Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1021 E. 2018/1035 K. 21.11.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/1021
KARAR NO : 2018/1035
DAVA : Alacak (Vekaletsiz İş Görmeden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 10/10/2016
KARAR TARİHİ : 21/11/2018

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Vekaletsiz İş Görmeden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TALEP : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı …’ın, müvekkili şirkette “Satış Planlama Yöneticisi” olarak çalışmakta iken sunduğu dilekçe ile ihbar süresine uyarak, yıllık izin ve iş arama izinlerinin düşülerek çıkış işlemlerinin yapılmasını talep ederek istifa ettiğini ve …’ın 25.07.2016 tarihi itibariyle çıkış işlemleri yapılarak müvekkili şirket ile ilişiğinin kesildiğini, iş ilişkisinin sonlanmasından sonra ise davalının, iş sözleşmesindeki rekabet yasağına ilişkin hükme ve Türk Borçlar Kanunu’nun rekabet yasağını düzenleyen maddelerine aykırı olarak müvekkili şirket ile aynı faaliyet sahasında çalışan, rekabet halinde olan … A.Ş. ana Bayii olan “… Ltd. Şti” işyerinde SGK’lı olarak işe başladığını ve müvekkili şirkette yönetici olarak çalışırken görevi gereği edindiği ticari sır kapsamındaki bilgileri de kullanarak müvekkili şirketin iş yaptığı firmalara teklif sunduğunu, rekabet yasağına aykırı bu davranış dolayısıyla sözleşme ile kararlaştırılan davalının “son ücretinin 12 aylığı tutarında cezanın” ve varsa müvekkilinin uğradığı zararın bu miktarı aşan kısmının davalıdan tahsili ile rekabet yasağına aykırı davranışların sona erdirilmesi için işbu davayı açmak zorunluluğunun doğduğunu, davalı …’ın, yönetici olarak çalışırken görevi gereği müvekkil şirketin üretim, ticari, satış ve pazarlama sırları ile işleri ve müşteri çevresi hakkında ayrıntılı bilgi edinecek görevlerde çalıştığını ve işyerinden istifa ederek ayrıldığını, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinin 1.5. maddesince rekabet yasağına ilişkin düzenlenmenin mevcut olduğunu, rekabet yasağının davalı … tarafından ihlal edildiğini gösteren deliller ile ihlalin devamının müvekkilinin haklı menfaatine zarar vereceğini, müvekkili şirketin iş hacmi dikkate alındığında davalının rekabet yasağını ihlal eden davranışları ile müvekkil şirketin uğradığı zararın veya zarar tehlikesinin sözleşme ile kararlaştırılan 12 aylık ücretten yüksek olduğunun açık olduğunu, bu zararın da rekabet yasağını ihlal eden davalı tarafından karşılanmasının kanuni bir zorunluluk olduğunu, davalı tarafından gerçekleştirilen rekabet yasağına aykırı faaliyetlere son verilmesi gerektiğini, sonuç olarak açıklanan ve resen takdir edilecek sebeplerle; davalı …’ın iş sözleşmesi ile düzenlenen rekabet yasağına aykırı davranması nedeniyle iş sözleşmesindeki cezai şart olan 12 aylık ücreti olan 77.680-TL’nin şimdilik fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000-TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile davalıdan alınarak davacıya verilmesini, davalının rekabet yasağına aykırı davranışı nedeniyle aşkın zarar tam olarak bilenemediğinden belirsiz alacak olarak, dava tarihinden itibaren avans faiziyle birlikte taleplerinin kabulü ile şimdilik 5.000-TL’lik kısmı için Türk Borçlar Kanunu uyarınca 5.000-TL tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesini, davalının rekabet yasağına aykırı davranışların sona erdirilmesini, rekabet yasağına aykırılık devam etmekte olup telafisi güç ve imkansız zararlar doğmasını engellemek için davalının rekabete aykırı davranışlarının hüküm verilinceye kadar tedbiren önlenmesini, yargılama giderleri ve ücreti vekaletin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı şirket ve eski işverence iş sözleşmesinden kaynaklanan hak ve alacak iddiasıyla ikame olunmuş iş bu davanın, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu m.1 itibarıyla İş Mahkemesinde görülmesi gerektiğini, zira anılan Kanun hükmünde yer aldığı üzere; “İş Kanunu uyarınca işçi sayılan kimseler ile işveren arasında iş akdine dayanan her cüriü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi”‘nin İş Mahkemelerinin görevinde olduğunu ve bu hususun ayrıca Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile de sabit olduğunu, bu nedenle mahkememizden öncelikle görevsizlik kararı verilmesini talep ettiklerini, davacı eski işverenin 04.10.2016 tarihli dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaların haksız ve mesnetsiz olduğunu ve tümüne ayrıca ve açıkça itiraz ettiklerini; dilekçedeki ifadelerin, vakıaların objektif aktarımı yerine müvekkilini itham edici takdimler içerdiğini, dilekçede müvekkilinin yeni işverende işe başlama nedeninin, davacı şirketin iş sırlarını rakip şirketler lehine kullanmak suretiyle menfaat elde etmek, şeklinde takdim edildiğini, oysaki müvekkilinin, davacı işyerinden böyle bir art niyetle ya da “keyfi bir nedenle” istifa etmediğini, müvekkilinin davacı işyerinden istifa nedeninin; davacı işyerinin adresini, müvekkilinin ev adresinden çok uzağa ve Asya yakasına taşıma karan aldığını ve müvekkilinin bunun üzerine iş arayışına başladığını ve bu gereklilik nedeniyle istifa ettiğini, müvekkilinin evinin Kurtuluş’ta (Şişli) davacı işyerinin ise taşınma öncesinde Levent’te (Şişli) bulunduğunu, başka bir deyişle müvekkilinin evi ile işyeri arasındaki mesafenin 5-6 km olduğunu, ancak daha sonra davacı şirketin, çalışanlarına işyerinin Levent’ten, Tuzla’ya taşınacağı hususunda duyuruda bulunduğunu, taşınılacak işyerinin müvekkilinin evinden yaklaşık 50 km yani, önceki adrese göre kat be kat daha uzak bir mesafe olduğunu, dava dilekçesinde müvekkilinin sanki davacı şirketin çok önemli ticari sırlarını bilen üst düzey bir yönetici gibi takdim edildiğini ve bunun da doğru olmadığını, önemli ticari sırlardan olan, “şirketin uzun dönem stratejileri” gibi bu kabil ticari sırlara müvekkilinin sahip olmadığını ve pozisyonu itibariyle sahip olmasının da imkansız olduğunu, keza müvekkilinin davacı şirketin ticari sıralarını kullanmasının asla söz konusu olmadığını, dolasıyla davacının bu iddialarının da doğru olmadığını, öte yandan davacı şirketin fînans bölümünün, her ilgili çalışana, bir önceki ayın üretim maliyeti, karlılık bilgilerini gönderdiğini, ancak insan hafızasında kalması mümkün olmayan bu şekilde binlerce ürüne ait bilgiler olduğunu, müvekkili tarafından ne bilgisayarına kopyalandığını ne de başka bir biçimde götürülmediğini, öte yandan davacı tarafça ileri sürüldüğünün aksine Türk Borçlar Kanunu kapsamındaki rekabet yasağına aykırılığın da söz konusu olmadığını, davacı işverenin, müvekkilinin istifa tarihinden 1 yıl geçmeden aynı sektörde işe başlamasının, İş sözleşmesinin 1.5 maddesine aykırı olduğunu ve ücretinin 12 ay tutarında cezai şart ödenmesini talep de ettiğini, İş Sözleşmesinde yer alan rekabet yasağı ve cezai şart maddesi hukuka aykırı olduğundan geçersiz olduğunu, ayrıca esasen iş sözleşmesinin sona ermesine sebebiyet veren tarafın aslında davacı işveren olduğunu, (işyerinin Levent’ten Tuzla’ya taşınmak suretiyle, iş koşullarında esaslı değişiklik yapılması) rekabet yasağı maddesine bu nedenle de uygulanmasının mümkün olmadığını, TBK m.420/1 hükmü uyarınca hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan cezai şartın geçersiz olduğunu ve bu nedenle geçersiz sözleşme hükmüne dayalı bir hak ve alacak talep etmenin mümkün olmadığını, bu hususun Yargıtay içtihatları ile de sabit olduğunu, sonuç olarak bu nedenlerle, müvekkilinin konuya ilişkin her türlü yasal haklarının saklı kalması kaydıyla, öncelikle, davanın İş Mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden görevsizlik kararı verilmesini, davanın tümüyle reddini, yargılama masraf ve giderleri ve de avukatlık ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE: Dava; davalının rekabet yasağına aykırı hareket ettiği iddiasına dayalı cezai şart ve maddi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkememizin huzurdaki davada görevli olup olmadığı noktasında yapılan incelemede; iş akdinin devamı sırasında işçinin sadakat borcundan kaynaklanan rekabet etmeme yasağına aykırılık halinde, bu tür davalara bakmakla görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu, iş akdinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise, buna dayalı olarak açılacak davaların niteliği itibariyle ticari dava olmakla, bu tür davaların ticaret mahkemesinde incelenip karara bağlanmasının gerektiği, (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.02.2012 gün ve 2011/11-781 E., 2012/109 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir. ) somut olayda iş akdinin sona ermesinden sonra oluşan rekabet yasağına aykırılık haline dayanılmakla mahkememizin görevli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Davacıya ait SGK kayıtları celp edilmiştir.
Tanık beyanları tespit edilmiştir.
Mahkememizce görevlendirilen … ve … marifetiyle hazırlanan 08/12/2017 tarihli bilirkişi raporunda özetle; “…Davacı ticari defterleri ile dosya muhteviyatı belgeler üzerinde yapılan inceleme sonuçlarının şu şekilde olduğunu;
Huzurdaki davanın bir alacak davası olup, davacı davalının iş sözleşmesi ile düzenlenen rekabet yasağına aykırı davrandığı iddiası ile iş sözleşmesindeki cezai şart maddesine göre davalının 12 aylık ücreti olan 77.680,00-TL’nin şimdilik fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5.000-TL’sini dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte ve davalının rekabet yasağına aykırı davranışı nedeniyle aşkın zarar tam olarak bilinemediğinden belirsiz alacak olarak, dava tarihinden itibaren avans faiziyle birlikte kabulü ile şimdilik 5.000-TL tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ettiğinin görüldüğünü,
Davalının ise söz konusu iş yerinden ayrılmasının sebebinin, davacı şirketin işyerini ev adresinden uzağa taşıması olduğunu, davacı şirkette üst düzey bir yönetici gibi gösterildiğini, ancak davacı şirketteki pozisyonunun önemli stratejik bilgilere sahip olabilecek konumda olmadığını, davacının iddia ettiği gibi müşteri portföy ve iletişim bilgilerine sahip bulunmadığını, davacı tarafın ileri sürdüğü gibi TBK kapsamındaki rekabet yasağına aykırı bir durumun söz konusu olmadığını, iş sözleşmesinin işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer ve zaman sınırlaması içerdiği şeklinde beyanlarının mevcut olduğunun görüldüğünü,
Taraflar arasında 01/06/2012 tarihli “Belirsiz Süreli İş Sözleşmesi”nin ve dosyada mevcut Çalışma Belgesinin tetkikinde; davalı …’ın, 01/06/2012 tarihinden itibaren Satış Temsilcisi sıfatı ile davacı şirkette görev aldığının anlaşıldığını, akabinde 20/05/2015 tarihinde Satış Planlama Yöneticiliği görevine terfi olduğunu, davalının 27/06/2016 tarihinde vermiş olduğu dilekçe ile davacı şirketin Tuzla yerleşkesine taşınması nedeniyle görevini yürütemeyeceğini bildirerek istifa ettiğini ve 25/07/2016 tarihinde iş akdinin sona erdiğinin anlaşıldığını, davalının iş akdinin sona erdiği tarihteki Aylık Ücretli Personel Bordrosuna göre Aylık ücretinin 4.855,00-TL olduğunun anlaşıldığını, istifa ettiği tarih itibariyle davalıya ( 25 günlük maaşı için 4.045,83-TL + 1.348,61-TL ikramiye = ) 5.394,44-TL ödenerek işten çıkışının yapılmış olduğunun anlaşıldığını, davalının Ağustos 2016 tarihi itibariyle … Ltd.Şti. şirketinde çalışmaya başlamış olduğunun dosyada mevcut SGK kayıtlarından anlaşıldığını,
Belirsiz ve Tam Gün Süreli İş Sözleşmesinin 1.5 maddesinin 3. bendinde “Personel iş sözleşmesinin sona ermesini izleyen 1 yıllık süre içerisinde topluluk şirketlerinin faaliyet gösterdiği coğrafi bölgelerde; işverenin faaliyet sahasında çalışan herhangi bir şirkette görev almamayı, aksi halde son ücretinin 12 aylığı tutarında ceza ödemeyi kabul ve taahhüt eder.” şeklinde olduğunu ve buna göre davacının en son aylık maaşının 4.855,00-TL olduğunu ve maaşın yanında davalıya aylık 1.618,33-TL’lik ikramiye ödemesi yapıldığının anlaşılmakla, buna göre davacının davalıdan talep edebileceği 12 aylık ceza bedelinin ( 4.855,00-TL + 1.618,33-TL x 12 ay = ) 77.680,00-TL olduğunu,
Buna göre yapılan mali inceleme sonucunda; aşağıda yapılacak hukuki değerlendirme ve mahkememizce verilecek nihai karar esas olmak üzere, davacı talebinin kabulü halinde, davacının iş bu sözleşmenin 15. maddesine istinaden talep edebileceği ceza bedelinin 77.680-TL olduğunu, ancak taleple bağlılık ilkesi gereği bu aşamada 5.000-TL’nin dikkate alınması gerektiğinin kanaatine varıldığını,
Davanın dayanağını teşkil eden 01.06.2012 tarihli İş Sözleşmesi incelendiğinde, Sözleşmenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 1 vd. (818 sayılı BK.m.l vd.) anlamında klasik bir bireysel sözleşme olmadığını, içeriğinin tek taraflı olarak önceden tayin ve tespit edildiği bir formüler ya da standart (tip) sözleşme olduğunu, tamamen davacı tarafın genel işlem koşullarından oluştuğunun anlaşıldığını, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun genel gerekçesinde genel işlem koşullarına ilişkin şu bilgilere yer verildiğini; “Borçlar Kanunumuz, bireysel sözleşme modeline dayanmaktadır. Bireysel sözleşme denilince, Borçlar Kanununun 1 inci ve devamı maddeleri anlamında öneri, öneriye karşı öneri ve kabul gibi aşamaların sonunda, irade açıklamalarının uygunluğu ve uyuşması sağlanıncaya kadar, sözleşmenin her hükmünün tartışma ve pazarlık konusu yapıldığı sözleşmeler anlaşılır. Ancak, çağımızın sosyal ve ekonomik gelişmeleri, kitlelere yönelik hizmet gereksinimini yaratmış ve yığınlar için üretim zorunluluğu doğurmuştur. Buna bağlı olarak bireysel sözleşme modeli yanında, kitle sözleşmesi veya formüler sözleşme denilen, yeni bir sözleşme modeli ortaya çıkmıştır. Bankalar, sigorta şirketleri, seyahat ve taşıma işletmeleri, dayanıklı tüketim mallan üretimi ve pazarlaması yapan teşebbüsler, bireysel sözleşmelerin kurulmasından önce, soyut olarak tek yanlı kaleme alınmış sözleşme koşullan hazırlamakta ve bunlarla gelecekte kurulacak belirsiz sayıda, fakat aynı şekil ve tipteki hukukî işlemleri düzenlemektedirler, işte, önceden hazırlanan tipik sözleşme koşulları için genel işlem koşullan terimi kullanılmakla; bu tip sözleşmelere “kitle sözleşme”, “katılmalı sözleşme” ya da “formüler sözleşme” denildiğini, kitlelere, yığınlara yönelik bu sözleşmelerde, sözleşmenin kurulması ile ilgili görüşmeler ve pazarlıklar yapılmasının söz konusu olmadığını, hatta çoğu zaman fiyat konusunun bile, tarifelerle belirlendiğini ve pazarlık dışı bırakıldığını, girişimci karşısında diğer sözleşenin, ya karşı tarafın koşulları içinde sözleşmeyi kuracağını ya da söz konusu sözleşmenin içerdiği edim ya da hizmetten yararlanmayacağını, başka bir ifadeyle, sözleşmenin diğer tarafını oluşturan bireyin, önüne hazır getirilen metin karşısında “evet” ya da “hayır” diyebileceğini, “evet, ama” seçeneğinden yoksun olacağını, hizmet ya da edimden hiç yararlanmama söz konusu olamayacağına göre, “evet, ama” deme imkânının olmaması karşısında, bireyin, bu türden sözleşmeler uygulamasında yasalarla korunması gereği ve zorunluluğunun ortada olduğunu, Borçlar Kanununun tümüyle değiştirilmesine ilişkin olarak hazırlanan Tasarıda, genel işlem koşullarının tâbi olduğu geçerlilik kuralları ile bunlara aykırılığın yaptırımlarının ve genel işlem koşullarının yorumlanması gibi konuların açıklığa kavuşturulduğunu ve tüm sözleşmeleri kapsayacak şekilde, genel hükümler kısmında emredici biçimde düzenlendiğini, 6098 sayılı TBK’nın 20/I.maddesi hükmünün “Genel işlem koşullan, bîr sözleşme yapılırken düzenleyenin, İleride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz” şeklinde olduğunu, dava konusu 01.06.2012 tarihli sözleşmenin maddelerinin herhangi bir müzakere ve pazarlık söz konusu olmaksızın ve tamamen davacı kuruluşun-işverenin çıkarlannı koruyup kollayıcı şekilde önceden kaleme alındığı sözleşmenin incelenmesinden anlaşıldığını, tüm Sözleşme hükümlerinin, davacı işverenin menfaatlerini koruyup kollar mahiyette olduğunu, 6098 sayılı TBK’nın 23.maddesinin; “Genel işlem koşullarında yer alan bir hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır” şeklinde olduğunu, maddeye göre, açık ve anlaşılır olmayan veya birden çok anlama gelen genel işlem koşullarının, düzenleyenin aleyhine ve diğer tarafın lehine yorumlanacağını, bu esasların, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 2.nci maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarının, genel işlem koşullarının yorumlanması bakımından Özel bir uygulama alanı oluşturduğunu, gerçekten, düzenleyenden, sözleşme koşullarını dürüstlük kurallarının gerektirdiği önemi vererek hazırlamasının beklendiğini, sözleşmede açık olmayan veya duraksamaya sebep olan noktaların, düzenleyen aleyhine yorumlanacağını, sözleşme hükümlerinin düzenleyen aleyhine yorumlanması için, düzenleyenin o sözleşme bakımından uzman olmasının da gerekmediğini, aksine bir çözüm tarzının, bir genel hukuk ilkesi olan, “çelişkili davranma yasağına (nemo audiatur propriam turpitudinem allegans) aykırı düşer. Sonuç olarak, bu tür genel işlem koşulları daima diğer taraf lehine yorumlanır. Nitekim, Roma Hukukundan gelen “in dubio contra stipulatorem” (Sözleşme, şüphe hâlinde düzenleyen aleyhine yorumlanır) genel ilkesinden de aynı sonuç çıkmaktadır. Bu genel ilke ve buna uygun olan madde, sözleşmeyi veya sözleşmedeki bir hükmü ya da bir sözcüğü kaleme alanın, onu istediği gibi ifade etme olanağına sahip bulunması sebebiyle, kaleme aldığı metnin kendi aleyhine yorumlanmasına katlanması gerekliği düşüncesine dayanmaktadır. Aynı şekilde, bir hükmü düşündüğü gibi yazmamış olan kişinin, “bu hüküm şöyle anlaşılmalıdır.” şeklinde olduğunu ve sonradan yapacağı yorumun haklı sayılamayacağını, keza Türk Borçlar Kanununun 25. maddesinin; “Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafin aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz” şeklinde olduğunu, burada Türk Medeni Kanununun 2.maddesindeki hakların kullanılmasında dürüstlük kurallarına uygun hareket etme zorunluluğunun genel işlem koşullarında Özel bir uygulaması söz konusu olduğunu, 25.maddedeki düzenleme ile ahlâka aykırılık ölçüsünde olmasa bile, öğretide dürüstlüğe aykırı olarak nitelendirilen türdeki davranışların, genel işlem koşulları alanında da önlenmesinin amaçlandığını, sözleşmede yer alan bu tür hükümlerin yaptırımının, Türk Borçlar Kanununun 27. maddesinin ilk fıkrasında gösterildiğini, buna göre “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına avkın veva konusu İmkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür” şeklinde olduğunu,
Huzurdaki davanın rekabet yasağına aykırılık iddiası ile cezai şart istemine ilişkin olduğunu, davacı işverenin, iş Sözleşmesinin 1.5 maddesinin 3. bendinde, davalı işçinin iş sözleşmesinin sona ermesini izleyen 1 yıllık süre içerisinde (davacı) topluluk şirketlerinin faaliyet gösterdiği coğrafi bölgelerde işverenin faaliyet sahasında çalışan herhangi bir şirkette görev almama taahhüdünün ihlal edildiğini ileri sürdüğünü, davacının topluluk şirketlerinin faaliyet gösterdiği coğrafi bölgelerin kapsamının ne olduğunun belirsiz olduğunu, davacı işverenin genel işlem koşullarında yer alan ve böyle belirsizlik içeren bir hükmün TBK.m.23 çerçevesinde yorumlanması gerektiğini, davacı işveren kuruluşun ülkenin tümünde tanınır ve faal olduğu düşünüldüğünde, bu muğlak hükmün davalı işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer ve zaman sınırlaması içerdiğinin görüldüğünü, TBK’nın rekabet yasağının sınırlarını düzenleyen 445.maddesinde “Rekabet yasağı, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremez” kuralının getirildiğini, dava konusu iş Sözleşmesinin 1.5 maddesinin 3. bendi bir taraftan TBK’nın genel işlem koşullarına ilişkin 23 ve 25. maddelerindeki, diğer taraftan aynı Kanunun 445. maddesindeki emredici hükümlere aykırılık içerdiğini, emredici hükümlere aykırılık halinde, TBK,m.27 gereğince, kesin hükümsüzlük müeyyidesi uygulanacağını, diğer taraftan, davacı işverenin davalının çalıştığı işyerini, davalının ikametgahından oldukça uzak bir yere taşıması halinde, TBK’nın 447/II. maddesindeki rekabet yasağını sona erdiren bir durum olduğunu, bu hükme göre “İş sözleşmesi işverene yüklenebilen bir nedenle işçi tarafından feshedilirce, rekabet yasağı sona erer” olduğunu, kaldı ki TBK’nun 420/1.maddesine göre “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir” olduğunu, nihayet TBK’nın 444/II.maddesinin “Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, İşverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir” şeklinde olduğunu, olayda iş bu madde kapsamında, davalı işçinin, davacı işverenin müşteri çevresi veya üretim sırları ya da davacının yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkanı sağladığının ve bu bilgilerin kullanılması suretiyle davacının önemli bir zarara uğrayacağının, davacı işveren tarafından ispat edilebilmiş olmadığını, bu bakımdan da, cezai şart düzenlemesinin, olayda tatbik kabiliyetinin bulunmadığının değerlendirildiğini,
Sonuç olarak, davacı işverenin dayandığı İş Sözleşmesinin tümünün davacının genel işlem koşullarından oluştuğunu ve TBK’nun 23 ve 25.maddelerine göre işçi lehine cezai şart öngören hükmün davalının durumunu dürüstlük kuralına aykırı olarak ağırlaştırıcı ve geçersiz olduğunu, ayrıca TBK’nında iş sözleşmesine ilişkin olarak düzenlenen hükümlerin (TBK.m.420/1, 444/II, 445, 447/II) muvacehesinde de ceza koşulunun kesin hükümsüz olduğunu, davalı işçinin davacı aleyhine ne gibi ve ne miktarda önemli bir zarara sebep olacağı hususunun da kanıtlanamamış bulunduğu kanaatine ulaşıldığını…” mütalaa ettikleri görülmüştür.
Huzurdaki davada uyuşmazlığın; taraflar arasındaki iş sözleşmesi sona erdikten sonra davalının sözleşmede öngörülen rekabet yasağına aykırı davranıp davranmadığı, rekabet yasağı düzenlemesinin geçerli olup olmadığı, davacının bu nedenle zarara uğrayıp uğramadığı hususlarında toplandığı anlaşılmıştır. Taraflar arasındaki iş sözleşmesi 818 sayılı BK döneminde akdedilmiş ise de 6101 sayılı Kanunun 1.ve 3. maddeleri gözetildiğinde, iş akdinin sona erdiği ve davalı açısından rekabet yasağının başladığı tarih itibariyle uyuşmazlıkta 6098 sayılı TBK 445. maddesinin uygulanmasının gerektiği sonucuna varılmıştır. Somut olayda, taraflar arasındaki iş sözleşmesinde yer olan rekabet yasağı düzenlenmesinde coğrafi alana yönelik kısıtlama belirtilmiş ise de TBK’nin 445/2 maddesinde mahkemece aşırı nitelikteki rekabet yasağı hükümlerinin kapsamı veya süresi bakımından, hakimin aşırı nitelikteki rekabet yasağını bütün durum ve koşulları serbestçe değerlendirerek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle sınırlandırabileceği hususları düzenlenmiştir. Ayrıca BK’nın 19. maddesi uyarınca, bir sözleşmenin konusu, kanunun gösterdiği sınır içinde serbestçe kararlaştırılabilir hükmü gereğince sözleşme serbestisi olarak tanımlanan bu ilkenin bir takım sınırları mevcuttur. Nitekim BK’nın 19 ve 20. maddelerinde (6098 s.k. TBK’nın 26 ve 27.madde) getirilen sınırlara göre, sözleşmenin konusu, emredici kurallara, kamu düzenine, şahsiyet haklarına, ahlaka aykırı olmamalı ve imkansız bulunmamalıdır. BK’nın 349. maddesi ve TBK ‘nın 445. maddesinde ise, rekabet yasağının işçinin iktisadi geleceğini tehlikeye düşürmemesi için süre, yer ve iş türü bakımından duruma güre sınırlandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre süre, yer ve işin türü bakımından sınırlandırılmış olmadıkça rekabet yasağı geçerli olmayacaktır. Anılı kanuni düzenlemeler ışığında somut olaya bakıldığında olayımızda haksız rekabet sözleşmesinin sınırlama dahilinde olmadığı davalı yönünden katlanılması güç bir süre ile iş yapma yasağı getirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 48. maddesi uyarınca herkes çalışma hürriyetine sahip olup uyuşmazlığa uygulanması gereken kanuni düzenlemeler karşısında davalının sözleşmenin sona ermesinden sonra 1 yıl süre ile aynı alanda faaliyet gösteren bir başka şirkette hiçbir görevde çalışamaması bir rekabet etmeme koşulu değil, kelepçeleme sözleşmesi niteliğinde olup, davalının ekonomik özgürlüğünü kısıtlayan bir hüküm niteliğinde görülmüştür. Bu süre ve genel ifadelerle tanınan iş yapmama yasağının bu nedenlerle hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Dolayısıyla bu düzenlemeye dayalı cezai şart koşulunun da geçersiz olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Ayrıca davalının davacı firmada çalışırken edindiği ticari sır niteliğindeki bilgileri ne şekilde kullandığı ve davacı şirketin bu yolla ne tür bir zarara uğradığı iddia ve ispat edilmeksizin, sadece davalının vakıf olduğu ticari sır niteliğindeki bilgilerden dolayı davacının zarar görebileceği varsayımına dayalı olarak da cezai şarta hükmedilmesi hakkaniyete aykırı olacaktır. ( Benzer nitelikte Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 01/07/2014 tarihli ve 2014/6520-12577 sayılı ve aynı dairenin 13/05/2013 tarih ve 2012/17736-2013/9814 sayılı ilamları ) Nitekim bilirkişi tespitleri, davacı şirket çalışanlarının somut delillerle desteklenmediği için soyut kalan beyanları ve dosya içerisindeki delillerle davalının işten ayrılması sonrası davacının zarar uğradığına ve haksız rekabet yaratacak bilgi ya da sırların nakline imkan tanıdığına yönelik iddiaların da ispata muhtaç kaldığı ve tüm dosya kapsamında ispatlanamadığı anlaşılmakla; sübut bulmayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Alınan 170,78-TL peşin harçtan, alınması gereken 35,90-TL harcın mahsubu ile bakiye 134,88-TL harcın karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafça yapılan masrafın kendi üzerine bırakılmasına,
4-Kullanılmayan gider avansının hükmün kesinleşmesi halinde ödeyen taraflara iadesine,
5-Davalı tarafça yapılan toplam 36-TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Yürürlükte bulunan A.A.Ü.T.’ne göre 2.180-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
7-Tarafların yatırmış olduğu gider avansından kullanılmayan kısmının, hükmün kesinleşmesinden sonra resen ilgili taraflara iadesine; iade giderinin ilgili tarafça yatırılan avanstan karşılanmasına,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.21/11/2018

Katip …
e-imza

Hakim …
e-imza