Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/623 E. 2020/60 K. 24.01.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/623 Esas
KARAR NO : 2020/60
DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 03/12/2019
KARAR TARİHİ : 24/01/2020

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekilinin Mahkememize vermiş olduğu dava dilekçesi ile davanın açılmasında müvekkilinin hukuki menfaati bulunduğunu, çalıntı çekin lehtarı ile müvekkil şirketin hiçbir ticari ilişkisi olmadığını, çek hırsızlık suretiyle müvekkilin elinden çıktığını, ve çekte bulunan imzanın sahte olduğunu beyanla davanın kabulü ile dava konusu çek yönünden borçlu olunmadığının tespitine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekilinin dava dilekçesi ve ekleri tebliğ edilmeden sunulan yanıt dilekçesi ile İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin yetkisine itiraz edildiğini, davalı müvekkilim şirkete ait olmadığı, davalı müvekkilim şirketin kaşesinin sahte olarak oluşturulduğu ve imzanın müvekkili şirkete ait olmadığı gibi davacı veya çekte imzası bulunan kişilerle fiili ve hukuki bir irtibatı olmadığını ve çek nedeniyle alacağını talep etmediğini göz önünde bulundurularak davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, dava konusu çek için borçlu olunmadığına ilişkin talep içeren menfi tespit istemine ilişkindir.
06/12/2018 tarihli ve 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle Türk Ticaret Kanunu’na eklenen 5/A maddesinde, “Bu Kanunun 4’üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” hükmü bulunmaktadır.
Değişikliğe ilişkin genel gerekçede “ 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunuyla işçi ve işveren uyuşmazlıkları bakımından kabul edilen ve 1 Ocak 2018 tarihinden bugüne kadar uygulanan “dava şartı olarak arabuluculuk” kurumunun uygulamada sağladığı başarı ve fayda göz önünde bulundurularak bu kurumun ticari uyuşmazlıklara da teşmil edilmesi yönünde düzenlemeler yapılmaktadır.” Madde gerekçesinde ise ” Maddeyle, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu getirilerek bu uyuşmazlıkların temelinden, çok daha kısa süre içinde, daha az masrafla ve tarafların iradelerine uygun bir şekilde çözülmesi amaçlanmaktadır.” açıklamaları yapılmıştır.
Kanunun genel gerekçesine göre taraflar arasındaki uyuşmazlıkların açılabilecek dava türlerinden bağlantısız olarak arabulucuk kapsamında kalmasının amaçlandığı belirtilmektedir. Madde gerekçesinde ise konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurma zorunluğu getirilerek bu uyuşmazlıkların temelinden, çok daha kısa süre içinde, daha az masrafla ve tarafların iradelerine uygun bir şekilde çözülmesi amaçlanmaktadır ifadesi kullanılmıştır.
Anayasa Mahkemesi 2017/178 esas 2018/82 karar sayılı kararında İş Mahkemelerine ilişkin dava şartı arabuluculuk hakkındaki iptal davasında; “Uyuşmazlıkların yargı yetkisi kullanılarak devlet tarafından mahkemeler aracılığıyla çözülmesi esas olmakla birlikte her uyuşmazlığın çözümünün mahkemelerden beklenmesi mahkemelerin iş yükünün artmasına ve davaların makul sürelerde bitirilememesine yol açabildiği gibi bu durum tarafların menfaatlerine de ters düşebilmektedir. Yargı görevinin ağır iş yükü altında yerine getirilmesi zorlaştıkça, yargının iş yükünün azaltılması, adalete erişimin kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi çeşitli nedenlerle yargıya ilişkin anayasal kuralların etkililiğinin sağlanması da gözetilerek uyuşmazlıkların çözümü için arabuluculuk gibi yöntemlere başvurulabilmektedir. Esasen anayasal kurallara uygun olmak şartıyla bu tür yöntemlere başvurulup başvurulamayacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Ancak kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun, hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözönünde tutarak kullanması gerekir. ” gerekçesine yer vererek iptal isteminin reddine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere hangi uyuşmazlığın arabuluculuk kapsamında kalacağının takdiri anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözönünde tutarak belirlenmesi gerekir. Uyuşmazlık kriterinden ayrılınarak dava türüne göre arabulucuk çözümüne yönelme elbette kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte bu durum aynı ihtilaftaki taraflar arasındaki silahların eşitliği prensibi ile birlikte değerlendirilmelidir. (Arabulucukta silahların eşitliği; Medeni Yargılama Hukukunda Silahların Eşitliği, Emel Hanağası, sayfa 201-213) Aynı uyuşmazlığın taraflardan birinin dava açmasını dava şartı arabulucuk dava şartına bağlamak, uyuşmazlığın karşı tarafını ise bu dava şartına tabi tutmamak uyuşmazlığın tarafları arasında silahların eşitliği prensibi karşısında zorlama bir yöntem olacaktır.
Madde gerekçesi taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesinin amaçlandığına dikkat çekmekte, uyuşmazlık bazında bir değerlendirme yapmaktadır. Uyuşmazlığın taraflarının davacı ve davalı olmasına ilişkin bir ayrım gözetmemektedir. Madde metninde de “alacak ve tazminat davaları” tabirinden kaçınılarak “…konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava” anlatımı kullanılmıştır.
Bir akti yorumlamak istersek akidlerin ortak rızalarını araştırırız. Kanunda durum bu değildir. Kanunu yorumlamak demek, kanunun ruhunu ortaya koymak demektir. …. Bu durum karşısında hukuk kuralının içinde yatan anlamın, dil tekniğine dayanılarak yüze çıkarılamayacağı açıktır. Hâkimin kanuna bağlı olduğu yolundaki ilke, lafza bağlılık olarak yorumlanmamalıdır. Bize kalırsa yanlış bir ifade tarzı, hatalı bir çeviri, hâkimi bağlayamaz; çünkü bir hükmün yorumlanmasında, sözkonusu olan kelimenin sözlük anlamından çok, o kelime ile kastedilen anlam önemlidir. Bu fikrin doğruluğunu Medeni Kanun’un 1. Maddesi hükmü de teyit eder. … Demek oluyor ki yorumda, yalnız bu bakımdan kanun koyucunun iradesi; daha doğrusu, onun kanun müzakere edilirken etkisi altında kaldığı etmenler göz önüne alınacaktır. …Kanun görüşmelerine esas olan tasarılar ve gerekçeleri, … Komisyon tutunakları, tasarının kabulü hakkındaki karar özetleri özel kaynak grubuna girer. (Pratik Hukukta Metot, Ernst E. Hirş sayfa103-110)
Kanun hükmünün yorumunda kullanılan sözcükler esas tutulur. Kullanılan sözcüklerin kanun koyucunun amacına, hükmün ruhuna uygun olması asıldır. Ancak sözün, öze aykırı olduğu yani kanun koyucunun asıl amacına, hakiki maksadına aykırı olduğu sonucuna varılırsa kanun hükmünü ruhuna, kanun koyucunun amacına uygun olarak yorumlamak gerekir. Bu kanunun üstünlüğünün, hâkimin yasama organının kanun şeklinde oluşan iradesine uygun karar verme görevinin sonucudur. Kullanılan deyimler veya üslup yasama organının gerçek iradesinin kolayca anlaşılmasına imkan vermeyebilir. Sözleşmenin yorumunda olduğu gibi kanun hükümlerinin yorumunda da hakiki maksadı (ratio legis) kanun koyucunun gerçek maksadını (amacını) aramak gerekir. (Hukukda Öğretim-Kaynaklar-Metod, Problem Çözme, Yaşar Karayalçın, Aynur Yongalık 7. Baskı sayfa 136)
TMK 1. Maddesinin “Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır” hükmü de kanunun ruhunun uygulamada dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir.
Kanun metninin kaleme alınış şekli itibarı ile anlatım ve ifade yerleşiminin tam olmadığı görülse de “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında” dava açılmadan önce denilmek sureti ile kriter olarak alacak ve tazminat talebi öngörülmüştür. Kanun alacak ve tazminat davası ibaresini bilinçli olarak tercih etmemiş bu tür taleplere ait dava türü ayırt etmeksizin arabuluculuğa başvurmayı dava şartı olarak düzenlemiştir. Gerekçeden ve metinden sadece alacak ve tazminat istemli davaların dava şartı arabuluculuk dava şartına bağlandığı sonuç çıkmamakta, alacak ve tazminat istemleri hakkındaki açılacak tüm davaların arabulucuk dava şartına bağlı olduğunun hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.
Eda davası veya tespit davası ayrımı arabulucuğa ilişkin anılan düzenlemede yer almamaktadır. İİK.’na tabi menfi tespit davasının anılan düzenlemeden ayrı tutulduğuna dair gerek TTK’da gerekse İİK’da bir hüküm de bulunmamaktadır.
İİK kapsamında kalmayan menfi tespit davaları da olabileceği için menfi tespit davasının ayrıntılı olarak İİK’da düzenlenmesi de dava şartı arabulucuk dava şartından muaf olması için yeterli bir done değildir.
İİK 72. maddesindeki menfi tespit davasının aynı zamanda kendiğilinden istirdata dönüşme ihtimali de gözetilmelidir.
Diğer taraftan ödeme üzerine açılan menfi tespit davasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı da Yargıtay’da tartışmalı bir konudur. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi ödemeden sonra istirdat davası yerine soyut olarak tespitle yetinilmesini istenilmesi özel düzenlemelerden olmadığı gibi genel biçim koşullarına aykırılık oluşturduğundan davanın reddi gerektiği görüşünde (Baki Kuru Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası sayfa 233 ve devamı, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 02/02/1999 gün 7417-428 e-k sayıl kararı) iken Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise davanın hukuki tavsifin bizzat hakime ait olduğu gerekçesiyle davacı tarafça menfi tespit olarak açılan davanın istirdat davası olarak görülmesi gerektiği kanısındadır. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 15/06/1989 6597/3653)
İİK 72. maddesinde düzenlenen istirdat davası niteliği itibarı ile eda davası olmakla birlikte özünde davacı öncelikle ödeme emrindeki alacağın var olmadığı ya da hukuken borçluyu ilzam eder nitelikte bulunmadığı yönlerinin ispatı ile ilgilidir. (Baki Kuru Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası sayfa 233 ve devamı HGK 03,02,1972 3/1347-73)
Arabuluculuk dava şartı bakımından menfi tespit ve istirdat ayrımı yapılır ise – ki uygulamada sıklıkça yaşanan dava türü bu tiptedir- arabuluculuk dava şartının yorumlanması daha da karmaşık bir hal alacaktır.
Diğer taraftan alacak ve tazminata ilişkin davalarda, davalı menfi tespite ilişkin savunmalarını bu dava üzerinden dile getirmek hakkına sahiptir. Hatta bu durumda ayrı bir menfi tespit davası açmasında hukuki yararı da bulunmamaktadır. Alacak ve tazminat davasından önce başlatılan dava şartı arabulucuk sürecinde, kendisinden alacak ve tazminat talep edilen tarafın borcun doğmadığına ve sona erdiğine veya tutarına ilişkin savunmaları ileri sürmesi engellenemeyeceği gibi bu beyanlar çerçevesinde üzerinde uzlaşılmasına da engel bir hal bulunmamaktadır Yani alacaklı arabuluculuk sürecinde karşı tarafın beyanlarına göre uzlaşma ile alacağının olmadığını veya istediği kadar olmadığını kabul ederse arabuluculuk süreci uzlaşma ile sona erebilecektir. Bu ihtimalde arabulucuk sürecine tabi olan olumsuz tespit dayanaklarının ayrı bir talep olarak tek başına ileri sürülmesi halinde davanın arabuluculuk sürecinin dışında olduğunun kabulü de tarafların sıfatına göre uyuşmazlığın tabi olduğu rejimi değiştirmek olacaktır. Menfi tespit istemine ilişkin başlatılan arabulucuk sürecinde de taraflar aynı uyuşmazlık konusu hakkında uzlaşarak arabulucuk sürecini olumlu sona erdirebilirler.
Yukarıda açıklandığı üzere; kanun metni yoruma muhtaç ifadeler içermesi nedeniyle sırf kanun dili ile sonuca varılamamaktadır. İşin içine yorum katılması gerektiğine göre yorumun kanunun amacına uygun yapılması gerekir. Kanunun amacı ise gerekçesinden ve ruhundan faydalanarak tespit edilmelidir. Somut kanun hükmünün madde metninden olumsuz tespit davalarının dava şartı arabuluculuğa tabi olmadığına dair açık bir düzenleme bulunmadığına göre genel gerekçe ve madde gerekçesinde kullanılan ifadelerden anlaşılan gayeden hareketle yorum yapılmadır. Genel gerekçe ve madde gerekçesi uyuşmazlık kriterine işaret ettiğinden dava türüne göre değil uyuşmazlık türü esas alınarak yapılan değerlendirme sonucunda; menfi tespit talebi yönünden TTK 5/a maddesi gereğince dava şartı arabuluculuğa tabi olduğu sonucuna varılmaktadır.
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinde de, “İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır. Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” hükmü bulunmaktadır.
Davacıya arabuluculuğa ilişkin beyanda bulunmak üzere ihtarat yapıldığı, verilen kesin süreye rağmen herhangi bir evrak sunulmadığı görülmüştür. Bu durumda 6325 sayılı yasanın 18/A/2 maddesine göre davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilerek,
Vekalet ücreti yönünden; her ne kadar davacı tarafça açılan davanın reddine karar verilmiş ve davalı kendisini vekil ile temsil ettirmiş olsa da; 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi uyarınca; “İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” Hükmünü içerdiği, mahkememizce davalıya dava dilekçesinin tebliğ edilmediği, davadan haricen haberdar olup vekalet sunduklarını bildirdiklerinden, davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmeyerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere;
1-7155 Sayılı Kanunun 20.maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa eklenen 5/A maddesi ve 7155 Sayılı Kanunun 23.maddesi ile 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabulucuk Kanuna eklenen 18/A/2 maddesi uyarınca arabulucuya başvurulmadan dava açılmış olmakla, davanın TTK 5/A 6325 Sayılı Kanunun 18/A/2 HMK114/2 ve 115/2 maddeleri uyarınca usulden reddine,
2-54,40-TL karar harcının peşin alınan 512,33-TL den düşümü ile kalan 457,93-TL nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde BIRAKILMASINA,
4-Davacı tarafından yatırılan gider avansının arta bakiyesinin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya İADESİNE,
5-Davalı lehine vekalet ücretine takdiren yer olmadığına,
Dair, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki haftalık yasal süresi içerisinde Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu kabil olmak üzere verilen karar alenen okunup usulen anlatıldı. 24/01/2020

Katip …
e-imza

Hakim …
e-imza