Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/523 E. 2022/707 K. 22.11.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/523 Esas
KARAR NO : 2022/707

DAVA : İtirazın İptali (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 15/09/2014
KARAR TARİHİ : 22/11/2022
Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Ticari Satımdan kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
DAVA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı şirketin dava dışı … Bankası Etiler Şubesine olan borcuna karşılık İstanbul ili, Silivri İlçesi,… Mah. Menzilcambaz Mevkii Pafta, … Ada … Parsel …’de kayıtlı… Arsa Paylı dubleks meskenin üzerine 1. Dereceden 1. Sırada ipotek konulmasına muvafakat ederek kefil olduğunu, davalının borcunu ödeyememesi nedeniyle müvekkilinin evini satarak borcu ödemek zorunda kaldığını, davalı şirketin 21/11/2012 tarihinde eski hissedarlarından şirketi devir aldığını, yapılan protokolde devir alan … eski şirket ortakları ile birlikte düzenledikleri pay satın alma protokolünde de kefaletleri ödeyeceğini taahhüt ettiğini, ancak taahhüde uyulmadığı gibi talebe rağmen alacak ödenmediğinden İstanbul…İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyadan müvekkilinin kefaleten yaptığı ödemeden dolayı rücu hakkını kullandığını, davalının borca itiraz ettiğini ve takibin durduğunu beyanla itirazın iptalini, takibin devamını ve davalının kötüniyetli itiraz nedeniyle %20’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatıyla sorumlu tutulmasını talep ve dava etmiştir.
Davacı … davalı şirket aleyhine aynı dava sebebine istinaden açılan asıl dava davacısı … ile 1/2 hissedar oldukları davalı tarafın borcu nedeniyle … Bankası Etiler İstanbul şubesi lehine ipotekli İstanbul İli, Silivri İlçesi, … Mahallesinde kain mesken vasıflı taşınmazını satmak zorunda kaldığından bahisle 357.500 TL davalı adına ödenen borcun 1/2’sine isabet eden 178.750 TL’nin 07/05/2012 tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline ilişkin İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi’nin …Esas sayılı dosyası, 05/11/2013 tarihinde aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle mahkememiz dosyası ile birleştirilme kararı verilmiş ve dosyamız arasına alınmıştır.
CEVAP:
Davalı vekili asıl ve birleşen dosya yönünden cevap dilekçesinde özetle; davacının birleşen dosya davacısı ile birlikte hissedar olduğu taşınmazını müvekkil şirketin borcuna ipotek olarak verdiğini, ancak taşınmaz hissesinin satışı suretiyle borcun ödendiği iddia edilerek rücuen tahsili talep edildiğini, ancak davacı tarafın babası olan birleşen dosya davacısı … esasen şirkete borçlu olduğunu ve şirkete borcunu ödemediğini, ayrıca şirket hisselerini de …’a pay satın alma protokolü ile devrettiğini, davacı tarafın şirkete borcu ödenmediğinden şirketten ödeme talep etmesinin mümkün olmadığını beyanla, haksız ve mesnetsiz asıl- birleşen davaların reddini savunmuştur.
TAHKİKAT, DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE;
Mahkememizce delillerin ibrazını müteakip celbi gerekli delillerde celp edilerek dosyamız arasına katılmıştır.
Mahkememizce celp edilen İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün …takip sayılı icra dosyasının yapılan tetkikinde; takibin davacı tarafça davalı aleyhine kredi borcundan dolayı teminat olarak verilen gayrimenkulün üzerindeki ipoteğin fekkine istinaden 178.750 TL’si asıl alacak olmak üzere toplam 214.200 TL alacağın yasal faizi ile birlikte tahsili için yapılan ilamsız icra takibinden ibaret bulunup davalı vekilinin itiraz ettiği, takibin durduğu ve davanın yasal süre içerisinde açıldığı anlaşılmıştır.
Mahkememizce dosya ve banka kayıtları üzerinde bankacı bilirkişiler … ve … marifeti ile borçlar hukukçusu Prof. Dr. …marifetiyle inceleme icra edilerek konuya ilişkin 11/08/2014 tarihli kök rapor teminle dosyamız arasına katılmıştır.
Mahkememizce görevlendirilen bilirkişiler anılı kök raporlarında özetle;
“Davacılar, %50’şer hissesine sahip oldukları gayrimenkullerini bankaya 25.01.2012 tarihinde ipotek ettirerek, davalı şirkete 350.000.- TL kredi alındığını, bu kredinin gayrimenkulün 07.05.2012 tarihinde satılarak, satış bedelinden elde edilen 357.500 – TL ile bankadan alınan kredinin kapatıldığını iddia ederek, davalı şirketten kapatılan kredi miktarı kadar alacaklı olduklarının ve bu miktarın faiziyle birlikte tahsilini dava etmişlerdir.
