Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi 2021/295 E. 2023/310 K. 17.04.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
18. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/295 Esas
KARAR NO : 2023/310

DAVA : Alacak (Acentelik Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 30/04/2021
KARAR TARİHİ : 17/04/2023

Taraflar arasında görülen davanın mahkememizde yapılan açık yargılaması sonunda:
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA VE TALEP : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Taraflar arasında … adresinde ve … 73 Ada 12 Parselde kayıtlı taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt-otogaz satış ve servis istasyonunun 20,11.2018 – 09.04.2020 tarihleri arası davacı şirkete kiralanmasına ilişkin 01.11.2018 tarihli kira sözleşmesinin akdedildiği. Davalı şirket tarafından keşide edilen … 3. Noterliğinin …tarih ve … yevmiye no.lu ihtarnamesi île 0111.2018 tarihli kira sözleşmesinden kaynaklı 8 ay 15 gün ek süreye tekabül eden kira İade borcunun bulunduğu, bu borç karşılığında mevcut kira sözleşmesinin süresinin 8 ay 15 gün süre 1le uzatılmasının kabul edildiği, mevcut kira sözleşmesi uyarınca düzenlenecek kira iade bedeli faturasının davah tarafça kabul edileceğinin davacı şirkete bildirildiği. Davacı tarafın talebi doğrultusunda taraflar arasında 09.04.2020 tarihli ek kira sözleşmesi akdedilerek kira sözleşmesinin süresinin 8 ay 15 gün süre ile uzatıldığı, davalı tarafın 01.11.2018 tarihli kira sözleşmesinden kaynaklı kira iade borçları için davacı şirket tarafından 30,04.2020 tarihli 26 no.lu 85,524,04 TL, 30.04.2020 tarihli 27 no.lu 386.475,96 TL tutarlı e-faturaların düzenlendiği ve davalı tarafa iletildiği. Taraflar arasında, taşınmaz üzerinde kurulu akaryakıt ve otogaz istasyonunun davalı tarafından İşletilmesi için 09.04.2020 tarihli … A.Ş. Bayilik Anlaşması ve 09.04.2020 tarihli … A.Ş. Otogaz Bayilik Anlaşmasının akdedildiği, Davalı tarafça düzenlenen 10.05.2020 tarihlî 38 ve 39 no.lu “kira iade bedeli” açıklamalı e-faturalann davacı şirket tarafından kabul edilmeyerek … 17. Noterliğinin … tarih ve … yevmiye no.lu İhtarnamesi İle birlikte davalı şirkete iade edildiği. Davalı tarafın bahsi geçen sözleşme ve anlaşmalar yürürlüğe girdikten sonra keşide ettiği … 2. Noterliğinin … tarih ve … yevmiye no.lu ihtarnamesi ile davacı şirketle akdettiği kira sözleşmesi, bayilik anlaşmaları, protokol ve eklerini süresinden önce feshettiği, Davacı şirket tarafından keşide edilen … 17. Noterliğinin …tarih ve … yevmiye no.lu İhtarnamesi İle davalı şirketin bayilik anlaşmalarını haksız olarak feshetmesine rağmen taşınmazın davacı şirkete devredilmediği, başka bir dağıtım şirketinin bayisi olarak faaliyetini sürdürdüğü, kira sözleşmesinden kaynaklanan edimlerin ifasının imkansız hale gelmesi sebebiyle 01.11.2018 tarihli kira sözleşmesi ile 09.04.2020 tarihli ek kira sözleşmesinin davacı şirket tarafından haklı nedenle feshedildiği, kira sözleşmesinin ve bayilik anlaşmalarının feshi sebebiyle cezai şartlara ilişkin hükümlerden kaynaklanan toplam 1.100.000,00 TL tutarın ödenmesi, kira sözleşmesi kapsamında iade edilmesi gereken 358.574,00 TL + KDV kira bedelinin ödenmesi, anlaşmalann fesih nedeniyle davacı şirketin uğradığı 336.976,00 TL kâr kaybının ödenmesi, davacı şirket tarafından sağlanan, ancak geri iade edilmeyen demirbaş ve yatırım bedeli olan 69.785,00 TL + KDV’nİn ödenmesi, davalı şirketin muaccel haldeki 65.000,00 TL cari hesap borcunun ödenmesinin talep edildiği, Arabuluculuk başvurusunda bulunulduğu, ancak uzlaşma sağlanamadığı, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla, akaryakıt bayilik anlaşmasının feshi nedeniyle 400.000,00 TL cezai şart bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’sinin, otogaz bayilik anlaşmasının feshi nedeniyle 250.000,00 TL cezai şart bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’sinin ve kira sözleşmesinin nedeniyle 450.000,00 TL cezai şart bedelinin şimdilik 10.000,00 TL’sinin, aynca 336.976,00 TL kâr kaybı alacağının şimdilik 10.000,00 TL’sinin, temerrüt tarihi olan 10.07.2020 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte tahsili talep edilmiştir.
SAVUNMA VE KARŞI TALEP : Davalı ya da vekili cevap dilekçesi sunmamıştır.
DELİLLER VE GEREKÇE :
Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, Dava; Akaryakıt bayi anlaşmasının, otogaz bayilik anlaşmasının ve kira sözleşmesinin feshi nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydı ile cezai şart talebi ve kar kaybı alacağı talebinden kaynaklı olduğu anlaşıldı.
Deliller: Dosya içeriği, Bilirkişi incelemesi,
Mahkememiz dosyasından 18/11/2021 tarihinde bilirkişi raporu alınmıştır.
Raporda:
Davalı şirketin, … 2. Noterliği marifetiyle göndermiş olduğu …tarih … yevmiye no.lu ihtarname ite davacı şirket île arafarında akdedilmiş olan sözleşmeleri tek taraflı olarak feshettiği,
Taraflar arasında akdedilmiş olan kira sözleşmesi, akaryakıt bayilik anlaşması ve otogaz bayilik anlaşmasının feshi nedeniyle;
Kira sözleşmesinin feshinden kaynaklanan 450.000,00 TL cezai şart bedelinin,
Bayilik anlaşmasının feshinden kaynaklanan 400.000,00TL cezai şart bedelinin,
Otogaz bayilik anlaşmasının feshinden kaynaklanan 250.000,00 TL cezai şart bedelinin,
Akaryakıt ve LPG Otogaz bayilik anlaşmalarının erken feshi nedeniyle 336.976,00 TL kar mahrumiyeti bedelinin sözleşmelerin, cezai şart ve erken fesih hükümlerinden kaynaklanan sebeplerle davalı şirket tarafından davacı şirkete ödenmesi gerektiği tespit edilmiştir.
Mahkememiz dosyasından 23/01/2023 tarihinde bilirkişi heyetine borçlar hukukçusu dahil edilerek rapor alınmıştır.
Raporda:
Cezai şart, borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmediği durumlarda, yani borcun eksik ifa edilmesi, zamanında veya mahallinde ifa edilmemesi hallerinde, TBK m. 179-182 hükümleri kapsamında öngörülen ve sözleşmenin taraflarına, söz konusu edimin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesinden doğacak zararları, önceden sözleşme hükmü olarak öngörülen bir cezaî şart kaydı ile borçlunun, alacaklıya karşı, zararın doğmasından önce kararlaştırılmış olan bir edâda bulunmayı taahhüt etmesidir. Aslında borç hiç veya gereği gibi ifa edilmediğinde, kural olarak TBK m. 112 vd. hükümleri çerçevesinde borçludan tazminat istenmekle birlikte, CEZAÎ ŞART hükmü ile, borç bu suretle ayrıca teminat altına alınmış olmaktadır.
İkinci olarak, cezaî şart, sözleşmede, TBK m. 26 ve 27 hükümlerine uygun olarak, tarafların serbest iradesine bağlı olarak ve sözleşmenin özel bir kaydı olarak, asıl sözleşme içerisinde düzenlenmiş ve mâlî değeri, peşinen belirlenmiştir. Böylece, sözleşmede düzenlenen cezaî şart hükmü de, her sözleşmeye uygulanabilecek genel hükümlere tâbi kılınmış ve icra yolu ile takip konusu edilebilecek bir borç haline, tarafların müşterek iradesi kapsamında getirilmiştir.
Nihayet ve üçüncü olarak, sözleşmenin düzenlenmesinin sebebi ve konusu olan asıl borç ile cezaî şart arasında aslî borç ve fer’î borç ilişkisi de kurulmuştur. Bu suretle somut sözleşme ilişkisinde yer alan fer’î borç, yani asıl borca bağlı olan ve asıl borcun tam ve gereği gibi ifa edilmemesi halinde devreye giren ve bağımlı borç mahiyetindeki cezaî şart olarak, taraflar arasında akdedilmiş bulunmaktadır. AYRICA; TBK m. 179/II hükmü kapsamında, cezaı şart isteme hakkı saklı tutulmaksızın ifanın kabulü cezaı şart isteminden vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.
Fahiş cezai akit kaydının hakim tarafından tenkis edilmesi kuralı, Borçlar Hukuku açısından uygulanması mümkündür. Ticaret Hukuku’nda ise cezanın tenkisi mümkün değildir (TTK m. 22)
Mahrum kalınan kâr;
Tarafların itiraz ettikleri 10/11/2021 tarihli bilirkişi raporunun 10. Sayfasında yazılı tespitlere katılıyorum.
