Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/74 E. 2020/218 K. 25.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/74 Esas
KARAR NO : 2020/218 Karar

DAVA : Alacak (Emanet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 02/07/2013
KARAR TARİHİ : 25/02/2020

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Emanet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin vermiş olduğu 14.12.2012 tarihli dava dilekçesinde özetle; “Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu (HMK)’nun 57. maddesi uyarınca davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğu; huzurdaki davanın, davalı bankanın gerek dürüstlük kuralları, gerek bankacılık etik ilkeleri ve bankacılık mevzuatına alenen aykırı hareket ederek, davaların ekonomik hedeflerini, yatırım amaçlarını, risk ve getiri tercihlerini dikkate almaksızın davacıları kendi menfaatleri doğrultusunda bilinçli bir şekilde yanlış yönlendirdiğini, basiretli bir tacir gibi davranma ilkesi, SPK mevzuatı ve vekaleten iş görme hükümlerine açıkça aykırı hareket ederek, davacıların davalı bankadan talep etmiş oldukları bilgilerde saydamlık sağlamadığı ve bu suretle uğranılan zarar meblağlarının davacılardan gizlenmeye çalışıldığını, davalı bankanın menfaatlerinin açık bir şekilde müşteri menfaatlerine üstün tutulmuş olduğu matbu bankacılık sözleşmelerinde yer alan ve davacılar aleyhine haksız şartlar ve sorumsuzluk kayıtları içeren hükümlerin hukuka ve hakkaniyete aykırı ve kabul edilemez nitalikte olduğunu, davalı bankanın prestij fonu olarak pazarlanan İstanbul Fonunun bir hedge fon olduğu, davacılar ile davalı banka arasmdaki uyuşmazlığın davalı bankanın söz konusu fonu satarken belirlediği pazarlama strateji nedeniyle doğduğu, bunun sonucu olarak spk’nun 30.04.2012 tarihli tebliği ile davalı bankaya mevzuata aykırı tutumu ve anapara korumasız bir üründe getiri taahhüdü bulunması nedeniyle 17.170 TL tutarında idari para cezası verdiğini, böylece, İstanbul Fon kapsamında yapılan yanlış işlem ve bilgilendirmeler sonucunda davacı …’ın 22.000 TL, davacı…’nın ise 152.000 TL civarında zarara uğradıkları, opsiyon işlemleri kapsamında yapılan yanlışlıklar sonucunda ise davacı …’ın 1.000.000 TL civarında zarara uğradığını, müvekillerinin uğradıkları ve belirlenmesi şu aşamada mümkün olmayan maddi zararın 6100 sayılı Yasa’nın 107. maddesinin birinci fıkrası uyarmca belirlenmesini, belirlenen alacak miktarının davalıdan, davacılar tarafmdan davalı bankaya ulaştırılmış ihtarnamelerin tebliği tarihinden itibaren işleyecek ticari işlemlere uygulanan reeskont faizi ya da bankacılık işleminin türüne göre uygulanması belirlenmiş olan en yüksek faiz oranı, masraf ve avukatlık ücreti ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekilinin 01.02.2013 tarihli cevap dilekçesinde özetle; huzurdaki dava kapsamında, davacılar arasında MHK’nun 67. maddesi anlamında bir dava arkadaşlığı bulunmadığını, HMK’nun 109 (ğ) maddesi uyarınca, davacının 10.000 TL’nm tahsili konusunu somutlaştırmak zorunda olduğunu, huzurdaki davada davacı tarafın, her türlü işlemden dolayı ne kadar zarara uğradığını açıkça belirttiği, ayrıca davacı tarafın dava dilekçesi ekinde mahkemeye ibraz ettiği belgeler ve hesap hareketleri ile ne kadar zarara uğradıklarının tespitinin mümkün olduğunu, bu nedenle davacı tarafın, huzurdaki davarının 6100 sayılı HMK uyarınca belirsiz alacak davası ileri sürmesine rağmen davanın esasen kısmi dava olduğunu, davacı tarafın alacak miktarının en azından asgari tutarının belli olduğunu, belli olan alacak miktarı üzerinden harç yatırılmadığı nedeniyle davacı tarafın huzurdaki davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan ettiğini, hukuken kısmi dava açması mümkün olmadığından bundan sonra da ıslah müessesine başvurmasmın mümkün olmadığını, davaya konu tüm bankacılık işlemlerinin davacı tarafın talimatlarına istinaden ve bilgileri dahilinde gerçekleştirildiği, davacı tarafın işlemlerden bilgileri olmamasının söz konusu olmadığını, mevcut durum ve davacı tarafın tutum ve davranışlarının davacı tarafın söz konusu işlemlerden bilgi sahibi olduğunu ve icazet verdiğini açıkça ortaya koyduğunu, taraflar arasında imzalanan sözleşmelerin mevzuata uygun olarak düzenlendiğini, sözleşme serbestisi içinde hazırlandıkları ve tarafların ortak iradeleri ile imzaladıkları, içerik ve asgari şartlarının SPK tarafından belirlendiğini, Yargıtay kararlarında belirtildiği üzere Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi kapsammda yapılan işlemlerde müşterilerin tüketici konumunda olmalarının hukuken mümkün olmadığı, sadece kredi kartı ve tüketici kredisi ile ilgili uyuşmazlıklarda tüketici konumunda olabildikleri, bu nedenle Tüketici’nin Korunması Hakkında Kanun’un huzurdaki davaya konu uyuşmazlığa uygun olmadığını, davaya konu uyuşmazlıkta dava konusu yapılan tüm işlemlerin ve sözleşmelerin 6098 sayıh Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01 Temmuz 2012 tarihinden önce gerçekleştirilmiş ve akdedilmiş olduğunu, bu nedenle davacı tarafın iddiasının 6098 sayılı kanunun genel işlem şartlarına ilişkin düzenlemelerin huzurdaki davaya konu uyuşmazlığa uygulanmasının hukuken mümkün olmadığını, davacı tarafın haksız şart ve genel işlem şartı olarak belirttiği sözleşme düzenlemelerinin huzurdaki davaya konu uyuşmazlıkla bir ilgisi bulunmadığını, şikayete konu uyuşmazlıkta Sermaye Piyasası Kanunu’na göre bir türev işlemi yapılmadığından bu düzenlemelere tabi olmayacağı dolayısıyla mevzuata aykırılıktan bahsedilemeyeceğini, davalı bankanın müşteri tanıma formlarmda yer alan kısımların davacı müşteriler tarafından bilinçli olarak boş bırakıldıkları ve sorumluluğun kendilerinde olduğunu beyan ettiklerini, davalı banka uygulamalarmda Müşter…Anketi uygulamasının mevcut olduğunu, bu formlarm banka müşterileri tarafından doldurulduğu gibi banka sisteminde de müşterilerin risk profillerinin yer aldığını, davalı bankanın kendiliğinden davacı taraf adına resen işlem yapmadığı, tüm işlemlerin davacı tarafın talimatı ile gerçekleştirildiğini, bankacılık işlemlerinde bir kimsenin zarara uğradığının gizlenmesinin mümkün olmadığını, davalı bankanın çalışanlarının İstanbull Fon ile ilgili bir getiri taahhüdünde bulunmalarının söz konusu olmadığını, tüm bu nedenlerle öncelikle davacılar arasında MHK 67 maddesi anlamında bir dava arkadaşlığı bulunmadığından, HMK 167. maddesi gereğince davaların ayrılmasına, savunmaları doğrultusunda haksız ve hukuka aykırı açılmış olan davanın husumetten ve esas yönünden reddine, yargılama giderleri ile avukatlık ücretlerinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Taraf vekilleri delillerini liste halinde sunmuşlar uyuşmazlığın davacılar… ile … yönünden davacıların davalı banka hesabındaki tutarların…ismi ile anılan fondan fon satışı yapılmak suretiyle kullanılması ve davalı bankanın tutumu sebebiyle bu davacıların fondan çıkmak istemelerine rağmen davacıların hatalı yönlendirildiği iddiası ile daha sonra davacı …’ın fondan çıktığı ancak yaklaşık 22.000,00 TL tutarında zarar ettiği, hatta SPK nın davalı bankaya bu fonu kullanım sebebiyle idari para cezası verdiği, diğer davacı …nın ise halen fondan çıkmadığı bu fon nedeniyle zararının 152.000,00 TL ye ulaştığının bildirildiği, diğer davalı …yönünden ise yine bu davacının davalı bankadaki hesabından davalı bankaca bariyerli opsiyon işlemlerindeki işlem ve sonuçlar sebebiyle bu davacının bilgisizliğinden pazarlanmış bariyerli opsiyon işlemleri nedeniyle zarara uğradığı ve zarar miktarının yaklaşık 1.000.000,00 TL olduğu ve davalı bankanın kusurlu ve ihmali olduğu ileri sürülen davranışları iddiası ile davacıların zararlarının ayrı ayrı belirlenmesi daha sonra belirlenecek alacaklar tespit edildiğinde bunun faiz masrafları ile birlikte tahsilinin talep edildiği, bu davada davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı olup olmadığı ve davacıların sözkonusu banka mevduat hesaplarındaki paralar kullanılarak İstanbul Fon ve bariyerli opsiyon hesabı sebebiyle davalı bankanın kusurlu ve ihmalini içerir eylemleri sebebiyle tazmini gereken zararlarının olup olmadığı ve davacıların zararlarının önceden belirlenebilir bir şekilde bulunup bulunmadığı ve belirsiz alacak davasının konusunu teşkil edip etmediği ve davalı bankanın kusur ve ihmali olup olmadığı hususlarına ilişkin olduğu anlaşılmakla davacı ile davalı görevlisi arasındaki dava konusu yapılan yatırım yatırım işleyişine dair kayıt altına alınan telefon konuşmalarının ses kayıt çözümüne ilişkin ses kayıt döküm bilirkişi raporu 14/03/2014 havale tarihli olarak ibraz edilmiş, bu çözüm kayıtları karşı taraf vekilleri beyanlarını bildirmişler, bu arada davalı bankadan davacı hesabından davaya konu İstanbul fon alım satım işlem kayıtları celp edilmiştir.
Davanın niteliği gereği davacıların zararlarının dava dilekçelerinde de belirtildiği üzere zarar miktarlarının gösterilerek belirlenebilir nitelikte bulunduğu, bu açıdan davacıların belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararlarının bulunmadığı anlaşılmakla davacılar vekiline her bir davacının talep ettiği zararlara dair alacak miktarlarını ve hangi zararın hangi banka işleminden kaynaklandığına ilişkin ayrıntılı dilekçesini sunması ve her bir davacının bildirdiği zarar miktarı yönünden eksik harcı ikmal ederek makbuzunu dosyaya sunması için HMK 114 -g 115. maddeler gereğince iki haftalık kesin süre verilmiş, davanın niteliği gereği davacıların bu davada ihtiyari dava arkadaşı olmadığı ve ihtiyari dava arkadaşlığı koşullarının oluşmadığı görülmekle davacı … hakkındaki dava mahkememizin aynı esas numarasında bırakılarak diğer davacılar … ve … hakkındaki davaların HMK 167 maddeleri gereğince ayrı ayrı TEFRİKİNE KARAR VERİLMİŞTİR.
Davacı vekiline bu hususta gerekli işlemleri yapması için süre verilmiş, davanın ana dava dosyası kapatılan İstanbul … Asliye Ticaret Mahkemesinin …esas sayılı dosyadan tefrik edilmekle davacı vekili tefrik işleminden sonra bu davacı … için davaya konu talep için dava değerini gösterir 02/07/2013 tarih beyan dilekçesini ibraz ederek davanın değerinin 200.000,00-TL olduğunu bildirerek eksik harcı ikmal ederek makbuzunu sunmuştur. Ses kaydı raporu ve celp edilen deliller çerçevesinde ses kayıt çözüm raporu alındıktan sonra bu kez dosya konusunda uzman resen seçilen SPK uzmanı ekonomist…, uzman Doç Dr …ve bankacı …’dan oluşan bilirkişi heyetine tevdii edilerek davacının dava konusu yaptığı ve davalı tarafça davacının banka hesabından gerçekleştirildiği ileri sürülen İstanbul fon alım satım işlemleri incelenerek bu nedenle davacının davalı bankanın kusurlu eylemleri sonrasında herhangi bir zarar ve tazminat alacağının bulunup bulunmadığı ve ayrıca davalı bankaya yöneltilebilecek herhangi bir kusur olup olmadığı varsa oranı hususlarında davacı hesabıda incelenerek rapor aldırılması istenilmiş, bu bilirkişilerce yapılan incelemede 05/11/2014 havale tarihli bilirkişi raporu alınarak dosyamız içerisine konulmuştur.
Mahkememizce tüm deliller toplandıktan ve bilirkişi raporu alındıktan sonra; “Davacının davasının kısmen kabulü ile 106.012,20 TL’nin 16/07/2012 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine” karar verilmiştir.
Bu karar taraflarca süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2016/1348 E, 2016/9772 K sayılı 22.12.2016 tarihli ilamı ile bozulmuştur.
Bozma ilamında özetle ; “Dava, bankacılık işlemine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece, davacının zararın %30 undan davalının ise %70 inden sorumlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, davalı vekilince davacının davaya konu ettiği İstanbull fonu ilk kez almadığı, 2009 yılında da aldığı ve bu işlemden kar elde ettiği, davacının daha önce yaptığı ve kar ettiği İstanbull fon alım işleminin hukuken geçerliliğine hiç bir itirazda bulunmayıp elde ettiği karı tahsil ettikten sonra aynı şekilde kurulan İstanbull fon işleminden zarar ettiği tutarı talep etmesinin hukuka uygun olmadığı savunulduğu halde mahkemece bu yönde bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Bu suretle, davacının dava konusu ettiği fondan daha önce alıp almadığı, kar elde edip etmediği, davacının iddia ettiği gibi devam eden bir sürecin bulunup bulunmadığı, ilgili fon işlemleri yönünden bu fondan çıkılmasının mümkün olup olmadığı araştırılıp değerlendirilmek suretiyle, bilirkişi raporuna yapılan itirazları da karşılayacak şekilde bilirkişilerden ek rapor alınmak yeterli görülmezse bu konuda yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmak ve sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile mahkememiz hükmünü bozmuştur.
Mahkememizce bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiştir.
Yanların tüm delilleri toplandıktan sonra dosya iddia, savunma ve yanların tüm delilleri ile ticari defter ve belgeleri, mahkememizce alınan bilirkişi raporu, bu rapora dayanılarak verilen hüküm, bu hükmün bozulmasına ilişkin Yargıtay ilam üzerinde inceleme yapılarak temerrüt tarihi itibarıyla davacının davalıdan alacağı varsa saptanması için bilirkişiye verilmiştir.
Bilirkişinin düzenlediği 14.11.2019 tarihli 9 sayfadan ibaret raporunda özetle; “Dava konusu yatırım fonlarıyla ilgili olarak, davacı tarafından verilen tüm alış ve satış emirlerinin yazılı olarak gerçekleştirildiği, davalının da bu yazılı talimatlara uymasının gerektiği, ancak, talimat tarihleri ile, işlem tarihleri arasında fark bulunduğu, dolayısıyla talimat tarihlerinde davalı banka tarafından niçin işlem yapılmadığının anlaşılamadığı, talimat tarihindeki fon kıymeti bilinemediğinden, gecikmeli işlem nedeniyle, davacının zarara uğrayıp uğramadığı konusunda ise bir değerlendirmenin yapılamadığı. Davacının, 05.06.2009 – 07.10.2010 döneminde ve (3) ayrı tarihte aldığı fonlara ciddi tutarda bir yatırım (toplam 2.249.999,99 TL) yaptığı, ancak, bu yatırımlarını fon birim fiyatları yükselirken gerçekleştirdiği. Bu fon paylarının satışını ise tamamım bir defada ve fon birim fiyatları düşerken vaotıöı (fondan çıkısın yatırımcının Isteâivle her zaman mümkün bulunduöuL yatırım tercihleri açısından bakıldığında, önemli tutardaki bir fonun tek bir menkul kıymete yatırılmasının ve alternatif yatırım kanallarına (hisse senedi, döviz, TL mevduat, kıymetli maden vs.) gidilmemesinin ve alış ile satış tercihlerinin doğru zamanda kullanılmamasının, kademeli satış yapılmamasının yukarıda belirtilen davacı zararında etkili olduğu. Billndiğİ üzere, fiili zararın, bir kıymetin elden fiilen çıkarıldığı tarihteki fiyatı ile, maliyet fiyatı arasındaki olumsuz fark olduğu, ancak, hisse senedi, fon, kıymetli maden vs. gibi menkul kıymetlerin, belli bir tarihte elden fiilen çıkarılmadan önce satış bedellerinin kesin olarak bilinmesinin söz konusu olduöu. bu nedenle, yatırımcının satıs yapması halinde bunların maliyetine göre zarar va da kar edeceöini bilebilecek durumda bulunduöu. dolayısıyla, potansiyel kar ya da zararı gösterdiğinden, yatırımcının bu durumu gözeterek menkulü elinden çıkaracağı ya da tutacağı, elinden çıkardığı anda, alış maliyetine göre de fiilen kar ya da zarar edeceği. Yapılan bir yatırımın maliyeti ile potansiyel zararının/karının yatırımcı tarafından bilinen kriterler olduğu, bunlar bilinirken ve satışla ilgili Bankanın bir zorlaması da yokken, davacının kendi iradesiyle satışı gerçekleştirmesinin, zararın kabulü anlamına geleceği, kaldı ki, davacı yanın, satışla elde ettiği fonun, başka bir karlı ya da daha verimli bir yatırım amacıyla kullanılıp kullanılmadığının da dosyadan belli olmadığı, diğer bir deyişle, bir yılı kısa bir süre aşan sürede (3) ayrı tarihte kademeli olarak aldığı fonları, fon fiyatları da maliyete göre düşükken bir defada bozdurarak zarar etmesinde, kar amaçlı başka bir yatırım amacının bulunup bulunmadığının değerlendirilemediği. Davalı Bankanın, dava konusu İstanbul! Serbest Fonunun getiri beklentisine ilişkin 2010 yılında mevzuata aykırı beyanda bulunması nedeniyle SPK tarafından idari cezaya muhatap kılındığı anlaşılmakla birlikte, davalı bankanın bu eyleminin, davacının fon alımı üzerindeki etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirmenin, davacının beyan ve dayanakları ile önceki bölümlerde açıkladığımız hususlar çerçevesinde Mahkemenin takdirlerinde olduğu” kanaati ile raporunu sunmuştur.
Dosyaya getirtilen yanlara ait tüm deliller, getirtilen delil dosyası, mahkememizce verilen ilk hüküm, bu hükmün bozulmasına ilişkin Yargıtay ilam davalı şirketin ticari defter ve belgeleri üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen rapor ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı üzere;
Davacı vekili, davalı bankanın prestij fonu olarak pazarladığı İstanbul Fonunun bir hedge fon olduğunu, davalı bankanın söz konusu fonu satarken belirlediği pazarlama strateji nedeniyle SPK’nın 30.04.2012 tarihli tebliği ile davalı bankaya mevzuata aykırı tutumu ve anapara korumasız bir üründe getiri taahhüdünde bulunması nedeniyle 17.170.-TL tutarında idari para cezası verdiğini, böylece, İstanbul Fon kapsamında yapılan yanlış işlem ve bilgilendirmeler sonucunda davacı …’nın 152.000.-TL zarara uğradığını ileri sürerek, uğranılan zararın davacı tarafından davalıya çekilen ihtarnamenin tebliği tarihinden itibaren işleyecek ticari işlemlere uygulanan reeskont faizi ya da bankacılık işleminin türüne göre uygulanması belirlenmiş olan en yüksek faiz oranı ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davaya konu tüm bankacılık işlemlerinin davacı tarafın talimatlarına istinaden ve bilgileri dahilinde gerçekleştirildiğini, taraflar arasında imzalanan sözleşmelerin mevzuata uygun olarak düzenlendiğini, davalı bankanın müşteri tanıma formlarmda yer alan kısımların davacı müşteriler tarafından bilinçli olarak boş bırakıldığını ve sorumluluğun kendilerinde olduğunu, müşterilerin risk profillerinin yer aldığını, davalı bankanın kendiliğinden davacı taraf adına resen işlem yapmadığını, davalı bankanın çalışanlarının İstanbull Fon ile ilgili bir getiri taahhüdünde bulunmalarının söz konusu olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Huzurdaki davada davacı ilk defa 05,06.2009 tarihinde 8.035.355 adet payı bir pay bedeli 0,012445 TL’den toplam 99.999,99 TL ödeyerek satın almış, yaklaşık bir yıl sonra da 07.07.2010 tarihinde bu defa 0,014612 TL birim fiyat üzerinden 119.764.577 paya 1.750.000 TL ödemek suretiyle yatırım yapmıştır. Hemen 3 ay sonra da 25.816.445 Payı, pay başına 0,015494 TL ödeyerek toplam 400.000 TL tutarında yatırım yapmıştır. Dosyada da görüleceği üzere, ilk alıştan sonraki alışlarda birim alış fiyatları sürekli yükselmektedir.
Normal olarak fon ve hisse senedi gibi menkul kıymetler, yatırımcı tercihleri çerçevesinde ve prensip olarak yükselirken değil, düşerken alınmaktadır. Ancak, davacının fon bedelleri yükselirken satın alma işlemi yaptığı, esasen, fonun yatırım trendinin giderek yükselişte olduğu görülmektedir.
Davacının fonlarının tamamını (toplam 153.616.377 adet) 07.04.2011 tarihinde birim satış fiyatı 0,013661 TL iken (153,616.377 adet x 0,013661 TL=) toplam 2.098.553,33 TL’den sattığı görülmüştür.
Rapordaki Tablolardan görüleceği üzere, davacı muhtelif tarihlerde muhtelif pay tutarlarına toplam 2,249.999,99 TL ödeme yapmış, ancak, bu paylarının tamamını 07.04.2011 tarihinde bir defada elinden çıkararak bu yatırımdan nihai olarak ve toplamda (2.249.999,99 TL – 2.098.553,33 TL=) 151.446,66 TL zarar ettiği belirlenmiştir.
Davacı tarafından verilen tüm alış ve satış emirlerinin yazılı olarak gerçekleştirildiği, davalının da bu yazılı talimatlara uymasının gerektiği, ancak, talimat tarihleri ile, işlem tarihleri arasında fark bulunduğu, dolayısıyla talimat tarihlerinde davalı banka tarafından niçin işlem yapılmadığının antaşılamadığı, talimat tarihindeki fon kıymeti bilinemediğinden, gecikmeli işlem nedeniyle, davacının zarara uğrayıp uğramadığı konusunda ise bir değerlendirmenin yapılamadığı,
Davacının, (3) ayrı tarihte aldığı fonlara ciddi tutarda bir yatırım (toplam 2.249.999,99 TL) yaptığı, ancak, bu yatırımlarını fon birim fiyatları yükselirken gerçekleştirdiği, bu fon paylarının satışlarını ise tamamını bir defada ve fon birim fiyatları düşerken yaptığı fondan çıkısın yatırımcının isteâivle her zaman mümkün bulunduğu, yatırım tercihleri açısından bakıldığında, önemli tutardaki bir fonun tek bir menkul kıymete yatırılmasının ve alternatif yatırım kanallarına (hisse senedi, döviz, TL mevduat, kıymetli maden vs.) gidilmemesinin ve alış ile satış tercihlerinin doğru zamanda kullanılmamasının, yukarıda belirtilen zararda etkili olduğu,
Bilindiği üzere, fiili zararın, bir kıymetin elden fiilen çıkarıldığı tarihteki fiyatı ile, maliyet fiyatı arasındaki olumsuz fark olduğu, ancak, hisse senedi, fon, kıymetli madenler vs. menkul kıymetlerin, belli bir tarihte elden fiilen çıkarılmadan önce satış bedellerinin kesin olarak bilinmesinin söz konusu olduğu, bu nedenle, yatırımcının satış yapması halinde bunların maliyetine göre zarar ya da kar edeceğini bilebilecek durumda bulunduğu, dolayısıyla, potansiyel kar ya da zararı gösterdiğinden, yatırımcının bu durumu gözeterek elindeki menkulü elinden çıkaracağı ya da tutacağı, elinden çıkardığı anda, alış maliyetine göre de fiilen kar ya da zarar edeceği, Yapılan bir yatırımın maliyeti ile potansiyel zararının/karının yatırımcı tarafından bilinen kriterler olduğu, bunlar bilinirken ve satışla ilgili Bankanın bir zorlaması da yokken, davacının kendi iradesiyle satışı gerçekleştirmesinin, zararın kabulü anlamına geleceği, kaldı ki, davacı yanın, satışta elde ettiği fonun, başka bir karlı ya da daha verimli bir yatırım amacıyla kullanılıp kullanılmadığının da dosyadan belli olmadığı, diğer bir deyişle, bir yılı kısa bir süre aşan sürede (3) ayrı tarihte kademeli olarak aldığı fonları, fon fiyatları da maliyete göre düşükken bir defada bozdurarak zarar etmesinde, kar amaçlı başka bir yatırım amacının bulunup bulunmadığının değerlendirilemediği,
Davalı Bankanın, dava konusu İstanbul Serbest Fonunun getiri beklentisine İlişkin 2010 yılında mevzuata aykırı beyanda bulunması nedeniyle SPK tarafından idari cezaya muhatap kılındığı anlaşılmakla birlikte, davalı bankanın bu eyleminin, davacının fon alımı üzerindeki etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirilmesi gerekmiştir.
Dava konusu yatırım fonlarıyla ilgili olarak, davacı tarafından verilen tüm alış ve satış emirlerinin yazılı olarak gerçekleştirildiği, davalının da bu yazılı talimatlara uymasının gerektiği, ancak, talimat tarihleri ile, işlem tarihleri arasında fark bulunduğu, dolayısıyla talimat tarihlerinde davalı banka tarafından niçin işlem yapılmadığının anlaşılamadığı, talimat tarihindeki fon kıymeti bilinemediğinden, gecikmeli işlem nedeniyle, davacının zarara uğrayıp uğramadığı konusunda ise bir değerlendirmenin yapılmasının mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.
Davacının, 05.06.2009 – 07.10.2010 döneminde ve (3) ayrı tarihte aldığı fonlara ciddi tutarda bir yatırım (toplam 2.249.999,99 TL) yaptığı, ancak, bu yatırımlarını fon birim fiyatları yükselirken gerçekleştirdiği, bu fon paylarının satışını ise tamamım bir defada ve fon birim fiyatları düşerken yaptığı (fondan çıkısın yatırımcının Isteğiyle her zaman mümkün bulunduğu) yatırım tercihleri açısından bakıldığında, önemli tutardaki bir fonun tek bir menkul kıymete yatırılmasının ve alternatif yatırım kanallarına (hisse senedi, döviz, TL mevduat, kıymetli maden vs.) gidilmemesinin ve alış ile satış tercihlerinin doğru zamanda kullanılmamasının, kademeli satış yapılmamasının yukarıda belirtilen davacı zararında etkili olduğu,
Bilindiği üzere, fiili zararın, bir kıymetin elden fiilen çıkarıldığı tarihteki fiyatı ile, maliyet fiyatı arasındaki olumsuz fark olduğu, ancak, hisse senedi, fon, kıymetli maden vs. gibi menkul kıymetlerin, belli bir tarihte elden fiilen çıkarılmadan önce satış bedellerinin kesin olarak bilinmesinin söz konusu olduğu. bu nedenle, yatırımcının satıs yapması halinde bunların maliyetine göre zarar ya da kar edeceğini bilebilecek durumda bulunduğu. dolayısıyla, potansiyel kar ya da zararı gösterdiğinden, yatırımcının bu durumu gözeterek menkulü elinden çıkaracağı ya da tutacağı, elinden çıkardığı anda, alış maliyetine göre de fiilen kar ya da zarar edeceği, Yapılan bir yatırımın maliyeti ile potansiyel zararının/karının yatırımcı tarafından bilinen kriterler olduğu, bunlar bilinirken ve satışla ilgili Bankanın bir zorlaması da yokken, davacının kendi iradesiyle satışı gerçekleştirmesinin, zararın kabulü anlamına geleceği, kaldı ki, davacı yanın, satışla elde ettiği fonun, başka bir karlı ya da daha verimli bir yatırım amacıyla kullanılıp kullanılmadığının da dosyadan belli olmadığı, diğer bir deyişle, bir yılı kısa bir süre aşan sürede (3) ayrı tarihte kademeli olarak aldığı fonları, fon fiyatları da maliyete göre düşükken bir defada bozdurarak zarar etmesinde, kar amaçlı başka bir yatırım amacının bulunup bulunmadığının değerlendirilemediği,
Davalı Bankanın, dava konusu İstanbul Serbest Fonunun getiri beklentisine ilişkin 2010 yılında mevzuata aykırı beyanda bulunması nedeniyle SPK tarafından idari cezaya muhatap kılındığı anlaşılmakla birlikte, davalı bankanın bu eyleminin, davacının fon alımı üzerindeki etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirmenin, mahkememizce yapılarak, davalı bankanın davaya konu tüm bankacılık işlemlerinin davacı tarafın talimatlarına istinaden ve bilgileri dahilinde gerçekleştirildiği, taraflar arasında imzalanan sözleşmelerin mevzuata uygun olarak düzenlendiği, davalı bankanın müşteri tanıma formlarmda yer alan kısımların davacı müşteriler tarafından boş bırakıldığı ve sorumluluğun kendilerinde olduğu, müşterilerin risk profillerinin yer aldığı, davalı bankanın kendiliğinden davacı taraf adına resen işlem yapmadığı, davalı bankanın çalışanlarının İstanbul Fon ile ilgili bir getiri taahhüdünde bulunmalarının mümkün olmadığı kanaatine varılmış olmakla davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
Bu nedenle aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere:
1- Davanın Reddine,
2- 54,40-TL karar harcının peşin alınan 3.415,50-TL den düşümü ile kalan 3.361,10-TL nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3- Davalı tarafından yapılan 96,05-TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4- Davalı taraf kendisini dava ve duruşmalarda vekili ile temsil ettirdiği anlaşılmakla AAÜT gereğince 22.450,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
6-Tarafların gider avansından artan bakiyesinin karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
Dair davacı ve davalı vekilinin yüzünde ilamın tebliğinden itibaren onbeş gün içerisinde Mahkememize verilecek bir dilekçe ile veya başka bir yer Mahkemesi aracılığı ile gönderilecek bir dilekçe ile Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.25/02/2020

Katip
¸e-imzalıdır

Hakim
¸e-imzalıdır