Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/604 E. 2019/1052 K. 28.11.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/604 Esas
KARAR NO : 2019/1052
DAVA : Yönetim Kurulu Kararının İptali
DAVA TARİHİ : 28/06/2018
KARAR TARİHİ : 28/11/2019

Mahkememizde görülmekte olan Yönetim Kurulu Kararının İptali davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı …’den vaki alacağının tahsili için … İcra Müdürlüğünün … sayılı dosyasında takibe giriştiği takibi kesinleştiği ve diğer adı geçenin davalı şirketteki hissesinin haczedildiğini, davalı şirketin haczedilen hisseyi ve haczi bertaraf etmek maksadıyla gerekli olmamasına rağmen yüksek oranda sermaye artırımı yönünde yönetim kurulu kararı aldığını, Türk Ticaret Kanunun 456-4. maddesinin atfı dolayısıyla aynı yasanın 353 ve 391. maddeleri gereğince 13.06.2018 tarihli 2018-8 sayılı olağanüstü genel kurul yapılmasına ilişkin yönetim kurulu kararının afaki iyiniyet kurallarına aykırı olması, sermaye çoğunluk gücünün ve kontrol sahibi hissedarın diğer pay sahiplerinin ve pay sahiplerinden alacaklı olanların haklarını aşırı derecede suiistimal etmesi ve yönetim kurulunun bu sermaye durumuyla ilgili Türk Ticaret Kanunu’nun 457.maddesine aykırı olarak açık doğru ve dürüst beyanname düzenlememesi sebebiyle iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, dava konusu yönetim kurulu kararının müvekkili açısından da hukuka aykırı olduğundan … Ticaret Mahkemesinin 2018-604 esasına iptal davası açıldığını, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini beyan ederek; haksız ve mesnetsiz davanın reddini savunmuştur.
Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının dava dilekçesinin net olmayıp izaha muhtaç bulunduğunu aksi halde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiğini, Türk Ticaret Kanunu’nun 353. maddesi gereğince davacının aktif husumet ehliyeti olmadığını, davanın usulden reddinin gerektiğini, yönetim kurulu kararının iptalin,n talep edilemeyeceğini,. ancak şartları var ise butlanının talep edilebileceğini, davacı tarafın iddiasına dayanak herhangi bir delil sunmadığını, icra takibine ilişkin beyanlarının da gerçeği yansıtmamakta olduğunu beyan ederek; haksız ve mesnetsiz davanın reddini savunmuştur.
TAHKİKAT, DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :
Mahkememizce delillerin ibrazını müteakip celbi gereken deliller de celp edilerek dosyamız arasına alınmıştır.
Mahkememizce; davalı şirketin pay defteri, karar defteri ve gerektiğinde ticari defter ve belgeleri üzerinde iddia ve savunma doğrultusunda mali müşavir YMM … ile hukukçu Prof. Dr. … ile … marifetiyle inceleme icra edilerek konuya ilişkin 16/01/2019 tarihli rapor teminle dosyamız arasına alınmıştır.
Bilirkişiler anılı raporlarında özetle;
“Davacı …, … İcra Müdürlüğü’ntin … Esas sayılı icra dosyası ile davalı …’den 17.000.000 TL ve fer’ileri olmak üzere alacak takibi yapmaktadır. Davalı …, diğer davalı … A.Ş.’nin % 49 hissedarıdır ve icra takibi nedeniyle hisselere haciz konulmuş ve şirketin pay defterine işlenmiştir. Davalı … A.Ş. yönetim kurulu, 13.06.2018 tarih ve 2018/8 karar sayısı ile şirketin esas sözleşmesinin 6 nolu maddesini değiştirerek 500.000 TL olan şirket sermayesi 11 kat artırarak 5.500.000 TL’ye çıkarılması için olağanüstü genel kurul yapılmasına ilişkin yönetim kurulu kararı almış olup davacı, yönetim kurulu kararının haciz tatbik edilen % 49 hisseyi açığa çıkarmak ve hisse değerini yok etmek amaçlı olduğu iddiası ile TTK’nın yönetim kurulunun beyanı başlıklı 457inci maddesi ile 456/4 yollaması ve 353’de düzenlenen mahkemenin el koyması ve fesih ile madde 391’e göre sermaye artırımına ilişkin yönetim kurulu kararının iptali davası açmıştır. Hisse üzerinde haciz bulunması nedeniyle, sermaye artış taahhüdünde bulunulduğu, TTK 483. maddesine istinaden ıskat kararı ile davalı …’nin ilgili paylara ilişkin haklarından yoksun bırakılması ile haczin bertaraf edilmeye çalışıldığı iddia edilmiştir.
İnceleme:Verilen yerinde inceleme yetkisi ile davalı … A.Ş.’nin işyeri merkezinde yapılan bilirkişi incelemesinde:
… Noterliği’nce 11.11.2015 tarih, … yevmiye no ile tasdik edilen ortaklar pay defterinin ilgili sayfasında 500.000 TL’lık sermayenin % 49’u olan 245.000 TL’nin davalı …’ye ait olduğu tespit edilmiştir. Davacı tarafından başlatılan … İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı icra dosyası ile 19.948.889,33 TL’lık haciz kaydı bulunduğu görülmüştür.
Ayrıca 28.08.2018 tarihinde yapılan sermaye artışı sonucu, diğer ortakların katılımı ile şirket sermayesinin 500.000 TL’dan 5.500.000 TL çıkarıldığı tespit edilmiştir.
… Noterliği’nce 11.12.2017 tarih, … yevmiye no ile tasdik edilen yönetim kurulu karar defterinin 13.06.2018 tarih, 2018/8 karar sayısı ile yönetim kurulu başkanı … ve üye …’in katılım ve imzaları ile “Şirketin Esas Sözleşmesi’nin 6.maddesinin değiştirilmesi için Şirket Genel Kurulu’nun Olağanüstü Toplanması hakkında” karar alınmış olup, şirket sermayesinin 500.000 TL olarak gösterildiği, 6.maddenin eski şekli yerine, şirket sermayesinin 5.500.000 TL olduğu yeni şeklin kabulü için genel kurulun olağan üstü toplantıya davet edilmesi kararlaştırılmıştır.
Şirketin zararda olduğu, faaliyetlerine devam edebilmesi için ortaklarca sermaye artışı yapılmasının zaruret olduğu İddiasının ispatı için bilirkişi incelemesine sunulan kayıt ve belgelerden; şirketin kuruluş yılı olan 2015 yılında, 112.401,14 TL net kar elde ettiği, 2016 yılında, 1.972.123,09 TL net kar elde ettiği,2017yılında, 33.155,15 TL net kar elde ettiği, 30.06.2018 tarihi itibariyle verilen 2.geçici kurumlar vergisi beyannamesine göre ise 5.417.495,58 TL zarar ettiği,2017 yılı sonu itibari ile net satışların 27.892.870 TL, aktif büyüklüğünün 17.517.022 TL olduğu, özkaynaklarının ise dağıtılmamış önceki yıl karları ile beraber 2.553.929 TL olduğu, varlıklarının % 85’ini 14.963.093 TL olan yabancı kaynaklar (borçlar) ile finanse ettiği,2018 yılı ilk 6 aylık dönem net satışlarının 23.582.671 TL olduğu, pazarlama,satış ve dağıtım giderlerinin yanında, kur farkı net zararının 2.026.704 TL, finansman giderlerinin 1.477.229 TLolması nedeniyle, 5.417.496 TLzarar ettiği tespit edilmiştir.
Yapılan muhasebe değerlendirmesinde yüksek satış hasılatı ile faaliyetlerine devam eder et işletme sermayesi eksiği olan, aktiflerini yabancı kaynaklarla finanse eden firmanın 2018 yılında yaşanan döviz ve tahsilat bazlı ekonomik dalgalanmadan, zararla çıkmış olması nedeniyle, bu zararı karşılayarak, faaliyetlerini ve varlığını devam ettirebilmesi için sermaye artışı yapması işletme yönetimi, alacaklıların haklarının korunması ve hatta şirket varlığını devam ettirebildiğinden azınlıktaki ortakların hisse değerlerinin korunması için faydalı ve gerekli olduğundan, sermaye artışı için alınan yönetim kurulu kararının mali açıdan yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
Taraflar arasındaki dava tüzel kişi davalının esas sermaye artışına ilişkin kararının batıl olduğunun tespiti davasıdır. Bu iddia davacı tarafından TTK m. 456/4 atfı ile m. 353 ve m. 391 uyarınca YK kararının iptali davası olarak ortaya konulmuş olsa da, kanun koyucu TTK m. 353 ve m. 391’de iptalden değil, butlandan bahsetmiştir. Diğer yandan ifade etmek lazımdır ki, YK kararlarının iptali TTK’da istisnai mahiyette olacak biçimde kayıtlı sermayenin düzenlendiği m. 460/5 ile yapısal değişikliklerin düzenlediği TTK m.l92’de yer almaktadır ve her ikisinin de somut olayla hiçbir biçimde ilgisi yoktur.
TTK m. 456/4’ün getirilme amacı esas sermaye artışının kanun koyucu tarafından -yeni payların ihdas edilmesi bakış açısıyla- bir tür kuruluş olarak algılanması ve kuruluştaki bu hükümlerin sermaye artışında da kullanılmasının teminidir.
Derdest davada davacı, gerçek kişi davalıdan alacaklıdır ve alacağına ilişkin olarak da gerçek kişi davalının tüzel kişi davalıdaki hisselerini haczettirmiştir. Daha sonra tüzel kişi davalı sermaye artışına gitmiş ve esas sermayesini 500.000 TL’den 5.500.000 TL’ye yükseltmiştir. Gerçek kişi davalı rüçhan hakkını kullanmamış ve tüzel kişi davalıdaki payı oransal olarak %49’dan (yaklaşık olarak) %9,1’e düşmüştür.Davacı işte bu GK kararına esas olan YK kararının iptalini (yukarıda açıklandığı üzere ancak butlanının tespiti olabilir) istemektedir.
Davacının dayandığı normlardan TTK m. 353’e bakıldığında fesih davasının şirkete karşı, (diğerlerinin yanı sıra) şirket alacaklısı tarafından ikame edilebileceği düzenlenmiştir. Oysa derdest davada davacı, tüzel kişi davalıdan değil onun ortağı olan gerçek kişi davalıdan alacaklıdır ve bu sebeple de TTK m. 353’teki “şirket alacaklısı” sıfatını haiz değildir. Bu durumun davadaki husumete ilişkin değerlendirmesi sayın mahkemeye aittir.
Davacının dayandığı diğer norm ise TTK m. 391 ‘dir. Anılan madde; 2. Batıl kararlar
MADDE 391- (1) Yönetim kurulunun kararının batıl olduğunun tespiti mahkemeden istenebilir. Özellikle;
a) Eşitişlem ilkesine aykırı olan,
b) Anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen,
c) Pay sahiplerinin, özelliklevazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren,
d) Diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu yetkilerin devrine ilişkin, kararlar batıldır.” şeklindedir.
Dava konusu edilmiş YK kararı-aslen kur zararı nedeniyle olduğu düşünülen-bilançosu negatife dönmüş bir şirketin esas sermaye artışı hakkındadır. Dolayısıyla TTK m. 391 ‘de düzenlenen hususlara ilişkin bir durumun mevzu bahis olmadığı görülmektedir.
Davacının dilekçelerinde zikrettiği yüksek yargı kararlarında genellikle sermaye artışının çoğunluk tarafından azınlığın ezilmesine yönelik olduğu cihetle iptali gündeme getirilmiştir. Oysa somut olayda ne “davacı” azınlık sıfatını haizdir ne de gerçek kişi davalı sermaye artışı yoluyla ezilmiştir. Tüzel kişi davalı sermaye artışının sebebi mali durumundaki bozulmanın giderilmesi olup, gerçek kişi davalının ezilmesi olmadığı mali incelemeden anlaşılmaktadır. Kaldı ki, sermaye artışının amacının azlığın ezilmesi olduğu halde dahi davacının böyle bir davayı açabilmesi için TTK m. 391 normatif temel teşkil edemez.
Davacının gerçek kişi davalının ıskatına ilişkin iddiaları yerinde değildir. Zira esas sermaye artışı yapılması için önceki artırılan sermayenin tamamının ödenmiş olması gerekir (TTK m. 456/1 – her ne kadar anılan maddede bir önceki artış sonrasında taahhüt edilmiş sermayenin tamamının ödenmeden yeni artış yapılabileceği ifade edilmiş olsa da uygulama hepsinin ödenmesini aramaktadır). Dolayısıyla gerçek kişi davalının 500.000 TL’lik sermaye içindeki %49’a denk gelen payının ıskat yoluyla “ortadan kaldırılması” mümkün değildir; ayrıca gerçek kişi davalıda yeni pay taahhüdünde de bulunmuş değildir. Kaldı ki, yeni pay taahhüt etseydi dahi bunun haczedilen paylar bakımından bir ehemmiyeti yoktur. Borçlunun yeni pay edinmesi halinde alacaklının bunların da hacze dahil edilmesi talebinde her zaman bulunması mümkündür. Bunun ötesinde sermaye artışının aslında alacaklı bakımından faydası olmuştur. Zira zarar eden şirketten -ki böyle bir şirketin paylarının değeri de oldukça düşüktür veya yoktur- sermaye artışı yoluyla pozitife geçmiş bir şirket alacaklı bakımından hisse değeri bağlamında her zaman daha kıymetli olmak lazım gelir.
Somut olayda gerçek kişi davalı davacının kişisel borçlusudur ve gene gerçek kişi davalı, tüzel kişi davalının YK üyesi değildir ve alınmış bulunan esas sermayenin artışı hakkındaki YK kararında bir etkisi de yoktur. Davanın tüzel kişi davalının YK kararının iptali (butlanının tespiti) olduğu düşünüldüğünde kendisine bu davada husumet yöneltilip yöneltilemeyeceği konusunda yapılacak değerlendirme hassaten sayın Mahkemeye aittir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise YK’nın TTK m. 457 gereğince vermesi lazım gelen beyanı sicile vermemiş olduğu iddiasıdır. Bu iddia -eğer açıldı ise- tüzel kişi davalının esas sermaye artışına ilişkin genel kurul kararının iptali davasında gerçek kişi davalının şirkete karşı sürebileceği bir eksiklik iddiasıdır. Bu cihetle derdest davada davacının bu yöndeki bir eksikliği iddialarını dayandırdığı TTK m. 353 ve TTK m. 391 bağlamında ileri sürmesi mümkün olamayacağı gibi, anılan normatif temellerin dışındaki bir normatif temele istinaden de pay sahibi sıfatının yokluğu hasebiyle anılan iddianın ileri sürülmesinin TTK’da bir temeli yoktur. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki, TTK m. 457’nin koruma alanına, pay sahiplerinin yanı sıra olsa olsa tüzel kişiliğin alacaklıları girebilecek olup, pay sahiplerinin şahsi alacaklılarının bu norma istinaden bir talep hakkı söz konusu olamayacaktır.
Taraflar arasında sürmekte olan diğer davalar işbu davanın konusu olmadığı cihetle heyetimizce değerlendirmeye alınmamıştır.
Takdiri tamamen sayın mahkemeye ait olmak üzere, derdest davada yukarıda açıklanan gerekçelerle TTK m. 456/4 atfıyla TTK m. 353 ve TTK m. 391’in TKD’nin almış olduğu esas sermaye artışına ilişkin yönetim kurulu kararına uygulanmasının mümkün olamayacağı” şeklinde beyan ve mütalaada bulunmuşlardır.
Mahkememizce; davacı tarafın itirazlarının karşılanması babında kök raporu hazırlayan mevcut bilirkişilerden alınan 04/07/2019 tarihli ek rapor teminle dosyamız arasına alınmıştır.
Bilirkişiler anılı ek raporlarında özetle;
“Kök raporumuza vaki itirazlar üzerine işbu ek rapor heyetimiz tarafından hazırlanmıştır. Davacı taraf bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde TTK m.353 (fesih davası), m.456 (Sermaye artışı ortak hükümler), m.457 (yönetim kurulunun beyanı), m.480 (tek borç ilkesi), m.481 (ödemeye çağrı), m. 483 (ıskat) ve m.391’e (YK kararlarının butlanı) ilişkin ilk iki dilekçesindeki iddia, beyan ve itirazlarını yinelemiştir. İtiraza konu tüm hususlara kök raporda etraflı biçimde yer verilmek suretiyle bu hususlar değerlendirilmiş olduğundan aynı nitelikteki itirazları bir kez daha değerlendirmeyip, kök rapora atıfla yetiniyoruz.
Bununla birlikte TTK m.353 bağlamındaki değerlendirmemiz: Davacı tarafın itiraz dilekçesinde, icra ve iflas hukuku alanında çalışma yapmış olan bir akademisyenin görüşlerine yer verdiği kısımda, bu çalışmanın yazası Dr. … sadece soruna değinmiş (çıplak pay haczinde paydan doğan yönetsel hakların nasıl kullanılması gerektiği), bu bağlamda konunun ancak kanun koyucunun müdahalesiyle çözüm getirilmek suretiyle çözümlenebileceğini vurgulamış ve çözüm getirilirken de hem alacaklının menfaatlerini hem borçlunun menfaatlerini dengeleyecek hem de şirketin genel işleyişine de zarar vermeyecek bir orta yol bulunması gerektiğine işaret etmiştir. Dr. …’ın ‘önerisi’ gereğince alacaklının zararına olan işlemlerin geçersizliğinin ileri sürülmesi mümkün olmalıdır. Ama, yazar dahi bu konuda muğlak bir açıklamada bulunmaktadır; öte yandan bunun somut olaydaki yansımasının nasıl olduğu da davacı tarafça izaha muhtaçtır. Zira mali inceleme verilerine göre tüzel kişi davalı ciddi bir mali zarar içerisindedir, özvarlığını yitirmiştir. Bu haldeki bir şirketin pay sahibinin alacaklısının (yani davacının) haczettirdiği payın da (yani mahcuz mal) değerinin fevkalade az olacağı veya hiç olmayacağı izahtan varestedir. Dolayısıyla, sermaye artışının şirketin kötü mali durumundan kurtulmasına yol açtığı ölçüde davacının da lehine sonuçları olacağı açıktır. Bunun ötesinde bir kez daha ifade etmek lazımdır ki, hiçbir surette TTK m.353 çerçevesinde davacının aktif husumet ehliyeti söz konusu olamaz, zira bu norm şirket alacaklarına (fesih) dava(sı) açma hakkı verir, davacı gibi pay sahibinin alacaklılarına vermez.
Davacı taraf gerçek kişi davalının hisse oranının raporda hatalı hesaplandığını isabetli bir şekilde tespit ve ifade etmiştir, ancak bunun raporun mali veya hukuki değerlendirmelerine nasıl bir etkisinin olduğu belli değildir. Sermaye artışı sonrasında gerçek kişi davalının hisse oranın % 4,45 yerine hataen %9,1 şeklinde belirtilmiş olmasının somut olayda neyi değiştirdiği sorusunun cevabı ehemmiyetsizdir. Zira şirketin özvarlık kaybı sebebiyle kötü mali durumu çerçevesinde her iki yüzdenin değerinin arasında nasıl bir fark olduğunu (zararın ispatı davacı tarafa terettüp edeceğin için) davacının ispatlaması gerekecektir; ancak dosyaya mübrez belgeler içinde davacı tarafın bu yönde bir değerlendirmesine rastlanılamamıştır.
Ayrıca, her ne kadar davacı vekili, gerçek kişi davalının rüçhan hakkına katılmaması nedeniyle, hisselerinin oransal olarak % 49’dan % 4.454’a düşürüldüğünü iddia etse de, gerçek kişi davalının 245.000 TL karşılığı 245.000 adet hissesi olduğu gibi korunmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, davacının bundan nasıl bir zarara uğradığı davacı tarafça ispata yarar delillerle ortaya konamamıştır. Bir an için, rüçhan hakkını kullanmayan azınlık pay sahiplerinin, sırf hisselerinin oransal olarak düşmesinin hukuka aykırı olduğunu kabul etmiş olalım. Bunun neticesinde hiç bir sermaye şirketi azınlık hissedarını razı etmeden sermaye artışını yapamaz duruma gelir ki başta halka açık şirketler ve diğer şirketlerin büyümesi ve hayatta kalması imkansızlaşırdı ve bu durum da ticari hayatın kilitlenmesine ve zarar görmesine yol açardı. Dava dosyasında bulunan ve incelemeye sunulan en son 30.09.2018 tarihli mali tablolarında, davalı şirketin, sermaye artışı nedeniyle yatırılan 1.250.000 TL’ye (taahhüt edilen sermaye artışının öoenmesine) rağmen özsermayesinin (-) 7.656.869 TL olduğu görülmektedir. Sermaye artışı olmasa idi, özsermaye kaybının (-) 8.906.869 TL olacağı, taahhüt edilen sermayenin geri kalan 3.750.000 TL’sinin ödenmesi halinde ise, özsermaye kaybının (-) 3.906.869 TL’ye gerileyeceği görülmektedir. Tüm bu şartlar altında sermaye artışının şirketin faaliyetlerinin devamı ve gerçek kişi davalının sahip olduğu hisselerinin değerini koruması için lehte bir durum yarattığını tekrar belirtmek isteriz.
Davacı taraf bu itirazının dışında; … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasından alınan bir karar ile “Yönetim Kurulunun Sermaye artırılması kararının uygulanmamasına” hükmedildiğini, bu sebeple de sermaye artışının yapılamayacağını ve 8 sayfalık dava dilekçesinin 7.sayfasında buna değindiğini ifade etmektedir. Davacının iddiası mucibince anılan karar dosya münderecatında olmakla birlikte maalesef 8 sayfalık dava dilekçesinin hiçbir yerinde buna değilmiş değildir. Zira dava dilekçesi 28.06.2018 tarihlidir, icra dairesinin mezkûr kararı ise 05.07.2018 tarihlidir; takdir sayın Mahkemenindir.Bunun ötesinde, icra dairesinin bu gibi bir -maddi hukuk alanında etki doğuracak iptal fonksiyonuna sahip inşai niteliği haiz karar alma- yetkisinin olup olmadığı hususu da mahkemenin takdirindedir. Davacı kendi dilekçesinde anılan YK kararına karşı bir iptal davası açtığını, ancak talep ettiği tedbir kararının mahkemece reddolunduğunu ifade etmiştir (ancak her nasılsa icra dairesi mahkemenin vermediği bu kararı vermiştir). İcra dairesinin böyle bir yetkisinin olduğunun kabulünde ise, durumu değerlendirmek için YK kararının sermaye artışı bağlamındaki etkisine bakılmak gerekir. Bilindiği üzere GK’nın gündemi GK’yı toplantıya çağıran tarafından belirlenir. Buradaki GK çağrısı tüzel kişi davalının YK’sı tarafından 13 Haziran 2018 tarihinde alınmış ve 25 Haziran 2018 tarihinde de TTSG’de ilan edilmiştir. İcra dairesinin yukarıda zikredilen kararının tarihi 05.07.2018’dir. YK’nın pay sahiplerine yaptığı rüçhan hakkını kullanma çağrısının tarihi 17.07.2018, ilan tarihi 25.07.2018, GK’nın yapıldığı tarih 16.07.2018, tescil tarihi ise 28.08.2018’dir.
Hukukumuzda esas sermaye sisteminin cari olduğu AŞ’lerde sermaye artışı kararını GK verir ve bu karar mutlak biçimde GK’nın yetkisindedir (TTK m. 408); YK ancak ve ancak sermaye artışının görüşülmesini gündeme koymak suretiyle teklif edebilir, artış kararını ise GK tesis eder veya etmez. Dolayısıyla, icra dairesinin vermiş olduğu “Yönetim Kurulunun Sermaye artırılması kararının uygulanmaması ” ilişkin karar içerik olarak uygulanabilir değildir; zira evleviyetle YK’nın çağrıyı yaptığı tarihte böyle bir karar yoktur ve mezkur çağrı yapılmış olmakla da sonuçlarını doğurmuştur. Nitekim, YK’nun GK toplantısına ilişkin çağrısı üzerine tüzel kişi davalının GK’sı 16.07.2018 tarihinde toplanmış ve %51 oranındaki pay sahibinin oyu ile (gerçek kişi davalı karara muhalif kalmıştır) sermaye artışına karar vermiştir. Bu GK kararının ticaret siciline tescil tarihi 28.08.2018 dir. Ara dönemde YK “kendi kararına istinaden olmayacak şekilde” artan sermaye ile ortaya çıkan yeni paylara ilişkin rüçhan hakkının kullanılmasına yönelik bir karar tesis etmiştir. Ancak bu kararın da icra dairesinin vermiş olduğu “Yönetim Kurulunun Sermaye artırılması kararının uygulanmamasına” ilişkin olmadığı görülmektedir. Zira sermaye GK kararıyla artmıştır ve YK sadece rüçhan hakkının kullanılmasına yönelik bir karar tesis etmiştir. YK bu rüçhan hakkının kullanılmasına ilişkin karan tesis etmeseydi dahi tüzel kişi davalının esas sermayesi 16.07.2018 tarihindeki GK kararıyla artmıştır.
Nihayet davacının itiraz dilekçesinin 6. sayfasında “Hukuken Bilirkişi Raporu Nasıl Olmalı îdi…” başlıklı öğretici kısmında yer alan, derdest davanın konusuyla en ufak bir ilgisinin dahi olmadığı TTK m.382 (şirketin kendi hissesin almasının istisnası – buradaki olayda şirket kendi hissesini iktisap etmiyor!) ve TTK m. 491/5 (pay bedellerinin tamamen ödenmemesi durumunda pay devrine şirketin onay vermemesi veya kanuni bağlam – maalesef madde, 2 fıkradan müteşekkil olup 5.fıkra yoktur!) ve m. 493/4 (esas sözleşmesel bağlam!) ve dava dilekçesinin 4. sayfasında yer alan m. 480 (tek borç ilkesi!!!) gibi bazı kolaj mahiyetindeki atıfların değerlendirilmesine paragraf başında anılan sebeple gerek olmadığı kanaati hasıl olmuştur.
Takdiri tamamen sayın Mahkemeye ait olmak üzere, derdest davada yukarıda açıklanan gerekçelerle kök raporda varılan sonucun değişmesine gerek olmadığı” şeklinde beyan ve mütalaada bulunmuşlardır.
Mahkememizin 28/11/2019 tarihli celsesinde davacı vekilinin yeni bir ek rapor alınmasına yönelik talebinin dosya kapsamı mevcut delil durumu itibariyle reddine karar verilmiş ve tahkikat tamamlanmakla, tefhim edilerek sözlü yargılama aşamasına geçilmiştir.
Mahkememizce celp edilen … ATM nin … esasında davalı … tarafından açılan aynı konuya ilişkin davadan ibaret bulunduğu ve davanın reddine karar verildiği görülmüştür.
Dava; davalı şirketin diğer davalı ortağın haczedilen hissesini ve haczi bertaraf etmek maksadıyla gerekli olmamasına rağmen yüksek oranda sermaye artırımı yönünde yönetim kurulu kararı aldığından Türk Ticaret Kanunun 456-4. maddesinin atfı dolayısıyla aynı yasanın 353 ve 391. maddeleri gereğince 13.06.2018 tarihli 2018- 8 sayılı olağanüstü genel kurul yapılmasına ilişkin yönetim kurulu kararının afaki iyiniyet kurallarına aykırı olması, sermaye çoğunluk gücünün ve kontrol sahibi hissedarın diğer pay sahiplerinin ve pay sahiplerinden alacaklı olanların haklarını aşırı derecede suiistimal etmesi ve yönetim kurulunun bu sermaye durumuyla ilgili Türk Ticaret kanununun 457.maddesine aykırı olarak açık doğru ve dürüst beyanname düzenlememesi sebebiyle iptalini-butlanını talep ve dava etmiştir. Davalılar davanın reddini savunmuştur.
Yanlar arasındaki ihtilaf; dava konusu yönetim kurulu karanının iptali-butlanını istemekte davacının aktif husumetinin bulunup bulunmadığı, yine davalılara husumet yöneltilip yöneltilmeyeceği ve iptal-butlan şartlarının somut olayda bulunup bulunmadığı hususlarına ilişkindir.
Dava şirket yönetim kurulu kararının butlanının tespiti ve iptali istemine ilişkin olmakla davanın vasfı gereği şirket ortağına husumet yöneltilemeyeceğinden davalı ortak … … yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir.
Davalı şirket yönünden ise; rüçhan hakkına ilişkin genel bir açıklama yapılmasında fayda mülahaza edilmiştir.
Ortakların sermaye artırımlarına esas sermaye payları oranında katılma ve artırılan sermayeden bu oranda yeni pay alma haklarına “rüçhan hakkı” adı verilir (TTK m. 591). Rüçhan hakkının tanınmasının amacı ortakların korunmasıdır. Bu şekilde, ortakların ortaklıktaki durumlarının kötüleşmesi engellenir ve özellikle azınlık konumundaki ortaklar korunur. TTK m. 591/1’e göre, ortaklık sözleşmesinde veya artırma kararında aksi öngörülmemişse, her ortağın, esas sermaye payı oranında, esas sermayenin artırılmasına katılma hakkı vardır. Rüçhan hakkının doğabilmesi için ortaklık genel kurulu tarafından sermaye artırımı kararı alınarak yeni paylar çıkartılması gerekir. Ortaklığın sermaye artırımına gitmesi, ortakların mali haklarından olan rüçhan hakkını, soyut bir hak olmaktan çıkararak, onu ortaklığa karşı ileri sürülebilen somut bir hak haline dönüştürür.
Rüçhan hakkının ortaklık payının haczi kapsamına girip girmediği konusunun sermaye artırımının iç kaynaklardan yapılıp yapılmadığına göre bir ayrım yapılarak incelenmesi gerekir. Buna göre, şirketin sermaye artırımının iç kaynaklardan yapılmasına karar verilmiş ise ortaklar, bu sermaye artırımının tescili ile birlikte ortaya çıkan bu esas sermaye paylarını, sermaye oranlarına göre, bedelsiz olarak kendiliklerinden iktisap ederler. Ortakların bu paylar üzerindeki hakları kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz, bu haktan vazgeçme olanağı da bulunmamaktadır (TTK m. 462/3). Esas sermaye artırımının, mevcut esas sermaye paylarının itibari değerlerinin artırılması suretiyle gerçekleştirilmesi de olanaklıdır. Şayet iç kaynaklardan sermaye artırımı bu yolla gerçekleştiriliyorsa, bu durumda sermaye artırımının tescili ile birlikte, ortakların sahip oldukları esas sermaye paylarının itibari değeri de yükselir.
Bu açıklamalar ışığında iç kaynaklarda yapılan sermaye artırımı üzerine oluşan yeni paylar üzerinde rüçhan hakkına sahip olan hacizli pay, bu yeni paylara ortaklık payı oranında kendiliğinden hak sahibi olacağı için haczin kapsamına gireceğinden kuşku duymamak gerekir. Rüçhan hakkının dış kaynaklardan artırılması halinde ise ortakların kanunda belirtilen süre içerisinde bu rüçhan hakkını kullanması gerekir. Yargıtay kararında belirtildiği üzere, bu hak, ortağın tek yanlı ve şirkete yönelteceği irade beyanıyla sonuç doğurur, bu beyan şirketin kabulüne bağlı değildir. Ancak bu durum ortaklara bir yükümlülük yüklemez yani, ortaklar rüçhan hakkını kullanmaya hiçbir şekilde zorlanamazlar. Rüçhan hakkının her ne kadar malvarlıksal bir hak olmasına rağmen bu hakkın pay sahibi ortak dışında o payı haczettiren alacaklı tarafından kullanılması da sıkıntı doğuracaktır. Çünkü borçlu ortak, rüçhan hakkını kullanmaya zorlanamaz. Rüçhan hakkı kullanma yetkisi bizzat borçlu ortağa aittir. Alman doktrininde de somut rüçhan hakkına haciz konulması durumunda, rüçhan hakkının alacaklı tarafından değil, borçlu ortak tarafından kullanılacağı kabul edilmektedir. Ancak borçlu ortağın rüçhan hakkını kullanmak istememesi üzerine veya yeni paylar almak için yeterli parasının olmaması durumunda borçlu ortağın alacaklısının bu hakkı isterse kullanabileceği kabul edilebilir. Bu durumda alacaklı bu hakkı kullanmak isterse rüçhan hakkının değerini ödemek zorunda kalacaktır. Bu durumda borçlu lehine bir pay artışı ve o payın itibari değerinin artışı meydana gelecek ve bu doğal olarak hacizli payın kapsamına girecektir.
Somut olayda ise davacı rüçhan hakkının kullanımını değil, sermaye artırımının hisseyi bertaraf etmek maksadıyla yapıldığından bahisle yönetim kurulu karınının iptalini veya butlanının tespitini dava etmiştir.
Davacı yan; TTK m. 456/4 atfı ile m. 353 ve m. 391 hükümlerine dayanmış ise de; anılı yasanın 456/4 ve 353.maddelerinin somut dava ile ilgisi kurulamamıştır.
Davacı yan; TTK’nın 391- (1) Yönetim kurulunun kararının batıl olduğunun tespiti mahkemeden istenebilir. Özellikle;
a)Eşitişlem ilkesine aykırı olan,
b)Anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen,
c)Pay sahiplerinin, özelliklevazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren,
d)Diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu yetkilerin devrine ilişkin, kararlar batıldır.” şeklindeki düzenlemeye dayanmıştır.
Tartışılması gereken bu husus; şirket ortağından alacaklı olan davacının TTK 391 kapsamında aktif husumetinin, yani yönetim kurulu kararının dava açma hakkı bulunup bulunmadığı hususlarına ilişkindir.
Davacı her ne kadar şirket ortağından alacaklı ve hisseyi haczeden vasfına sahip olup aktif husumet ehliyetine sahip olmadığı ileri sürülebilir ise de; davacının dava konusu yönetim kurulu kararının iptal edilebilirlik şartları yönünden( ki yönetim kurulu kararlarının iptalinin mümkün olup olmadığı doktrinde tartışmalıdır ) aktif dava ehliyeti yok isede; talep yönetim kurulu kararının butlanı istemini de içerdiğinden ve ilgili kararın butlanının tespitinde menfaati olan herkes dava açabileceğinden davacı aktif husumete haiz olmakla davalı şirkete yönelik yönetim kurulu karanının butlanla sakıt olduğu iddiası yönünden davanın esastan incelenmesine geçilmiştir.
Bu kapsamda butlan şartları yönünden; mübrez raporda davalı şirketin borca batık olduğu sermaye artışının şirket için zorunlu olduğu, azınlık konumundaki davalı borçlu … …’nin haklarının ortadan kaldırılması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, hisse değerinde herhangi bir azalmanın söz konusu olmadığı, aksine sermaye artışının ve şirketin borçluluğunun azalmasının hacizli hissenin de değerini olumlu yönde etkilediği, dava konusu yönetim kurulu kararının butlanını gerektirir herhangi bir durumun somut olayda bulunmadığı sübuta ermekle davanın şirket yönünden esastan reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda yazılı nedenlerle;
1-Davanın, davalı şirket yönünden esastan REDDİNE,
2-Davanın, davalı … yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle REDDİNE,
3-Alınması gerekli harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4-Davalı, … kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. göre hesaplanan 2.725,00 TL ücret-i vekaletin davacıdan tahsili ile bu davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
6-Taraflarca yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere başka yer mahkemesine istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzereoy birliği ile verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.28/11/2019

Başkan …

Üye …

Üye …

Katip …