Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO:2023/26 Esas
KARAR NO:2023/221
ASIL VE BİRLEŞEN DAVA:Tazminat
ASIL DAVA TARİHİ:23.03.2011
BİRLEŞEN DAVA TARİHİ:09.01.2012
KARAR TARİHİ:11/05/2023
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin yurt dışında çalışan emekli biri olduğunu, Birikimleri olan 180.000 DEM parasını …’ın Almanya’daki reklam kampanyadaki beyin yıkamaların da tesiriyle … … Şubesine eşiyle birlikte 08.09.1999’da BİR YILLIK % 24 faizle yatırdıklarını, bir müddet sonra …’ın zor durumda olduğu duyumunu alınca bankaya gidip ve parayı çekmek istediğini söylediğini, banka görevlileri, bankanın durumunun kötü olmadığını, geçici olarak denetlenmek için el konulduğunu, görüldüğü gibi banka personelinin işinin başında olduğunu paranın devlet garantisinde olduğunu, korkulacak bir durum olmadığını, vadeden önce paranın bu nedenle verilmesinin mümkün olmadığını söyleyip ikna ederek gönderdiklerini, sonra yaptığı müteaddit baş vurulardan da bir sonuç aladıklarını, bunun üzüntüsüyle eşinin beyin kanaması geçirdiğini, bu güne kadar başkaları tarafından açılmış davaları ve aynı zamanda İstanbul…Ağır Ceza Mahkemesinin vereceği kararını beklediklerini, Ağır Cezanın kararından beklenen sonuç alınamayınca hukuk mahkemesinde dava açmaya karar verdiklerini, Bilindiği gibi yerel mahkemelerce verilen kararlar erken açılmış ve davanın kabul edilerek bozulduğunu, Yargıtay daha sonra 2010 yılında gelişen durumlar karşısında davacılar lehine görüşünü değiştirdiğini, netice olarak, açıklanan nedenlerle; müvekkilinin … … şubesine 08.09.1999 tarihinde yatırmış olduğu 180.000 DEM karşılığı olan paranın TL. olarak senelik faizin ana paraya eklenerek kapital faizi esaslarına göre, 08.09.1999 tarihi itibariyle, (akdi anlaşma gereği ilk bir yıllık % 24) avans faiziyle, şimdilik 1.000 TL.(bakiye 179.000 DEM. karşılığı olan TL.nin dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla,) tahsiline, masraf ve ücreti vekaletiyle davalıdan alınarak, davacıya verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen …. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/… Esas ve 2012/… Karar sayılı dosyasına davacı vekilinin vermiş olduğu dava dilekçesinde özetle; Müvekkillerinin yurt dışında çalışıp emekli olduklarını, birikimleri olan 170.000 (180 bin DEM) paralarını 1 yıl vadeli %24 faizle … … Şubesine yatırıldığını, …’a el konulduğu haberleri yayılınca paralarını almaya giden müvekkillerine bankanın battığını ve devletin el koyduğunu, paralarını alamayacaklarının söylendiğini, müvekkillerinin büyük şok geçirdiklerini, müvekkillerinden … tarafından …. Asliye Ticaret Mahkemesinde derdest 2011/… esas sayılı dava açıldığını, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkillerinin alacağı olan 180 bin DEM’in 08/09/1999 tarihinden itibaren birinci yıl içinde %24 faiziyle ve bundan sonraki seneler için 3095 sayılı kanunun 4/a maddesine göre DEM karşılığı olan EURO olarak davalıdan tahsilini, …. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/… esas sayılı dosyası ile bu davanın birleştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; Davalı …Ş. vekili ile … vekili’nin verdiği 26.05.2011 tarihli cevap dilekçesinde özetle; “Davacının müvekkili bankadan tahsilini talep ettiği alacağın, davacı tarafça … … havale edilmiş ve müvekkili bankadan çıkarak … … Limited nezdinde bir alacak haline geldiği; davacının parasını … … Limited nezdinde bir hesapta değerlendirmeyi seçtiği; müvekkil banka ile … … Limitedin farklı tüzel kişiliklere sahip kuruluşlar olduğu ve davanın öncelikle husumet yönünden reddini talep ettikleri. Huzurdaki davanın zamanaşımına uğradığı; davanın zamanında açılmadığı ve dava açma süresinin de sona erdiği. Davacı …’in, eşi … ile ortak sahip oldukları … hesabın tamamı için dava açtığını, davacının bu talebinin reddi gerektiğini. Davacının … hesap cüzdanını aldıktan sonra hiçbir itirazda bulunmadığı; bu durumun beraberinde bir takım sonuçlar doğurduğu. Davacının serbest iradesiyle daha fazla faiz getirişi sağlayan bir yatırım alternatifi olarak kıyı bankacılığını tercih ettiği; davacının yine serbest iradesi ile parasının … bankasına gönderilmesine yönelik havale talimat formunu imzaladığı; davacının imzaladığı havale formunun gayet açık ve anlaşılır olup davacıyı yanıltabilecek bir unsur taşımadığı. Davacı parasını yatıracağı fınans kuruluşu hakkında gerekli araştırmayı yapmak suretiyle tedbirli bir tutum içerisine girmesi gerekirken, kendisinden beklenen bu özeni göstermediği. Müvekkili bankanın, … … Limited nezdinde mevduatları için herhangi bir garantisi bulunmadığı, Müvekkili bankanın vekalet görevini yerine getirdiği; bankala duyulan görevin önemli göstergelerinden birinin de banka aracılığı ile yapılan öden nakil işlemleri olduğu; havale özellikle ödeme ve kabzetme yetkilerini içeren iki taraflı bir vekaletname niteliğinde görüldüğü. Müvekkili banka ve bankaların bankacılık işlemlerini yerin getirirken özen borcunun sınırsız olduğunun söylenemeyeceği. Dava konusu işlemler tarihinde … bankalarının bankala Kanunu’na tabi olmadıklarını ve bu bankalara yatırılan mevduatların tasarruf sigortası kapsamında olmadığını mudilere bildirmek gibi bir yükümlülükleri bulunduğu şeklindi bir kabulün mevcut olmadığı. Huzurdaki davada davacının, kapital faizi esasına göre ve avans faizi talep ettiği; dava konusu miktar, … … Limited’e havale edilmeden önce, müvekkili banka nezdinde vadesiz bir hesapta olduğundan, Sayın Mahkemenin davacıların iddialarını haklı bulması halinde uygulanması gereken faiz oranının vadesiz hesaplara uygulanan faiz oranı olması gerektiği. Ortada davacının daha fazla faiz getirişi elde etmek için seçtiği bir hesap türü ve parasını bu hesapta değerlendirmek üzere verdiği talimat ve müvekkili bankanın da davacının bu talimatına uygun gerçekleştirdiği bir havale işleminin mevcut olduğu; davacının fazla faiz getirili ancak, devlet güvencesinde olmayan bu yatırımı sebebiyle ulaşamadığı alacağını, gerçeğe aykırı ve mesnetsiz iddialarla müvekkili bankadan tahsil ederek, haksız menfaat temin etmeye çalışmasının, hukuk düzeni tarafından korunmaması gerektiği hususlarını beyanla; öncelikle davanın usulden reddine, haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davanın esastan reddine, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin karşı tarafa yüklenmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Mahkemece …. ATM nin 2012/… E. Sayılı dosyasında 2012/… Karar no ile 27.02.2012 tarihinde ….Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dava dosyaları arasındaki hukuki ve fiili irtibat nedeni ile HUMK’nun 166 .maddesi gereğince dosyaların BİRLEŞTİRİLMESİNE, yargılamanın …. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/… Esas sayılı dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilerek dosya mahkememize gönderilmiştir.
Mahkememizden verilen 29/12/2016 tarih ve … sayılı kararı Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 25/10/2022 tarih 2019/606 esas-2022/7395 Karar sayılı ilamıyla BOZULMAKLA, dava mahkememizin 2023/26 esasına kaydı yapılmıştır.
GEREKÇE:
Mahkememizin (Kapatılan …. ATM nin) 2011/… Esas – 2012/… sayılı ilamı ile davanın kabulüne karar verildiği, verilen kararın davalı vekilinin vaki temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2013/673 Esas ve 2014/8020 Karar sayılı ilamıyla; “1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, davalıların sorumluluğunun 818 sayılı BK’nın 41,55. ve 6762 sayılı TTK’nın 336. maddelerinden kaynaklanmasına, zamanaşımı süresinin davacının parasını … bankasından tahsil etme olanağının kalmadığının anlaşıldığı andan itibaren başlayacak olmasına göre davalı banka ve borcu üstlenen … vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, bankacılık işleminden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
Birden fazla kişi birlikte bir bankada hesap açtırır ve her biri tek başına hesaptan para çekme yetkisine sahip olursa, bu hesaba ortak hesap denir ve hesap sahipleri, bankaya karşı Mülga B.K’nın 148. maddesi hükmü uyarınca müteselsil alacaklı durumunda olurlar. Banka, ortak hesap sahiplerinden birine ödemede bulunmakla, diğer hesap sahibine de ödemede bulunmuş sayılır. Bankacılık uygulamasında, Teselsüllü Müşterek Hesap adı verilen bu tür mevduat hesabında, hesap sahiplerinden her biri paranın yarı yarıya eşit paylı olarak sahibidirler. Biri, hesaptan para çekerken, payına göre kendi adına, payından fazlası için diğer hesap sahibinin vekili olarak hareket ettiği sonucuna varılmalıdır. (YHGK’nın 11.2.1998, 2-40/75 sayılı kararı da bu yöndedir.) Uygulamada hesap cüzdanına ve hesap kartonuna hesabın teselsüllü olduğu yolunda kayıt yazılması yeterli görülmektedir.
Teselsüllü müşterek mevduat hesabında kural bu olmakla beraber, hesap sahiplerinin birlikte imza ile para çekebilecekleri konusunda bankaya talimat vermeleri halinde açılacak bu tür hesaba ise, Birlikte İmzalı Müşterek Hesap adı verilmektedir. Böyle bir hesap tarzında alacaklılar tasarruf yetkilerini sınırlamış olurlar. Müşterek hesap, bir tasarruf kaydını içermiyorsa ve hesap açtıranlar, hesaptaki paradan tasarruf yetkisini birlikte veya münferiden kullanılacaklarını belirtmeden hesap açtırmışlar ise, bu durumda bölünebilir hesaptan söz edilir ve somut olayın özelliklerine göre hesap sahiplerinin eşit oranda pay sahibi olduklarının kabulü gerekir (Prof.Dr. Seza Reisoğlu, Bankalar Kanunu Şerhi, Ankara, 2002, sh 384-386 ve Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Banka Hukukunun Esasları, İstanbul, 1988, sh.330-331; .Prof. Dr. A.S. Yüksel, Bankacılık Hukuku ve İşletmesi, İst. 1986, sh.93 vd.) Dairemizin 02.07.2007 tarih ve 2006/7566 Esas, 2007/10028 Karar sayılı ilamı da bu yöndedir.
Somut olayda, davacılara ait hesap üzerinde her hangi bir tasarruf kaydı iddia ve ispat edilmediğine göre davaya konu 180.000,00 DEM üzerinde asıl ve birleşen davacılar eşit oranda pay sahibidirler. Davacı … tarafından asıl davada, kendi hissesine düşen miktarın şimdilik 1.000,00 TL’si, birleşen davada ise 1790.00 DEM’in tahsili talep edilmiş ve mahkemece, yukarıda yazılı olduğu şekilde asıl davada 1.000,00 TL, birleşen davada 179.000 DEM’in tahsiline karar verilmiştir.
Oysa, yukarıda açıklandığı üzere anılan hesabın müşterek hesap olduğu ve buna göre hesaptaki para üzerinde davacıların eşit miktarda hak sahibi oldukları göz önüne alındığında her bir davacı için hak sahibi oldukları miktar üzerinden ayrı ayrı alacağa hükmedilmesi gerekirken, mahkemece yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
3- Davacı … tarafından asıl davada, kendi hissesine düşen miktarın şimdilik 10.00 TL’si, birleşen davada ise 179.000,00 DEM alacağın Alman Markı olarak tahsili talep edilmiş ve mahkemece, talep gibi hüküm tesis edilmiştir.
Oysa, davacı … tarafından, başlangıçta döviz cinsinden talepte bulunulabilecekken, bu tercih edilmemiş olduğundan, döviz cinsinden talepte bulunma hakkından feragat edilmiş olması nedeniyle davacı …’in bir daha döviz üzerinden talepte bulunması mümkün değildir.
Bu itibarla, mahkemece, davacı …’in asıl davada alacağını Türk Lirası üzerinden talep etmesi nedeniyle taleple bağlılık ilkesi çerçevesinde birleşen dava yönünden yukarıda 2 nolu bentte açıklanan ilke doğrultusunda hak sahibi olduğu miktarın Türk Lirası karşılığına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde döviz cinsinden hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda (1) no’lu bentte açıklanan nedenlerle davalı banka ve borcu üstlenen … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) no’lu bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı banka ve … yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.100 TL duruşma vekalet ücretinin asıl ve birleşen dava davacılarından alınarak asıl ve birleşen dava davalılarına verilmesine, 29/04/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. ” şeklinde bozulmasına karar verilmiş, mahkememizin 2015/422 Esas sayılı dosyasına kaydı yapılmış ve yargılamaya devam edilmiştir.
Mahkememizin … Karar sayılı 29/12/2016 tarihli kararı ile; “1-Asıl davanın KABÜLÜ ile; 1.000,00TL nin 08/09/1999 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, 2- Birleşen davanın KABULÜ ile; 89.000,00 DEM karşılığı 21.476,86TL nin 08/09/1999 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, 3-90.000,00 DEM’ in karşılığı 46.017,00 EURO’ nun 08/09/1999 tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a md gereğince işleyecek EURO cinsi yasal faiz uygulanmak suretiyle Davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, ” dair verilen kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay’a gönderilmiş,
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/1660 Esas 2018/6148 Karar sayılı 09/10/2018 tarihli ilamı ile; ” Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, taraf vekillerinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.” gerekçesi ile mahkememiz hükmünün onandığı görülmüştür.
Taraf vekillerince karar düzeltme talep edildiği ve dosyanın yeniden Yargıtay’a gönderildiği anlaşılmıştır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2019/606 Esas 2022/7395 Karar sayılı 25/10/2022 tarihli ilamı ile;”1- Dava, davalı … … A.Ş’nin külli halefi olduğu … A.Ş’de bulunan davacı mevduatının, davacının iradesi fesada uğratılarak … … … Ltd. hesabına gönderildiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir.
Dairemizin 29.01.2020 tarihli ve 2020/108 sayılı yazısı ile; Dairemizin görev alanı itibariyle bakmakta olduğu çeşitli Türk bankalarındaki mevduat hesaplarının, sahiplerinin rızası veya bilgisi dışında veyahut da banka yönetici ve çalışanlarının (örgütlü dolandırıcılık teşkil ettiği ceza mahkemesi kararları ile saptanan) teşvik ve çabaları sonucunda yurt dışında faaliyet gösteren … bankalarındaki hesaplara aktarıldığı iddiası ile Türk bankaları (ve yöneticileri) aleyhine açılan alacak davalarında ilk olarak … bankalarına karşı dava açılmasının gerekli olduğu, oradan sonuç alınamaması hâlinde aktarma işlemini yapan Türk bankalarına dava açılabileceğine karar verildiği, daha sonraki süreçte ise davaya konu … bankalarının mevduat hesabı açan ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının hâkim ortakları tarafından kurulan ve mal varlığı bulunmayan paravan şirketler olduğunun saptandığı, bunun üzerine Dairemizce ortak mevduat hesaplarının açıldığı (ve aktarma işleminin yapıldığı) Türk bankaları (ve yöneticileri) aleyhine anılan iddialar ile ilgili dava açılabileceği ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının (ve yöneticilerinin) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) 41 ve 55, maddeleri ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 321 ve 336, maddeleri gereğince sorumlu oldukları sonucuna varıldığı, bu davalarda zamanaşımıyla ilgili olarak ise zararın doğumunun esas alındığı, bu kapsamda bazı kararlarda … bankaları aleyhine yasal işlem yapılmasından sonra zararın doğacağının, bazı kararlarda hesabı açan ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının yönetici ve çalışanlarının bankayı vasıta kılarak dolandırdıklarının anlaşılması nedeniyle paranın … bankalarından tahsil edilemediği anda zararın doğacağının ve bazı kararlarda ise paranın … bankalarından tahsil edilme olanağının kalmadığının anlaşıldığı anda zararın doğacağının belirtildiği, dolayısıyla zamanaşımı süresinin de bu tarihlerde başlayacak olması nedeniyle zamanaşımı def’inin reddedilmesi gerektiğine karar verildiği, ancak son zamanlarda bu tür davalarda zamanaşımının başlangıcı konusunda değişik görüşlerin ortaya çıktığı ve sayı itibariyle bir görüş üzerinde karar vermeye yeter çoğunluk sağlanamadığı, öte yandan Dairemizin yukarıda belirtilen zamanaşımı başlangıcı ile ilgili değerlendirmesinin değişmesi gerektiği konusunda da çoğunluk görüşünün oluşması sebebiyle Yargıtay Kanunu’nun 15/2-c maddesi gereğince bu tür davalarda zamanaşımı başlangıcının hangi tarih olması gerektiği hususunda içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı ile neticeten mudilerin … alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde … hesabına aktarma tarihinin esas alınması gerektiğine karar verilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Dava konusu zararın doğduğu iddia olunan tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ve 41. maddesinde ifadesini bulan haksız fiil sorumluluğu, kural olarak zarar verenin kusurlu olmasına bağlıdır. Kusur sorumluluğuna dayanan haksız fiil BK’nın 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında; “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” şeklinde ifade edilmiştir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilerek kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Gerek BK’nın 41. maddesi gerekse TBK’nın 49. maddesi, hukuka aykırı kusurlu bir fiille başkasına zarar veren kimsenin bu zararı tazmine mecbur olduğunu belirtmektedir. Böylece haksız fiilden sorumluluk, tazminat borcunun kaynağını oluşturmaktadır. Haksız fiil nedeniyle zarar gören kişinin alacak hakkı kanunda belirtilen süreler içinde talep ve takip edilmediği taktirde zamanaşımına uğrar. Bu durumda zarardan dolayı sorumlu tutulan kişilerin borçları zamanaşımı nedeniyle son bulur. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde “Müruru zaman” başlığı altında; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblâğ tediyesine müteallik dâva, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan dâvası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsî dâvaya da o müruru zaman tatbik olunur.Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sâkıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir” şeklinde düzenlenmiş olan zamanaşımı 6098 sayılı TBK’nın 72. maddesinde düzenlenmiş ve kısa olan bir yıllık zamanaşımı süresi iki yıla çıkarılmıştır. Haksız fiilden doğan gerek maddi gerekse manevi tazminat davaları, zarar gören tarafın zararı ve haksız fiil sorumlusunun kim olduğunu öğrenmesinden itibaren başlar. Her ne kadar kanun “zarar ve failine ıttıla” demişse de “fail” sözcüğünden “sorumlu kişi” anlaşılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demekte, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartları öğrenmiş olması demektir. Tazminat hesabına yarayacak bütün ayrıntıların bilinmesi gerekmez (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993,s.717-718). Zamanaşımı süresi konusunda ayrık hüküm bulunsa da zamanaşımını durduran, kesen sebepler, zamanaşımı sürelerinin hesabına ilişkin konularda kanunun zamanaşımına ilişkin genel hükümleri uygulanmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet Mithat: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2005, s. 345). Borçlar Kanunu’nun 128. maddesine göre zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. Ancak bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Borçlar Kanunumuz, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir (Kılıçoğlu, s.651). Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Zamanaşımının kesilmesi (kat’ı) ise, borçlunun veya alacaklının ya da hâkimin belli fiillerinin sonucu olarak işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz. Zamanaşımını kesen sebepler BK’nın 133. (TBK m. 154) maddesinde gösterilmiştir. Borçlar Kanunu’nun 133. maddesinde “Katı sebepleri” başlığında; “Aşağıdaki hallerde müruru zaman katedilmiş olur: 1 – Borçlu borcu ikrar ettiği, hususiyle faiz veya mahsuben bir miktar para veya rehin yahut kefil verdiği takdirde. 2 – Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde” şeklinde düzenleme mevcuttur. İlgili maddeye göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile, alacaklının bir fiili ile, yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle veya yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. Alacaklının fiilleri ise dava açması, def’î dava zımnında mahkemeye müracaat etmesi, hakeme başvurması, icra takibine başvurması veya iflas masasına başvurması şeklinde gerçekleşmektedir. Alacaklının bir mahkemede alacağıyla ilgili dava açması zamanaşımının kesilmesi için yeterli olup, davanın niteliği önem arzetmemektedir. Ayrıca dava açıldıktan sonra hâkimin duruşma esnasında veya dosyada yaptığı her işlem ve hüküm ile tarafların her işlem ve eylemi sonunda zamanaşımı yeniden kesilir, süre tekrar işlemeye başlar.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72. maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir. Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması hâlinde uygulanacak olan ceza davası zamanaşımı süreleridir. Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 tarihli ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza davası zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK’nın 60. (TBK’nın 72.) maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E. 2013/1457 K.). Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’daki bir yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK’nın 60. maddesinin birinci paragrafındaki süre (TBK m. 72) olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK’nın 60. maddesinin birinci paragrafındaki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan ve hâlen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nın 66. (mülga 765 sayılı TCK’nın 102. maddesine) göre belirlenecektir.
Yeri gelmişken usulî kazanılmış hak kurumuna kısaca değinilmesi gerekmektedir. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmekte olup bu noktada bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğacağı gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar yönünden yeniden inceleme yaparak aksine karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı kararı). Ancak Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması, uygulanması gereken kanun hükmünün karar kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi, görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ile bozma kararının maddi hataya dayanması hâllerinde usulî kazanılmış hak oluşması mümkün değildir.
Yine yargılamada davalının yanında feri müdahil sıfatıyla yer alan … ve …’ın durumundan bahsetmekte de yarar bulunmaktadır. 6100 sayılı HMK’nın 68. maddesinde (HUMK m. 57) feri müdahilin, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia ve savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usûl işlemleri yapabileceği düzenlenmiştir. HMK’nın 68. maddesinde de belirtildiği üzere, feri müdahil, lehine katıldığı tarafla birlikte hareket eder, yani, onun yardımcısıdır; hüküm, lehine müdahale edilen taraf hakkında verildiğinden, bu hükme karşı temyiz yoluna başvurma yetkisi de doğal olarak bu tarafa aittir. Nitekim Yargıtay ancak asıl taraf temyiz etmişse, müdahilinde kararı temyiz edebileceği yönünden kararlar vermektedir. (Hukuk Genel Kurulu’nun, 26.11.2014 tarihli, 1329, 985 K sayılı ilamı) Feri müdahilin asıl tarafla birlikte hareket etmesi, onun yaptığı usul işlemlerinin asıl tarafın işlemlerine aykırı olmamasını gerektirir. Buna karşılık feri müdahil, yanında katıldığı tarafın lehine olan işlemleri yaparken her defasında onun ön onayını almak zorunda değildir. Bilakis, o, yanında katıldığı tarafından dava takip yetkisini kullanarak usul işlemlerini yapar;yanında katıldığı taraf ise bu işlemi geçersiz kılabilir. Aksi takdirde fer’i müdahilin yaptığı işlemler asıl taraf için sonuç doğurur. Asıl tarafın yararına aykırı işlemler ile dava üzerinde tasarruf sonucunu doğurabilecek işlemler fer’i müdahil tarafından yapılamaz (HMK 68/1.c.2). (Pekcanıtez Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz, Hülya Taş: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt I, İstanbul 2017, s.732). Fer’i müdahil lehine katıldığı tarafında da hazır olduğu duruşmada davayı veya savunmayı değiştirir(veya genişletir) şekilde beyanlarda bulunur ve lehine müdahalede bulunulan taraf buna itiraz etmezse, bu beyanlar lehine müdahale edilen tarafça yapılmış sayılır. Karşı taraf, müdahilin yaptığı ve lehine müdahale edilen tarafın da zımnen benimsediği bu davayı değiştirmeye veya savunmayı genişletmeye zımnen veya açıkça muvafakat ederse, bununla dava değiştirilmiş veya savunma genişletilmiş olur. (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. IV, s.3470). Nitekim Dairemizin 28.01.1975 tarih 3828 /482 E.K sayılı kararında da müdahilin iltihak ettiği tarafın yardımcısı olarak davalının savunma sebeplerini izah ederek kanıtlayabileceği gibi hasmın muvafakati halinde müşterek amaç ve yarar için genişletilebileceği veya değiştirilebileceği, cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen zamanaşımı savunması için de durumun müdahil yönünden aynı nitelikte olduğu, müdahilin müşterek amaca uygun olarak davaya iltihak ettikten sonra, zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği ve hasmın zımnen kabulü ifade edecek bir zaman geçtikten sonra tevsi itirazında bulunursa bu itirazın mahkemece nazara alınmayarak zamanaşımı itirazının (savunmasının) incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Özetle, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 Tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı gereğince, mudilerin … alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde … hesabına aktarma tarihi esas alınarak, daha önceden temyiz incelemesinden geçmiş dosyalar bakımından içtihadı birleştirme kararının, usuli kazanılmış hakkın istisnalarından biri olduğu gözetilerek, zamanaşımına ilişen temyiz itirazları konusunda bir değerlendirme yapılması ve davalı tarafça zamanaşımı hususunda bir temyiz sebebi ileri sürülmemiş olsa dahi, feri müdahil tarafından temyiz nedeni olarak getirilmek kaydıyla davalı yönünden zamanaşımı incelemesinin yapılması, dava konusu olay bakımından ceza mahkemesince banka yöneticilerinin eyleminin dolandırıcılık olarak nitelendirildiği gözetilerek uzamış ceza zamanaşımı süresinin bu suça göre belirlenmesi ve uzamış ceza zamanaşımı süresinin 10 yıllık zamanaşımı süresinden kısa olması halinde her halükarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin esas alınması, zamanaşımı durduran ve kesen sebeplerden davacı tarafça daha önce açılmış olan bir dava bulunması halinde zamanaşımı süresinin, o davanın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıl olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlığa gelindiğinde, davacı yanın 08.09.1999 tarihinde … A.Ş’ye yatırdığı parası banka yetkilileri tarafından KKTC’de kurulan paravan … … … Ltd. adlı kıyı bankası hesabına aktarılmış, işbu dava ise 23.03.2011 tarihinde açılmış olmakla 10 yıllık zamanaşımı süresi dolan işbu davada zamanaşımı sebebiyle ret kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, karar düzeltme istemi yerinde görülmekle Dairemizin onama ilamının kaldırılarak, mahkemece verilen kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.
(2) Bozma sebep ve şekline göre asıl davada davacı ve asıl ve birleşen davada davalı banka vekilinin tüm, fer’i müdahil … vekilinin sair karar düzeltme itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.” gerekçesi ile fer’i müdahil … vekilinin zamanaşımına ilişkin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 09.10.2018 tarihli onama ilamının kaldırılarak, mahkemece verilen kararın fer’i müdahil … ile davalı banka yararına BOZULMASINA, Bozma sebep ve şekline göre asıl davada davacı ve asıl ve birleşen davalı banka vekilinin tüm, fer’i müdahil … vekilinin sair karar düzeltme itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına dair karar verilerek dosya mahkememize gönderilmiştir.
Dosya, mahkememizin 2023/26 Esas ‘ına kaydedilmiş ve yargılamaya devam olunmuştur.
Mahkememizce yapılan değerlendirme sonucunda; mahkememize açılan işbu dava , asıl ve birleşen davada davacı … ile birleşen davada davacılardan … tarafından davalı … … AŞ (Eski … … AŞ) ile birleşen … AŞ’nin … Şubesi’ne Almanya’da 08.09.1999 tarihinde 180.000 DEM (Alman Markı) para göndererek , bir yıllık % 24 faiz ile hesap açtırmak istediğini, ancak parasını çekmek için şubeye gittiğinde parasının Kıbrıs’ta kurulu olan … … LTD hesaplarına gönderildiğini öğrendiğini, … AŞnin yöneticilerinin aracı olarak, iradesini fesada uğratarak parasını paravan bir banka olan … … LTD’ne gönderilmesine sebebiyet verdiklerini, … … LTD’nin lisansının 04.03.2004 tarihinde iptal edildiğini ve Merkez Bankası’nda işbu hesapların karşılığının bulunmadığını öğrendiklerini belirterek, davalı banka ile birleşen … AŞ nin halefi olan … … ve sonradan ismi … AŞ olarak değişen davalı banka ile …den bankacılık ilkeleri ve güven ilişkisi nedeni ile … hesaplarına gönderilen paranın tahsili için işbu davanın açıldığı tartışmasızdır.
Mahkememizde yargılama devam ederken, mahkememizin … Karar sayılı 29/12/2016 tarihli kararı ile; “1-Asıl davanın KABÜLÜ ile; 1.000,00TL nin 08/09/1999 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, 2- Birleşen davanın KABULÜ ile; 89.000,00 DEM karşılığı 21.476,86TL nin 08/09/1999 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte Davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, 3-90.000,00 DEM’ in karşılığı 46.017,00 EURO’ nun 08/09/1999 tarihinden itibaren 3095 sayılı yasanın 4/a md gereğince işleyecek EURO cinsi yasal faiz uygulanmak suretiyle Davalı … ve üstlenen …’ den tahsili ile davacı …’ e ödenmesine, ” karar verilmiş ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/1660 Esas 2018/6148 Karar sayılı 09/10/2018 tarihli ilamı ile; ” Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, taraf vekillerinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.” gerekçesi ile mahkememiz hükmünün onandığı tartışmasızdır.
Davalıların onama kararı sonrasında, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bahsi geçen onama kararının düzeltilmesi talep edilmiş ve henüz işbu inceleme devam ederken ;
“Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı ile neticeten mudilerin … alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde … hesabına aktarma tarihinin esas alınması gerektiği”ne ilişkin mahkememizi de bağlayan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu kararı çıktığı ve bu kurul kararlarının mahkeme ve tüm yargı mercilerini bağladığı tartışmasızdır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2019/606 Esas 2022/7395 Karar sayılı ilamında da belirtildiği gibi;
Borçlar Kanunu’nun 133.maddesine göre; zamanaşımı, borçlunun bir fiili ile; alacaklının bir fiili ile yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle veya yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. Alacaklının fiilleri ise dava açması, defi ‘i dava zımnında mahkemeye müracaat etmesi, hakeme başvurması, icra takibine başvurması veya iflas masasına başvurması şeklinde gerçekleşmektedir. Alacaklının bir mahkemede alacağıyla ilgili dava açması zamanaşımının kesilmesi için yeterli olup, davanın niteliği önem arz etmemektedir. Ayrıca dava açıldıktan sonra hakimin duruşma esnasında veya dosyada yaptığı her işlem ve hüküm ile tarafların her işlem ve eylemi sonunda zamanaşımı yeniden kesilir, süre tekrar işlemeye başlar.
Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmekte olup bu noktada bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğacağı gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar yönünden yeniden inceleme yaparak aksine karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı kararı). Ancak Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması, uygulanması gereken kanun hükmünün karar kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi, görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ile bozma kararının maddi hataya dayanması hâllerinde usulî kazanılmış hak oluşması mümkün değildir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 Tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı gereğince, mudilerin … alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde … hesabına aktarma tarihi esas alınarak, daha önceden temyiz incelemesinden geçmiş dosyalar bakımından içtihadı birleştirme kararının, usuli kazanılmış hakkın istisnalarından biri olduğu gözetilerek, zamanaşımına ilişen temyiz itirazları konusunda bir değerlendirme yapılması ve davalı tarafça zamanaşımı hususunda bir temyiz sebebi ileri sürülmemiş olsa dahi, feri müdahil tarafından temyiz nedeni olarak getirilmek kaydıyla davalı yönünden zamanaşımı incelemesinin yapılması, dava konusu olay bakımından ceza mahkemesince banka yöneticilerinin eyleminin dolandırıcılık olarak nitelendirildiği gözetilerek uzamış ceza zamanaşımı süresinin bu suça göre belirlenmesi ve uzamış ceza zamanaşımı süresinin 10 yıllık zamanaşımı süresinden kısa olması halinde her halükarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin esas alınması, zamanaşımı durduran ve kesen sebeplerden davacı tarafça daha önce açılmış olan bir dava bulunması halinde zamanaşımı süresinin, o davanın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıl olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda;
Dava konusu davalılardan tahsili talep edilen paranın 08.09.1999 tarihinde … hesabına aktarıldığı, mahkememizde işbu asıl davanın 23.03.2011 , birleşen davanın ise 09.01.2012 tarihinde açıldığı, mahkememizin kararının bozulmasına ilişkin Yargıtay 11. Hukuk Dairesi kararında belirtilen , Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı gereğince , dava konusu davacıların davalı banka ve … den iadesini talep ettiği, 180.000 DEM alacak (tazminat) talebi yönünden , 10 yıllık 6098 sayılı TBKnun 146.maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu 125.maddesinde) öngörülen, zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu, işbu davada davanın bu nedenle zamanaşımı sebebi ile reddi gerektiği, gerekçesi ile mahkememizce uyulan bozma ilamının mahkememizi de bağladığı, içtihadı birleştirme kararlarının mahkemelerde Yargıtay Kanunu’nun 45/111 maddesi gereğince mahkemeleri bağladığı, içtihadı birleştirme kararlarının kazanılmış hakkın istisnası niteliğinde olup, daha önceki uyulan ve buna göre yapılan yargılama sonucunda mahkememizce bozmaya uyularak verilen karar ve en son davanın kabulü sonrasında yapılan yargıtay onama kararının davacılar lehine usulü kazanılmış hak oluşturmayacağı ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarih ve 1957/13 Esas 1959/5 Karar sayılı) yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereği olduğu mahkememizce benimsenmekle, mahkememizce uyulan yargıtay bozma ilamı kapsamı da dikkate alınarak davacıların davalı banka aleyhine … hesabına gönderilen paranın tahsili için, davalılar aleyhine açtığı davanın 6098 sayılı TBK’nın 146. Maddesi gereğince zaman aşımı nedeniyle REDDİNE dair karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının davalı banka aleyhine … hesabına gönderilen paranın tahsili için açtığı davanın 6098 sayılı TBK’nın 146. Maddesi gereğince zaman aşımı nedeniyle REDDİNE,
2-Alınması gereken 179,90 TL karar ve ilam harcından davacı tarafça yatırılan 47,60 TL harcın düşümü sonucu kalan 132,30 TL harcın davacıdan tahsili ile Hazineye gelir KAYDEDİLMESİNE,
3-Dava açıldıktan sonra dava konusu mahkememizce ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesince karar düzeltme sırasında hükme esas alınan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 22.04.2022 tarihinde çıktığı dikkate alınarak, dava konusu yargılama giderlerinden ve ücreti vekaletten davacıların sorumlu tutulmasına hak ve nefaset ilkelerine uygun olmayacağı mahkememizce benimsenmekle, davalılar lehine masraf ve ücreti vekalet takdirine yer OLMADIĞINA,
4-Taraflarca yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde BIRAKILMASINA,
5- Taraflarca yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının 6100 sayılı Yasanın 333. maddesi ile Yönetmeliğin 207. maddesi gereğince hükmün kesinleşmesinden sonra hesap numarası bildirilmiş ise elektronik ortamda hesaba aktarmak suretiyle; hesap numarası bildirilmemiş ise masrafı kalan paradan karşılanmak suretiyle PTT merkez ve işyerleri vasıtasıyla adreste ödemeli olarak yazı işleri müdürü tarafından İADESİNE,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde Yargıtay ilgili dairesinde temyiz yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.17/05/2023
Başkan …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Üye …
e-imzalıdır
Katip …
e-imzalıdır