Davalı şirket ise, devir işleminin yapıldığı sırada ve yapılmasından sonra devam eden bir borçmuş gibi talep ve dava edilmesinin mümkün olmadığını, pay devralan ve devredenler …arasında akd edilmiş “pay satın alma protokolü” uyarınca ne paylan devralan …’ın nede müvekkil şirketin böyle bir taahhüdü olmadığını, buradaki taahhüt pay devrinin yapıldığı sırada devam eden kefaletler için olduğunu savunmuştur.
Alacak talebinde bulunan davacılar, dava dışı T…. Bankası Etiler Şubesinden davalı şirketin kullandığı krediye müteselsil kefili konumunda bulunmaktadırlar. Kullanılan 350.000 TL’lik kredi 07/05/2012 tarihinde faiziyle birlikte 357.460,25 TL olarak kapatılmıştır. Kredinin alınması ve kapatılması 21/11/2012 tarihinde hisse devir tarihinden önce sonuçlanan işlemlerdir.
21/11/2012 tarihli pay satın alma protokolünün 12. Maddesine göre; bankalara verilmiş olan satıcıların, eşlerinin ve …’nun … adına vermiş olduğu şahsi teminatlar (bu teminatların çözülmesi gerekli ödemeler 3 iş günü içersinde yapılacak, teminatların çözülmesi ise 15 gün içerisinde yapılacaktır) SGK ve vergi borçları … tarafından ödenecektir.
21.11.2012 tarihli “Pay Satın Alma Protokolü Ekinde”: “Devir alan, devir edenin … Ltd. Şti. lehine bankalara verdiği ve devir alana liste halinde ayrıca bildirilen (listede yer almamakla beraber devir edenin … Ltd. Şti. lehine verdiği) bütün kefaletleri kaldırtmayı kabul ve beyan eder devir alan, söz konusu kefaletler kapsamında devir edenden talep edilen ve/veya devir eden tarafından ödenen tutarların esasen kendi sorumluluğunda ve yükümlülüğünde olduğunu, bunları kendisinin ödeyeceğini, bunların devir eden tarafından ödenmek durumunda kalınması halinde ilk yazılı talep üzerine devir edene derhal nakten ödeneceğini kabul ve taahhüt eder.” kararlaştırılmıştır.
Protokollerde, hisse devrinden önce, kefaleten yapılmış ödemelerin davalı şirket tarafından ödeneceği yönünde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Protokollerde, hisse devri sırasında varsa ortaklar tarafından verilmiş mevcut kefaletlerin kaldırılmasının öngörüldüğü düşünülmektedir. Davacının varlığını iddia ettiği alacak davalı şirkete kefil olmaktan dolayı ödediği ve kanunen rücu hakkını kazandığı alacaktır. Ancak bu ödeme sonrasında davalı şirkette pay devri yapılmış ve pay devri öncesinde yapılan sözleşmelerle devralanlar ve devredenler şirketin sahip olduğu borçların nasıl tasfiye edileceğini kararlaştırmışlardır. Buna göre şirketin devir öncesi şirket ortakları ve eşlerinin şahsi teminatlarından doğan borçlar tasfiye edilecektir. Bu borçların ödenmesi kefalet nedeniyle olan ödeme gibi görünmekle beraber aslında şirket borcunun yapılan protokol çerçevesinde kapatılmasıdır Bu çerçevede davacılar bankaya kredi borcunun kefalet nedeniyle borçlusu oldukları miktarı değil, şirketin borcunu tamamen kapatmak için ödemişlerdir. Çünkü davacılar normal olarak kefelet nedeniyle ödemede şirkete rücu hakkı kazanacak olmalarına rağmen şirket paylarım devralanlarla yaptıkları bu protokol gereği şirkete rücu hakkını kullanmamayı taahhüt etmiş olduklarından bu hakları doğmamıştır. Devralanlar ise devir tarihi sonrasında şirketi devredenlere borcu olursa bunu ödemeyi taahhüt etmiştir.
Bu durumda, hisse devri yapan…’ın davalı şirketten bir talepte bulunamayacağı değerlendirilmektedir. Adı geçen, bir alacak talebinde bulunacaksa, davalı şirketin eski ortaklarına rücu etmesi gerektiği mütalaa edilmektedir. Çünkü Davacının şirketi borçtan kurtarmasının diğer pay sahiplerine de hak kazandırmış olduğu düşünülmektedir. Eğer taraflar arsıdan bu yönde bir iç ilişki tesisi edilmemişse payların ve borcun miktarına göre bu hak ileri sürülebilir.
Davacılar baba oğul olup, aynı durum … içinde geçerli bulunduğu değerlendirilmektedir.
Kaldı ki, 21.11.2012 tarihli “Pay Satın Alma Protokolünün” 5. maddesinde; hisse devreden ortaklar, işbu protokol tarihi itibariyle şirkette hiçbir hak ve alacaklarının bulunmadığını kabul ve beyan etmişlerdir.
Ancak, sayın mahkemenizce davacıların davalı şirketten alacaklı olduğu sonucuna varılması halinde, davacılar tarafından davalıya keşide edilmiş bir ihtarname mevcut olmadığından, davacı … birleşen davada dava tarihi itibariyle 178.750 – TL, davacı … takip tarihi itibariyle i 78.750 – TL, alacaklı olabileceklerdir. Temerrüt söz konusu olmadığından, takip tarihine kadar davacı Hakan tarafından 35.450 – TL faiz talebi de yerinde olmayacaktır.” şeklinde mütalaa ettikleri görülmüştür.
Mahkememizce mübrez raporda işlemiş faize ilişkin herhangi bir inceleme bulunmadığından alternatif olarak bilirkişilerden işlemiş faiz talebine ilişkin 07/04/2015 tarihli ek rapor alınarak teminle dosyamız arasına alınmıştır.
Bilirkişiler anılı ek raporlarında özetle;
“… yönünden; Kök rapor, davacının davalı şirketin ortağı olmadığı bilinerek hazırlanmıştır. Kök rapor sayfa 5, başında, davalı şirketteki paylarını devreden tüm ortaklar ismi belirtilmiş, şirket ortakları arasında davacının olmadığı açıkça görülmektedir, ipoteğin fekki ve kredi kapama işlemi 07.05.2012 tarihinde yapılmış olup, 21.11 2012 tarihli “Pay Satın Alma Protokolü ” ve 21.11.2012 “Pay Satm Alma Protokolü Eki” tarihlerinden önce olduğundan kök rapordaki görüşlerimizi değiştirecek bir husus bulunmamaktadır.
Kök raporda, davalı şirketin temerrüt tarihi takip tarihi kabul edildiğinden faiz hesabı yapılmamıştır, (bkz. kök rapor sayfa 8 son paragraf) Ayrıca, takipte istenen faiz miktarı dava edilmemiş, dava 178.750 – TL üzerinden açıldığı görülmektedir,
… yönünden;
Kök rapor, zorlama ile davalı lehine yorum yapılması ve yanlı rapor düzenlenmesi söz konusu değildir.
Dava konusu olay, Kök raporda “Dava Konusu Olayın Tartışılması ve Değerlendirilmesi” başlıklı bölümde teferruatlı olarak incelenmiş, raporda da belirttiğimiz gibi Protokollerde, hisse devrinden önce, kefeleten yapılmış ödemelerin davalı şirket tarafından ödeneceği yönünde açık bir hüküm bulunmamakta olup, Protokollerde, hisse devri sırasında varsa ortaklar tarafından verilmiş mevcut kefaletlerin kaldırılmasının öngörüldüğü düşüncemizi korumaktayız.
Davacı vekilinin 01.11.2014 havale tarihli dilekçesinde belirttiği, … Bankası Levent Şubesine davacı … tarafından verilen 400.000 – TL’lik ipoteğin, adı geçen banka tarafından 05 12.2012 tarihli yazısı ile fekki istendiği görülmektedir.
Davacı vekilinin dilekçesi ekinde bulunan, davalı şirketin … Bankası Levent Şb. 8578-1 nolu mevduat hesabının tetkikinden, 03.12.2012 tarihinde söz konusu hesaba “… Hiz.” tarafından 160.872.40 TL yatırıldığı, yatırılan bu miktardan “davalı şirket kredi kapaması” açıklamasıyla hesaba 154.445.18 TL borç verildiği, davalı şirketin 154.445.18 TL’lık kredisinin kapatıldığı görülmektedir.
21.11.2012 tarihli “Pay Satın Alma Protokolü Ekinde”: “Devir alan, devir edenin … Ltd. Şti, lehine bankalara verdiği ve devir alana liste halinde avuca bildirilen (listede yer almamakla beraber devir edenin … Ltd, Şti. lehine verdiği) bütün kefaletleri kaldırtmayı kabul ve bevan eder. Devir alan, söz konusu kefaletler kapsamında devir edenden talep edilen ve/veva devir eden tarafından ödenen tutarların esasen kendi sorumluluğunda ve yükümlülüğünde olduğunu, bunları kendisinin ödeyeceğini, bunların devir eden tarafından ödenmek durumunda kalınması halinde ilk yazılı talep üzerine devir edene derhal nakten ödeneceğini kabul ve taahhüt eder.” kararlaştırılmıştır.
Ek protokol hükmü gereğince; hisse devrinden sonraki borçların davalı şirket tarafından ödenmesi, dolayısıyla davacı kefaletinin kaldırılması davalı şirket yükümlülüğünde olduğundan, dava konusu olayla irtibatlandırılmasının yerinde olmadığı değerlendirilmektedir. ” şeklinde mütaalada bulundukları görülmüştür.
Asıl dava; davalı şirketin dava dışı bankaya vaki borcuna kefalet nedeniyle ipotekli gayrimenkulün satılması suretiyle gerçekleştirilen ödemenin taşınmazdaki hissedarlık oranında 1/2’sine tekabül eden 178.750 TL’nin faizi ile birlikte asıl borçlu davalıdan tahsiline ilişkin takibe vaki itirazın iptali, birleşen dava ise; diğer hissedar tarafından açılan yine 1/2 hisseye ilişkin 178.750 TL’nin tahsili istemine ilişkindir.
Davalı yan; davalı şirketin eski ortakları olan asıl dosya davacısı … ile birleşen dosya davacısı …ve dava dışı …ile …’nın şirketteki hisselerinin tamamını taraflar arasında akdedilen pay satın alma protokolü ve takiben limited şirket hisse devir sözleşmesi ile dava dışı …’a satış suretiyle devir ve temlik ettiklerini, pay satın alma protokolünün 12. Maddesi gereğince 30/09/2012 durum raporunda belirlenen alacak, borç ve kasa mevcudu doğrultusunda pay devrinin tamamlanmasından sonra bu raporda bulunan bütün şirket borçları, çalışanların işçilik alacakları, bankalara verilmiş olan satıcılarının eşlerinin ve …’nun şirket adına vermiş olduğu şahsi teminatlarının, SGK ve vergi borçlarının … tarafından ödeneceğinin, pay devrinin tamamlanmasından sonra bu raporda bulunmayan borçların ortaya çıkması durumunda ise, bu borçlardan paylarını devreden satıcıların şahsi mal varlıkları ile sorumlu olacakları, şirket borçlarının ödenmek zorunda kalınması halinde satıcıların durumun kendilerine bildirilmesini takiben 10 gün içinde borçları şirkete ödemeyi kabul ve taahhüt ettikleri, yine devir alanın devir edenin … şirketi lehine bankalara verdiği ve devir alana liste halinde bildirilen bütün kefaletleri kaldırmayı kabul ve taahhüt ettiği, ayrıca devir alan söz konusu kefaletler kapsamında devir alandan talep edilen ve/veya devir eden tarafından ödenen tutarların esasen kendi sorumluluğunda ve yükümlülüğünde olduğu, bunları kendisinin ödeyeceği, bunların devir eden tarafından ödenmek zorunda kalınması haline ilk yazılı talep üzerine devir edene derhal ve nakden ödeneceğini kabul ve taahhüt ettiği hususlarının düzenlendiğini, dolayısıyla protokolü devr alanın taahhüdünün protokolün akdedilmesinden ve pay devrinin yapılmasından önce şirket ortakları tarafından ödenmiş borç ve kefaletleri kapsamadığının çok açık ve net olduğunun ve davacıların anılı ödeme nedeniyle şirketten talepte bulunamayacaklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkememizce incelenen pay satın alma protokolünün 21/11/2012 tarihinde satıcılar …, … ve … ile alıcı … arasında akdedildiği görülmüştür.
Mahkememizce taraf vekillerine 30/09/2009 tarihli durum raporunu sunmaları için süre tanınmış, ancak her iki taraf vekili de protokolde böyle bir ibare bulunmasına rağmen yazılı olarak hazırlanmış bir durum raporunun bulunmadığını beyan etmişlerdir.
Asıl dava yönünden; davalı yan her ne kadar protokole dayanmış ise de, asıl dava davacısı …’ın protokolün tarafı olmadığı, protokolün adı geçeni bağlamayacağı, adı geçenin hissedarı olduğu taşınmazın satışı suretiyle ödeme yaptığı hususlarının tartışmasız bulunduğu, dolayısıyla adı geçen davacının şirket adına kefaleten yaptığı ödemeyi bilirlişi raporunun aksine şirketten talep edebileceği kanaati hasıl olmakla, asıl davanın kabulü cihetine gidilmiştir.
Birleşen dava yönünden; davacı … protokolün tarafıdır ve protokolün 12. Maddesi gereğince hisselerin tamamını devir alan davadışı … pay devrinin tamamlanmasından sonra 30/09/2012 tarihli durum raporunda belirtilen şirket borçlarını ödemeyi kabul ve taahhüt etmiştir. Pay devrinin tamamlanmasından sonra raporda bulunmayan borçların ortaya çıkması durumunda ise bu borçların ödenmesinden satıcıların sorumlu olacağı düzenlemesine gidilmiştir. Dolayısıyla davadışı hakim ortak … tarafından hisseler 30/09/2012 durum raporuna göre devralınmıştır ve protokole göre tarafların iradeleri pay devri sırasında bilinen borçlar ve sonradan meydana gelecek borçların yeni hissedar tarafından ödenmesine yöneliktir. Tarafların bu yönde protokolde düzenlemeye gitmeleri geçmişe yönelik ödenen borçların hakim hissedar … tarafından üstlenilmediği ve aksine sözleşmenin 12. Maddesinde yer alan durum raporunda bulunmayan borcun şirket tarafından ödenmesi halinde satıcıların kendilerine bildirim tarihinden itibaren 10 gün için ödemeyi kabul ve taahhüt ettikleri şeklinde düzenleme de eski borçlardan yeni hissedarın sorumlu olamayacağı ve önceye dair borçlara yönelik yapılan ödemelerin şirketten talep edilemeyeceğinin açık bir göstergesidir. Şirket hakim ortağı ile yapılan protokolün şirketi bağlamayacağı şeklindeki savunmaya da itibar edilemez. Şirket hakim ortağı ile hisse devrine yönelik protokol düzenleyip konulan geçmiş borçlardan sorumsuzluk kaydına şirketin dayanamayacağına yönelik savunma MK 2 anlamında hakkın kötüye kullanımıdır. Ayrıca davacı yan davaya konu ettiği alacağın 30/09/2012 tarihli durum raporunda yer alan alacaklardan olduğunu da kanıtlayabilmiş değildir. Bu anlamda dava konusu alacağın hisse devir protokolünden önce ödendiği ve devir alanın önceye dair borçlardan sorumlu olduğuna dair açık bir hüküm bulunmadığından yerinde görülmeyen birleşen davanın reddi gerekmiştir.
Bu kapsamda mahkememizce icra edilen yargılama ve tekmil dosya münderecatından edinilen vicdani kanat gereğince; asıl davanın kabulü ile İst. … İcra Müdürlüğü’nün …esas sayılı takip dosyasında davacının davalıdan 178.750 TL alacaklı olduğunun tespiti ile bu miktara vaki itirazın iptaline, bu miktara takipten itibaren yıllık % 17’yi geçmemek üzere değişen oranlarda avans faizi uygulanmak suretiyle takibin diğer kayıt ve şartlarda aynen devamına, davalının likit olan alacak nedeniyle %20’sine isabet eden 35.750 TL icra inkar tazminatı ile sorumlu tutulmasına, birleşen İst. …ATM’nin … esas sayılı dosyasında; davacının davasının reddine dair hüküm davalı …Yemek…. Ltd. Şti vekilinin vaki temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2015/17180 esas, 2016/8233 karar sayılı ilamı ile;
“Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl ve birleşen dosya davalısı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
Davacı … vekilinin temyizine gelince, borçlu davalı ile banka arasında imzalanan kredi sözleşmesini davacı … kefil sıfatıyla imzalamış ve kredi borcunu kefalet sorumluluğu çerçevesinde ödemiştir. Davacı …’ın şirket ortaklığından ayrılmış olması kefaleten ödemiş olduğu şirket borcunu asıl borçludan talep etmesine engel değildir. Bu durumda davacı … yönünden de davalının kabulü gerekirken delil takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesi ile bozularak mahkememize devrolmuş 2017/269 esasına kaydedilmiş ve yargılamaya mahkememizce bu dosya üzerinden devam olunmuştur.
Mahkememizce dava dosyasının mahkememiz esasına yeniden kayda alınması sonrası yapılan yargılama sırasında tarafların beyanlarının tespitine müteakip mahkememizin önceki hükmünün usul ve yasaya uygun olması nedeniyle önceki kararda direnilmiştir.
Davacı vekilinin, mahkememizin 16/05/2017 tarih 2017/269 Esas 2017/427K. Sayılı direnme kararını temyiz etmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09/12/2021 tarihli 2017/(19)11-3088E. 2021/1641K. Sayılı kararı ile;
“Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Kefalet sözleşmesi, somut olaya uygulanması gereken 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 483. ilâ 503. maddeleri (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 581. ilâ 603. maddeleri) arasında düzenlenmiştir.
Kefalet  sözleşmesiyle kefil, asıl borçlunun borcunu ödememesi durumda, söz konusu borçtan şahsen sorumlu olacağını taahhüt etmektedir (Aral, Fahrettin: Borçlar Hukuku -Özel Borç İlişkileri, 7. b., Ankara 2007, s. 437). Daha yalın bir anlatımla bu sözleşme ile kefil, borçlunun asıl borcu ifa edememesi riskini üzerine alır (Özen, Burak: Kefalet Sözleşmesi, İstanbul 2008, s. 6.; atıf yapan; Karakılıçarslan, Seda: Kefilin Sorumluluğunun Kapsamı, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XIII, 2009, Sa. 1-2, s. 43).
Kefalet BK’nın 483. maddesinde; “Kefalet, bir akittir ki onunla bir kimse, borçlunun akdettiği borcun edasını temin etmeği alacaklıya karşı taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır.
Kefaletin türleri ise BK’nın 486 vd. maddelerinde düzenlenmiş ve uyuşmazlık konusu müteselsil kefaletle ilgili olarak da 487. maddesi; “Kefil, borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı ile veya bu gibi diğer bir sıfatla borcun ifasını deruhde etmiş ise alacaklı asıl borçluya müracaat ve rehinleri nakde tahvil ettirmeden evvel kefil aleyhinde takibat icra edebilir” hükmünü içermektedir.
Ayrıca, BK’nın 484. maddesi gereğince kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına ve kefilin bu sözleşmede sorumlu olacağı miktarın gösterilmesine bağlıdır. 6098 sayılı TBK’nın 583/1. maddesi gereğince ise kefalet sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına ve ayrıca kefilin sorumlu olduğu azami miktar ile kefalet tarihinin kefilin kendi el yazısıyla yazılmasına bağlı olacağı düzenlenmiştir.
Öte yandan, BK’nın 497. (TBK m. 591) maddesi gereğince kefalet sözleşmesinde kefil, borçluya ait bütün def’ileri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahip olduğu gibi, kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra ödeme nispetinde alacaklının haklarına halef olup, asıl borçluya rücu edebileceğini düzenleyen “Alacaklının Haklarına Halefiyet” başlıklı BK’nın 496. (TBK m. 596) maddesi;
“Kefil eda ettiği şey nisbetinde alacaklının haklarında, ona halef olur. Bu halefiyet kaidesinden evvelce feragat etmek caiz değildir. Şu kadar ki kefil ile borçlu beynindeki hukuki münasebetlerden mütevellit dava ve defi hakları mahfuzdur” hükmünü taşımaktadır.
Bu düzenlemeye göre kefil alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde onun haklarına halef olacaktır. Kefilin alacaklıya ifada bulunmasıyla kefalet borcu sona ermekle birlikte kefil alacaklı yerine geçerek borçluyu takip etme imkânı kazanmaktadır. Bu nedenle kanun koyucu kefilin himayesi amacıyla alacaklının asıl borç ilişkisinde sahip olduğu haklara halef olmasını ve bu şekilde asıl borçluya rücu edebilmesini öngörmüştür. Bu kapsamda kefilin alacaklıya halef olmasının amacını, asıl borçluya rücu hakkı oluşturmaktadır. Kefilin alacaklının haklarına halef olması, bütün kefalet sözleşmeleri için mevcuttur. Bu doğrultuda müteselsil kefil de alacaklıya yaptığı ifa oranında alacaklının haklarına halef olacaktır (Acar, Özlem: Türk Borçlar Hukukunda Müteselsil Kefalet Sözleşmesi, T.C. İstanbul… Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Şubat 2014, s. 300).
Kefilin alacaklının haklarına halef olması kanundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle kefilin alacaklının haklarına sahip olması kendiliğinden gerçekleşmektedir. Halefiyetin söz konusu olabilmesi için alacaklının rızası gerekmemektedir.
Eş söyleyişle yukarıda belirtilen hükme göre, kefil alacaklıya ifada bulunarak alacaklının haklarına halef olmaktadır. Kefilin alacaklıya yaptığı ifa asıl borcun sona ermesine sebep olmamaktadır. Bu kapsamda kefil de yaptığı ifayı asıl borçludan talep edebilmektedir. Kefilin, asıl borçludan yaptığı ifayı talep edebilmesi ise rücu hakkına dayanmaktadır.
Kefilin kefil olma sebebini asıl borçlu ile arasındaki hukukî ilişki oluşturmaktadır. Kefil ve asıl borçlu arasında vekâlet sözleşmesi olması ve kefilin asıl borçlunun vekili olarak hareket etmesi mümkündür. Böyle bir durumda kefil isterse asıl borçlu ile arasındaki iç ilişkiye dayanarak da yaptığı ödemeyi borçluya rücu etme imkânına sahip olacaktır. Bunun gibi aralarındaki iç ilişkinin vekâletsiz iş görme olarak nitelendirilmesi ve kefilin buna dayanarak borçluya rücu etmesi de mümkündür. Bir diğer olasılık olarak iç ilişkinin vekâlet ya da vekâletsiz iş görme olarak kabul edilememesi hâlinde kefil asıl borçludan sebepsiz zenginleşme hükümleri doğrultusunda da talepte bulunabilecektir (Reisoğlu, Seza: Kefilin Rücuu İle İlgili Meseleler, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, C. 1, S. 4, Y. 1962, s. 466). Söz konusu sebeplere dayanarak kefil borçludan talepte bulunabilmekle birlikte kanun koyucu kefil ve asıl borçlu arasında hiçbir ilişki bulunmaması ihtimalini de göz önüne alarak kefile yasal rücu hakkı tanımıştır. Bu kapsamda kefil kanunî halefiyete dayanan rücu hakkına başvurabileceği gibi borçluyla arasındaki iç ilişkiden doğan rücu hakkına da dayanabilecektir (Reisoğlu, Seza: Türk Kefalet Hukuku, Ankara 2013, s. 270).
Nihayet BK’nın 492. (TBK m. 598/1) maddesi gereğince kefalet sözleşmesinde kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlıdır. 
Bu noktada taşınmaz rehninin bir çeşidi olan ipoteğe değinmek gerekirse, ipotek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 881 ilâ 897. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Söz konusu maddelerde ipoteğin tanımı yapılmaksızın, ipoteğin amacı ve niteliği (m. 881), kurulması ve sona ermesi (m. 882-887), hükümleri (m. 888-891) ve kanuni ipotek hakları (m. 892-897) ile ilgili hususlar ele alınmıştır.
Doktrinde ipotek kavramı, kişisel bir alacağı güvence altına alma amacını güden, kıymetli evraka bağlı olmayan ve bir taşınmazın değerinden alacaklının alacağını elde etmesi olanağını sağlayan sınırlı ayni hak olarak tanımlanmaktadır (Akipek, Jale G./Akıntürk, Turgut: Eşya Hukuku, 2009, s. 786; Gürsoy, Kemal/Eren, Fikret/Cansel, Erol: Türk Eşya Hukuku, 1984, s. 1032).
Türk Medeni Kanunu’nun 851. maddesine göre miktarı belli olmayan ya da henüz doğmamış bir alacağın ipotekle teminat altına alınması hâlinde, alacağın miktarı henüz bilinmediğinden ipotekte belirlilik ilkesi gereğince ipotekli taşınmazın azami miktarı için teminat teşkil edeceğini alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taraflarca kararlaştırılması ve bu miktarın rehin yükü olarak tapu kütüğüne tescil edilmesi gerekir (Tunç Yücel, Müjgan; Banka Alacaklarının İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yolu ile Takibi, İstanbul 2010 s. 164, dn. 69). Üst sınır ipoteğinde taraflarca kararlaştırılan ve tapu kütüğüne tescil edilen yük miktarı ipotekli alacaklının tüm alacak kalemleri için bir üst sınır teşkil eder. Bu miktar sırf ana para alacağı değildir. Taşınmaz satış bedeli tüm alacak kalemlerini karşılasa dahi, üst sınırı aşan bu alacakların satış bedelinden karşılanması mümkün olmaz. Bu alacak kalemleri ipotek teminatı dışında kalan alacak olarak ancak genel haciz yolu ya da iflâs yolu ile takip edilebilir (Tunç Yücel Müjgan, s. 165).
Türk Medeni Kanunu’nun 851. maddesindeki düzenlemeden de anlaşıldığı üzere ipotek, güvence altına alınması düşünülen alacağın miktarının belirli olup olmamasına göre iki şekilde kurulabilir. Buna göre, ipotekle güvence altına alınması düşünülen alacağın miktarı belirli ise anapara ipoteği, belirli değilse üst sınır ipoteği kurulur.
Üst sınır (limit) ipoteğinde üst sınır çerçevesinde tescil edilen ipotek, tescil edildiği tarihte mevcut ve miktarı belli olan bir alacağa dayanmamaktadır. Bu nedenle bu ipotek maddi bünyeden yoksun, biçimsel bir ipotek niteliği taşımaktadır. İleride alacak doğup miktarı belli olduğunda başlangıçta şekli bir karakter taşıyan üst sınır ipoteğini, gerçekleşen alacak tutarı ile sınırlı tutarak maddi içeriğe kavuşacaktır. Bu hâlde ipoteğin fer’îlik niteliği tam anlamı ile gerçekleşmiş olur (Altay, Sümer/Eskiocak, Ali: Türk Medeni Hukukunda Taşınmaz Rehni, İstanbul 2007 s. 82; Oğuzman, Kemal/ Seliçi, Ömer/ Oktay Özdemir, Saibe: Eşya Hukuku, İstanbul 2005 s. 728).
Türk Medeni Kanunu’nun 881/2. maddesine göre; ipoteğin mutlaka borçlunun taşınmazı üzerinde kurulması zorunlu değildir. Üçüncü kişi başkasının borcu için malik olduğu taşınmazı üzerinde alacaklı lehine ipotek tesis edebilir. Tesis edilen ipotek üst sınır ipoteği ise ipotek veren üçüncü kişinin sorumluluğu ipotek limiti ile sınırlıdır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacılar asıl ve birleşen davalarda, ½’şer hissesine sahip oldukları gayrimenkullerini dava dışı banka lehine 25.01.2012 tarihinde ipotek ettirerek, davalı şirkete 350.000TL kredi kullandırıldığını, bu kredinin gayrimenkulün 07.05.2012 tarihinde satışı ile elde edilen 357.500TL ile kapatıldığını iddia ederek, davalı şirketten kapatılan kredi miktarı kadar alacaklı olduklarını ileri sürmüşlerdir. Davalı şirket ise, devir işleminin yapıldığı sırada ve yapılmasından sonra devam eden bir borçmuş gibi böyle bir talepte bulunulmasının mümkün olmadığını, pay devralan ve devredenler arasında akdedilmiş “pay satın alma protokolü” uyarınca ne payları devralan dava dışı …’ın ne de davalı şirketin böyle bir taahhüdü olmadığını, buradaki taahhüdün pay devrinin yapıldığı sırada devam eden kefaletler için olduğunu savunmuştur.
Davacılar, genel kredi sözleşmesi gereğince dava dışı bankadan davalı şirketin kullandığı kredi nedeniyle müteselsil kefiller olup, kullanılan 350.000TL bedelli kredi borcu 07.05.2012 tarihinde faiziyle birlikte 357.460,25TL olarak kapatılmıştır. Kredinin alınması ve kapatılması 21.11.2012 tarihinde yapılan birleşen davada davacının hisse devir tarihinden önce sonuçlanan işlemlerdir.
Borçlu davalı ile banka arasında imzalanan kredi sözleşmesini birleşen dosya davacısı … kefil sıfatıyla imzalamış ve kredi borcunu kefalet sorumluluğu çerçevesinde ödemiştir. Davacı …’ın şirket ortaklığından ayrılmış olması kefaleten ödemiş olduğu şirket borcunu asıl borçludan talep etmesine engel değildir. Zira şirket borcunu ödemiş olduğundan BK’nın 496. maddesinde belirtilen kanuni halefiyet ilkesi gereğince alacaklının haklarına halef olmuştur. Ayrıca davacı … 21.11.2012 tarihinde davalı şirketteki hissesini üçüncü bir kişiye devretmiş olup, bu hisse devir sözleşmesine dayalı olarak düzenlenen aynı tarihli pay devir protokolü ile pay satın alma protokolü ekinde, davacının asıl borçlu şirkete rücu etmeyeceğine dair bir hüküm bulunmadığı gibi davalı şirket bu protokolün tarafı dahi değildir.
O hâlde birleşen davada davacının; BK’nın 496. maddesinde belirtilen kanunî halefiyet ilkesi gereğince kefalet konusu borcu ödemekle alacaklının haklarına halef olduğundan, rücu hakkı çerçevesinde asıl borçlu davalı şirkete ödediği bedel nispetinde rücu edebileceğine karar vermek gerekirken, protokol hükümleri hatalı değerlendirilerek birleşen davanın reddi doğru değildir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere ve bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” gerekçesi ile bozularak mahkememize devrolmuş 2022/523 esasına kaydedilmiş ve yargılamaya mahkememizce bu dosya üzerinden devam olunmuştur.
Birleşen davada davalı vekili tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.12.2021 tarihli 2017/(19)11-3088 E., 2021/1641 K. sayılı kararının, karar düzeltme yoluyla incelenmesi istenilmiş olmakla; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28/06/2022 tarihli 2017/(19)11-521E. 2022/1037K. Sayılı kararı ile;
“Hukuk Genel Kurulunun kararında yer alan açıklamalara göre, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin REDDİNE” karar verildiği görülmüştür.
Mahkememizin 22/11/2022 tarihli duruşmasında birleşen dava davacısı asil …’ın 16/08/2017 tarihinde vefat ettiği, davacı vekilince müteveffanın mirasçılarını gösterir usulüne uygun mirasçılık belgesinin ve bu mirasçıların vekaletnamelerine ilişkin vekaletnamenin mahkememize sunulduğu anlaşıldı.
Mahkememizce HGK kararı taraflara tebliğ edilmiş ve tarafların bozmaya ilişkin beyanları alınmıştır.
Mahkememizce HGK kararı sonrası yapılan açık yargılama sonucunda; asıl dava yönünden verilen karar temyiz incelemesinden geçerek onandığından BU HUSUSTA YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Mahkememiz dosyasına birleşen İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi …Esas sayılı dosyasında birleşen dava davacısı tarafından açılan davanın; davacının BK’nın 496. maddesinde belirtilen kanunî halefiyet ilkesi gereğince kefalet konusu borcu ödemekle alacaklının haklarına halef olduğu ve bu nedenle rücu hakkı çerçevesinde asıl borçlu davalı şirkete ödediği bedel nispetinde rücu edebileceği hususu nazara alınarak birleşen davanın kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜ K Ü M : Gerekçesi açıklandığı üzere;
1-Asıl dava yönünden verilen karar temyiz incelemesinden geçerek onandığından BU HUSUSTA YENİDEN KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
2-Mahkememiz dosyasına birleşen İstanbul… Asliye Ticaret Mahkemesi …Esas sayılı dosyasında birleşen dava davacısı tarafından açılan DAVANIN KABULÜ İLE,
178.750 TL’nin ödeme tarihi olan 07/05/2012 tarihinden itibaren işleyecek olan ticari faizi ile birlikte birleşen dava davalısından tahsili ile davacıya ödenmesine,
3-Birleşen İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi … Esas sayılı dosyasında; alınması gerekli 12.210,41 TL karar harcından 3.052,65TL peşin harcın mahsubu ile 9.157,76TL’nin davalıdan tahsili ile HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
4-Davacı tarafından yatırılan 3.052,65TL peşin harç ve 24,30TL başvurma harcı olmak üzere toplam 3.076,95TL’nin davalıdan tahsili ile davacıya VERİLMESİNE,
5-Birleşen İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi 2013/243 Esas sayılı dosyasında; davacı kendisini vekille temsil ettirmiş olduğundan A.A.Ü.T. gereğince hesap ve taktir olunan 27.812,50TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
6-Birleşen İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesi … Esas sayılı dosyasında; davacının takdiren yapmış olduğu 11TL posta ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafça yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı 22/11/2022

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır