Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/409 E. 2023/162 K. 09.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/409 Esas
KARAR NO : 2023/162

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 30/03/2005
KARAR TARİHİ : 09/03/2023
YAZIM TARİHİ : 14/03/2023

DAVA : Davacı vekili dava dilekçesi ile, ABD New York …nezdinde; … ve… tarafından, …, ..,…,…,…,…,…,… İletişim Hizmetleri Paz. A.Ş. ve…A.Ş. aleyhine tazminat davası açıldığını, işbu dava nedeniyle müvekkili …’nin …/New York Şubesi nezdindeki hesabına 22.11.2002 tarihinde, durum aynı tarihli swift mesajı ile bildirilerek, bloke konulduğunu, o tarihte davalıların davacı bankanın yönetim kurulu üyesi olduklarını, bu blokeyle ilgili bankaya 02.12.2002 tarihine kadar itiraz süresi verilmiş ise de, itiraz edilmemesi üzerine el koyma emrinin kesinleştiğini ve hesapta bulunan 2.572.172,59 USD’nin yabancı mahkeme katipliğine transfer edildiğini, 25.07.2003 tarihinde görevlendirilen yeni yönetim, 01.08.2003 tarihli swift mesajı üzerine yaptığı yazışmalar ile durumdan haberdar olmuş ve dava kapsamında verilen 31.07.2003 tarihli nihai kararı taraf olmayan sıfatıyla dahil edilme talebiyle temyiz etmiş ise de, temyiz talebinin reddedildiğini; banka hesaplarına el koymaya ilişkin karara karşı davalı durumundaki gerçek kişiler ve davalı şirketler vekilleri tarafından itiraz edilmişse de, eski yönetim kurulu döneminde … adına herhangi bir itirazda bulunulmadığını, TTK 2012/8686 hükümleri gereğince kanun ve esas mukavele hükümlerine aykırı hareket eden yönetim kurulu üyelerinin oluşan zarardan ve kazanç kaybından sorumlu olduklarını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 2.572.172,59 USD karşılığı 3.631.436,99 TL mahkeme katipliğine gönderilen miktar, TCMB günlük faiz oranları gereğince 1.681.653,15 TL kazanç mahrumiyeti olmak üzere toplam 5.313.090,14 TL’nin dava tarihinden işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
CEVAP : Davalılar … ve … vekili, yönetim kurulu üyelerinin sorumlulukları için öncelikle görevin bir yönetim kurulu üyesine bırakılmadığının kesinleşmesi gerektiğini, ABD’de görülen davada … taraf olmadığından, banka nezdinde oluşan zarar ile özen borcuna aykırılık arasında illiyet bağı bulunmadığını, davalılara gerek ABD’deki mahkeme gerekse …Bankası tarafından resmi bir bildirim yapılmadığından, davalıların gerekli başvuruları yapmayarak bankayı zarar sokmak gibi bir iradelerinin de mevcut olmadığını, davacı tarafça sunulan swift mesajının gerçekliğinin kanıtlanamadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalılar …, … ve … vekili, davacı bankanın husumeti… ve …’a yöneltmesi gerektiği, ABD mahkemesinin haksız ve hukukun temel ilkelerine ters düşen kararından müvekkillerinin sorumlu olmadığını, talep edilen faizin de fahiş olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalılardan …, görev yaptığı dönemde blokeyle ilgili Bankaya resmi bir bildirim yapılmadığından, yönetim kurulu tarafından bloke kararına karşı hukuksal girişimde bulunulmasının da mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddini savunmuştur.
Davalı … vekili, husumet itirazında bulunmuş, dava için şekil şartının yerine getirilmediğini ve tanınmamış bir karara dayanarak hüküm kurulamayacağını savunmuştur.
DELİLLER VE GEREKÇE : Dava, 6762 Sayılı TTK nın 336 ve davamı maddelerine göre, davalı yöneticilerin davacı bankayı zarara uğrattıkları iddiası ile açılmış sorumluluk davasıdır.
İstanbul …Asliye Ticaret Mahkemesinin 13/07/2009 tarih … Esas… Karar nolu ilamı ile, “İddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davacı bankaya BDDK tarafından atanan görevlilerce gerekli itirazların yapıldığı, buna rağmen, yabancı mahkeme kararının uygulanmasının engellenemediği, her ne kadar davacı bankanın hesabında bulunan paraya el konulması sonucu bankanın zararı doğmuş ise de, zarara yöneticilerin doğrudan işlem ve eylemleri ile sebep olduklarının anlaşılamadığı, sonradan atanan yöneticilerin işlemleri ile mahkeme kararının değişmediği, zarar ile davalı yöneticilerin eylem ve işlemleri arasında illiyet bağının kurulamadığı, yöneticilerden … el konulan paranın 1/9’u oranında sebepsiz zenginleşmiş ise de, bu hususta açılmış bir dava ve ıslah talebi bulunmadığı gerekçeleri ile tüm davalılar yönünden davanın reddine” şeklinde karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili, davalılardan … vekili ile katılma yolu ile … ve … vekili temyiz etmişlerdir.
