davacıya toplam 123.000 TL ödeme yapacaktır. Söz konusu ödemenin kapsamına , mahkeme tarafından karar altına alınmış olan tutar, söz konusu tutara ilişkin faiz , dava masrafı, yargılama gideri ve harçları ile vekalet ücretlerinin tümü dahildir. İş bu ödemenin yapılması sonrasında davacı davalıdan , gerek sözleşme ve gerekse dava sebebiyle başkaca hiç bir talepte bulunmayacaktır,” şeklindeki protokol ile devamında , “2 nolu başlık altındaki ödemelerin: Davalı, davacıya 26/10/2007 tarihli sözleşme ve İstanbul 3.FSHHM’nin 2009/104 esas sayılı dosyasında hükmedilen tazminat, faiz, dava masrafı, yargılama gideri ve harçlar ile vekalet ücreti karşılığı 123.000 TL ödeyeceği” şeklindeki protokol maddesi gözetilerek, davalının protokol ile belirlenen bedelleri ödemesine, yargılama gideri ve vekalet ücreti konusunda protokol hükümleri dışında Mahkememizce başka bir hüküm oluşturulmasına yer olmadığına,
4-Taraflarca fazla yatırılan gider avansının hüküm kesinleştiğinde ve talebi halinde iadesine,
Dair karar davacı vekilinin yokluğunda davalı vekilinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde YARGITAY NEZDİNDE TEMYİZ YASA YOLU AÇIK olmak üzere verilen karar açıkça okundu, usulen anlatıldı. 22/10/2019

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır