Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi 2016/1049 E. 2018/937 K. 26.09.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
14. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/1049 Esas
KARAR NO : 2018/937

DAVA : Menfi Tespit (Sözleşmenin Feshinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 02/11/2016
KARAR TARİHİ : 26/09/2018

Mahkememizde görülen Menfi Tespit davasının yapılan yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı vekili, taraflar arasında akdedilen 07/04/2016 tarihli protokol uyarınca fuar katılım bedeli olarak …şubesine ait … seri nolu 50.000,00 TL bedelli çekin davalıya ödenmesine rağmen müvekkili şirketin ülkedeki olağanüstü durum ve buhran nedeniyle sözleşmeden dönmek zorunda kaldığını, buna bağlı olarak ürün gönderimini durdurmak zorunda kaldıklarını, dolayısıyla fuarada katılamadıklarını diğer yandan kendilerinin kiralama talebinde bulundukları alanın davalı tarafında dava dışı başka bir firmaya kiralanması nedeniyle karşı tarafın herhangi bir zararının bulunmadığını, TBK’nın 138. maddesi uyarınca sözleşmenin işlem temelinin çöktüğünü sözleşmenin artık çekilmez hale geldiğini ve çekin bedelsiz kaldığını beyanla borçlu olmadıklarının tespitini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı vekili, sözleşme hükümlerine göre en geç fuar tarihinden 90 gün öncesine kadar cayma durumunda bedel iadesinin mümkün olduğunu, oysa davacının fuardan 29 gün evvel sözleşmeden caydığını ayrıca dava dışı bir şirkete söz konusu alanın kiralanmadığını ücretsiz olarak kullandırıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Dava hukuksal niteliği itibariyle, protokol kapsamında verilen çekin feshe bağlı olarak bedelsiz kaldığından bahisle İİK’nın 72. maddesi uyarınca menfii tespit istemine ilişkindir.
Taraflar arasında yapılan protokol uyarınca fuar katılım bedelinin tediyesi amacıyla davacı tarafından davalıya … şubesine ait… seri nolu 50.000,00 TL bedelli çekin verildiği, fuara katılınmaması ve olağanüstü hal nedeniyle sözleşmeden dönülerek çekin istirdadı için davacı tarafından davalıya ihtarname gönderildiği itilafsızdır.
Uyuşmazlık, dava ve sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 138. maddesi uyarınca taraflarca ön görülemeyen olağanüstü durum nedeniyle sözleşme ifasının imkansız hale gelip gelmediği, bir başka deyişle işlem temelinin çöküp çökmediği noktasında düğümlenmektedir.
Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (…-…) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Bir başka söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Gerçekten de sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke, özel hukukun diğer bir takım istisnai ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşmenin akdedildiği esnada karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkar ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet (TMK 2, 4. maddeleri) kurallarına aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (…-Beklenmeyen hal şartı-sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra çok önemli surette, çarpıcı ve öngörülemez biçimde adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse, taraflar artık o akitle bağlı tutulmazlar. Değişen bu koşullar karşısında TMK’nın 2.maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi zorunluluğu doğacaktır.
Sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere harp, ülkeyi sarsan ciddi ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki ani ve aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi, sözleşmeye bağlılığın beklenemeyeceği durumlar örnek olarak gösterilebilir.
Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişimler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının önemli ölçüde güçleşmesi durumunda “işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir. İşte bu durumda hakim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve sözleşmeye müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar.
Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep etmek TMK’nın 2/2.maddesi hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebilir. Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır.
İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak TMK’nın 1,2 ve 4.maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate Alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde, taraflar öngörülemeyen bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına uygun olarak doldurulur. (TMK md.1) Bu yönteme sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir. Uyarlama daha çok uzun ve sürekli borç ilişkilerinde söz konusu olur.
Sözleşmeye müdahale için, gerekli koşullara gelince; Sözleşme kurulduktan sonra ifası sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Yine değişen hal ve şartlar nedeni ile tarafların yüklendikleri edimler arasındaki denge aşırı ölçüde ve açık biçimde bozulmuş olmalıdır. Uyarlama isteyen davacı fevkalade hal ve şartların ortaya çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen hal ve şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir; beklenebilir; olağan ve hesaba katılabilen nitelikte olmamalı veya olaylar, öngörülebilir olmakla beraber bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir. (Bkz. Doç.Dr.İbrahim Kaplan Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi Ankara-1987 sh.152.- vd; Hatemi/SEROZAN/Arpacı Borçlar Hukuku Özel Bölüm 1992 sh., 186 vd)
Yukarıda da değinildiği gibi, şayet bir borcun ifası imkansızlaşmış olmamakla beraber, borçlunun sorumlu olmadığı sebeplerle aşırı derecede güçleşmiş ise, bu durumun borç ilişkisine ne gibi bir etki yapacağı hususunda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda bir hüküm bulunmamaktaydı. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise bu hususta genel bir düzenleme yer almaktadır. TBK m. 138 hükmü, “Aşırı İfa Güçlüğü” kenar başlığı altında, sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bazı durumların sözleşmenin uyarlanması veya sona erdirilmesi sebebi oluşturacağını düzenlemiştir.
TBK m. 138 hükmüne göre; sözleşme taraflarından birinin hakime yapacağı başvuru üzerine talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır.
1-Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Şayet aşırı ifa güçlüğü sözleşme kurulduğu sırada da mevcut olup sadece taraflarca bilinmiyorsa, bu TBK m. 138 hükümlerine değil, şartları varsa yanılma (TBK m. 30 vd.) hükümlerine göre iptale konu olabilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede, “kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir” olması yeterli görülmüştür. Elbette bu değerlendirmede, karşı tarafın durumu da gözönüne alınacaktır.
2-Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Bu husus da “Emprevizyon” olarak ifade edilebilir. Maddede her ne kadar “taraflarca öngörülmeyen” denmişse de, olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için “öngörülmesi beklenemez” olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır.
3-Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.
4-Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir. Bu takdirde, uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir.
TBK’nın 138. maddesi uyarınca bu şartlar gerçekleştiğinde, önce hakimden uyarlama talep edilmesi gerecektir. Uyarlama edim yükümünün azaltılması veya karşı edimin arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi, vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi hakimin uygun bulacağı her şekilde yapılabilir. Hakim, davacının talebinde öngörmediği bir tarzda uyarlama da yapabilir.
Ancak nihayet söz konusu borç uyarlamaya uygun değilse veya ifa güçlüğünü katlanır kılacak herhangi bir uyarlama bu kez karşı taraf açısından katlanması beklenilmez bir durum yaratıyorsa, borçlu ancak bu şartla sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olayın irdelenmesine gelince; İlgili fuar 29/09/2016 ile 02/10/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen 20. Uluslararası… fuarı olup, davacının 31/08/2016 tarihinde fuara katılmayacağından bahisle davalıya ihtarname gönderdiği, fuarın başlangıç tarihi dikkate alındığında sözleşmenin 90 günlük iptal süresi geçildikten sonra fesih ihbarında bulunulduğu, ülkedeki ekonomik ve siyasi karışıklığın kendi mali durumlarına etkisinin somut olarak ortaya konulamadığı anlaşılmakla sözleşmenin feshinde davacı tarafın haksız olduğu kanısına varılmıştır. (kaldı ki Yargıtay 13. Hukuk Dairesi geçmiş yıllarındaki kararlarında 2001 ekonomik krizinde dahi somut delillerle ispat gerçekleşmediği sürece uyarlama istenemeyeceğini içtihat edinmiş olup, davacı taraf 15/07/2016 tarihinden sonra yurt genelinde ilan edilen olağanüstü hal durumuyla illiyetli olarak ekonomik zorluğa girdiğini ispat edememiştir, buna dair herhangi bir delil ibraz etmemiştir.) Gerçekten de taraflar arasında varlığı çekişmesiz, sözleşme hükmüne göre fuara katılımın 90 gün öncesinden sonra iptal edilmesi halinde tüm bedelin ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Davalı tarafından söz konusu fuar alanı bir başka firmaya ücreti kabilinde kiralanmış olsa dahi sözleşme hükmünün düzenleniş biçimi ve niteliği itibariyle TBK’nın 179 ve devamı maddeleri uyarınca cezai şart olarak vasıflandırılması gerektiğinden davalının zarara uğraması fuar bedelinin talep edilmesine engel olamayacaktır.
Sonuç olarak, ülkede yaşanan olağanüstü halin sözleşmeye etkisi somut olarak ortaya konamamış olduğundan, davacının mücbir sebep iddiasına dayalı olarak mal temin edemediği hususu ispata muhtaç kalmıştır. Diğer yandan sözleşme hükmü uyarınca feshi ihbar süresine uyulmadığından 90 günden az bir zamanda sözleşmenin sona erdirildiği, her iki tarafı tacir olan ve her iki tarafı bağlayıcı nitelikte olan sözleşme hükmü uyarınca fuar bedelinin tamamının cezai şart olarak davalıya kalacağı belirgindir. Ayrıca, fuar bedelinin miktarı tarafların iştigal alanları gözetilerek 50.000,00 TL fuar bedelinin davacı tacirin mahvına neden olmayacağı da izahtan varestedir. Bu nedenle, herhangi bir tenkis de söz konusu olmayacaktır. Tüm bu açıklanan nedenlerle çekin bedelsizliği iddiası davacı tarafından ispat edilememiş olup davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE;
2-Davalı yönünden uygulanmış bir tedbir kararı olmadığından İİK 72/5 maddesi uyarınca davalı tarafın tazminat isteminin de reddine,
3-Alınması gereken 35.90 TL ret harcından peşin alınan 853.88 TL harcın mahsubu ile, artan 817.98 TL harcın istek halinde yatıran davacıya iadesine,
4-Davalı taraf kendisini vekille temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince reddedilen miktar üzerinden hesap edilen 5.850,00 TL nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine,
5-Davacı tarafından sarfedilen yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
6-HMK’nın 333. maddesi gereğince, mahkeme veznesine depo edilen gider avansından kullanılmayan kısmının kararın kesinleşmesi ile birlikte yatıran tarafa iadesine,
Dair, taraf vekilleri yüzüne karşı HMK’nın 345. maddesi gereğince gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar açıkca okunup usulen anlatıldı. 26/09/2018

Katip …
¸

Hakim …
¸

*5070 Sayılı Kanun Gereğince Elektronik İmza İle İmzalanmıştır.*