Yargıtay 11 Hukuk Dairesinin 23/05/2012 tarih ve 2010/7583 esas 2012/8686 Karar nolu ilamı ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Yargıtay ilamında ” Dava, TTK.’nun 336. ve devamı maddelerine göre, davalı yöneticilerin davacı Bankayı zarara uğrattıkları iddiasıyla açılmış sorumluluk davasıdır.
Davalıların yönetim kurulu üyesi bulunduğu davacı Bankanın, yabancı bankada bulunan mevduatına, dava dışı kişi ve kuruluşların borçları nedeniyle, Amerikan Mahkemesi tarafından bloke konulduğu ve bilahare de bu mevduatın, aynı nedenle davacı bankanın hesabından alındığı konusunda, taraflar arasında çekişme yoktur. Yerel Mahkeme de gerekçesinde, davacı Bankanın mevduatına, dava dışı şirket ve şahıslar aleyhine görülen davada, mahkeme kararıyla el konulması sonucu, davacı Bankanın zararının doğduğunu kabul etmiştir. Gerekçesi bakımından mahkeme kararı davalılarca temyiz edilmediğinden, davacı Bankanın zararının gerçekleştiği hususu kesinleşmiştir.
TTK.’nun 336. maddesinde öngörülen yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğu kusur sorumluluğu olmakla birlikte, haksız fiil sorumluluğundan farklı olarak, banka yöneticilerinin sorumluluğu, TTK.’nun 338. maddesi uyarınca, ispat külfeti ters çevrilmiş bir kusur sorumluluğudur. Bu nedenle, davacı Bankanın gerçekleşen dava konusu zararından, davalıların sorumlu tutulmamaları için, davalıların bu zararın gerçekleşmesinde kusurlu bulunmadıklarını ispat etmeleri gerekir. Dava dışı kişiler ile irtibatlı olan Uzan Grubuna dahil bulunan davacı Bankanın hesaplarına (mevduatına) Amerikan Mahkemesince el konulmasını davalıların bilmemeleri, hayatın olağan koşulları ile bağdaşmaz. Kaldı ki, yönetim kurulu başkanı davalı …, davacı Bankanın mevduatına el konulması kararı verilen ABD’deki davada da taraf olduğundan, böyle bir savunmanın TMK.’nun 2. maddesi ile bağdaştırılması da mümkün değildir.
Öte yandan, davacı Bankanın yönetim kurulu üyeleri olan ve basiretli hareket etmek durumunda bulunan davalıların, Bankanın yurt dışındaki muhabir bankadaki hesaplarına tedbir konulduğunu araştırmamaları da, özen yükümlülüğüne aykırılık oluşturur. Bu itibarla, mahkemece oluşan zarardan sorumlu bulunmadıklarını kanıtlama yükümlülüğünün davalılarda olduğunun kabulü ile, davalıların süresinde itirazda bulunmaları halinde, ilgili mevzuat gereğince, el koyma kararının kaldırılmasını sağlamalarının hukuken mümkün bulunup bulunmadığı üzerinde durulup, şayet bu husus hukuken mümkün ise, davalıların meydana gelen zarardan sorumlu olacakları ilke olarak kabul edilerek, neticesine göre bir karar vermek gerekirken, yerinde bulunmayan yazılı gerekçe ile hüküm verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Bozma sebep ve şekline göre, mümeyyiz davalılar vekillerinin vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir. ” denilmiştir .
Mahkememizce yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek alınan bilirkişi raporları doğrultusunda 02/03/2017 tarih 2012/231 Esas 2017/180 Karar nolu ilam ile , “Uyulan bozma ilamı, iddia, savunma, tüm dosya kapsamına göre; bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, davalılardan …’ın öldüğü, mirasının ise reddedildiği, bu suretle taraf ehliyetinin kaybedildiği, dava konusu paranın yurt dışı bankada bloke halinde olduğu, blokenin kalkması halinde bu hesapta kalmaya devam edeceği, bu hususun bozmadan önceki ilamda belirtildiği ancak bozma ilamına konu edilmediğinden kesinleştiği, verilen yabancı mahkeme kararına itirazın ve bu itiraz sonucunda blokenin kaldırılmasının hukuken mümkün olduğu, davalıların ise karara itiraz etmedikleri, dava konusu ana alacaktan sorumlu oldukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 3.631.436,99 TL’nın dava tarihinden itibaren değişken faizi ile birlikte … dışındaki davalılardan tahsiline” şeklinde karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 23/06/2020 tarih 2020/319 Esas 2020/3097 Karar nolu ilamı ile “1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Dava, şirket yöneticisinin sorumluluğu davasıdır. Temyiz incelemesine konu karardan önce verilen Dairemiz bozma kararında, davacı bankanın talebinde ana kalem olarak belirtilen zararın doğduğu, davalıların sorumluluktan kurtulabilmeleri için kusursuz olduklarını ispat etmeleri gerektiği ve davalıların özen yükümlülüğüne ilişkin hususlarda eksik araştırma yapıldığı belirtilmiş, davalıların vekalet ücretine ilişkin sair temyiz itirazlarının incelenmesine o aşamada gerek görülmemiştir. Mahkemece, anılan bozma ilamı ve bozma kararından önceki mahkeme kararında dayanılan 27.02.2009 tarihli bilirkişi raporuna atıf yapılarak, kâr mahrumiyeti talebine ilişkin benimsenen görüşün bozmaya konu edilmediği, bu nedenle davacının kâr mahrumiyeti talep edemeyeceği gerekçesiyle talep reddedilmiş ise de anılan hususun bozma kararına konu edilmemiş olması o hususun
kesinleştiği anlamına gelmez. Zira, somut olayda bozma ilamı davalıların sorumlu olup olmayacaklarına ilişkin eksik araştırma ve değerlendirmeye ilişkin olup; davalıların sorumlu olmaları halinde kendilerinden talep edilebilecek tazminat miktarına ilişkin bir değerlendirme içermemektedir. Bu bağlamda anılan hususta halihazırda dayanılan bilirkişi yorumunun denetime elverişsiz ve yetersiz olduğu da gözetilerek davacının kâr mahrumiyeti olup olmadığı, var ise ne kadarını isteyebileceği hususu yeterince incelenmeksizin bu hususun kesinleştiği gerekçesiyle karar verilmesi doğru olmamış kararın yazılı gerekçe ile davacı taraf lehine bozulması gerekmiştir.” denilerek mahkememiz kararı bozulmuştur.
Davacı vekilince karar düzeltme yoluna gidilmiş olup Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 24/03/2022 tarih 2020/7445 Esas 2022/2395 Karar nolu ilamında; Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere ve özellikle davacıya 6100 Sayılı HMK’nun 177. Maddesinin 2. Fıkrası uyarınca bu aşamadan sonra yeni bir ıslah yapılabilecek olmasına göre davacı vekilinin karar düzeltme talebinin reddine karar verildiği görülmüştür.
Davacı taraf tavzih talebinde bulunmuş olup bu kapsamda dosya tekrar Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmiş, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 08/09/2022 tarih 2022/4957 Esas 2022/5615 Karar nolu ilamında “Tavzih talebi üzerine yapılan incelemede, davacı … Ticari ve İktisadi Bütünlüğünün 25.04.2017 tarihinde gerçekleştirilen ihalesine TMSF adına iştirak edildiği, söz konusu bütünlüğün açık artırma aşamasında 93.111.000- TL bedelle, alacağa mahsuben TMSF’ye ihale edildiği, bu kapsamda %94,4439625 oranındaki davacı banka hissesinin TMSF’ye devredildiği anlaşılmış olup açıklanan sebeple davacıdan para cezası (709,50 TL) alınması ve ancak 168,30 TL karar düzeltme harcı alınmaması gerektiği anlaşıldığından Dairemizin 24.03.2022 tarih, 2020/7445 E-2022/2395 K. sayılı ilamının sonuç kısmının aşağıdaki şekilde tavzih edilmesi gerekmiştir. ” denildiği tespit edilmiştir.
Mahkememizce 23/06/2020 tarihli Yargıtay 11. Hukuk Dairesine ait bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 23/05/2012 tarih ve 2010/7583 Esas 2012/8686 Karar nolu bozma ilamı doğrultusunda Mahkememizce, öncelikle 13/12/2013 tarihinde bilirkişi heyetinden rapor alınmış, davalıların zarardan sorumlu oldukları, zarar miktarının ise 3.631.436,99 TL asıl alacak ile, 1/8/2003 tarihiden dava tarihine kadar avans faiz oranları üzerinde işlemiş faiz hesabı yapılarak 2.734.820,27 TL işlemiş ticari faiz olmak üzere toplam miktar 6.336.257,26 TL olarak hesaplanmıştır. Bu rapor üzerine davacı vekili Yargıtay bozma ilamından sonra ıslah dilekçesi vererek, dava konusu yaptıkları 5.313.090,14 TL miktarı ıslah edere, 6.336.257,26 TL ye çıkarmıştır.
Bilirkişi raporuna itiraz edilmiş bunun üzerine mahkemece Amerikan Hukuku Mevzuatını bilen bilirkişi tespiti yaparak , oluşan zarardan sorumlu bulunmadıklarını ispatlama yükümlülüğünün davalılarda olduğu hususu dikkate alınarak, dava dışı kişilerle irtibatlı bulunan Uzan grubuna dahil davacı bankanın hesaplarına Amerikan Mahkemesince el konulmasından sonra davalıların bu karara karşı süresinde itirazda bulunmaları halinde el koyma kararının kaldırılmasının sağlamalarının ( Amerikan Hukuk Sistemine göre ) hukuken mümkün olup olmadığı, buna göre davalıların oluşan zarardan sorumlu tutulup tutulmayacakları hususunda rapor alınması için dosya bilirkişi heyetine tevdi edilmiştir.
24/02/2015 tarihli Amerikan Mevzuatı Konusunda uzmanlıkları olan bilirkişi heyeti tarafından verilen raporda; ” New York Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14.11.2002 tarihli el koyma karan çerçevesinde …’nin UBS Stamford Bankasındaki hesaplarına blokaj konulmuştur / el konulmuştur. Bu karar, …’ın onayı olmaksızın ve …’ın da taraf olmadığı bir dava esnasında verilmiştir. Adı geçen el koyma karan ve bu karara dayanılarak gerçekleştirilen blokaj ABD-Mahkemesi tarafından …’a bildirilmemiştir. Dolayısıyla ABD-Mahkemesince …’a yapılan resmi bir tebligat söz konusu değildir. Bununla birlikte, el koyma kararı/ blokaj …’a UBS Stamford Bankasının 22.11.2002 tarihli swift mesajı ile bildirilmiştir. Bu mesajda …’a, UBS Stamford Bankasında bulunan … hesaplarına mahkeme kararı ile blokaj koymak zorunda kalındığı bildirilmiştir. Ayrıca yine UBS Stamford Bankasının 1.8.2003 tarihli swift mesajı ile blokaja konu hesaptaki meblağın ABD -Mahkeme katipliğine devredildiği bildirilmiştir. 1.8.2003 tarihlî svvift mesajına kadar …, tarafından 14.11.202 tarihli el koyma kararına ve bu karara dayanılarak gerçekleştirilen blokaja ABD-Mahkemesi nezdinde herhangi bir müracaatta bulunulmamıştır.
Verilen Tedbir Kararına İtiraz Edilebilme İmkanı Mevcut muydu?
Dava konusu el koyma işlemi, New York Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14.11.2002 tarihli el koyma ek kararına (dava dilekçesi ek 16) dayanılarak yerine getirilmiştir. Adı geçen Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Mahkeme’si, bu kararı verirken Federal Usul Kanunun 64. maddesi ile New York Eyaleti Usul Kanunun 62. kısmına dayanmıştır. Federal Usul Kanunun 64. maddesi, dava neticesinde hükmedilecek alacağın teminat altına alınması için mahkemenin, bulunduğu eyaletin usul kanunlarında yer alan tedbir yollanna başvurulabileceğini ifade etmekledir. Karan veren ABD-Mahkeme’sinin bulunduğu eyalet New York Eyaleti olduğu için Mahkeme New York Eyaleti Usul Kanunu’nun 62. kısmında bulunan hükümlere dayanmıştır. New York Eyalet Usul Kanunu 62. kısım 6201. maddesi uyarınca tedbiren el koyma karan verilebilmesi için davacı, aşağıdaki hususlann varlığı üzerinde mahkeme nezdinde kanaat oluşturmalıdır: 1- Asıl davada talep edilen alacak miktan (varsa) karşı davada talep edilen alacak miktannı aşmalıdır.
2- Dava neticesinde davacının haklı çıkmak olasılığı yüksek olmalıdır. 3- Tedbir talebi şu sebeplerden birisine dayanmalıdır: a- Davalı eyalet dışında ikamet ediyor olmalıdır. b- Davalı bir şirket ise New York Eyaleti dışında kurulmuş ve New York Eyaletinde ticari faaliyette bulunmak yetkisi bulunmamalıdır. c- Davalının, malvarlığını devretmek, elden çıkarmak veya saklamak gibi dava neticesinde alınacak bir kararın icrasını tehlikeye atacak davranışlarda bulunmak ihtimali mevcut olmalıdır. d- Yabancı hakem kararının lenfızi talebi söz konusu olmalıdır.
New York Eyaleti Usul Kanunu 6211. maddesi uyarınca tedbir kararı davalıya tebligat yapılmadan da verilebilir. Bu durumda tedbir kararı uygulandıktan beş gün içerisinde davalıya davacı tarafından bildirilmelidir. Aynı Kanunun 6223. maddesi de davalıya, haczedilen alacağın borçlusuna (dava konusu olayda UBS AG) ve haczedilen (el koyulan) malvarlığı ile ilgili herkese, malvarlığı kesin hüküm neticesinde davacıyı tatmin etmek için davacıya aktarılıncaya kadar tedbir kararma karşı bu kararın kaldırılması için mahkemeye başvurmak olanağı sağlamaktadır. Şu halde sadece tedbir kararının verildiği davanın davalısı değil, üzerine tedbir koyulan malvarlığı ile ilgili olan üçüncü kişilerin de mahkemeye tedbir kararı aleyhine itirazda bulunmak hakları yukarıda anılan 6223. madde uyarınca mevcuttur.
Üçüncü kişiler karara itiraz ederken tedbir kararının hukuka aykırı ve usulüne uygun olarak verilmediği iddiasına dayanabilirler (Manufacturers and Traders Trusı Co. versus Lowenstein. 458, New YorkSupplement, SecondSeries 117 (New York Temyiz Mahkemesi 4. Bölüm, 1982)
Federal Mahkemenin değişik kararlarında da anıldığı gibi üçüncü kişilerin öne sürebilecekleri en önemli hukuka aykırılık, üzerine tedbir konulan malvarlığının kendilerine ait olduğu veya malvarlığı üzerinde davalıdan daha üstün bir hakka sahip olduklarıdır [Bkz örneğin: Regency Outdoor Adverîising, Inc. versus Carolina Lanes, İne. 31, California Appellaıe Reports, Fourth Series 1323 (Californiya Temyiz Mahkemesi, 1995), Cooper v. Liebert, Sİ, Nevada Repons 341 (Nevada Yüksek Mahkemesi, 1965)]
Sonuç olarak, New York Usul Hukuku hükümlerine göre, dönemin …. yöneticilerinin en geç esas hakkında kesin hüküm verilinceye kadar tedbir kararına karşı itirazda bulunmak hakları mevcut idi. Diğer bir ifade ile, el konulan malvarlığı (=para) davacıya teslim edilinceye kadar …’nin tedbir kararma karşı itirazda bulunma hakkı mevcut idi. Dolayısıyla … nin, UBS Stamford Bankasındaki parasının – davacıya teslim edilmek amacı ile- Mahkeme katipliğine devrine kadar, itirazda bulunma hakkı mevcut idi.
Ancak dosya içerisindeki belgelerden anlaşıldığı kadarı ile, New York Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14.11.2002 tarihli el koyma kararına karşı … tarafından süresi içerisinde resmi bir itirazda bulunulmamıştır. Zira …’nin UBS Stamford Bankasındaki blokaja konu hesaptaki parası -davacıya teslim edilmek amacı ile- ABD-Mahkeme katipliğine devredilmiş, bu devir ile de … bakımından el koyma kararına itiraz süresi New York Usul Hukuku hükümlerine güre dolmuş bulunmaktadır.
Dolayısıyla …’nin yeni yönetimi tarafından ABD-Mahkemesine gönderilen 14.8.2003 tarihli yazı/dilekçe ile sonrasında gerçekleştirilen yazışmalar/müracaatlar New York Usul Hukuku hükümlerine göre yapılmış resmi itiraz niteliğini taşımadığı anlaşılmaktadır. Keza bu yazışma/başvuru/dilekçelere ABD-Mahkemesi hakimi tarafından itirazın/başvurunun kabulü ve/veya reddine ilişkin bir karar da verilmediği anlaşılmaktadır.
Verilen Tedbir Kararının İtiraz ile Kaldırılması Sağlanabilir miydi?
Federal Mahkeme …’nîn malvarlığı üzerine tedbir konulması kararını verirken “tüzel kişi perdesinin aralanması” teorisini uygulamış, bu şekilde …nin malvarlığına, Uzan Grubuna aitmiş gibi muamele etmiştir. Aslında tüzel kişi perdesinin aralanması işlemi şirket sahipliğinden hissedara ulaşılması şeklinde işlemektedir. Tüzel kişi perdesinin aralanması hissedardan şirket malvarlığına ulaşılması şekilde gerçekleştirildiği zaman ise “tüzel kişi perdesinin ters aralanması” olarak anılan, teorinin özel bir görünümü olarak ortaya çıkmaktadır (Smith Williams, Business Organisations, Aspen Publishers. 2008,s. 279])
Tüzel kişi perdesinin aralanması ile ters aralama arasında teorik anlamda bir fark olmadığı ve aynı amaca hizmet ettiği genel olarak kabul edilmekte (Minno versus Pro-Fab, 2007, Westlaw 4292625 (Ohio Temyiz Mahkemesi. 2007) , ancak tek bir hissedarın malvarlığına ulaşmak için şirket tüzel kişiliğim ortadan kaldırmanın diğer hissedarlara zarar verebilecek olması sebebiyle bazı eyaletlerde kabul görmemektedir (Williams, s. 295])
Tüzel kişi perdesinin aralanması Amerika Birleşik Devletleri hukukunda hakkaniyet (equity) prensibine dayanan istisna niteliğinde bir kurumdur. Dolayısıyla ABD Hukukunda tüzel kişilik perdesinin kaldırılabilmesi için bunun hakkaniyetin bir gereği olduğu, diğer bir deyişle tüzel kişilik kalkanın kötü niyetli olarak kullanıldığı ortaya konulmalıdır (McCarthy versus Azure 22, Federal Reporter, Third Series 363. Bkz ayrıca Emre ESEN, Milletlerarası Özel Hukukla Tüzel Kist Perdesinin Aralanması, İstanbul, 2011, S.102.)
Bunun dışında şirket ve hissedar malvarlığının birbirine karışması, ortaklık formalitelerinin yerine getirilmesinin ihlal edilmesi, yetersiz sermaye gibi hallerin varlığı tüzel kişinin sadece bir araç olarak kullanıldığının tespitinde etkili olmaktadır [Esen, s. 103]. Özellikle perdenin ters aralanması halinde aşağıdaki hallerin varlığının davacı tarafından teker teker somut şekilde ortaya konması gerekmektedir [in Re Phillips, 139, Pacifıc Reporter, Third Series 639 (Kolorado Yüksek Mahkemesi, 2006)]
1. Kontrol hissesine sahip hissedar ile şirketin birbirlerinin ikincil yani gölge şahsiyeti (alter egosu) olması gerekir. Mesela şirketin hissedardan bağımsız karar verebilen bir organı olmaması halinde şirketin, hissedarının bir alter egosu olduğu kabul edilebilir.
2. Tüzel kişiliğin kötü niyetle kullanılıyor olması gerekir.
3 Tüzel kişiliğin göz ardı edilmesinin hakkaniyetin sağlanması için zaruri olması gerekir. Tüzel kişilik perdesinin ters aralanmasında diğer hissedar ve alacaklıların zarar görecek olması halinde bu şartın sağlanmadığı kabul edilmektedir. Banka söz konusu olduğunda diğer mudiler de birer alacaklı kabul edilmelidir.
Zamanında yapılacak bir itiraz ile …’nin, Uzan Grubundan bağımsız, sermaye yapısı yeterli, malvarlığı Uzan Grubunun malvarlığında ayrı, finansal yapısı sağlam ve tâbi olduğu hukukun bütün gereklerini yerine getiren bir kurum olduğu ortaya konulması imkanı -kural olarak- mevcut görünmektedir.
Bankanın diğer hissedarları ve mudilerinin bu işlemden zarar göreceği ve bu zarar ihtimaline rağmen tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektirecek şekilde yukarında anılan şartların kanıtlanamadığı ortaya konulması imkanı mevcut görünmektedir. Bu şekilde çok dar bir uygulama alanı olan tüzel kişi perdesinin aralanması teorisinin mevcut olayda uygulanmasının engellenmesinin -ihtimal dahilinde olduğu- değerlendirilmektedir.
Netice itibariyle, New York Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14.11.2002 tarihlî el koyma kararına karşı, … tarafından süresi içerisinde bir itirazda bulunulmamıştır. Süresi içerisinde itirazda bulunulmuş olsa idi, tedbir kararının kaldırılması ve/veya uygulanmasının engellenmesinin —kural olarak- mümkün olabileceği anlaşılmakladır. Bununla birlikte, Bilirkişi Kurulunun 2002 yılında ABD-Mahkemesi nezdinde görülen davanın konusu, delilleri, talep ve iddiaları hakkında her hangi bir bilgi sahibi olmadığı tereddütsüzdür. Dolayısıyla ABD- Mahkemesi tarafından 2002 yılında verilmiş tedbir kararına -süresinde- itiraz edilmiş olması durumunda, yetkili ABD- Mahkemesinin takdirini ne yönde kullanacağı ve/veya vereceği kararın ne yönde olacağı hususunda kesin bir yargıya ulanması mümkün görünmemektedir.
Yukarıda Yapılan Tespitler Çerçevesinde Davalıların Oluşan Zarardan Sorumlu Tutulup Tutulamayacakları Hususu : Yukarıda detaylı olarak izah edildiği üzere, New York Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14.11.2002 tarihli el koyma kararına karşı, süresi içerisinde … tarafından bir itirazda bulunulmamıştır. Ayrıca yetkili ABD- Mahkemesinin takdirini ne yönde kullanacağı ve/veya vereceği kararın ne yönde olacağı hususunda kesin bir yargıya ulaşması mümkün görünmemekle birlikte, süresi içerisinde itirazda bulunulmuş olması İhtimalinde, tedbir/el koyma kararının kaldırılmasının -kural olarak- mümkün olabileceği anlaşılmaktadır.
Sonuç itibariyle , 1. Uygulanacak ABD Hukukuna göre, …’nin, UBS Stamford Bankasındaki parasının davacıya teslim edilmek amacı ile Mahkeme katipliğine devrine kadar. 14.11.2002 tarihli el koyma kararına itirazda bulunma hakkı bulunduğu, ancak süresi içerisinde herhangi bir itirazda bulunulmadığı, 2. Süresinde … tarafından itiraz edilmiş olması durumunda, 14.11.2002 tarihli el koyma kararının kaldırılmasının ihtimal dahilinde olduğu, 3. Ancak, bir ABD-Mahkemesinin vermiş olduğu tedbir kararına itirazın yetkili ABD- Mahkemesince ne şekilde sonuçlandınlacağı hususunun Bilirkişi Kurulunca -kesin olarak- belirlenmesinin mümkün olmadığı, 4. a) …’ye ait olmayan bir borç sebebiyle verilen el koyma kararına/tedbir kararına karşı süresinde itiraz edilmemesinin, dönemin yönetim kurulu üyeleri bakımından sorumluhıklannı gerektiren bir durum olduğu; b) el koyma kararma itiraz edilmemesi hususunda kusuru bulunmadığını ispat eden üyelerin, diğer bir ifade ile el koyma kararından haberdar olmadığını ispat eden yönelim kurulu üyelerinin bankanın zararından sorumlu olmayacakları sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. ” denilmiştir.
Bilirkişi heyeti tarafından verilen rapora itiraz edilmesi üzerine, aynı bilirkişi heyetinden ek rapor alınmış olup, bilirkişi heyeti 11/11/2015 tarihli ek raporlarını itiraz nedenleri tek tek irdelenerek kök raporda varılan sonucun değişmesi gerektiren bir sonuç olmadığını belirtilmiştir.
Davalı … vekilince dosyaya dilekçe sunulmuş 25/02/2017 tarihli duruşmada da dilekçe tekrarlanan … tarafından dosyaya sunulan delil klasörünün bilirkişiye tevdi edilmediğini söz konusu delil klasörünün ticaret mahkemelerinin Levent’den Çağlayan’a taşınması sırasında kaybolmuş olabileceğini kendilerine tebliğ edilen delil klasörünün dosyaya sunulduğu, delil klasörü incelendiğinde 14/02/2006 tarihli hakim havalesinin mevcut olduğu görülmüş, söz konusu delil klasöründe değerlendirilmesi amacıyla dosya tekrar aynı bilirkişi heyetine tevdi edilmiştir.
Bilirkişi heyetince düzenlenen 24/10/2016 tarihinde ek rapor incelendiğinde , Newyork Eyaleti Güney Bölge Federal Mahkemesinin 14/11/2002 tarihli el koyma kararına karşı, … tarafından süresi içinde bir itirazda bulunulmadığı, süresinde itirazda bulunulsaydı tedbir kararının kaldırılmasının ve /veya uygulanmasının engellenmesinin kural olarak mümkün olabileceği , davalı yönetim kurulu üyelerinin kusursuzluğunu ispatlayan bir durumun söz konusu olmadığını ,davalı yönetim kurulu üyelerinin kusurlu olduklarının kabulü gerektiği yönünde rapor verildiği tespit edilmiştir.
Yargılamanın devamı sırasında davalılardan… vefat etmiş olup, mirasçıları mirası reddetmiştir. Davacı vekili 08/12/2016 tarihli duruşmada “Orhan Atabey yargılamanın devamı sırasında ölmüş olup, mirasçıları tarafından mirası reddedildiği için mirasçılarının davaya dahil etmedik ” şeklinde beyanda bulunmuş olup, bu nedenle Orhan Atabey’in taraf ehliyeti kalmadığından Orhan Atabey yönünden açılan davanın bu davalının taraf ehliyetinin kalmaması nedeniyle dava şartı yokluğundan usulden reddine karar vermek gerekmiştir.
Toplanan tüm deliller ve alınan bilirkişi raporları, Yargıtay bozma ilamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde , davalıların yönetim kurulu üyesi bulunduğu davacı bankanın , yabancı bankada bulunan mevduatının dava dışı kişi ve kuruluşlarının borçları nedeniyle Amerikan Mahkemesi tarafından bloke konduğu, ve bilahare de bu mevduatın aynı nedenle davacı bankanın hesabından alındığı böylelikle bankanın zararının doğduğu davalı banka yöneticilerin sorumluluğunun TTK 336 ‘dan farklı olarak , TTK 338.maddesi uyarınca ispat külfeti ters çevrilmiş kusur sorumluluğu olduğu, bu nedenle davacı bankanın gerçekleşen dava konusu zararından davalıların sorumlu tutulmamaları için kusurlu bulunmadıkları ispat etmeleri gerektiği , öte yandan davacı banka yönetim kurulu üyeleri olan ve basiretli hareket etmek durumunda bulunan davalıların , bankanın yurt dışındaki muhabir bankadaki hesaplarına tedbir konulduğunu araştırmamalarında , özen yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, alınan bilirkişi raporuna göre de davalıların süresinde itirazda bulunmaları halinde el koyma kararının kaldırılmasının sağlamalarının hukuken mümkün olduğunun tespit edildiği, bu nedenle davalıların meydana gelen zarardan sorumlu oldukları ortaya çıkmıştır. Zarar miktarı el konulan paranın TL karşılığı olan 3.631.436,99 TL dir.
Davacı vekili dilekçesinde, 30/03/2005 dava tarihi itibariyle 3.631.436,99 TL ana para ile 1.681.653,15 TL kazanç mahrumiyeti olmak üzere toplam 5.313.090,14 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faiziyle tahsilini istemiş olup buna göre davacının taleplerinden biri 3.631.436,99 TL ana para olup diğer talebi ise 1.681.653,15 TL kazanç mahrumiyetine yöneliktir. Kazanç mahrumiyetine yönelik talebiyle ilgili olarak davacı vekili dava dilekçesinin 8. Sayfasında “01/08/2003 tarihinde …fonlarından mahkeme katipliğine gönderilen miktar 2.572.172,59 USD = 3.631.436,99 YTL’dir. (01/08/2003 tarihindeki merkez bankası döviz alış kuru 1 USD= 1.411.817 TL’dir) ayrıca kazanç mahrumiyetinin hesabı; öncelikle müvekkil bankanın paraları merkez bankasına yatırılmaktan ve faiz getirisi almaktadır. Bu miktarın merkez bankası hesaplarına yatırıldığı düşünüldüğünde 01/08/2003 – 30/03/2005 tarihleri arasındaki TC Merkez Bankası günlük faiz oranları gereğince 1.681.653,15 YTL kazanç mahrumiyeti olduğu açıktır” şeklinde açıklama yaptığı ve sonuç kısmında da 1.681.653,15 TL kazanç mahrumiyeti talep ettiği dolayısıyla davacı tarafın kazanç mahrumiyeti talebinin hesabında , davacı bankanın paraları merkez bankasına yatırdığı düşünüldüğünde 01/08/2003 ile 30/03/2005 tarihleri arasındaki TC Merkez Bankası günlük faiz oranları baz alınarak bu kritere göre hesaplama yapılması halinde elde edeceği faiz geliri kapsamında kar mahrumiyeti talep ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı vekilinin Merkez Bankası faiz oranlarına göre faiz getirisi esasına göre kar mahrumiyeti talep etmesi nedeniyle, dosyada mevcut 03/12/2013 tarihli raporda Ticaret Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. …, Emekli Banka Müdürü… ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. …tarafından hazırlanan raporda, davacı vekilinin kar mahrumiyetini TCMB değişen avans faiz oranları üzerinden istemesi nedeniyle taleple bağlılık kuralı gereğince hesapladıkları , buna yönelik hesabın raporun 17. Sayfasında tablo halinde yapıldığı, 3.631.436,99 TL’nin merkez bankasına yatırılması halinde alabileceği faiz miktarının 2.734.820,27 TL olarak saptandığı ayrıca asıl alacak ve faiz toplamı olmak üzere toplam davacı tarafın isteyebileceği miktarın 6.366.257,26 TL olarak tespitinin yapıldığı ve bu saptama üzerine davacı vekilince dosyaya ıslah dilekçesi sunulduğu, 19/02/2014 tarihli ıslah dilekçesi incelendiğinde dava değerinin 6.366.257,26 TL’ye çıkartılarak bu miktara dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanması talep edilmiştir. HMK 177. Maddesine göre ıslah mümkündür. Davacı taraf, yukarıda da açıklandığı üzere kar mahrumiyetini , davacı tarafın banka olduğunu belirterek paranın merkez bankasına yatırılması halinde merkez bankası faiz oranlarına göre kar edeceğini belirterek bu yönteme göre kar mahrumiyeti talebinde bulunmuştur. Davacı tarafın banka olduğu dikkate alınarak , söz konusu paranın faize yatırılması halinde faiz gelirine göre kar elde edebileceği açıktır. Bilirkişiler de 01/08/2003 ile dava tarihi arasındaki dönemde merkez bankası avans faiz oranlarına göre davacı tarafça talep edilen kar mahrumiyeti bedelini saptayarak 2.734.820,27 TL kar elde edebileceğini belirtmişlerdir. Davacı taraf anapara ve kar mahrumiyeti toplamına tekrar dava tarihinden itibaren faiz uygulanmasını istemektedir. Türk Hukukunda kural olarak bileşik faiz , faize faiz yürütülmesi yasağı vardır. Adi işlerde bu yasağın hiç bir istisnası yoktur. Ticari işlerde ise üç tane istisnası vardır. Bunlar birincisi kambiyo senetleri uygulamasıdır, kambiyo senedi ödenmediğinde geriye doğru başvuru hakları kullanılırken işin doğası gereği temerrüt faizine temerrüt faizi işletilmesi şeklinde bileşik faiz uygulaması yapılabilmektedir ayrıca 3 aydan aşağı olmamak üzere, tarafları tacir olan cari hesap ve kredi sözleşmelerinde bileşik faiz şartı konulabilir. Kredi sözleşmeleri için ayrıca bu sözleşmenin her iki taraf için de ayrı ayrı ticari iş niteliğinde olması gerekir. Davacı taraf kar mahrumiyeti talebini paranın merkez bankasına yatırılması halinde getireceği faiz oranına göre talep etmiştir. Dolayısıyla davacı tarafın banka olduğu dikkate alındığında faizle para işletmesi mümkün olduğundan bu yönteme göre davacı kar mahrumiyetinde haklıdır. Bu şekilde anapara ile bu yönteme göre hesaplanan kar mahrumiyeti toplamı olan 6.366.257,26 TL’ye dava tarihinden itibaren faiz uygulanması mümkündür, davacı taraf 2.734.820,27 TL’yi işlemiş faiz olarak değil kar mahrumiyeti olarak talep ettiğinden, 6.366.257,26 TL’ye dava tarihinden itibaren temerrüt faizi uygulanması mümkündür. Kaldı ki yukarıda da belirtildiği üzere davacı tarafın banka olması nedeniyle bileşik faiz uygulanması dahi mümkündür. Tüm bu nedenlerle davacının davasının, … dışındaki diğer davalılar yönünden aşağıdaki şekilde kabulüne karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davacının … hakkında açmış olduğu davanın bu davalının taraf ehliyetinin kalmaması nedeniyle dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine,
2-Davacının … dışındaki diğer davalılar hakkında açtığı davanın kabulü ile,
6.366.257,26TL’nin dava tarihi olan 30/03/2005 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranda avans faizi ile birlikte … dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
3-Davacı kendini vekil ile temsil ettirdiğinden 301.662,57 TL vekalet ücretinin davalı … dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
4-Davacı tarafından peşin yatırılan (dava sırasında 71.726,80 TL + ıslahla 17.985,50 TL =) toplam 89.712,30 TL peşin harcın davalı … dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan bozmadan önce 17.843,20 TL yargılama gideri ile bozmadan sonra yapılan 15.884,28 TL tebligat, tezkere ve ilanen tebliğ masrafları olmak üzere toplam 33.727,48 yargılama giderinin davalı … dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,
6-Gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde resen yazı işleri müdürünce ilgilisine iadesine,
7-Bu dava sebebiyle 434.879,00 TL karar ve ilam harcı alınması gerektiğinden peşin alınan 89.712,30 TL’nin mahsubu ile kalan 345.166,70 TL’nin … dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak hazineye irat kaydına,

Taraf vekillerinin yüzlerine karşı, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde Yargıtay Temyiz Kanun yolu açık olmak üzere oybirliği ile verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 09/03/2023

Başkan …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Üye …
¸e-imzalıdır
Katip …
¸e-imzalıdır

¸