Davacı fesih neticesinde müteakip zararlarının giderilmesini talep etmekte ve bunun içine şüphesiz mahrum kalınan kâr da girmektedir. Mahrum kalınan kâr, normal işleyişi tarzına ve içinde bulunan hal ve durumların icaplarına göre, muhtemel olarak malvarlığında beklenilen bir çoğalmanın bu haksız fiil veya sözleşmenin tam ve gereği gibi ifa edilmemesi neticesinde, meydana gelmemiş olmasını ifade eder. Yani mahrum kalınan kâr, davalının sözleşmeyi tam ve gereği gibi ifa etmemesi üzerine, davacının malvarlığının, zarar verici mahiyetteki ademi ifa halinden önceki haliyle, sonraki hali arasında bir değişiklik olmamakla birlikte, bu zarar verici sözleşmeye aykırılık teşkil eden ihlal olmasaydı, davacının malvarlığında meydana gelecek çoğalmayı ifade etmektedir. Davacı vekili bunun ispat etmemiş olduğunun yanı sıra, uygun illiyet bağının da ispatını yapamamıştır. Böylece mahrum kalınan kâr (zarar), zarar verici ademi ifadan sonraki durum ile, çoğalma ihtimali gerçekleşseydi, arzedeceği farazi durum arasındaki farka tekabül etmektedir. Bunların hiçbiri ispatlanmamış, sadece sözleşmede hüküm altına alınmıştır. Davacının malvarlığında meydana gelen fiilî zarar ve kâr mahrumiyeti, bir malvarlığı hakkının ihlâlini ifade etmektedir. Kısaca mahrum kalınan kâr, davalı sözleşmeyi tam ve gereği gibi ifa etmiş olsaydı, muhtemelen davacının malvarlığının muhtemelen kaydedeceği beklenilen çoğalmanın, sözleşmenin ademi ifası neticesinde meydana gelmemiş olmasını ifade etmektedir. Bu kapsamda davacı, mahrum kalınan kâr vasıtasıyla elde edebileceği muhtemel kârın da tazmini, uygun illiyet bağı kurulamayacağı için isteyemeyecektir. Ancak kâr mahrumiyeti farazi bir hesaba dayanacağı için, her farazi hesapta olduğu gibi, kâr mahrumiyetinin tespitinde de kat’iyet yoktur. Somut davada böyle bir durum olmamakla birlikte, mahrum kalınan kârı tespit etmek mümkün olsa, dar görüşle hareket etmeli ve sadece zarar verici ademi ifa hali olmasaydı, davacının muhakkak surette elde edebileceği kârı dikkate almamalı ve davacının tarafın iddia edeceği rakam yerine, içinde bulunulan hal ve şartların mutad akışına ve zarar gören davacının aldığı tedbirlere göre, elde edilmesi kuvvetle muhtemel görünen kârı, zarar olarak kabul etmelidir. Somut davada, böyle bir durum yoktur. Sadece sözleşmede konu edilmiştir.
Zararın giderilmesi;
Hukukî ilişkilerin kapsamı çerçevesinde, TMK m. 2/I hükmü, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken, dürüstlük kurallarına uymak zorundadır” şeklindeki âmir hükmü ile, davacıyı ve davalıyı birlikte borç altında tutmakta ve her ikisine, karşılıklı olarak dürüst davranışlar içinde kalmayı yüklemektedir. Burada da, diğer bazı genel nitelikteki hükümlerde olduğu üzere (TMK m. 4, m. 23 ve TBK m. 49/II), hukukun üst ve yüksek değerlerine ulaşmak amaçlanmıştır. Dürüstlük kuralına uygun davranma ilkesinin ölçüsü, alacaklının haklarını kullanırken, borçlunun da borcunu ifa ederken, güven duygusunun gereklerine uymak zorunluluğunun bulunmasındadır. Güven duygusunun başlangıç noktası ise, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisidir. Taraflar karşılıklı olarak verdikleri söze sadık kalmalı ve yine her biri, diğerinin verdiği söze, inancını bağlayabilmelidir. Artık bu şartlar bulunduğunda, yani karşılıklı güven ilişkisi kurulduktan sonra, kimse, haklı olarak beslediği beklentilerden mahrum edilememelidir. Bir başka yaklaşımla, herkes, muhatabının kendisinden beklemekte haklı olduğu tutum, davranış ve borçları göz önünde tutmakla sorumlu olmaktadır. Böylece tarafları karşılıklı olarak birbirine bağımlı tutan dürüstlük kuralı, güvenin korunması ilkesine de yönelmekte ve TMK m. 2/I hükmü, bütün sözleşme hukukuna egemen olan, edim ve ifa kavramlarının da bağımlı kaldığı bir temel ilke olarak belirmektedir. Söz konusu temel ilkenin uygulanması ise, taraflar arasında güven ilkesini kuran belli bir hukukî bağlantının kurulmuş olmasını gerektirmektedir. Bu hukukî bağlantı, sözleşme ve sözleşme öncesi ilişkilerde doğrudan kanunun bir gereğidir.Gabin iddiası;
Bir akitte, ivazlar (edim) arasında, açık bir nisbetsizlik bulunduğu takdirde, eğer gabin, zarargörenin zaruret içinde olmasından, tecrübesizliğinden veya düşüncesizliğinden yararlanmak suretiyle meydana getirilmiş ise, zarargören, bir sene zarfında, akdi feshettiğini beyan ederek, verdiği şeyi geri alabilir. bu müddet akdin kurulması ânından itibaren işler (tbk m. 28). huzurdaki davalı, müvekkilinin müzayaka altında kalarak davacının istismarına uğradığını ve gabne mâruz kaldığını ileri sürmüş olmakla birlikte, gabin tek taraflı hukuki işlemlerde değil, çok taraflı hukuki işlemlerden, yalnız karşılıklı taahhütleri ihtiva eden, yani iki tarafı da borçlu kılan hukuki işlemlerde konu olur.
TBK m. 28 / Aşırı yararlanma (GABİN)
“Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir” (TBK m. 28/I).
“Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir” (TBK m. 28/II).
Gabinin şartları;
Gabinden söz etmek için üç şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar objektif şart, sübjektif şart ve çok önemli üçüncü şart istismar şartıdır. Davalının fdavacıyı istismar ettiği veya istismar etmek iradesini taşıdığı kanaatine ulasılmamıstır.
Objektif şart : Tarafların edimler arasında açık bir nispetsizlik, bir oransızlık bulunmalıdır (TBK m. 28/I). Edimlerin değerlendirilmesi objektif ölçülere göre yapılmalıdır.
Sübjektif şart : Gabin için, sözleşmenin taraflarından birinin, diğerinin manevi, irade ve bilgi zaafından yararlanılmış olması gerekir. Bu durumda gabne uğrayan taraf, zaafları kapsamında müzayaka hali (sıkınta, darda kalmak), tecrübesiz, düşüncesiz olması mümkündür. Davalının, söz konusu sübjektif şartlar altında hareket ettiğini söylemek mümkün görülmemektedir.
İstismar kasdı : Davacının davalının zaaflarını fark edip, davalıyı istismar etmek kasdı ile zaaflarından istifade-yararlanma kasdı ile davacıyı gabne maruz bırakması ve yararlanması mümkün değildir. Davalının davacı tarafından gabne maruz kaldığının kabulü için, davalının, zaruret içinde kalmış olması gerekmekte, tecrübesiz veya düşüncesiz olarak sözleşme yaptığının ve davalının da, davacıda tespit ettiği bu zaaflarından yararlanmış olduğunu, davacının ispat etmiş olması gerekmektedir. Böyle bir ispatlamaya dosya münderecatında rastlanılmamıştır.
Gabinin hükümleri;
Gabne uğrayan taraf, sözleşmeyi bir yıl içinde fesh etmeye yetkilidir. “Zarargören bu hakkım, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir” (TBK m. 28/II). Bu kapsamda, gabin unsuru tespit edilen sözleşme, mutlak veya kısmî butlanla bâtıl olur ve edimlerin yerine getirilmesi istenemez, verilenler ise iade edilir. diğer yandan konu edilen sözleşme, taraflardan birine, diğerinin aleyhine işleyen ve aşırılığa varan menfaatler sağlayan bir sözleşme ise, gabin (aşırı yararlanma), tbk m. 28 gereği, istismar etkeni ile ahlâka aykırılık teşkil edebilmektedir. gabne uğrayan kişi, zaruret hâlinde bulunmasının, tecrübesizliğinin ve düşüncesizliğinin istismarı nedeniyle uğradığı zararın tazminin ister. Huzurda görülen davada, böyle bir durumu görmek mümkün olmamıştır.
Gabinden söz edebilmek için, aynı anda üç unsurun gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Ancak fesih ve iptal sebeplerinden biri olmadıkça, sözleşmelerin yürürlükte kalması ve geçerli sayılmaları gerekmektedir. TBK m. 28 hükmünde yer alan gabin hükmü de, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerin feshedilebilmesini mümkün kılan sebeplerden biridir. Gabin, dar ve zor durumda kalmalarından dolayı sözleşme yapmaya sürüklenmiş olan kişileri korumak ve zayıfı, güçlü olan taraf karşısında ekonomik açıdan ezdirmemek için ve sosyal amaçlara dönük olarak kabul edilmiş olan bir hukukî müessesedir. Bu nedenle sözleşme hükümlerini herhangi bir sebeple yerine getirmek istemeyen veya sözleşmeden pişmanlık duyarak caymak isteyen kimselerin gabin hükmüne sığınması konu olmayacaktır1. Bunlar edimler arasında açık oransızlık, müzayaka hâli ve sömürme kasdıdır. Bu suretle objektif unsur olan edimler arasındaki açık oransızlık ile, ilk bakışta herkesin gözüne çarpan oransızlık konu edilmektedir.
Bu oransızlık, sözleşmenin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Somut olayda bötle bir durumun varlığı yoktur.
Gabinin sübjektif unsuru ise ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan müzayaka hâli, ekonomik nedenlere dayanabildiği gibi, başka nedenlere de dayanabilmektedir. Diğeri ise sömürme kasdı olup, bunun için sömüren tarafın, sömürülen tarafın içinde bulunduğu zayıf ve zor durumu bilmesi gerekmektedir. Ayrıca sömürenin, edimler arasındaki açık oransızlığı bilmesi ve bu olguyu sömürmeyi ve bundan yararlanmayı istemesi de gerekmektedir. Bu suretle ekonomik açıdan güçlü olan tarafın, gabne maruz bırakmayı istediği tarafın zor durumda olmasından çıkar sağlamayı amaçlayıp amaçlamadığına bakılacaktır (TBK m. 28). Burada ekonomik açıdan güçlü olan tarafın, bu üstünlüğü kötüye kullanmak için, tek taraflı olarak hazırlayıp davacıya empoze ettiği sözleşme ile, davacının zarar görmesine sebep olması hâlinde, gabin mevcuttur. Huzurda görülen davada böyle bir durumun konu olamayacağı bellidir. Sömüren taraf bu duruma, karşılıklı edimler arasındaki oransızlığı gerçekleştirerek sebep olmuş olmalıdır. Gabinde beliren denge bozukluğunun iki şekilde gözükmektedir. Bu kapsamda sömürülenin ediminin, karşı edimin râyiç değerine göre aşırı derecede yüksek olması veya karşı edimin değerinin, sömürülenin ediminin râyiç değerine göre aşırı derecede düşük olması gerekmektedir.
Gabin hâlinde; zayıf durumdaki sömürme aracı sözleşmeyi dayatan ekonomik açıdan güçlü taraf ile, sömürülen taraf arasında, ahlâka aykırı bir ortak amaç bulunmamaktadır. Bu suretle gabin (TBK m. 28) hâlinde, konusu ahlâka aykırı (TBK m. 33) bir sözleşmenin varlığından bahsedilemeyecektir. Sömüren tarafın davranışı ahlâken kınansa dahi, TBK m. 28 anlamında bir butlan hâli konu olmayacaktır. Sömürenin ahlâka aykırı davranışı, edimini vermede değil; borçlanma işlemini, diğerini sömürme, istismar kasdı ile yapmasındadır. Bununla birlikte gabin, sömürü kasdını taşımakla ahlâka aykırı bir hareket teşkil ettiği hâlde, kendisine ahlâka aykırı hareketlerden başka sonuçlar tanınmıştır. Tanınan müeyyide ile, ekonomik dengenin yeniden sağlanması amaçlanmıştır. Şu hâlde TBK m. 28 gereğince gabin konu edildiğinde, bir butlan hâli konu edilemeyeceğine göre, sömüren taraf sözleşmenin iptalinden sonra, verdiğini geri alabilecektir.
Gabin teorisi ışığında açıklanan emprevizyon hâlinde, Gabinin sözleşmenin kurulmasından daha sonraki bir dönemde ortaya çıkan bir tür sonraki gabin hâli olduğu ileri sürmek de mümkündür. Yukarıda objektif ve sübjektif şartların ve istismar kasdının bulunmadığını arz etmiş olmamıza rağmen, Sayın Mahkeme bu olasılığı gözönüne aldığı takdirde, taraflar arasında yapılan sözleşme hakkında iddia edilen gabinden zarargören taraf, durumun özelliğine göre, sözleşme ile bağlı olmadığını karşı tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini isteyebileceği gibi, sözleşmeye bağlı kalarak, edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini de talep edebilecektir (TBK m. 28/I). Böylece “…ediminin geri verilmesini…” talep eden zarargören taraf, sözleşme ile bağlı olmadığını, yani sözleşmeyi iptal ettiğini, muhatabına bildirerek, edimini henüz fa etmemiş ise, borcundan kurtulmayı tercih edebilecektir. Konu mahkemeye intikâl ediyorsa, hâkim sözleşmenin iptali hususunu re’sen göz önüne alamaz ve gabin hâli taşıyan sözleşmenin iptal ettirme talebinin mutlaka, gabne uğrayan tarafından ve bu nedenle, TBK m. 28/II hükmü gereğince, bir ve beş yıllık hak düşürücü süreye bağlanmıştır. İptal talebi hakkında mutlak surette TBK m. 28 hükmünde, iki farklı durum konu edilmekte ve “… zarargören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir” (TBK m. 28/I). Gerek sözleşmenin iptali yoluna ve gerekse edimler arasındaki nispetsizliğin giderilmesi yoluna başvurmanın seçiminin, “durumun özelliğine göre..” ibaresi nedeniyle keyfî bir seçim şekli olmadığı anlaşılmaktadır. Sözleşmenin iptal edilebilirliği zımnında, süresi içinde kullanılan iptal hakkı ile, işlem yapıldığı ândan itibaren kesin olarak hükümsüz kılınmış olmaktadır. Buna karşılık iptal hakkı kullanılmamış ise, iptal edilebilirlik kabiliyeti henüz süre olarak sona ermediğinden, hâkim iptali re’sen dikkate alamayacaktır. Sözleşmede mevcut olan gabin durumu karşısında, emprevizyon sorununu gündeme getirmeye sebep olan akdî durumun, sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bir çeşit gabin olduğu ve bu nedenle sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bir sonraki gabin hâli olduğu görüşü, gabinin gerçek mahiyetini gözardı ettiği gerekçesi ile kabul görmemiştir. Gabinde, tarafların edimleri arasındaki ölçüsüzlük ve dengesizlik konusunda belirleyici sübjektif etken, dengesizliğin temelinin, taraflardan birinin diğerini istismar etmek kasdı ile hareket etmesine dayanmaktadır. Gabin hâlinde, engellenmeye çalışılan husus, edimler arasında oransızlığın yanı sıra, asıl olarak alacaklının borçlunun zayıf ve güçsüz konumunu istismar ederek kazanmaya çalıştığı haksız yarar, haksız kazanımdır. Gabin / aşırı yararlanma (TBK m. 28) hâlinde, taraflardan güçsüz konumda olan borçlunun zayıflığı, düşüncesizliği, deneyimsizliği, zor durumda kalmış olması, gabne uğramasına neden olmaktadır. Gabne uğrayan borçlunun, alacaklı tarafından istismar edilmesidir. Bunların hiçbiri davacı yönünden konu edilemez.
Pandemi dönemi;
Pandemi dönemi, ülkemiz iktisadî gelişmeleri yönden sorunlu bir dönemdir. Huzurdaki davalı da, bu dönemde kazancının düştüğünü ve zor durumda kaldığını beyan etmiştir. Objektif iyiniyet kavramına sığınmak tek başına yeterli olmamakta; bunun yanı sıra bir de emprevizyon ile ortaya çıkan ve yeni konjonktürün sebep olduğu öngörülememiş durumların, iyiniyete hangi yönden aykırı kaldığını da belirlemek gerekmektedir. Somut olayda Davalının davacıya karşı istismar kasdının bulunduğunu ileri sürmek mümkün değildir: Konjonktürel gelişmeler doğrultusunda, davacının kendi lehine bir haksız kazanım / sebepsiz iktisap edinme hırsına kapıldığı ileri sürülemeyecektir.
Taraflar arasında düzenlenmiş bulunan ve muhtelif nitelikleri taşıyan ve mücbir sebep etkenlerini taşıdığı ileri sürülen COVİD-19 pandemisinin, mücbir sebep hâli olduğuna karar verilebilmesi için, sözleşmenin düzenlenmesi esnasında, borçlu tarafından öngörülmesi mümkün olmayan salgının etkilerinin, somut sözleşmeye, borçlu tarafından alınabilecek uygun tedbirlerle bertaraf edilemeyecek nitelikte bir olay olduğunun kanıtlanabilmesi gerekmektedir. Borçlunun etkisinin dışında kalan CORANA VİRUS salgını olayı, borçlunun yükümlendiği borcu ifa etmesini engellediği takdirde, sözleşmenin ifası konusunda etkili bir mücbir sebep hâlinin varlığı kabul edilebilecektir.
Ayrıca, COVİD-19 etkenin varlığına dayanarak, borcunu ifa edemediğini ileri süren borçlunun, sözleşme hükmü uyarınca yükümlü olduğu edimini, doğrudan pandemi ve etkilerine dayalı olarak ifa edemediğini de ispatlayabilmesi gerekmektedir.
Fesih, sürekli sözleşme ilişkisini sona erdirmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik olan, bozucu yenilik doğuran bir hakkın kullanılması ile gerçekleşen, etkileri ileriye dönük bir hakkın kullanılmasıdır. Fesih halinde, şu halde hukukî ilişkinin belirli bir yürürlük süresi dahi bulunsa, işlem sürenin tamamlanmasını beklemeden sona ermektedir. Fesih, kanunun belirttiği bir haklı sebebe dayandırılmaktadır. Hükümler ise, hukukî işlemin başlangıcından itibaren değil, fesih beyanının muhataba ulaştığı andan itibaren geçerli olmaktadır. Feshi ihbar, süresi belirtilmemiş süreli sözleşmelerde, mehilli bir fesih beyanıdır. Bu mehilin dolması ile birlikte, sözleşme de sona ermektedir. Feshe bağlı hüküm ve sonuçlar, etkilerini, bu hakkın kullanılması üzerine, ancak muhatabın hâkimiyet alanına ulaştığında, geleceğe etkili şekilde göstermektedir. Şu halde fesih hakkı, hak sahibinin tek taraflı ve ulaşması gerekli irade beyanı ile kullanılmakta; ancak borç ilişkisini doğuran sözleşme, bu sözleşmeye dönük, bozucu yenilik doğuran hakkını kullanan tarafın iradesinin, hüküm ifade ettiği ana kadar geçerli olarak sürmektedir.
Fesih hakkının kullanılmasının bir şarta tâbî tutulması mümkün olmadığı gibi, kullanıldıktan sonra, doğuracağı hüküm ve sonuçlardan vazgeçilememekte, yani kullanılan hak geri alınamamaktadır. Şu halde akit feshedildikten sonra bile, fesihten önce meydana gelmiş olan bütün alacak hakları ve borçlar geçerliliklerini koruyacaklardır.
Kira sözleşmesinde olduğu üzere, sürekli edimli sözleşmelerde, önceki dönemlerde gerçeklesen ifa edilmiş edimlerin karşılıklı olarak iadesi mümkün olmayacağına göre, mücbir sebep etkeninin oluşması üzerine, tarafların sözleşmeden karşılıklı olarak dönmeleri mümkün değildir. Bu tip sözleşmelerde geçmişe dönük işlem yapılamayacağına göre, sözleşmeden dönme değil de, sözleşmenin feshi mümkündür.
Sebep ile sonuç arasındaki uygunluğun kesilmesi Meydana gelen sebep, âni surette meydana gelen bir sebeptir. Âni bir sebebe bağlı olarak zuhur eden olay, mücbir sebep teşkil etmek için aranılması gereken unsurları da taşımalıdır. Mücbir sebep kavramında, olayın şiddetini ifade eden bir güç kendini hissettirmektedir. Mücbir sebebin, borcu ortadan kaldırabilmesindeki en önemli dayanağı, olayın, borçlunun olanaklarının üzerinde olmasındadır. Mücbir sebep, üstesinden gelinemeyen nitelikler taşımakta ve borçluya, olayın meydana gelmesi konusunda, hiçbir kusur yöneltilememektedir. Mücbir sebep, kaçınılması mutlak olarak olanak dışı, üstesinden gelinemeyen dış kökenli ve
borcun ihlâline neden olan bir olaydır5. Bütün bu niteliklere sahip olan bir olaya, ancak çok önemli ve belirli durumlarla rastlamak mümkün olabilmektedir. Somut olay çerçevesinde beliren sebep ile sonuç arasındaki uygunluğun kesilmesi veya yerleşmiş söyleyiş uyarınca illiyet bağının kesilmesi ile, mücbir sebep meydana gelmektedir.
Davalının ileri sürdüğü çerçeve sözleşme kapsamında intifa, kira vs. = bayilik sözleşmesi
Davalı, akaryakıt bayilik sözleşmesi içeriğinde birden çok sözleşmeyi içeren karmaşık bir yapıya sahip olduğunu, akaryakıt bayilik sözleşmesinin yanında, intifa sözleşmesi, münferit satın alma sözleşmeleri, lisans sözleşmesi, işletmecilik sözleşmesi, tek elden satın alma sözleşmesi, kredi sözleşmesi, taşıma sözleşmesi, teknik bilginin aktarımı sözleşmesi gibi sözleşmelerin de yer aldığını, bu sözleşmelerin varlığı ve geçerliliği birbirine bağlı olacak şekilde akaryakıt bayilik sözleşmesi ile birlikte addedildiğini, bu nedenle akaryakıt bayilik sözleşmesinin bileşik sözleşme niteliğinde olduğunu, beyan etmiştir. Saydığı her bir sözleşmeyi burada tek tek izah etmek gereksizdir. Ancak bunlardan nasıl bir savunma çıkaracağı da anlaşılmamaktadır. Bayilik sözleşmesi bütün saydığı sözleşmeleri de içeren, birbirleriyle bağlantılı bir şemsiye sözleşme bir çerçeve sözleşme olarak kabul edilebilecektir.
İntifa hakkı, bir başkasına ait ekonomik değeri olan eşya veya mal üzerinde kurulan ve sahibine en geniş kullanma ve yararlanma imkanı sağlayan, kişiye bağlı bir sınırlı aynî hak; irtifak hakkıdır. İntifa hakkı sınırlı bir aynî hak, irtifak hakkının bir türüdür. İntifa hakkı aksi kararlaştırılmadıkça konusu olan şeyden tam bir yararlanma ve kullanma hakkı verir (TMK m. 794). Bu nedenle şeyin maliki, sadece kuru mülkiyet hakkını muhafaza eder. Ancak mülkiyet hakkının verdiği kullanma ve yararlanma yetkileri kısıtlanmış olmaz. Malik, tasarruf yetkisine sahiptir. Malı intifaa verdikten sonra, üçüncü şahsa satabilir, rehin edebilir, üçüncü şahsa kiraya vermek üzere kira sözleşmesi yapabilir, ancak bu durumda intifa hakkı sahibinin sınırlı aynî hakkı kiracının, mürtehinin veya yeni malikin haklarından önce gelir (TMK m. 1022). İntifa hakkının verdiği kullanma ve yararlanma yetkilerinden birinin hak sahibine tanınarak, diğerinin kısıtlanması mümkün değildir. Örneğin taşınmazın sadece tabii semerelerinden veya medeni semeresinden (kira gibi) yararlanmak, ancak bunun dışında taşınmazı kullanmamak şartı ile intifa hakkı kurulamaz.
İntifa hakkının kullanılması, üçüncü şahsa bırakılabilir, kullanma ve yararlanma hakkı ne borç ilişkisi doğuran bir sözleşme ile üçüncü şahıslara devredebilir (TMK m. 806/I). İntifa hakkından yararlanmanın kiraya verilmesi, bağışlanması veya satılması için malikin rızası aranmaz. Bu hak, TMK m. 803/I hükmünün bir sonucu olup, intifa hakkı sahibine tanınan, intifa edilen malı yönetme yetkisinin bir sonucudur. Yararlanma hakkını elde eden kiracı, ne intifa hakkı üzerinde, ne de eşya üzerinde, aynî bir hak kazanmaz, sadece intifa hakkı sahibi ile yaptığı borç doğurucu sözleşme gereğince, ona karşı şahsi bir talep hakkı vardır. İntifa hakkı süresiz yani daimi olarak da kurulamaz.
Taşınmaz üzerindeki yasal intifa hakkı tapu kütüğüne tescil edilmemiş olsa bile, durumu bilenlere karşı ileri sürülebilir. Tescil edilmiş ise, herkese karşı ileri sürülebilir.
“İntifa hakkı, konusunun tamamen yok olması ve taşınmazlarda tescilin terkini; yasal intifa hakkı, sebebinin ortadan kalkması ile sona erer” (TMK m. 796/I).
“Sürenin dolması veya hak sahibinin vazgeçmesi ya da ölümü gibi diğer sona erme sebepleri, taşınmazlarda malike terkini isteme yetkisi verir (TMK m. 796/II).
“İntifa hakkı, gerçek kişilerde hak sahibinin ölümü; tüzel kişilerde kararlaştırılan sürenin dolması, süre kararlaştırılmamışsa kişiliğin ortadan kalkmasıyla sona erer (TMK m. 797/I).
Tüzel kişilerin intifa hakkı, en çok yüz yıl devam edebilir.
Davalının itirazlarında, sadece COVİD-19 pandemi döneminde yaşanan iktisadi güçlükler, yukarıda arz ettiğim COVİD-19 PANDEMİSİNİN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ kapsamında işlem görmelidir. Taraflar arasında, COVİD-19 (CORONA VİRUS) salgınından önce düzenlenmiş bulunan kira sözleşmesi hükümleri, bilirkişiler tarafından tespit edildiği üzere uygulanmak durumunda olduğu kanaatine ulaştım. Kira sözleşmesi 1/11/2018-9/4/2020 tarihleri arasında konu olmuştur. Ülkemizde Sağlık Bakanı, ilk olarak 11 Mart 2020 günü, pandeminin etkilerini ve alınması gerekli olan tedbirleri beyan etmiş olup; pandeminin ilân edilmesinden sonra kurulan sözleşmelerde, sözleşmelerin kurulması döneminde pandemi ve etkileri bilindiği için, borçlunun mücbir sebep etkenini ileri sürmesi ve borcunu mücbir sebebe bağlı olarak ifa edemediğini ileri sürmesi, pandeminin öngörülebilirliği nedeniyle mümkün değildir. Buna karşılık COVİD-19 pandemisinin, ülkemizde Bakan tarafından ilân edilmesinden ve pandemi ile mücadele yönünde, Hükûmet tarafından alınan tedbirlerin ilân edilmesinden önce; borçlunun, borcu muaccel ise ve muhatabı meydana gelen mücbir sebep hâlini ileri sürerek borcunu ifa edemiyorsa veya davalı vekilinin, bilirkişi heyet raporuna itirazları olarak ileri sürdüğü, gabin vs gibi unsurlar uygun olmayıp; durum önemli olumsuzluklara sebep oluyorsa, taraflar arasında kurulmuş bulunan sözleşmeler hakkında, mücbir sebep etkeninin etkisi ile borcunu ifa edemediğini ileri sürmesi mümkündür. Davacı ise, davalının 10.07.2020 tarihi itibari ile temerrüde düştüğü, davalının T.C. Sağlık Bakanı’nın pandemi ilan ettiği, 11 Mart 2020 gününden önceki borçlarından sorumlu olacağı, tespit edilmekle, bilirkişi raporunun denetime uygun, hüküm kurmaya elverişli olduğu, dosya kapsamı gözetilerek davacının talep ettiği 30.000,00 TL cezai şart tutarının davalının ticari olarak mahfına sebebiyet verecek meblağda olmadığı takdir edilerek, davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM :
1-Davanın KABULÜ ile 30.000 TL cezai şart ve 10.000 TL kar kaybı alacağı olmak üzere toplam 40.000 TL’nin 10/07/2020 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
2-Alınması gerekli 2.732,40 TL karar ve ilam harcından peşin alınan 683,10 TL harcın düşümü ile eksik kalan 2.049,30 TL eksik harcın davalıdan tahsili ile maliyeye gelir kaydedilmesine,
3-Davacı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden kabul üzerinden hesaplanan karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca hesap ve taktir olunan 9.200,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
4-Davacı tarafça yapılan ( 683,10 TL peşin harç + ilk masraf 67,80 TL + bilirkişi ücreti 2.650,00 TL + 90,50 TL posta masrafı ) toplam 3.491,40 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Davacı tarafça yatırılan gider avansından geriye kalan kısmının karar kesinleştiğinde davacıya iadesine,
6-Tarafların dava şartı olan arabuluculuk toplantısına katıldıkları halde anlaşamadıkları, arabuluculuk son tutanağı aslından anlaşıldığından 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun’un 18/A-14 bendi uyarınca ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği tarife hükümleri uyarınca Suçüstü Ödeneğinden ödenen 1.320,00 TL nin davalıdan alınarak hazineye irad kaydına.
Dair davacı ve davalı vekilinin yüzüne karşı kararın tebliğden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize yada mahkememize gönderilmek üzere başka yer Asliye Ticaret Mahkemesine verilecek dilekçe ile istinaf yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 17/04/2023

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır