Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/1084 E. 2021/27 K. 22.01.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/1084 Esas
KARAR NO : 2021/27

DAVA : Tazminat (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 01/12/2017
KARAR TARİHİ : 22/01/2021
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirket tıbbi malzeme tedarikinden dolayı dava dış…Uygulama ve Araştırma Hastanesi (Döner Sermaye İşletmesi)’nden toplam 369.573.10 TL alacaklı olduğunu, borçlunun, ödemelerinden yaşanan gecikmeler sebebiyle, müvekkili şirketin finansman sıkıntısı içine girdiğini ve bunu aşmak için davalı bankadan kredi talebinde bulunduğunu, davalı banka açacağı krediyi teminat altına almak için, müvekkilinin dava dışı kurumdaki alacağının teminaten temlikini istediğini, bunun üzerine müvekkili şirket, dava dışı …Uygulama ve Araştırma Hastanesinden olan 12.05.2014-24.06.2014 arası tarihli 17 adet toplam 369.573.10 TL’lık fatura alacaklarının 25.08.2014 tarih ve 10546 yevmiye numaralı Temlik Sözleşmesi ile kullanmış olduğu kredinin teminatı olarak davalı bankaya temlik ettiğini, TBK 189. md. yer alan hüküm gereği, temlik edilen asıl alacakla birlikte işlemiş faizleri de devrettiğini, aynı kanunun 190. md. uyarınca da, temlike konu alacak hakkına ilişkin tüm belgeler ve bilgiler temlik sözleşmesi ile birlikte davalı bankaya teslim edildiğini, bu temliklerin, davalı bankanın müvekkili şirkete açmış olduğu kredi borçlarının ifası amacıyla ve ifa yerine değil; krediden doğan asıl borç ifa edilince müvekkili şirkete iade edileceği inancıyla (teminat amacıyla) temlik edildiğini, bu sebeple “teminaten temlik sözleşmeleri” ile taraflar arasında bir inanç ilişkisi kurulduğunu, davalı banka inanç sözleşmesine istinaden kendisine devredilen alacak hakkını özenle idare ve muhafaza etme, krediden doğan alacağını temlik edilen alacaktan karşılama, varsa aşan kısmını iade etme (iadeten temlik) borcu altında olduğunu, müvekkili şirketin, davalı bankaya teminat amacıyla temlik sebebiyle borçlu kurumun, temlik keyfiyetinin bildirilmesi üzerine, davalıya temerrüt tarihinden sonra aşağıda gösterildiği şekilde gecikmeli olarak ödemeler yaptığının tespit edildiğini, bu ödemelerin davalı banka tarafından kredi borcuna sayıldığını, müvekkil şirketin, davalı bankanın … Şb. 18.09.2014 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi ile açmış olduğu krediden kaynaklanan asıl borcu ve bu sözleşmeye bağlı diğer borçlarının yukarıda gösterilen ödemeler ve davalıya müvekkili şirketin doğrudan yaptığı ödemelerle tamamen ifa edildiğini, müvekkili şirketin kredi sözleşmelerinden dolayı davalı bankaya bir borcu kalmadığını, dolayısıyla alacağın teminat amacıyla temlikine ilişkin inanç sözleşmesi, asıl borcun ifa edilmesiyle sona erdiğini, temlik edilen alacağın teminat olma İşlevi gerçekleşmediğini, bu hukuki durum karşısında müvekkili şirketin, borçlu kurum tarafından temlik sebebiyle dâvâlı bankaya temerrütten sonra yapılan ödemelerin, öncelikle gecikme faizi ve masraflardan sayılmış olması lazım geldiğini belirterek, kredi borcunun ifa ile sona ermiş olması sebebiyle temlik ettiği alacağın bakiyesinin iadaten temlikini davalı bankadan 19.07.2017 tarihli … yevmiye numaralı ihtarname ile talep ettiğini, davalı banka ihtara bugüne kadar cevap vermediğini, iadeten temlikten kaçındığını, oysa, borçlu kurumun teyit yazılan ile fatura içeriklerine bir itirazlarının bulunmadığını bildiğini, teminat amacıyla olsa da, alacağın temliki halinde alacağı devralan, devraldığı alacağın aslı ve ferilerini birlikte kazanmış olduğunu, TBK 189. md. yer alan hüküm gereğince de ister yasal, ister sözleşmeden doğsun sadece işlemekte olan faizler değil, işlemiş faizler de asıl alacakla birlikte devredilmiş sayılacağını, temlikle, devredenin alacak üzerinde tasarruf yetkisi kalmaz, “alacaklı sıfatını” devralan iktisap eder ve alacak aslı ve ferileriyle birlikte ona ait olur, temlikin teminat amacıyla yapılmış olması bu hukuki durumu değiştirmeyeceğini, temerrüde düşen borçlunun yaptığı ödemeleri ana borçtan saymaya ilişkin bir tercih hakkının olmadığını, bu hakkın alacaklıya ait olduğunu, dolayısıyla davalı bankanın temlikle devraldığı alacakla ilgili, borçlunun temerrüde düştükten sonra yukarıda gösterilen tarihlerde yaptığı ödemeleri öncelikle gecikme faizinden ve masraflardan saymış olması gerekirken, böyle yapmayarak, temlik sebebiyle borçlunun kendisine yaptığı ödemeleri ana borçtan düşmesi teminaten temlik aldığı alacağı korumaya ilişkin özen borcuna aykırılık teşkil ettiğini, bu ise TKB. 112. md. gereğince, alacağını teminaten temlik eden (inananın) varsa bundan doğan zararının tazminini gerektirdiğini borçlunun temerrütten sonra yaptığı ödemeler sebebiyle, müvekkili şirketin borçlunun gecikmeli ödemelerinden dolayı faiz alacağının mevcut olduğunu, davalı bankanın açmış olduğu kredi sözleşmesinden doğan temlike konu alacağın teminat altına aldığı asıl borç ifa ile sona erdiğine göre, borçlu kuruma karşı bakiye alacaklarının ve sözleşmeden doğan sair yasal haklarını ileri sürebilmeleri ancak teminat amacıyla temlik ettikleri alacaktan geriye kalanın müvekkili şirkete iadeten temlik edilmesi halinde mümkün olacağını, bu sebeple davalının kusurlu olduğunu, müvekkili şirket ile dava dışı Üniversite döner sermaye işletmesi arasındaki alacağı doğuran ilişki, tıbbi malzeme tedarikinden kaynaklanmakta olup, her iki tarafın ticari işletme olması sebebiyle, zararın kapsamı belirlenirken temerrüt ve temerrüt faizi konusunda 6102 sayılı TTK 1530. md. 2. fıkrasında yer alan hükmün uygulanacağı ve zararlarının kapsamının bu hükümden gösterilen esaslar çerçevesinde hesaplanacağının açık olduğunu, taleplerinin bu yönde olduğunu, TTK 1530. md. göre Merkez Bankasınca her yıl Ocak ayında belirlenen temerrüt faiz oranlan değiştiği ve asıl borçlu temlik ettikleri alacaklarını bu maddeye göre farklı tarihlerde temerrüde düştüğünden, teminat miktarını daya tarihinde tam ve kesin olarak belirleyebilmeleri mümkün olmamış, bu sebeple davanın belirsiz alacak olarak açıldığını iddia ederek yukarıda açıklanan sebeplerle; tahkikat sonucu tazminat alacaklarının tam ve kesin olarak belirlendiğinde, HMK 107/2. md. Uyarınca taleplerini artırma haklan bulunduğu dikkate alınarak, asgari olarak 10.000.- TL tazminatın, ihtar tarihinden itibaren ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, yargılama giderleri ve vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; yetkili mahkemenin, Adana Ticaret mahkemeleri olduğunu, davacının müvekkili şirketten 18.09.2014 tarihinde kredi kullandığını, söz konusu kredi sözleşmesi için 25.08.2014 tarihinde … yevmiye nolu Temlik Sözleşmesi ile toplam 369.573.10 TL tutarındaki faturalı alacağım temlik ettiğini, teminat amaçlı alacağın temliki işleminde, temlike konu alacağı, gerek devreden inanan, gerekse 3.kişilere karşı, hakkın bütünü olarak devri teorisi uyarınca tam hak sahibi olacak şekilde, bir bütün olarak iktisap edeceğini, alacağını bu yolla teminat altına alan inanılan, temlik işlemi ile birlikte, teminata konu alacağı iktisap ederek, alacağın tek başına ve bağımsız hakimi olduğunu, sağlanan bu hakkaniyet ile de temlik alan 3. kişilere karşı da tam hak sahibi olduğunu, hal böyle iken, alacağın temlikinden müvekkili şirketin sorumlu tutulabilmesi TBK. md.49/2 “Zarlar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarlar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür” hükmünün işletilebilir olsa da, aradaki kredi sözleşmesi göz önünde bulundurulduğunda bunun da imkansız olacağını, dolayısıyla huzurdaki davanın dayanaktan yoksun olduğu bir kez daha ortaya çıkacağını, BK. 100. maddesinin emredici nitelik taşımadığını, tarafların hükmün aksini açık veya örtülü olarak kararlaştırabileceklerini, hatta öğretiye göre somut olayın şartları ve işlem hayatının teamülleri dahi, İBK. md. 85 (TBK. md. 100) hükmünü uygulamaz kılabileceğini, bu konuda Yargıtay 19. HD. 2001/9284 E. 2003/955 K. sayılı ilamında; “…bankalar para satan ticari müesseseler olup, sattıkları para karşılığında yaptıkları tahsilatı öncelikle faizden mahsup etmeleri BK md. 84 gereği olduğunu, bu tahsilatlarda, ödemelerin faize mahsup edildiğini bildirmelerine gerek olmadığını, bu durumda mahkemece davacı tarafından yapılan ödemelerin öncelikle faize mahsup edilerek, davalı bankanın dava tarihi itibariyle alacağı bulunup, bulunmadığının belirlenmesi için konusunda uzman b.kişi kurulundan rapor alınıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.. .” ifadelerine yer vererek, huzurdaki davanın dayanaktan yoksun olduğunu bir kez daha gösterdiğini, bankacılık Genel Kredi Sözleşmesi (GKS) uygulamasında dönemsel borç ödeme olgusu, dönemsel olarak kat edilen kredi hesaplarına dayalı doğan borçlar için de söz konusu olduğunu, ÖKS çerçevesinde müşteri kredi çekme yetkisine sahip olup, belirli (uygulamada üçer aylık) dönemlerde cari hesap şeklinde işleyen kredi hesabı kat edilmekte ve bu işlemle birlikte anapara (iadesi)ve anapara faizi borçları doğup, muaccel olduğunu, müşterinin anapara faizi ödeme borcunun muacceliyeti ise, hesabın kat edilmesi ile gerçekleştiğinden, hesabın kat edilmesinden sonra müşteri TBK md.100/1 anlamında hesabı ödemede gecikmiş durumda olduğun ve bu nedenle yaptığı tam olmayan ödenildi alacaklı kabul etmedikçe, öncelikle anapara borcuna mahsup ettiremeyeceğini, bu tür bir mahcup, hesabın kat edilmediği dönemde yapılan ödemeler için de mümkün görülmeyebileceğini, zira burada da GKS kapsamında akdedilen mevcut birel (tüketim ödüncü sözleşmesinin) banka lehine öngördüğü anapara faiz alacağı, bankaya müşterinin önceden anaparaya ilişkin ödemede bulunma talebini alacaklı temerrüdüne düşmeden ret etme olanağı tanıdığını (TBK m.96), müvekkili şirketten davacıya ait GKS, ödeme planı ve hesap özeti celp edildiğinde de bu konudaki haklılıklarının pekişeceğini, yukarıdaki açıklamaları çerçevesinde müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını, delil dilekçelerinde belirtmiş oldukları belgeler müvekkili şirketten celp edildiğinde bu durumun bir kez daha gözler önüne serileceğini, savunarak; açıklanan nedenlerle; davalının kasten müvekkili şirket nezdinde yaratılmış olan zararın giderilmesi adına, daha sonraki hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 5.000 TL’lık zararın tazmin edilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili 23/11/2020 tarihli ıslah dilekçesinde; müvekkilinin zararının giderilmesi için ikame edilen iş bu belirsiz alacak davasında, müvekkilinin zararı yargılama sırasında belirlenmiş olup taleplerinin HMK 107/2 gereği 104.712,06 TL artırarak, toplamda 114.712,06TL’nin ihtar tarihinden itibaren işletilecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
TAHKİKAT, DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE;
Mahkememizce delillerin ibrazını müteakip celbi gerekli delillerde celp edilerek dosyamız arasına katılmıştır.
Bilirkişiler …, …ve… tarafından düzenlenen 16/09/2019 tarihli bilirkişi raporunda;
“Yapılan incelemeler sonucunda aşağıdaki hususlar tespit edilmiştir:
1) Davacı vekili, davalı bankaya temlik edilen fatura alacaklarının dava dışı temlik borçlusu tarafındaın geç ödendiğini, geç ödemeler nedeniyle bankaya yapılan ödemelerin öncelikle faiz ve ferilerine mahsup edilmesi gerekirken, bunun yapılmadığını, bankaya olan borcun ifa edildiğini, temlikin konüsuz kaldığını, davalı bankanın ihtara rağmen iadeten temlikten kaçındığını iddia ederek, ihtar tarihinden itibaren ticari faiziyle birlikte davalıdan şimdilik 10.000.- TL tazminatın tahsilini dava etmiştir.
2) Yapılan incelemede, temlik borçlusu kurum tarafından temlik bedellerinin geç ödenmesi nedeniyle, davacı şirketin faiz kaybı (19.06.2014 tarihli sözleşme tarihinden önceki faturaların vadesi muayene tarihi+30 gün, sonrası için muayene tarihi+300 gün) kabul edilerek) 109.724.59 TL olarak hesaplanmıştır. Davacı yan ise, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davayı 10.000.- TL üzerinden açmıştır. Davalı banka vekili tarafından 5.000.- TL’lık zararın tazmin edilmesi kabul edilmiştir.
3)Temlik konusu faturaların tamamının davacı ile temlik borçlusu kurum arasında imzalanan 19.06.2014 tarihli Mal Alımına İlişkin Sözleşme kapsamında (muayene tarihi+300 gün faiz başlangıç tarihi kâbül edilerek) olduğunun kabulü halinde, temlik borçlusu kurum tarafından temlik bedellerinin geç Ödenıtıesi nedeniyle, davacı şirketin faiz kaybı 85.719.37.59 TL olacaktır.
4)Davalı banka tarafından, 24.06.2014 tarihli … nolu faturaya karşılık, temlik borçlusu kurum tarafından 18.10.2017 tarihinde davacı hesabına gönderilen 47.659.55 TL fatura bedelinin 47.400.- Tl sı davacı şirkete 24.10.2017 tarihinde (ihtar tebliğ tarihinden 1 gün önce) yaptığı EFT (havale) yoluyla ödemiştir. Söz konusu miktarın, mahkemece kabul edilecek alternatife göre, hesaplanan faiz alacağındım tenzili gerekir. Tespit, görüş ve değerlendirmeleri sayın mahkemenizin takdirlerine saygıyla arz ederiz.” şeklinde mütalaada bulunulmuştur.
Bilirkişiler…, … ve… tarafından düzenlenen 15/06/2020 tarihli ek raporda;
“1-Davacının düzenlemiş olduğu temlike konu tüm faturalar için, ödeme süresinin, Muayene ve Kabul Komisyon Tutanağı tarihi + 60 gün kabul edilerek yapılan hesaplamada dava tarihi itibariyle davacının alacağı 114.712.06 TL olarak hesaplanmıştır.
2-Taraflar arasında belirlenen vadenin kesin veya belirli vade olup olmadığı, ayrıca temerrüt ihtarına gerek olup, olmadığı, dava dışı hastane yönünden temerrüt şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği,
Sözleşmede belirlenen yazılı talepten itibaren 300 günlük vade, belirli (muayyen) vadedir. (Mahkeme sözleşmeye TTK m. 1530/ f. 5 hükmünün uygulanması gerektiği kanaatine varılmış ise durumda 300 günlük süre TTK m. 1530/ f. 5 hükmüne aykırı olacağından vadenin yazılı talepten itibaren 60 gün olarak kabulü gerekir. Aksi halde 300 günlük süre geçerlidir. Vade baştan belirlenmiş olduğundan ayrıca ihtara gerek olmadığı, belirlenen süre sonunda dava dışı hastane yönünden temerrüt şartlarının gerçekleşeceği kanaatine takdiri Sayın Mahkemede olmak üzere varılmıştır.
3-Ve diğer hesaplamaların yanında, yine alternatifli olarak faiz hesabında ayrıca idare ve muayene kabul komisyon rapor tarihleri+300 gün esas alınarak yapılması hususları tartışılarak sonuca göre davalı bankanın davacı zararıns sebebiyet verecek alacağın tahsiline yönelik kusurlı ; davranışının olup, olmadığı ve neticelenrn varsa davacının talep edebileceği tazminat mukabili alacağın tespiti:
Sayın mahkemenizce “muayene kabul komisyon rapor tarihleri+300 gün” esas alınarak temerrüd oluştuğu varsayımına göre yapılan hesaplama aşağıda sunulmaktadır:
Ödeme süresi; “muayene kabul komisyon rapor tarihi+300 gün” esas alınarak temerrüdün oluştuğu varsayımına göre yapılan hesaplamada davacı faiz alacalı 85.129.54 TL olarak hesaplanmıştır.
Esasında, oluşan gecikme faiz borcundan dava dışı hastane sorumlu olmakla birlikte, dava konusu faturalar davalı bankaya temlik edilmiş olduğundan hesaplanan gecikme faizinden davalı bankaların sorumluluğu gündeme gelmektedir. Tespit, görüş ve değerlendirmeleri Sayın Mahkemenizin takdirlerine saygıyla arz ederiz.” şeklinde mütalaada bulunulmuştur.
Eldeki dava, davacı yanın dava dışı …Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nden olan alacaklarını kredi teminatı yerine geçmek üzere 25/08/2014 noter onaylama tarihli Temlik Sözleşmesi ile davalı bankaya temlik ettiği, temlik sözleşmesinin inançlı işlem niteliğinde olduğu, bu nedenle dava dışı borçlu tarafından yapılan ödemelerin öncelikle faiz ve masraflardan sayılması kuralına göre tahsili gerekirken gecikmiş ödemelerin ana borçtan düşülmesi suretiyle davacı yanın zararına sebep olunduğundan bahisle davalı aleyhine açılan tazminat davasından ibarettir.
Davalı yan her ne kadar cevap dilekçesinde davacı yandan karşı zarar talebinde bulunmuş ise de, usulüne uygun olarak harçlandırılmış bir davası bulunmadığından mahkememizce dikkate alınmamıştır.
Davalı yan, mahkemenin yetkisine itiraz etmekle, taraflar arasındaki sözleşmede İstanbul Mahkemeleri yetkili kılındığından, taraflar tacir olup yetki şartı HMK’nun 17. maddesine uygun düzenlendiğinden mahkememizin yetkili olduğu, davalı yanın yetki itirazının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
Davaya konu temlik sözleşmesinin inançlı işlem niteliğinde olduğuna dair taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu, davalı yanın dava dışı borçlunun gecikmiş ödemelerini TBK’nun 100. maddesi gereğince faiz ve masraftan mahsup kuralına uygun olarak borçtan düşmesinin gerekip gerekmediği, tarafına böyle bir yükümlülüğün yüklenip yüklenmediği hususlarında toplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nın 14.11.2019 gün, 2017/1-1254 Esas-2019/1197 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
Anılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında işaret edildiği üzere, inançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. Taraflar arasındaki sözleşmeye göre davalı banka (temlik alan) inanılan, davacı şirket ise (temlik eden) inanan konumunda olup, sözleşme ile taraflarına yüklenen hak ve yükümlülüklerine göre eldeki davanın çözümü gerekmektedir.
Taraflar arasındaki temlik sözleşmesinin 8. Maddesi: “Temlik eden, BANKA’nın temlik olunan alacağı tahsile yetkili olduğunu, ancak Muhatabın ödemede bulunmaması durumunda BANKA’nın dava ve takip hakkını kullanmamakta muhtar olduğunu, Bankanın mutlaka dava ve takip yapması gibi bir sorumluluğunun bulunmadığını, temlike konu alacağın ödenmesinde doğabilecek gecikmelerden temlik eden olarak sorumlu olduğunu kabul etmiştir.” şeklinde yazılmakla, söz konusu düzenleme ile davalı bankaya TBK’nun 100. maddesine uygun tahsilat yapma yükümlülüğü getirilmediği gibi, aksine gecikmiş ödemelerden davacı şirketin sorumlu olduğunun düzenlendiği, davalı bankanın gecikme halinde takip başlatma ya da dava açma konusunda serbest bırakıldığı, bankanın mutlaka dava açma ve takip başlatma sorumluluğunun bulunmadığı hususlarının kararlaştırıldığı anlaşılmakla, tüm dosya kapsamından edinilen kanaat gereğince, taraflar arasındaki inançlı işlem niteliğindeki temlik sözleşmesi ile davalı bankaya TBK’nun 100. maddesini uygulama yükümlülüğü getirilmeyip, aksine 8. madde ile davalı banka sorumluluktan kurtarıldığından davacı yanın bu sebeple zararının doğduğu iddiasında bulunamayacağı, anılı düzenlenmeye rağmen bu yükümlülüğün mevcut olduğunun kabulünün TMK’nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği sonuç ve kanaatine varılarak, her ne kadar bilirkişi raporları alınmış ve hesaplamalar yapılmış ise de, davanın reddi gerektiğine ilişkin hukuki ve vicdani kanı doğrultusunda açıklanan gerekçelerle aşağıdaki şekilde hüküm kurulması cihetine gidilmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davacı tarafından yatırılan 170,78 TL peşin harç ile 1.788,24 TL ıslah harcının toplamından alınması gereken 59,30 TL’in mahsubu ile fazla yatan 1.899,72 TL’nin karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafça yapılan yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla, karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T.’nin 13/4. maddesine göre hesaplanan 4.080,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
5-Taraflarca yatırılan gider avansından kullanılmayan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.
22/01/2021

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır