Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi 2015/560 E. 2020/500 K. 14.10.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
16. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2015/560 Esas
KARAR NO : 2020/500

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 25/05/2015
KARAR TARİHİ : 14/10/2020
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TALEP : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Dava dışı … / …Firmasının evde beslenen kedi-köpek hayvan maması işi ile iştigal ettiğini, bu sektörde saygın bir marka olan… mamalarının sahibi olduğunu, davacının bu firma ile 2010 yılından beri irtibatta olduğunu ve firmanın istediği şartları sağlamak amacıyla çalışmalar yaptığını, … firması ile davacı arasında 01/11/2013 tarihinde imzalanan sözleşme ile davacının … markasının Türkiye distribütörü olduğunu, 01/11/2013 tarihinde başlayan sözleşmenin 30/06/2014 tarihine kadar geçerli olduğunu tarafların sözleşme bitiminden 3 ay önce diğer tarafa sözleşmeyi uzatılmayacağını bildirmemesi halinde 1 yıl daha uzayacağını, davalıların bahse konu markayı devraldıktan sonra davacıya mevcut sözleşmenin aynen uygulanmaya devam edeceği hususunda güvence verdiğini, markayı devraldığı tarihten bu yana davacının iletişim taleplerini cevapsız bıraktığını, uzunca bir süre davacıya mal temin edilmediğini, ödemeye ilişkin koşullarda ciddi anlamda değişiklik yaptığını, dava konusu malların ithalatçı için hayati öneme sahip olmasına karşın son kullanma tarihlerini ısrarlar bildirmediğini, piyasada dava konusu malları distribütörleri aradan çıkarmak suretiyle bizzat kendilerinin getireceği dedikodularını çıkardığını, davacının ticari itibarını korumak için mal fiyatlarında gereksiz iskontolar yapmasına sebep olduğunu, pet shoplar ve veteriner klinikleri bazında davacının ilişkileri zedelendiğini ve binlerce ürünün iade edildiğini, davacının ciddi anlamda zarara uğradığını, davalıların borcunu hiç veya gereği gibi ifa etmediğini, davacının borcun ifa edilememesinden doğan müspet zararının davalılar tarafından tazmin edilmesi gerektiğini, taraflara arasında akdedilen sözleşemeye riayet edilmediğinden davacının sözleşmeyi haklı nedenle feshetmek istediğini, bu nedenle davacının müspet ve menfi zararı ile kar kaybının tazmin edilmesi gerektiğini belirterek, taraflar arasındaki cari olan sözleşmenin davacı tarafından haklı nedenle feshi ile bu aşamada davacıyı uğrattıkları müspet ve menfi zararın ve kar kaybının dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.000,00-TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacının dava dışı … ile imzaladığı distribütörlük sözleşmesinden kaynaklı uyuşmazlıklarda İşviçre Cenevre Mahkemeleri’nin yetkili kılındığını, davalı şirketin davacıya karşı herhangi bir yükümlülüğünün mevcut olmadığını, davalı şirketin taraf olmadığı bir sözleşmeden bahisle akde aykırı davranışının olamayacağını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, sözleşmenin İsviçre devleti kanunlarına tabi olduğunu, dolayısıyla uygulanacak hukukun İsviçre hukuku olduğunu, davacı şirketin delillerinin tebliğ edilmediğini, bu nedenle sunulan delillere karşı beyanda bulunma ve ek delil sunma hakkını saklı tuttuklarını, davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığını, ancak belirsiz alacak davasının şartlarının mevcut olmadığını, davacının talep ettiği tutar hakkında dilekçede çelişkili ifadeler yer aldığını, talebin açıklattırılması gerektiğini, netice-i talep kısmında belirsiz alacak davası ifadesinin kullanılmadığını, dava dilekçesinde 01/12/2014 tarihi itibariyle 150.426,96-EURO tutarında zarar hesaplanarak davalı şirketin ürünlerinde 20.315,74-EURO ekstre indirim yaptığını ve 9.515,00-EURO tutarında ürünü iade aldığının belirtildiğini, bu zarar kalemlerini kesinlikle kabul etmemekle birlikte bu ifadelerin davacı şirketin zararlarını ve talep edeceği miktarları küsuratına kadar belirleyebildiğini gösterdiğini, hal böyle iken davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılmasına müsaade edilmesine imkan olmadığını, …’e izafen davalı şirkete açıldığını,… adında bir tüzel kişiliğin varlığının davalı şirketin bilgisi dahilinde olmadığını, … tüm dünyada yaygın bir ürün türü olup …şirketler grubun da evcil hayvan ürününe ilişkin bir birimi olduğunu, bilindiği kadarıyla bu isimde bir tüzel kişiliğin olmadığını, davacının bir şirket olarak belirttiği bu davalının milliyetini ve türünü belli edebilecek unvan kısmını dahi belirtmediğini, …’e ilişkin İngiltere’de bir adres bildirildiğini, davalı şirket İngiltere’de veya sair herhangi bir ülkede bir şirketin acentesi, irtibat bürosu veya temsilcisi olmadığını, davalı şirketin sicil kayıtlarında da acentelik ve benzeri anlama gelebilecek ibare olmadığını, bu nedenle başka bir şirkete izafeten davalı şirkete husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, dava dilekçesinde yer alan tüm taleplerin… markasının devralınmasından sonra 01/11/2013 tarihli sözleşmenin davalı şirket tarafından ihlal edildiği iddiasından ileri geldiğini, sözleşmenin taraflarının dava dışı …ile davacı şirket olduğunu, dava dilekçesinde …’nin … markasını davalılar … ve bu firmanın Türkiye’de yerleşik şirketi olan davalı şirkete devrettiğini iddia ettiğini, bu beyanın gerçeğe aykırı olduğunu, … markasını devralan …’in kim olduğu bir yana, davalı şirketin hiçbir zaman 01/11/2013 tarihli sözleşmeyi devralmadığını, ayrıca …’in Türkiye’de yerleşik şirketi de olmadığını, davalı şirketin bu marka devri ile ilgili olarak yalnızca davacıya devir ve içeriği hakkında bildirim yaptığını ve iyi niyetle davacı şirketi bilgilendirdiğini, davacı şirketin bundan sonraki dönemde konu ile ilgili bazı hususlarda yurt dışındaki şirketlere yazışırken bazı konularda ise sürekli olarak davalı şirket dava şartı yokluğu, husumet, milletler arası yetki ilk itirazı ve uygulanacak hukuk hususları nedeniyle davanın reddini, her halükarda davalıya hiçbir şekilde yönetilmeyecek olan haksız ve mesnetsiz davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE: Dava; (Distribütörlük) sözleşme ilişkisi iddiasına dayalı müspet ve menfi zararların tazmini istemine ilişkindir.
Tarafların ibraz ettikleri delillerin dosyaya alındığı, marka devrine ilişkin belgeler, yanlar arasındaki ve dava dışı … firması ile yapılan yazışmalar ile ticari defter ve kayıtlara ilişkin beyanname ve bilançoların ibraz edildiği görülmüştür.
Mahkememizce görevlendirilen bilirkişiler …, …ve …marifetiyle hazırlanan 19/07/2019 tarihli bilirkişi raporunda özetle; ”… Davacının 2013-2014 ve 2015 yıllarına ilişkin tutmakla yükümlü olduğu ticari defterlerinin TTK hükümlerine uygun tutulmadıkları anlaşıldığını, bununla birlikte davacının envanter defterleri ibraz edilmediğinden yasal ticari defterlerinin birbirini teyit ettiğini söylemenin mümkün olmadığını, delil kabiliyetlerinin mahkeme takdirinde olduğunu, davacı tarafından 2013-2014 ve 2015 yıllarına ait kırmızı dar klasörlerde defter tasdik bilgileri, kurumlar vergisi beyannameleri ve tahakkuk fişleri, bilanço ve gelir tabloları, mizanlar ve 760/Pazarlama ve satış giderleri ve 770/Genel Yönetim Giderleri hesaplarının muavinleri ve bu muavinlere kayıt edilen bazı fatura fotokopileri sunulduğunu, bu faturaların sırf 01/11/2013 – 30/06/2014 dönemlerine ait olmamaları ve davacının alacak iddiasına ilişkin talebin denetim ve incelemesi yapılamadığından ve denetime esas bir hesaplama cetveli çıkarılamadığını, iş bu nedenle davalı karşı davacının yaptığını iddia ettiği masraflara ilişkin iddiaları ispata muhtaç olduğunu, hesaplama yapmanın mümkün olmadığını, bu hususun takdiri delillerle doğrudan temas eden mahkemeye ait olduğunu, mali tablolar incelendiğinde, finansal açıdan davacının bahsedilen yıllarda (01/11/2013 – 30/06/2014 sözleşme döneminde ve 7 aylık kıst dönemde) satışlarının düşmediğini, bu nedenle satış kaybı olmadığı ve yine anılan yıllarda Kurum Vergisi beyannamelerinde görüleceğini, davacının 2013 yılında dönem net zararının 48.605,05-TL, 2014 yılında dönem net zararının 97.353,59-TL, 2015 yılında ise dönem net zararının 231.639,95-TL olduğunu, yine salt mali tablolardan hareketle, davacının iddia ettiği zararın satışlara yansımadığını, davacı işletmenin sürekli olarak, zarar bildiriminde bulunduğu (2010/2015 yıllarında) davacının 01/11/2013 – 30/06/2014 tarihleri sözleşme döneminde kar kaybı olmadığı mütalaa edilmekle birlikte nihai takdir delillerle doğrudan temas kuran mahkemeye ait olduğunu, davacı ile davalı … Gıda Ticaret Ltd. Şti. Arasında distribütörlük sözleşmesine ilişkin müzakerelerin yapılmış olduğunu, ancak bu müzakereler sonucunda sözleşmenin akdedilmemiş olduğunu, tarafların sözleşenin esaslı noktalarında uyuşma sağlayamadığını, davacı ile diğer davalı … Holding Inc arasında da herhangi bir sözleşmesel ilişki kurulmadığını, davalı … Holding Inc’nin salt diğer davalı şirketin hissedarı olması sebebiyle de bu davaya taraf olamayacağını, davacının, 01/11/2013 tarihli sözleşmenin feshinden kaynaklanan taleplerini, söz konusu sözleşmenin tarafı olmayan davalılara karşı ileri süremeyeceğini…” mütalaa ettiği görülmüştür.
Mahkememizce görevlendirilen bilirkişiler …, … ve …marifetiyle hazırlanan 19/08/2020 tarihli bilirkişi ek raporunda özetle; Davacının 2013-2014 ve 2015 yıllarına ilişkin tutmakla yükümlü olduğu ticari defterlerinin TTK hükümlerine uygun tutuldukları anlaşılmakla, davacı şirketin yasal ticari defterleri birbirine teyit etmekte olduğunu, delil kabiliyetlerinin mahkemenin takdirinde olduğunu, davacı tarafından sunulan 2013-2014 ve 2015 yıllarına ait gider listeleri ve faturaların incelenmesi neticesinde, davacının yaptığı giderlerin davalı/davalılar adına yapıldığına ilişkin herhangi bir fatura açıklaması tespit edilmediğini, ayrıca davacı tarafından tarafa teslim edilen mail yazışma fotokopilerinin incelemesinde, davalı/davalılar tarafından davacıya herhangi bir harcamanın yapılması konusunda bir talep tespit edilemediğini, mali tablolar incelendiğinde, finansal açıdan davacının bahsedilen yıllarda (01/11/2013 – 30/06/2014 sözleşme döneminde ve 7 aylık kıst dönemde) satışlarının düşmediğini, bu nedenle satış kaybı olmadığı ve yine anılan yıllarda Kurum Vergisi beyannamelerinde görüleceğini, davacının 2013 yılında dönem net zararının 48.605,05-TL, 2014 yılında dönem net zararının 97.353,59-TL, 2015 yılında ise dönem net zararının 231.639,95-TL olduğunu, yine salt mali tablolardan hareketle, davacının iddia ettiği zararın satışlara yansımadığını, davacı işletmenin sürekli olarak, zarar bildiriminde bulunduğu (2010/2015 yıllarında) davacının 01/11/2013 – 30/06/2014 tarihleri sözleşme döneminde kar kaybı olmadığı mütalaa edilmekle, kök raporda sözleşme ilişkisinin ispatı için dosyaya sunulan e-maillerin tek tek ve bir bütün olarak tetkik edildiğini, bu inceleme sonucunda, davacı ile ile davalı … Gıda Ticareti Ltd. Şti. Arasında sözleşme müzakereleri yapıldığını, ancak tarafların distribütörlük sözleşmesinin esaslı unsurları üzerinde anlaşma sağlayamadığını, bu nedenle sözleşmenin kurulamadığı kanaatine varıldığını, netice olarak davacının e-maillerdeki lehe yorumların dikkate alınmadığına dair itirazı bakımından yapılan değerlendirmede, kök rapordaki kanaatin değişmediğini, tarafların iradelerinin sözleşme akdetmek yönünde olduğunu, yapılan sözleşme müzakereleri değerlendirildiğinde davalının sözleşme yapma iradesinin gerçek olduğu ve davacının yanıltılmadığını, müzakereler boyunca davalı tarafın, sözleşmenin imzalanıp imzalanmayacağı ya da imzalanması halinde koşullarının ne şekilde olacağı konusunda davacı şirkete açık bir taahhütte bulunmadığını, davacının bu konuda yanılmasına sebep olacak bir görünüş de yaratılmadığını, davalı şirket tarafından temkinli bir ifade tarzı benimsendiğini, sözleşmenin akdedilmesi konusunda yetkinin tamamen kendilerinde olmadığı hususunun davacının bilgisine sunulduğunu, irade serbestisi ilkesi uyarınca sözleşme kurulması zorunluluğunun bulunmadığını, netice olarak sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşma sağlanamadığından müzakerelerin sona erdiğini, taraflar arasında gerçekleşen sözleşme müzakerelerinde davalı tarafın kusurunun bulunmadığını…” mütalaa ettikleri anlaşılmıştır.
HMK’nın 114 ve 115. maddeleri kapsamında ilk olarak davalı yanların milletlerarası yetkiye ilişkin usuli itirazları tetkik edilmiş olup; davacı yanın dava dilekçesindeki talebi her ne kadar dava dışı … ile akdedildiği görülen yetki şartı düzenlenmesini içerir 01/11/2013 tarihli distribütörlük sözleşmesinin ihlaline dayalı müspet /menfi tazminat istemi olarak ifade edilmiş ise de ilerleyen tarihlerdeki beyan dilekçeleri ile talebin davalılar ile tesis edildiği iddia edilen yeni bir distribütörlük sözleşme ilişkisine dayalı olduğu anlaşılmış olup her iki davalı tarafın da yetki şartının düzenlendiği 01/11/2013 tarihli sözleşmenin tarafı olmaması ve davacı taleplerinin anılı sözleşmeye dayalı olarak ikame edilmeyip taraflar arasında tesis edildiği iddia edilen bağımsız sözleşme / sözleşme öncesi ilişkisine dayalı olması nedenleri ile yer yönünden yetki kuralları ve HMK’nın 6 ve 7 . maddeleri nazara alındığında mahkememizin somut uyuşmazlıkta yetkili olduğu anlaşılmakla; yargılamaya devam olunmuştur.
Huzurdaki davada; davacının, dava dışı… uluslararası şirketi ile akdedilen 01/11/2013 tarihli sözleşme ile ”…” ve ‘…” markasının Türkiye distribütörü olduğu, anılı 30/06/2014 tarihine kadar geçerli olduğu ancak anılı distribütörlük anlaşmasına konu markanın davalı … Holding’e devredilmesine yönelik işlemlerin Nisan 2014 tarihinde başlayıp Ağustos 2014 tarihi itibari ile marka devrinin sonuçlandırıldığı hususları ihtilafsız olup uyuşmazlığın; davalı şirketin bahse konu markayı devraldıktan sonra hissedarı olan diğer davalı … Gıda Ticaret Ltd. şirketi nezdinde davacı taraf ile 2013 tarihli sözleşmeden bağımsız yeni bir distribütörlük sözleşme ilişkisinin tesis edilip edilmediği, davacıya mevcut sözleşmenin aynen uygulanmaya devam edeceği konusunda haklı bir beklenti/ güvence yaratılıp yaratılmadığı, davacı yanın güven sorumluluğuna dayalı müspet ve menfi zararlarının tazmini isteminin yerinde olup olmadığı noktalarında toplandığı anlaşılmıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2019/13-221 esas, 2019/575 karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; ”…Kendine özgü mahiyet arz eden güven sorumluluğu bir kişinin davranışlarıyla başkalarında yarattığı haklı beklentiler nedeniyle oluşan güven ilişkisinden kaynaklanır. Temeli Alman Borçlar Kanunu’nda yer alan, borçlar hukuku mevzuatımızda düzenlemesi bulunmamakla birlikte gerek Türk hukukunda gerekse İsviçre hukukunda kendisine uygulama yeri bulan bu teori bir kimsenin kendi yarattığı dış görünüşün meydana getirdiği sonuçlara kendisinin katlanmasının gerekliliği, aksi yönde bir düşüncenin iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil edeceği kabulüne dayanır. Bu sorumluluğun varlığından söz edilebilmesi için güvenin haklı ve korunmaya layık olması, karşı tarafça yaratılan güven hissi nedeniyle hareket ettiğini ileri süren kişinin de dürüst olması gereklidir.
Kusur sorumluluğu hâllerinden sayılan bu kavram herhangi bir sözleşme ilişkisinin varlığını gerektirmediğinden taraf iradesinden bağımsız bir sorumluluk sebebi olduğu gibi (Canaris, Claus – Wilhelm, Ansprüche wegen “positiver Vertragsverletzung” und “Schutzwirkung für Dritte” bei nichtigen Verträgen, Zugleich ein Beitrag zur Vereinheitlichung der Regeln über die Schutzpflichtverletzungen, JZ, 1965, s. 479- atıf yapan; Durak, Y.: Güven Sorumluluğu ve Culpa In Contrahendo, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.1, 2017, s. 242) sözleşmeye taraf olmayan üçüncü bir kişiyi bir anlamda borç ilişkisinin tarafı hâline getirerek borç ilişkilerinin nispiliği kuralını da genişletir mahiyettedir.
Borçlar hukukunda egemen olan sözleşmelerin nispiliği kuralı gereğince borç ilişkilerinden doğan alacak hakkının aynî haklarla kişilik haklarının aksine, hukuki nitelikleri itibariyle nispi bir hak olması, daha açık anlatımla alacaklının bu hakkı sadece borçluya karşı ileri sürebilmesi anlamına gelir ve üçüncü kişiler, borç ilişkisi ile ilke olarak borç altına girmedikleri, bir hak kazanmadıkları için, bu hakkın onlara karşı ileri sürülebilmesi, kural olarak mümkün değildir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b. Ankara 2017, s.18). Ne var ki hukuki ilişkilerdeki nispilik mutlak bir kural olmayıp, bu ilişkinin üçüncü kişilere de etkili olmasını sağlayan kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan istisnalar söz konusu olabileceği gibi yukarıda da değinildiği üzere kimi durumlarda sözleşmeye taraf olmayan kişinin yarattığı görünüş de bu sonucu doğurabilecektir…”
Somut uyuşmazlığın vasıf ve mahiyeti ile ileri sürülen maddi olgular ve deliller doğrultusunda yanlar arasında objektif ve subjektif esaslı noktaları üzerinde uzlaşılarak tesis edilmiş bir sözleşmeye rastlanılmamakla birlikte davacının sözleşme ilişkisinin tesis edileceğine dair haklı bir güven oluşturulduğuna dair zarar talebinin sözleşme öncesi sorumluluk (culpa in contrahendo) ilkesinden kaynaklandığı tespit edilmiş olmakla birlikte sözleşme öncesi sorumluluğa ilişkin olarak gerek Türk Borçlar kanunumuzda gerekse mehaz İsviçre Borçlar Kanunu’nda genel bir düzenlemenin bulunmadığı görülmüştür. Ancak bazı özel düzenlemeler bu sorumluluğun kabul edildiğini göstermektedir. (Dr. Huriye Reyhan Demircioğlu, Sözleşme görüşmelerindeki kusurlu davranıştan doğan sorumluluk, 2009 baskı, sh.72-73). Nitekim doktrinde bu konuda muhtelif görüşler ileri sürülmekle birlikte ağırlıklı görüş, bu sorumluluğun niteliği itibariyle sözleşmesel bir sorumluluk olduğu kabul edilmektedir. Sözleşme öncesi sorumluluk, akdin kurulmasından önceki safhada yani, akdin müzakereleri esnasında taraflardan birinin diğer tarafa dürüstlük kuralına dayalı olarak kurulan akit benzeri güven ilişkisine aykırı davranışı dolayısıyla verdiği zarardan sorumluluk şeklinde tanımlanmaktadır. Sorumluluğun gerçekleşmesi için üzerinde görüşmeler yapılan akdin kurulması şart değildir. Akit görüşmelerinden doğan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda farklı görüşler ileri sürülse de, bu sorumluluğun niteliği itibariyle akdi bir sorumluluk olduğu kabul edilmektedir. (Yardımcı Doç. Dr. Gül Doğan, Önsözleşme,2006 baskı, sh. 68) Ayrıca sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan (olumsuz zarardan) sorumluluğu değil, Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kurallarına dayanan “güven ilkesi”nden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsamaktadır.
Anılı içtihat ve izahatlar ışığında dosya kapsamındaki deliller ile birlikte somut olaya bakıldığında; mail yazışmaları/belgeler içeriklerinde davacı ile davalı … Ltd. şirketi arasında marka devrinden sonra bir kısım görüşmelerin gerçekleştiği görülmekle birlikte yeni bir sözleşme ilişkisinin tesisi için gerekli esaslı unsurlar üzerinde mutabakatın gerçekleştiğini gösterir bir ispat aracına rastlanılmamıştır. Davacı şirket ile davalı … Ltd şirketi arasında 2014 yılı ağustos ayından 2015 yılı başlarına kadar müzakerelerin gerçekleştirildiği ancak bu müzakerelerin mutabakatla sonuçlanmadığı tespit edilmiş olup müzakerelerin seyri boyunca davalı tarafın yeni bir sözleşmenin tesis edilmesi noktasında davacı şirkete açık/net bir taahhütte bulunmadığı gibi sözleşmenin akdedilmesi konusundaki yetkinin tamamen şirketleri nezdinde olmadığını belirttiği ve stratejik bölge yönetimi kararlarına atıf yaptığı saptanmıştır. Dolayısıyla davalı yanın anılı ifade ve yaklaşımları karşısında davacı nezdinde haklı bir güven oluşturduğunu söylemenin mümkün görülemeyeceği anlaşılmıştır. Nitekim TBK’nın 26. maddesi uyarınca, Türk Hukukunda esas olan sözleşme özgürlüğüdür. Aslolan sözleşme serbestisi olmakla bir tarafın diğer tarafla sözleşme yapmakla yükümlü olmaması ana kaide olmakla birlikte dürüstlük kuralına aykırı bir hareket ile güven uyandırıp karşı yanın zarara uğramasına sebebiyet verilmesi halini hukuk düzeni elbette korumayacaktır. Bununla birlikte davalı yanın müzakarelerin seyrindeki tereddütlü yaklaşımı ve çekimser kalan tavırlarının, karşı tarafta haklı bir beklentinin doğmasına sebebiyet verebilecek vasıflardan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır. Tacir olup basiretli hareket etmekle yükümlü olan tarafların müzakare görüşmelerindeki gidişat ve eğilime göre aksiyon geliştirmeleri ticari hayatın olağan akışı içerisinde gerekli olup davalıların kötüniyetli bir tutumla davacı yanın zararına hareket ettiklerini gösterir bir kanaate varılamadığı anlaşılmakla; tüm bu gerekçeler ışığında sübut bulmayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
H Ü K Ü M : Gerekçesi açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davacı tarafından yatırılan 1.707,75-TL harçtan 54,40-TL’in mahsubu ile bakiye 1.653,35-TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davalılar, kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. Göre hesaplanan 13.450,00-TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalılara verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan masrafların kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı … Holding tarafından yapılan 50,00-TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
6-Taraflarca yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının 6100 sayılı Yasanın 333. maddesi ile Yönetmeliğin 207. maddesi gereğince hükmün kesinleşmesinden sonra hesap numarası bildirilmiş ise elektronik ortamda hesaba aktarmak suretiyle; hesap numarası bildirilmemiş ise masrafı kalan paradan karşılanmak suretiyle PTT merkez ve işyerleri vasıtasıyla adreste ödemeli olarak yazı işleri müdürü tarafından iadesine,
Dair; taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere istinaf dilekçesi sunulmak suretiyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 14/10/2020

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır