Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2016/138 E. 2020/46 K. 28.01.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.FİKRÎ VE SINAÎ
HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/138 Esas
KARAR NO : 2020/46

DAVA : Tazminat (Franchise sözleşmesinden kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 30/06/2015
KARAR TARİHİ : 28/01/2020

İstanbul 4.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2015/672 Esas, 2016/258 sayılı görevsizlik kararı 15/06/2016 tarihinde kesinleşerek mahkememize tevzii edilmekle;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin “…” firma ismiyle gıda sektöründe faaliyet göstermekte olup, “…” tanınmış markasının sahibi olduğunu, yurtiçi ve yurt dışında Franchiseler verdiğini, bu cümleden olmak üzere müvekkilin ‘‘…” markası altında 8 ülkede (Türkiye, Almanya, Hollanda. İsviçre. İngiltere. Fransa, Belçika, Avusturya) 300’ün üzerinde Franchise verdiği şubesi mevcut olduğunu, özellikle Avrupa Birliği sağlık standartlarına uygun ürettiği ürünleri ile sektöründe Avrupa’da en fazla şubesi olan firma olduğunu, davalı … ise müvekkil ile aynı sektörde – … sektöründe-faaliyette bulunduğunu, 17.12.2009 yılında akdettikleri Franchise sözleşmesi ile müvekkilinin markası olan …’in … sınırları dâhilinde üretici bayiliğini yapmakta ve ayrıca kendi adına iki de şube işlettiğini, müvekkili firma ile davalının işlettiği bu 2 şubenin her birinin ayrı ayrı sözleşmesi bulunmakta olup, her biri içinde sözleşme hükümlerinin ayrı ayrı uygulanacağını, davalı taraf, müvekkili firma haricindeki yerlerden ürün alışı yaptığından sözleşmenin 12.3 maddesi uyarınca beher şube için 50.000 USD’den toplam 100.000 USD’nin HMK m.109 uyarınca şimdilik 40.000,00 TL cezai şartın dava açıldığı tarihten itibaren uygulanacak en yüksek ticari avans faiziyle birlikte cezai şart ödemesine, davalının, müvekkilinin markası altında faaliyet gösteriyorken kullanmaya başladığı ve halen daha kullanmaya devam ettiği sipariş telefonlarının kullanmasının engellenmesine, davalı tarafın akde aykırılığı açık olduğundan, dava sonunda alacaklarımızın teminat altına alınabilmesi davalının adına kayıtlı … ili, … ilçesi. … Mahallesi, 330 Ada, 3 Parsel İle … İli, … İlçesi. … Mahallesi, 11202 Ada, 9 Parselde bulunan taşınmazları üzerine ihtiyati haciz niteliğinde ihtiyati tedbir kararı konulmasını, fazlaya dair haklarınınsaklı tutulmasını, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı arasında yapılan ve çoğunluğu hukuka aykırı maddelerden oluşan franchising sözleşmesinin bir kısım maddelerini dayanak yaparak mevcut davayı açtığını, sözleşmenin 19.3 ve 19.4. maddelerinde “ sözleşmenin feshi halinde Franchıse alan Franchıse verene ya da gösterdiği üçüncü bir kişiye tüm ürünleri teslim edecektir. Ayrıca Franchıse alanda bulunan tüm malzeme bedelsiz olarak alınır” ibareleri yer aldığını, öncelikle davalıda davacının herhangi bir nesnesi bulunmadığını, müvekkilinin beş yıl boyunca davacıdan almış olduğu tüm ürünlerin ücretini davacıya ödediğini, aynı ürünler için tekrar cezai şart hükmü konması hukuka aykırı olmakla beraber davacı lehine sebepsiz zenginleşme hükümleri doğuracağını, ayrıca davacı tarafından müvekkiline, fesihten sonra iddia ettikleri ürünlerin teslimi konusunda bir ihtarname gönderilmediğini, ayrıca 19.3 maddesinde teslim ibaresi yer almakta iken 19.4. maddesinde ise alınır ifadesi yer aldığını, iki madde arasında çelişki mevcut olup hükümsüz olduğunu, ilgili maddelerde teslim alınacak ürünlerin çeşitleri ayrıntılı bir şekilde belirtilmediği gibi, teslim alma şeklide belirtilmediğini, talep edilen tazminatın dayanaksız olup reddi gerektiğinden davanın reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE GEREKÇE:
Dava konusu uyuşmazlık; Taraflar arasında imzalanan franchise sözleşmesine dayalı olarak HMK m.109 uyarınca şimdilik 40.000 TL cezai şartın dava açıldığı tarihten itibaren uygulanacak en yüksek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ilişkindir.
Türk Patent Ve Marka Kurumundan marka tescil belgesi celp edilmiştir.
Davalı yan her ne kadar derdestlik itirazında bulunmuş ise de; … 1. FSHHM’nin … E. ve … 2. FSHHM’nin … E. sayılı dosyaları ile açılan davalar, 17.12.2009 tarihli sözleşmelerin ihlali sebebine dayalı olmayıp, 556 Sayılı KHK hükümleri çerçevesinde marka haklarının ihlali iddiası kapsamında açıldığından, talep konusu farklı olan davalar olması nederiyle derdestlik ve birleştirme taleplerinin yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Davanın açılmasını müteakip görevsizlik kararı veren mahkemece davacı ve davalının dava, cevap dilekçeleri karşılıklı tebliğ olunmuş, tarafların beyanlarında geçen deliller toplanmış, HMK 184.madde kapsamında hazır olanlardan tahkikat ile ilgili beyanları sorulmuş, HMK 186. madde kapsanında ise karar duruşmasında hazır olanlardan esas ile ile ilgili son diyecekleri sorulmuştur.
HMK 266. madde kapsamında bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Bilirkişiler …, …, …’ın 12.1.2018 tarihli raporlarında özetle; taraflar arasında imzalanan sözleşmelerin kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olduğunu, ancak mahkemenin farklı görüşte olmasına binaen ayrıca raporda maddi tazminata yönelik de inceleme yaptıklarını beyan etmişlerdir.
İhlal iddiasına konu sözleşme hükümleri incelendiğinde; sözleşmenin 19.3 maddesi uyarınca “sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi” ifadesi kullanıldığından sözleşmenin kim tarafından feshedildiğine bakılmaksızın sona erme tarihinden itibaren Franchise Veren’in (davacı yanın) adını ve markasını taşıyan tüm ürünlerin kullanımı Franchise Alan (davalı yanın) tarafından durdurulmak zorunda olduğu, ancak teslimat konusunda maddede bir süre belirtilmemekle birlikte Franchise Alan, Franchise Veren’e ya da Franchise Veren’in gösterdiği 3. bir kişiye bu malları teslim etmek zorunda olduğu belirlenmiş olup, davalının “Sözleşmenin sona ermesiyle, bayi, sürümü arttırma faaliyetlerini yerine getirmek üzere kendisine verilen belge ve malzemeleri geri vermekle yükümlü olduğu ancak burada, bir yapma borcu değil, bir verme borcunun söz konusu olduğu, dosyadaki belge ve delillerin incelenmesi neticesinde davalı yanın bu malları teslim etmesi için Franchise Veren (davacı yan) tarafından bir 3. kişi gösterilmemekle birlikte her hangi bir yer tayini yapılmamış davalı yana bu husus hakkında bir bildirim yapılmamış olduğu anlaşılmaktadır. Zira “Borçlunun temerrüde düşmüş sayılabilmesi için sadece borcun muaccel olması yetmeyecek, muaccel borcun borçlusu alacaklının ihtarının kendisine ulaşmasından sonra mütemerrit duruma düşmüş sayılacaktır. Dolayısıyla davalı yanın malların devrinde temerrüde düştüğünden bahsedebilebilmesi için davacı yanın herhangi bir bildirimde bulunması tacirler arasındaki ilişkilerde beklenen bir durumdur. Ancak davacı yan tarafından dosyada böyle bir delil sunulmamıştır.
Franchise sözleşmesinin sona ermesinden sonra malların iadesine ilişkin somut olaya uygun bir süre belirlenmelidir, zira; “bayi, stokta bulunan malların geri alınması konusunda bir talepte bulunmuş ve bir süre vermiş; ancak, üretici bu süre zarfında mallan geri almayı kabul etmemiş veya sessiz kalmışsa, bayi, stokta kalan malları tevdi edebilecek veya mallar bozulacak nitelikteyse, satarak satış bedelini tevdi edilebilecektir.
Sözleşmelerin 19.6 maddesi uyarınca sözleşmenin feshi halinde broşürlerde belirtilen Franchise Alan’a (davalı yana) ait sipariş telefonları 3.şahıslara satılamayacağı, kullandırılamayacağı, Franchise Veren’e devir edileceği veya 6 ay süreyle kapatılacağı taahhüt edilmişken davalı yanın işbu telefonları kullandığı iddiasında bulunmaktadır. Delil olarak sunulan … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin … D. İş sayılı dosyasının 3.sahifesindeki tespit çerçevesinde sözleşmenin ihlal edildiği hususu sabit değildir. Zira sözleşmenin feshi halinde, broşürlerde belirtilen Franchise Alan’a ait sipariş telefonları 3. Şahıslara satılamaz kullandırılamaz, Franchise Veren’e devir edilir veya 6 ay süre ile kapatılır.’’ şeklinde bir düzenleme mevcuttur. Bilirkişi raporuna göre; +90-446-224-39-39 no.lu sipariş telefon hattının 3.kişi tarafından … adına kayıtlı … Caddesi, … Adliyesi Yanı … adresindeki işyerinin ön camında yazılı olduğu tespit edilmiş ancak bu telefon numarasının davalı yan tarafından 3.kişiye satıldığı veya kullandırıldığı hususu da ispat edilememiştir. Davalının sözleşmenin feshinden sonra aynı şubelerde aynı sektörde “…” adı altında faaliyetine devam etmesi nedeniyle de cezai şart talep edilmekteyse de; Franchise sözleşmesi bir bütün olarak ele alındığında davalının ticari faaliyetlerini ipotek altına alan kelepçeleme niteliğinde bir sözleşme olduğundan sözleşmede yer alan düzenlemenin adil olmadığı açıktır. Bu husus bilirkişi raporunda da açıkça ifade edilmiştir. Kelepçeleme sözleşmeleri, “sözleşmede kararlaştırılan hükümlerden dolayı sözleşme taraflarından birinin, ekonomik özgürlüğünün genel ahlâka aykırı sayılacak kadar aşırı derecede sınırlanması ve bu sebeple diğer tarafın keyfine tabi olur hale gelmesidir. Sözleşmeler bazen hukuka değil ancak ahlaka uygun olmayabilir. Ahlak kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlak anlayışı bir davranışın ahlaka uygun olup olmadığını tayin eder. Bahsi geçen ahlaka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Dava kapsamındaki sözleşmeler değerlendirildiğinde davalı yanın ticari faaliyetlerini etkileyecek ölçüde kelepçeleme niteliğinde hükümler ver aldığı anlaşılmıştır. örneğin sözleşmenin 19.9 maddesi şu şekildedir: “… başta gizlilik ve rekabet yasağına … her türlü cezai ve hukuki yükümlülüklerin sözleşmenin herhangi bir surette sona ermesinden itibaren 10 (on) yıl müddetle dahi geçerli olacağını kabul ve taahhüt eder.” Bir diğer maddede (11.1), “… franchise alan istediğinde alamadığı üretime konu olan ürünler için franchise veren herhangi bir hak talebinde bulunamaz” denilmektedir. Kelepçeleme sözleşmeleri hakkında uygulanacak hukuki yaptırım öğretideki hakim görüşe göre genel ahlaka aykırılık sebebiyle TBK m. 27 çerçevesinde butlan (kesin hükümsüzlük) dır. Nitekim yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Karan da kelepçeleme sözleşmelerinin hukuka olmasa da ahlaka aykırı olduğunu belirtmektedir.
Netice itibarıyla davalı yanın 10 yıl gibi uzun bir süreyi şart olarak sözleşmeye eklemesi, sözleşmenin maddeler üzerinde tek tek görüşülebilecek, müzakere edilebilecek nitelikte olmaması, matbu bir şekilde hazırlanarak davalı yanın önüne sunulması ve buna ek olarak da herhangi bir hak talebinde bulunamayacağı ifadeleri ile davalı yanın sözleşme hürriyetinin önüne geçildiği anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere bir hukukî işlem olan sözleşme, Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 1/1 uyarınca taralların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulmaktadır. Kanun koyucu iradeye büyük önem vermiştir. TBK’nın “Sözleşme özgürlüğü” kenar başlığını taşıyan 26. maddesine göre de; ‘Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler “. Taraflar sözleşmenin içeriğini belirlerken “kanunda öngörülen” sınırlar dâhilinde hareket edecektir. Kanun koyucu sözleşme akdedilirken iradelerin özgür olmasına büyük önem vermiştir. Taraflardan birinin kendi arzusuyla ve tek taraflı olarak hazırladığı bir sözleşmeyi, diğer tarafın gerek ekonomik gerek sosyal bakımdan zayıf durumda olması nedeniyle istemediği hükümlere rağmen imzalamak zorunda kalması da mümkündür, yani sözleşme içeriği müzakere edilmeden sözleşme akdedilebilmektedir. Güçlü taraf, zayıf tarafı kendi belirlediği hükümler kapsamında sözleşmeyi imzalamaya zorlayabilmekledir.
Karşı tarafın genel işlem koşulları içeren sayfalara imza veya paraf atması, onları müzakere ettiği anlamına gelmemektedir. 6098 sayılı TBK’nun 20/I.maddesi hükmüne göre “Genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz”.
6098 sayılı TBK’nun 21.maddesine göre “Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.”
Keza Türk Borçlar Kanununun 25.maddesine göre “genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz”, Burada Türk Medeni Kanununun 2.maddesindeki hakların kullanılmasında dürüstlük kurallarına uygun hareket etme zorunluluğunun genel işlem koşullarında özel bir uygulaması söz konusudur. 25.maddedeki düzenleme ile ahlâka aykırılık ölçüsünde olmasa bile, öğretide dürüstlüğe aykırı olarak nitelendirilen türdeki davranışların, genel işlem koşulları alanında da önlenmesi amaçlanmıştır. Sözleşmede yer alan bu tür hükümlerin yaptırımı, TBK.nun 27.nci maddesinin ilk fıkrasında gösterilmektedir. Buna göre “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veva konusu imkansız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.
Uyuşmazlık konusu Sözleşme 17.12.2009 tarihli olup, 818 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olduğu zamanda düzenlendiğinden, prensip itibariyle genel işlem koşulları ile ilgili herhangi bir düzenleme içermeyen 818 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olduğu ilk bakışta söylenebilir ise de, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun “Geçmişe etkili olma-kamu düzeni ve genel ahlak” başlıklı 2.maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları, gerçekleştikleri tarihe bakılmaksızın, bütün fiil ve işlemlere uygulanır’. Yine aynı Kanunun “Görülmekte olan davalara ilişkin uygulama” başlıklı 7.maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlâka ilişkin kuralları ile geçici ödemelere ilişkin 76 ncı, faize ilişkin 88 inci, temerrüt faizine ilişkin 120.nci ve aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddesi, görülmekte olan davalarda da uygulanır”. Bu düzenlemelerden anlaşılmaktadır ki, eski kanun zamanında meydana gelen fiil ve işlemler eğer kamu düzeni ve genel ahlak ile ilgili bulunmakta ise, bu takdirde geçmişe etkili olmama kuralı işlemeyecek ve 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu olaya uygulanacaktır.
Kamu düzeni bir ülkedeki kurum ve kuralların, devletin güvenliğini, kamu hizmetlerinin iyi işlemesini ve bireyler arasındaki ilişkilerde huzuru, hukuk ve ahlak kurallarına ve adalete uygunluğu sağlamasıyla oluşan düzen olduğuna göre, çok geniş bir uygulaması olan genel işlem koşullarının sakıncalarını gidermeye yönelik kanun hükümlerinin kamu düzeni ile ilgili nitelikte olduğunda tereddüt etmemek gerekir. Uyuşmazlık konusu Sözleşme 2009 tarihli olmasına rağmen, tümü davacının genel işlem koşullarından oluşan bir tip sözleşme olması itibariyle, Ratio legis’i (kanuna koyulma amacı) zayıfı koruma olan 6098 sayılı TBK’nun 20-25.madde hükümleri, emredici olmaları ve kamu düzenine ilişkin bulunmaları nedeniyle 6101 sayılı Yürürlük Kanununun 2 ve 7.maddeleri kapsamındadır ve somut olaya uygulanacaktır.
Genel işlem koşulları içinde yer alan hükümlerin kamu düzenine aykırılığı farklı şekillerde gerekçelendirilebilir. Bir yandan yedek hukuk kurallarının dengeleyici sisteminin tümüyle ve kitlesel bir şekilde bertaraf edilmesi başlı başına kamu düzenine aykırılık oluşturmaktadır. Ayrıca yasal düzenin açıkça ihlal edilmiş olması aranmaz. Diğer yandan, sosyolojik bir değerlendirme yapıldığında, genel işlem koşulları yoluyla, anayasal meşruluk temeli olmayan bir “yasa koyucunun” ortaya çıkması da kamu düzenine aykırı olarak nitelendirilebilir. Bu itibarla 6098 sayılı TBK’nun genel işlem koşullanna dair 20-25.maddeleri kamu düzenine ilişkin oldukları gibi, somut olaydaki 2009 tarihli Sözleşme hükümleri ve özellikle davalı aleyhine konulmuş yükümlülük ve ağır cezai şartlara ilişkin hükümler, 6098 sayılı TBK’nun genel işlem koşullarına dair 20-25.maddeler hükümlerine tabi sayılmalıdır. Bir sözleşmenin meydana gelebilmesi için sözleşmenin esaslı noktaları üzerinde taraf iradelerinin uyuşması gerekir (TBK.m.2/1). Sözleşmenin esaslı noktaları o sözleşme tipini ve bünyesini belirleyen edim ve karşı edimden ibarettir.
Toplanan deliller, taraflar arasındaki sözleşme içeriği, hükme dayanak alınan bilirkişi raporu kapsamına göre taraflar arasındaki sözleşmenin TBK m. 27 kapsamında hükümsüz olduğu, davacının huzurdaki davadaki talebinin marka hakkı ihlaline dayalı olarak açılmadığı, sözleşmenin ihlali iddiasıyla cezai şartın tahsili kapsamında açıldığı gözetildiğinde; sözleşmeye dayalı taleplerin yerinde olmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilerek aşğadaki şekilde hüküm oluşturulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçe kapsamına göre;
1-DAVANIN REDDİNE,
2-54,40 TL ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile 1.653,35 TL fazla harcın karar kesinleştiğinde ve talebi halinde taraflara iadesine,
3-Avukatlık asgari ücret tarifesi 13/1 maddesi gereğince; 6.000 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafın yapmış olduğu yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafın yapmış olduğu yargılama gideri bulunmadığından bu hususta hüküm kurulmasına yer olmadığına,
6-Artan gider avansının karar kesinleştiğinde ve talebi halinde taraflara iadesine,
Dair karar taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde İSTİNAF YASA YOLU AÇIK olmak üzere verilen karar açıkça okundu, usulen anlatıldı. 28/01/2020

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır