Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/356 E. 2023/42 K. 31.01.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/247 Esas
KARAR NO : 2023/41
DAVA : Alacak
DAVA TARİHİ : 20/03/2003
KARAR TARİHİ : 31/01/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA:
Davacının mahkememize vermiş olduğu dava dilekçesinde özetle; müvekkili tarafından davalı bankanın … Şubesine teslim edilen 21.08.2002 vade 24.796,90 Euro bedelli bononun davalı banka nezdinde iken kaybedildiğini ve davalı bankanın ….Atm’nin 2002/… esas numaralı dosya nezdinde zayi nedeniyle poliçe iptal davası açtığını, davalı bankaya keşide edilen ihtara rağmen zararlarının karşılanmadığını belirterek 24.796,90 Euro poliçe bedelinin vade tarihinden itibaren işleyecek en yüksek ticari reeskont faizi ile birlikte tahsili maksadıyla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile, 1.000 TL maddi, poliçe bedeli kadar da manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı tarafından bankaları lehine keşide edilen borçlusu Almanya’da yerleşik … firması olan bir adet poliçenin kabul ve tahsil maksadıyla müvekkili banka tarafından muhabir banka … ‘ye gönderildiğini, poliçenin muhabir banka kanalıyla ödenmeme protestosu sonrası müvekkili bankanın genel müdürlüğüne gönderilmesine rağmen postada zayii olduğunu, poliçe borçlusu … firmasının borçların ödeyemez bir şirket durumunda olduğunu, davacının tahsil edemediği bir poliçe bedelini haksız olarak müvekkili bankadan tahsil etmek istediğini, maddi tazminat isteminin yerinde olmadığını, manevi tazminatın şartlarının oluşmadığını belirterek haksız ve mesnetsiz davanın reddini savunmuştur.
Mahkemesince delillerin ibrazını müteakip, celbi gerekli deliller de celp edilerek, dosyamız arasına katılmıştır.
… Asliye Ticaret Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, poliçe kaybolmasa idi davacı alacağına tahsil edebileceğini kanıtlayamadığından ve ödeyecek olan firmanın ödeme gücü zaten bulunmadığından ayrıca davacı tarafın poliçe haricinde diğer belgelerle alacağını talep edebilecek durumda olmakla, yerinde görülmeyen davanın reddine dair verilen kararın süresi içinde davacı vekilince vaki temyizi neticesinde, Yüksek Yargıtay 11.Hukuk Dairesince yapılan temyiz incelemesi neticesinde ” davacının muhatap şirket hakkında dava açıldığı ve buna rağmen alacağının tahsil edilemediği iddiası karşısında davacıya bu iddiasını kanıtlama imkanı tanınarak sunacağı kanıtlar ile dosyada mevcut diğer kanıtların birlikte değerlendirilmesi ve oluşacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı karar verilmesi doğru olmamıştır” gerekçesiyle bozulmakla dosya mahkemesine aktarılmıştır.
Mahkemesince yapılan bozma sonrası yargılama sırasında usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
HSYK kararına dayanan tevzii sonucu dava dosyası bilahare yeni kurulan mahkememize aktarılmıştır.
Davacı tarafa bozma ilamında işaret olunduğu üzere, dava dışı borçlu şirket … A.G.’ye karşı açtığı dava ile ilgili bilgi ve belgeleri sunması için gerekli süre tanınmış ve davacı vekilinin istemi doğrultusunda, Almanya adli makamlarınca yapılan yazışma neticesinde, davalı şirketin iflas ettiği, iflas masasının oluşturulduğu ve … Sulh(İflas) Mahkemesinin 18.01.2008 tarihli “İflasın kati dağılımı neticesi kapatılmasına dair ” kararına istinaden iflas masasındaki paranın dağıtımının gerçekleştirildiği ve davacıya bu dağıtım neticesinde 11.181,96 Euro ödeme yapıldığı anlaşılmıştır.
Mahkememizce yapılan yargılama ve tekmil dosya üzerinden ediinlen vicdanii kanaat gereğince; dava konusu poliçenin muhabir banka nezdinde vadesinde ödenmemesi üzerine, davalı bankanın genel müdürlüğüne gönderildiği, vade tarihinde de dava dışı poliçe borçlusu … A.G. firmasının ekonomik sıkıntıda olduğu, poliçeyi ödeyebilecek durumunun bulunmadığı, nitekim bilahare iflas ettiği, dava konusu poliçe kaybolmasa dahi, davacının poliçe bedelinin dava dışı borçludan tamamen tahsilinin mümkün bulunmadığı, dava dışı borçlunun kaybolma öncesi ekonomik durumu bozuk olduğundan, davacının gecikmeden kaynaklanan bir zararının bulunmadığı, davacının meydana gelen zararının doğrudan doğruya poliçenin kaybına dayandırılamayacağı, davacının poliçe kaybolmasaydı dahi aynı yöntemle, iflas masasına alacak kaydı yaptırabileceği, bunu da yaptırdığı anlaşılmakla yerinde görülmeyen davanın reddine dair verilen hüküm davacı vekilinin vaki temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2012/… esas, 2014/… karar sayılı ilamı ile;
“Dava, davalı banka tarafından poliçenin kaybedilmesi nedeniyle alacağın tahsil edilemediği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucu dava dışı borçlunun kaybolma öncesi ekonomik durumu bozuk olduğundan, davacının gecikmeden kaynaklanan bir zararının bulunmadığı, davacının meydana gelen zararının doğrudan doğruya poliçenin kaybına dayandırılamayacağı, davacının poliçe kaybolmasaydı dahi aynı yöntemle, iflas masasına alacak kaydı yaptırabileceği, bunu da yaptırdığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; yapılan inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Zira, davacı poliçe davalı tarafından kaybedilmeseydi erken davranarak muhatap şirket hakkında kambiyo hukukuna dayalı takip yapabileceğini ve alacağını tahsil edebileceğini iddia etmiştir. Dosya kapsamından 21.08.2002 vade tarihli poliçe 29.08.2002 tarihinde davalı bankaya teslim edilmiş, poliçe borçlusunun iflası ise 02.07.2003 tarihinde açılmıştır. Davalı tarafından poliçe için zayi nedeniyle iptal kararı ise 11.4.2003 tarihinde alınmıştır. Davacının alacağını iflas masasına kaydettirdiği toplam 113.463.82 Euro alacaktan ancak 11.181.96 Euro alacağını tahsil ettiği de uyuşmazlık konusu değildir. Mahkemece alınan 13.01.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda, Alman Hukukunda kambiyo senedine dayalı ilamsız icra yolunun bulunmadığı, davacının elinde poliçe olması halinde alacağına olağan davalara nazaran daha kısa süre kavuşmasının mümkün olduğu açıklanmıştır. O halde, mahkemece poliçeyi kabul eden muhatabın poliçe vade tarihinde poliçe bedelini ödemeye yetecek kadar mal varlığının olup olmadığı, dolayısıyla poliçe bedelinin muhataptan tahsilinin mümkün olup olmadığı hususunun araştırılması ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususta herhangi bir araştırma yapılmadan yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş kararın davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.”gerekçesi ile bozularak mahkememize devrolmuş ve 2014/… esasına kaydedilmiş ve yargılamaya mahkememizce devam olunmuştur.
Mahkememizce bozma sonrası yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin de beyanlarının tespitini müteakip mahkememiz kararı usul ve yasaya uygun olduğundan önceki kararda direnilmiştir. Şöyleki;
Dava dışı keşideci şirketin iflas öncesi mal varlığının bulunmasının illiyet bağının ispatı için yeterli olmadığı, muacceliyet tarihi ile iflas tarihi arasında Alman hukukuna göre açılması gereken belgeye dayalı davanın kısa sürme ihtimali olmasına rağmen, yargılamada oluşabilecek gelişmelerin tahmin edilemeyeceği gibi, davanın davacı lehine sonuçlanmasının da olasılık olduğu, yine alınacak kararın icra takibine konu edilmesinin gerektiği, dolayısıyla varsayımsal bir durumun söz konusu olduğu, varsayıma dayalı olarak illiyet bağının bulunduğu kabulüne gidilemeyeceğinden, önceki hükümde direnilmesine ve davanın reddine dair hüküm davacı vekilinin temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-14 esas, 2020/395 karar sayılı ilamı ile;
“Dava, davalı banka tarafından kaybedilen poliçe nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
12. Dava, davalı banka tarafından kaybedilen poliçe nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması karşısında sözleşmeden doğan sorumluluğun şartlarının üzerinde durulması gerekmektedir.
Sözleşmeden doğan sorumluluğun şartları; borçlunun borca aykırı davranması, bu aykırı davranış nedeniyle bir zararın doğması, aykırı davranış ile zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması ve borçlunun kusurudur.
Borçlunun borca aykırı davranması, borcun yerine getirilmemesi veya borcun gereği gibi ifa edilmemesidir. Başka bir deyişle borçlu, borçlanmış olduğu edimi hiç veya gereği gibi yerine getirmez ya da vaktinde ifada bulunmazsa borca aykırı davranmış ve sözleşme ilişkisini ihlal etmiş olur.
Sözleşmeden doğan sorumluluktan bahsedilebilmesi için borca aykırılığın sonucunda alacaklının hukukça korunan değerlerinde iradesi dışında bir zararın meydana gelmesi gerekir. Borca aykırılık nedeniyle doğan zarar, maddi veya manevi zarar şeklinde ortaya çıkabilir. Maddi zarar, alacaklının mal varlığının hâlihazır fiili durumu ile borca aykırı davranış olmasaydı göstereceği durum arasındaki farktır. Bu itibarla maddi zarar, fiili zarar ve yoksun kalınan kâr olmak üzere iki unsurdan oluşur. Fiili zarar ya malvarlığının aktif kısmında gerçek bir azalmanın meydana gelmesiyle ya da pasifteki borçların artmasıyla gerçekleşir. Yoksun kalınan kâr ise, borca aykırı davranış olmasaydı alacaklının malvarlığının göstereceği artışı ifade eder.
Bununla birlikte olay ve dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (818 sayılı BK) ve 01.07.2012 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (6098 sayılı TBK) borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak sözleşmeye aykırılık tek başına manevi tazminat gerektirmez ise de, özel hâl ve şartlarda davacının kişilik haklarının zedelenmesi hâlinde haksız fiilin neticelerini doğurmakta ve manevi tazminat gerektirmektedir. Zira 818 sayılı BK’nin 98/2 (6098 sayılı TBK’nin 114/2) maddesi, “haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhâlif hareketlere de tatbik olunur.” hükmünü haizdir. O hâlde sözleşmeye aykırılık nedeniyle 818 sayılı BK’nin 98/2 maddesinde yer alan bu yollama nedeniyle aynı Kanun’un 49. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Bu itibarla sözleşmeye aykırılık nedeniyle manevi tazminat istenebilmesi için sözleşmeye aykırı davranışın, kişilik haklarının zedelenmesine neden olması gerekmektedir.
Sözleşme dışı sorumlulukta olduğu gibi sözleşmeden doğan sorumlulukta da uygun illiyet bağı borçlunun sorumluluğunun kurucu unsurlarının birini oluşturur. Borca aykırı davranış ile gerçekleşen zarar arasında uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, borca aykırı davranışın meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, borçlu bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2017, s. 561.). Başka deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece sözleşme dışı sorumlulukta değil sözleşmeden doğan sorumlulukta da kabul edilmektedir. Her üç sebep açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir.
Sözleşmeden doğan sorumluluğun kurucu unsuru olan kusur; borçlunun mensup olduğu sosyal ve mesleki çevrede yaşayan standart ve normal borçlu tipinin davranışından sapan hukuk düzeninin kınadığı, onaylamadığı bir davranıştır. Bu itibarla benzer işlerde benzer kişiler tarafından gösterilmesi gerekli özeni göstermeyen borçlu kural olarak kusurludur. Gösterilmesi gereken özenin derecesini, borçlunun kendi işlerinde göstermeyi adet edindiği özen ile makul ve dürüst bir borçlunun benzer işlerde göstereceği özen belirlemektedir. Bunlardan birincisi subjektif bir kriter oluştururken, ikincisi objektif bir kriter oluşturmaktadır.
Hemen belirtilmesi gerekir ki, bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, Ahmet: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara, 2001, s. 106.). O hâlde, bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca, bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) 99/2 ve 100/3 (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı TBK) 115/3 ve 116/3) maddeleri gereğince, özel kanun ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluğunu kaldıran sözleşme hükümleri geçersiz olacaktır.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 20/2 (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) 18/2) maddesi gereğince; tacir, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır. Ancak bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklılık arz etmektedir. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır (Yılmaz, Süleyman: Hukuki Açıdan İnternet Bankacılığı, Ankara, 2010, s. 152.). Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları ve kendilerine teslim edilen kambiyo senetlerini koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
Bazı durumlarda ise zarar doğurucu eylem hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil edebilir. Başka bir deyişle borçlunun zarar görenle arasındaki sözleşmeye aykırı davranışı aynı zamanda genel bir davranış kuralının da ihlâlini teşkil etmekteyse, aynı olayda hem sözleşmeden doğan sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Açıklanan durumun varlığı hâlinde Türk Hukukunda hâkim olan görüş bu iki sorumluluğun yarışması (hakların telâhuku) görüşüdür. Hakların yarışmasında, zarar görenin tazminat istemini isterse sözleşmenin ihlâli isterse haksız fiil hükümlerine dayandırma yönünde bir tercih hakkının bulunduğu; dayanılan hukuki sebep açıkça belirtilmediyse, hâkimin önüne gelen olay bakımından hangi sorumluluk hâli zarar gören lehine ise o hükümleri bir bütün olarak uygulaması gerektiği kabul edilir.
Gelinen noktada, iddiaya dayanak kılınan hukuki düzenlemelerin ne olduğu konusunda açık hüküm veya dosyaya yansıtılmış taraf iradesinin bulunmadığı hâllerde, hangi hükümlerin zarar gören lehine olduğunun nasıl belirlenmesi gerektiğine ışık tutmak faydalı olacaktır.
Haksız fiil sorumluluğunda zarar gören, failin kusurunu ispatla yükümlü olduğu hâlde (BK, m. 42; TBK, m. 50/1), sözleşmeden doğan sorumlulukta durum tam tersidir; borçlu sorumluluktan kurtulmak için kusursuzluğunu ispat etmek zorundadır (BK, m. 96; TBK, m. 112). Böylece sözleşmeden doğan sorumlulukta, alacaklı borçlunun kusurunu ispat yükümlülüğünden kurtarılmak suretiyle daha iyi duruma getirilmiştir. Bu itibarla, borçlunun kusursuzluğunu ispatla yükümlü olduğuna ilişkin hükmün aksi taraflarca kararlaştırılmadığı takdirde, zarar görenin tazminat davasını sözleşmeden doğan sorumluluğa dayandırması kendisi için daha elverişlidir (Öz, Turgut/ Oğuzman, Kemal: Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. I, İstanbul, 2011, C. 1, s. 504; Tandoğan, Hâluk: Türk Mes’uliyet Hukuku Akit Dışı ve Akdi Mesuliyet, Ankara, 1961, s.533). Buna karşılık, haksız fiil teşkil eden fiille ihlâl edilen normun bir kusursuz sorumluluk hâlini düzenlemesi durumunda kusurun ispatı söz konusu olmayacağından, haksız fiil sorumluluğuna başvurmak zarar gören için daha avantajlı olur. Tazminat yükümlüsüne kurtuluş kanıtı getirerek sorumluluktan kurtulma imkânının tanındığı kusursuz sorumluluk hâllerinde de aynı sonuca varmak mümkündür. Zira sorumlu kişi için kurtuluş kanıtı getirmek çoğu kez kusursuzluğunu ispat etmekten daha zordur.
Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 25.06.2002 tarihinde düzenlenen 21.08.2002 vade tarihli ve 24.796,90 Euro bedelli poliçenin muhatap … tarafından kabul edildiği, vade tarihinde poliçenin ödenmemesi üzerine muhabir banka … tarafından 22.08.2002 tarihinde protesto çekildiği, dava konusu poliçenin muhabir banka tarafından davalı bankaya gönderildiği, poliçenin 29.08.2002 tarihinde davalı bankaya teslim edildiği ve teslimden sonra dava konusu poliçenin kaybedildiği anlaşılmaktadır. Davacı tarafından defaatle talep edilmesine rağmen poliçenin akıbeti hakkında bilgi verilmemiş, sadece 19.12.2002 tarihli cevabi ihtarnamede poliçe hakkında …. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2002/… E. sayılı dosya ile iptal davası açıldığı bildirilmiştir.
Davacı tarafından 06.12.2002 tarihli dilekçe ile poliçenin muhatabı olan … aleyhine Almanya’da dava konusu poliçe bedelinin de yer aldığı toplam 99.508,52 Euro üzerinden alacak davası açılmıştır. Yargılama sırasında ise poliçeyi kabul eden muhatap … hakkında … Sulh (İflas) Mahkemesinin 02.07.2003 tarihli kararı ile iflas kararı verildiği, davacının 25.09.2003 tarihinde iflas masasına alacağını 113.463,82 Euro olarak kaydettirdiği görülmektedir. Bununla birlikte davacının iflas masasına kaydettirdiği alacağından sadece 11.181.96 Euro tahsil ettiği ve bu şekilde iflasın kapatıldığı anlaşılmaktadır.
Davalı banka, kendisine aralarındaki sözleşme gereğince davacı tarafından teslim edilen poliçeyi muhabir bankaya göndermiş, akabinde ise muhabir banka tarafından 29.08.2002 tarihinde teslim edilen poliçeyi kaybetmiştir. Ayrıca davacıya bu konu hakkında bilgi vermeyerek onun poliçeyi kabul eden muhatap aleyhine geç dava açmasına sebep olmuştur. Bu durum en basit tedbirlere dahi başvurmayan davalı bankanın objektif özen yükümlülüğüne açıkça aykırı davrandığının göstergesi olup, davalı bankanın bu eylemi hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil etmektedir.
Davalı banka poliçeyi kabul eden muhatabın iflas etmesi nedeniyle, borca aykırılık ile zarar arasındaki illiyet bağının kesildiğini savunmaktadır. Oysa dava konusu poliçe 29.08.2002 tarihinde kaybedilmiş, poliçeyi kabul eden muhatap ise 02.07.2003 tarihinde iflas etmiştir. Muhatabın iflas masası ise en son toplamda 20.237,17 Euro dağıtım yaparak kapatılmıştır.
Her ne kadar mahkemece alınan 13.01.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda, Alman Hukukunda kambiyo senedine dayalı ilamsız icra yolunun bulunmadığı belirtilmiş ise de aynı raporda davacının elinde poliçe olması hâlinde alacağına olağan davalara nazaran daha kısa sürede kavuşmasının mümkün olduğu da açıklanmıştır.
O hâlde, mahkemece, dava konusu poliçenin 29.08.2002 tarihinde kaybedildiği, poliçeyi kabul eden muhatabın ise 02.07.2003 tarihinde iflas ettiği gözetilerek sadece poliçeyi kabul eden muhatabın poliçe vade tarihinde poliçe bedelini ödemeye yetecek kadar mal varlığının olup olmadığı hususu araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”gerekçesi ile bozularak mahkememize devrolmuş 2021/247 esasına kaydedilmiş ve yargılamaya bu esas numarası üzerinden devam olunmuştur.
Davalı vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş ancak, Yargıtay Genel Hukuk Kurulu’nun 2021/11-6 Esas, 2021/199 Karar sayılı ilamı ile karar düzeltme talebinin reddine karar verildiği anlaşıldı.
Davacı vekili ıslah dilekçesi ile 1.000 TL olan maddi tazminat talebini 89.000 TL arttırarak toplam 90.000 TL’ye ulaştırmış olup, 24.796,90 Euro’luk poliçe bedeli talebi sabit kalmıştır.
Mahkememizce icra edilen yargılama ve tekmil dosya münderecatından edinilen vicdani kanaat gereğince; HGK kararı uyarınca poliçeyi kabul eden dava dışı müflis … ….’nin 21.08.2002 vade tarihinde 24.796,90 Euro poliçe bedelini ödemeye yetecek kadar mal varlığının olup olmadığının araştırılması için Adalet Bakanlığı’nın Yurt Dışı Tebligat ve İstinabe Taleplerinde Uyulması Gereken Usûl ve Esaslara Dair Tebliğ’ine uygun şekilde istinabe yapılmış, gelen yazı cevabında özetle dava dışı … ….’nin mal varlığına karşı iflas davası açıldığını, iflas işlemleri sonrası 31/12/2013 tarihinde dosyanın imha edildiğini bu nedenlerle dava dışı … ….’nin 21/08/2002 tarihinde 24.796,60 Euro tutarını ödeyebilecek yeterli varlığa sahip olup olmadığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu nedenle her ne kadar mahkememizce alınan ve HGK kararında vurglanan 13.01.2012 tarihli ek bilirkişi raporunda, Alman Hukukunda davacının elinde poliçe olması hâlinde alacağına olağan davalara nazaran daha kısa sürede kavuşmasının mümkün olduğu belirtilmiş ve illiyet bağının varlığı kabul edilmiş olsa da dava dışı şirketin iflas nedeniyle yasaklama süresi sonrası kayıtlarının imha edildiği bu haliyle poliçe bedelinin tahsil edilip edilemeyeceği hususunda belirleme yapılamadığı anlaşıldığından ispatlanamayan davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1-Davacı tarafından açılan davanın REDDİNE,
2-Davacı tarafından yatırılan 617,73 TL peşin harç ve 1.520 TL ıslah harcı olmak üzere toplam 2.137,73 TL harçtan 179,90 TL harcın mahsubu ile arda kalan 1.957,83 TL nin karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından 110 TL posta masrafının davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davalı, kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla, karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. göre hesaplanan 21.195,16 TL ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
6-Taraflarca yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.31/01/2023

Katip …
e-imza

Hakim …
e-imza