Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2017/1011 E. 2020/203 K. 24.02.2020 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2017/1011 Esas
KARAR NO : 2020/203
.

DAVA : Menfi Tespit (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 13/11/2017
KARAR TARİHİ : 24/02/2020

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA
Davacı vekilinin Mahkememize tevzi edilen dava dilekçesinde özetle; Davalı tarafından müvekkili banka aleyhine İstanbul … İcra Müdürlüğünün …E. sayılı dosyası ile 1.005,14 TL tahsili amacıyla ilamsız icra takibi başlatıldığını, davacı bankanın davalıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davalıdan sözleşmeye uygun olarak masraf tahsil edildiğini, davalıya 260.000,00-TL limitli kredi açıldığını, sözleşme kapsamında tahsil edilecek ücretin davalıya bildirildiğini, sözleşmenin 62 m. ile tüm sözleşme metninin okunduğu davalı yanca kabul edildiğini, sözleşmenin 12 m. altında tahsil edilecek masraf ve komisyonların düzenlendiğini, bankacılık işlemleri sözleşmesinin 15 m. ile de bu yönde düzenleme yapıldığını, tahsil edilen ücretin TTK’ nun 18/11 ve 20 m. uygun olduğu, yine TTK’nun 22 m. uyarınca ödenen ücret ve komisyonun iadesinin istenilemeyeceği, Bankacılık Kanunun 144 m. ve Bakanlar Kurulunun 2006/11188 sayılı kararı uyarınca ücret ve komisyonların serbestçe tespit edilebileceğini müvekkil bankanın düzenlediği ekstre ve dekontların fatura niteliğinde olduğu ve yasal süresi içinde itiraz edilmediği için kesinleştiğini beyanla teminat karşılığında ihtiyati tedbir kararı verilmesini, kötüniyet tazminatına, borçlu olunmadığının tespitine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
SAVUNMA
Davalı vekilinin Mahkememize vermiş olduğu yanıt dilekçesi ile Müvekkili davacı bankadan herhangi bir kredi talebinde bulunmadığını, davacı banka kendi yaptığı kredi çalışması kapsamında limit tahsis ücretini tahsil ettiği, davacı banka bu masrafı nereye harcadığını belgelendirmek zorunda olduğunu, davacı banka bu yönde dosyaya herhangi bir dekont/makbuz sunamadığını, imzalanan GKS şeklen ve içerik itibariyle genel işlem şartlarına aykırı olduğunu, sözleşmede bir miktar ve oran belirtilmediği için dolaylı genel ifadelerin yazılmamış sayılması gerektiği belirtilerek, davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir.
DELİLLER
1-İstanbul … İcra Müdürlüğü’nün … esas sayılı dosyası
2-Genel kredi sözleşmesi örneği,
3-Davacı banka kayıtları
4-… yazı cevabı
5-… yazı cevabı,
6-… yazı cevabı
7-Bilirkişi raporu
8-Taraf vekillerinin beyan ve dilekçeleri
DELİLLERİN DEĞERLENDİRMESİ GEREKÇE
Dava; taraflar arasında akdedilen kredi sözleşmesi uyarınca davalıya kullandırılan krediler kapsamında davalıdan yapılan kesintilerin tahsili talebi ile başlatılan icra takibinden borçlu olunmadığının tespiti istemli davadır.
Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)’nun “Menfi tespit ve istirdat davaları” başlıklı 72. maddesi:“Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir.” düzenlemesini içermektedir.
Anılan maddeden anlaşıldığı üzere borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir ve takip konusu alacağın borçlusu olmadığının tespiti isteyebilir.
Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. Somut uyuşmazlıkta davacı icra takibinden sonra menfi tespit davası açmıştır.
Menfi tespit davalarında ispat yükü yönünden ise; kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 s.TMK m.6).
İspat yükü ise; bir vakıanın doğru ve gerçek olup olmadığı konusunda hakimi inandırma faaliyetidir. İspat, ispat anıdan önce vuku bulmuş ve tekrar etmeyen, vakıalara ilişkindir. İspat yükü aynı zamanda bir haktır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2013/10133 Esas 2014/451 Karar sayılı ilamında da belirttiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK), “İspat Yükü” başlıklı 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinde ise: “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir. Sözkonusu ispat yükünün kime ait olduğunu belirleme görevi, davanın taraflarına değil, mahkemeye aittir.
İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf, o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir.
Borçlu, borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.
Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır.

Somut olayda ise davacı banka genel kredi sözleşmesi kapsamında yapılan kesintilerin yasal ve usulüne uygun olduğunu iddia etmekte olup, ispat yükü davalı alacaklıdadır.
Bilindiği üzere genel işlem koşulları TBK’nın 20 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. TBK yürürlüğe girdikten sonraki dönemde imzalanan sözleşmeler yönünden; yasal düzenlemeye göre, genel işlem koşulu içeren sözleşmeler yapılması hukuken mümkündür. Bir hükmün salt genel işlem koşulu niteliğinde olması, onun geçersiz olması sonucunu doğurmaz.
TBK’nın 221/2. maddesi uyarınca, sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır. Somut olayda, bankanın masraf alacağına dair sözleşme hükmünün sözleşmenin niteliğine aykırı olduğundan söz edilemez. Tüm bankalar tarafından benzer kesintiler yapılmakta olup, davacı bu hususu bilmediğini ileri süremez.
TBK’nın 25. maddesi uyarınca, “Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz”. Yani, genel işlem koşulu niteliğindeki sözleşme maddesinin geçersiz sayılması için, hükmün dürüstlük kuralına aykırı olması gerekir.
Davacı banka ile diğer bankaların uygulaması araştırılarak bu tür işlemlere kredi grupları bakımından uygulanan komisyon, masraf, erken kapama ücreti vb. ad altında kesilen masraf miktar ya da oranları sorulup karşılaştırılarak, davacıdan talep edilebilecek ortalama miktar konusunda bilirkişiden rapor alınarak, alınan masraflar konusunda 5411 Bankacılık Kanunu 144. maddesinin vermiş olduğu yetkiye istinaden, Bakanlar Kurulunun 16.10.2006 tarih ve 2006/11188 sayılı kararına istinaden Merkez Bankasının çıkarmış olduğu 09.12.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2006/1 sayılı tebliğin 4. maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle davalı banka tarafından yapılan kesinti miktarının uygun olup olmadığı veya ne miktarda olduğu, dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı davacıya iadesi gereken miktar bulunup bulunmadığı değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek gerekmektedir ( Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 26/06/2018 tarih, 2016/11653 E. 2018/4811 K. ve 2017/276 E. 2018/5662 K. sayılı ilamları).
Bu açıklamalar ışığında tarafların sunmuş olduğu tüm deliller dosya içerisine alınmış, kesintilere ilişkin emsal uygulamalar celp edilmiş, davacı banka kayıtları incelenmiş, icra dosyası getirtilmiş, tüm deliller toplandıktan sonra alanında uzman bankacı bilirkişiden rapor alınmıştır.
İcra takip dosyasının incelenmesinde, davacının İstanbul … İcra Dairesinin … esas sayılı takip dosyasında 1.000,00-TL asıl alacak 8,14-TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 1.008,14-TL takip yapıldığı takibin kesileştiği görülmüştür.
Bankacı
Bilirkişinin 27/08/2019 tarihli 8 sayfalık raporunda özetle, Davacı banka ile davalı arasında Ticari Kredi Genel Sözleşmesi” akdedildiği, anılan ‘sözleşme11 kapsamında davacıya ” ticari nitelikli kredi limiti ‘ tahsis edildiği, Dava konusu komisyon ve ücret ile bunların gider vergisi (BSMV) tahsilinin sözleşme koşullarına uygun olarak tahsil edildiği kanaati edinildiğini, öte yandan tahsil edilen komisyon ve ücretin emsal bankalara göre abartılı derecede yüksek olmadığı, bazılarıyla aynı seviyede ve bir kısmından daha düşük seviyede kaldığını, dolayısıyla tahsil edilen ücret ve komisyon davacıdan gizlenmediği bilakis çeşitli kanallardan bildirildiğini, (dekont verilmesi, hesap ekstrası ve hesap cüzdanı yazdırma vesaire gibi) bunun yanı sıra davacı bankanın tahsil ettiği komisyon ve ücretin başta sözleşme, TTK, BK, Bankacılık K. T.C. Merkez Bankası’nın 2006/1 sayılı Tebliği ve bankacılık teamüllerine uygun olduğu, dolayısıyla bu yönden de, davacı bankanın tahsil ettiği ücret ve komisyonun iade koşullarının oluşmamış olduğu hususunun mütalaa edilebileceği davacı bankanın tahsil edilen ücreti iade yükümlülüğü altında bulunmadığı görüşüne sayın mahkemece de iştirak edilmesi durumunda, davacı bankanın davalıya borçlu olmadığı kanaatine varıldığını bildirmiştir.
Yasal dayanakları ortaya konularak yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; taraflar arasında akdedilmiş bulunan genel kredi sözleşmesi uyarınca davacı banka tarafından %0,38 oranında kesinti yapılmış olduğu görülmektedir. Mahkememizce, diğer bankalarca yapılan emsal oranlar celbedilmiştir. Davalı bankaya göre daha yüksek oranda komisyon alan bankaların da bulunduğu anlaşılmaktadır. Her iki tarafın da tacir olduğu dikkate alındığında; tarafların serbest iradeleri sözleşme akdetmiş oldukları, davacıdan alınan komisyon oranının sözleşmede kararlaştırılan hususlara uygun olduğu, ayrıca davalı bankanın davacıya verdiği krediyi temin ederken belli bir maliyete katlandığı dikkate alındığında, davalı bankanın masraf kesintisi almasının dürüstlük kuralına aykırı olduğu söylenemez. Bu nedenle davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Kötü niyet tazminatı yönünden; İcra ve İflas Kanunun 72. maddesinin 5. fıkrasına göre; “Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz. ”Kötüniyet tazminatı, takibe girişmekte kötüniyetli bulunduğu borçlu tarafından açıkça kanıtlanmış olan ya da öyle olduğu ayrıca kanıtlanmasına gerek bulunmaksızın dosya kapsamından açıkça anlaşılabilen alacaklıya yönelik bir yaptırım niteliğindedir. Anılan yasa hükmüne göre, alacaklının anılan tazminata mahkum edilebilmesi, açıkça, takibin kötüniyetle yapılmış olması koşuluna bağlanmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, alacaklının icra takibini kötüniyetli olarak yaptığı hususu, borçlu tarafından kanıtlanmalıdır. Öğretiye ve Yargıtay uygulamasına göre, alacağının bulunmadığını bildiği veya bilmesi gereken bir durumda olduğu halde, icra takibine girişen alacaklı, kötüniyetli kabul edilir. Açıklanan bu yasal durum ve ilke çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde davacı, davalının icra takibinde kötüniyetli olduğunu yasal delillerle kanıtlayamamış olup, dosya içeriğinde de kötüniyetin varlığını açıkça ortaya koyacak bir yöne rastlanmamıştır.Bu nedenle davacının kötüniyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda ayrıntılı açıklandığı üzere;
1- Davanın KABULÜ ile, davacının İstanbul… İcra Müdürlüğü’nün … Esas sayılı takip dosyasına borçlu olmadığının tespitine
2- Davacının kötüniyet tazminatı talebinin reddine
3-Alınması gereken 68,86-TL harçtan peşin alınan 31,40-TL harcı ile 37,46-TL’nin davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
4-Davacı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince kabul edilen miktar üzerinden hesap edilen 1.008,14-TL (dava değeri dikkate alınarak) vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
5-Davacı tarafından karşılanan 781,60-TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
6-Taraflarca yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının 6100 sayılı Yasanın 333.maddesi ile Yönetmeliğin 207.maddesi gereğince hükmün kesinleşmesinden sonra hesap numarası bildirilmiş ise elektronik ortamda hesaba aktarmak suretiyle; hesap numarası bildirilmemiş ise masrafı kalan paradan karşılanmak suretiyle PTT merkez ve işyerleri vasıtasıyla adreste ödemeli olarak yazı işleri müdürü tarafından iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı parasal miktar itibariyle kesin karar açıkca okunup usulen anlatıldı.24/02/2020

Katip …
e-imza

Hakim …
e-imza