Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/661 E. 2023/661 K. 10.10.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C.
İSTANBUL
13. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2022/661 Esas
KARAR NO:2023/661

DAVA:Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:06/10/2022
KARAR TARİHİ:10/10/2023

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
DAVA:
Davacı vekilinin sunmuş olduğu bila tarihli dava dilekçesinden özetle;
1)… plakalı araç ile müvekkile ait … plakalı araç arasında 28.08.2021 tarihinde maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği, Karayolları Trafik Kanunu Madde 99 Sigortacılar, hak sahibinin zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarıyla belirlenen belgeleri, sigortacının merkez veya kuruluşlarından birine ilettiği tarihten itibaren sekiz iş günü içinde zorunlu mali sorumluluk sigortası sınırları içinde kalan miktarları hak sahibine ödemek zorunda olduklarının belirtildiği,
2)Müvekkilimin davalı-borçlu sigorta şirketine başvuru yapılmış olmasına rağmen sigorta şirketi kanunun emrettiği 8 iş günü içerisinde ödemekle zorunda olduğu tazminatı ödememiş, müvekkilin haklarını(tazminatını) sebepsiz yere ödemeyerek ihlal etmiştir , ödemekle zorunlu olduğu tazminatı sürümceme de bırakarak sebepsiz zenginleşmeye gitmiş, tahsil etmemiz gereken tazminat alacağımız yasal süresinde tahsil edilememiştir. Alacağın zamanında tahsil edilememesinden ve yasal faizi aşan zararın ortaya çıkmış olması sebebiyle aşkın zarar talebimize ilişkin huzurdaki davayı açma zarureti doğduğu, Şöyle ki; Sigorta tahkim komisyonu kararına göre davalı taraf kusurlu bulunmuş, müvekkili zarara uğratmak maksadıyla herhangi bir ödeme yapmamıştır. Davalı tarafa bildirimin yapıldığına ilişkin ileti dilekçemiz ekinde sunulduğu,
3)Bunun üzerine tarafımızca 03/11/2021 – 2021.E… sayılı dosyası ile değer kaybı dosya başvurusu yapılmış olup; Yapılan değerlendirmeler ve belirtilen gerekçeler neticesinde;
a. Hakem davasının kabulü ile 3.000,00 TL değer kaybı tazminatının ve 354,00 TL ekspertiz ücretinin 28.10.2021 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte aleyhine başvurulan sigortacıdan alınarak başvuru sahibine ödenmesine,
b. 13,40 TL baro pulu ücretinin aleyhine başvurulan sigortacıdan alınarak başvuru sahibine ödenmesine,
c. Başvuru sahibi tarafından yapılan ve 100,00 TL başvuru ücreti, 400,00 TL bilirkişi ücreti ile 8,50 TL vekalet suret harcı olmak üzere toplam 508,50 TL’den ibaret olan tahkim masrafının aleyhine başvurulan sigortacıdan alınarak başvuru sahibine ödenmesine,
d. Başvuru sahibi kendini vekille temsil ettirdiğinden, kabul edilen miktar üzerinden A.A.Ü.T. gereği tespit edilen 3.354,00 TL vekalet ücretinin aleyhine başvuruda bulunulan sigorta şirketinden alınarak başvuru sahibine ödenmesine,
Şekilde karar vererek davalı Sigorta sorumluluğuna karşı hüküm kurulduğu,
4)Müvekkilim borcu tahsil etmek amacıyla 10/09/2021 tarihinde borçluyu temerrüde düşürmüş ancak borcunu 25/04/2022 tarihinde tahsil edebildiği, müvekkilin davalıdan talep ettiği tazminatının temerrüde düşürdüğü tarihteki alım gücü ile tahsil edeceği tarihteki alım gücü de aynı olmayacaktır ve müvekkilim zarara uğrayacağı, dosyada tahsil edilen yasal faizi ile alacaklı müvekkilimin zararını karşılar nitelikte bir bedel olmadığı, Aşkın zarar, Türk Borçlar Kanunu’nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir: “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı gidermekle yükümlüdür”. Şeklinde ifade edildiği, 5) Davacılar alacaklarının borçlunun temerrüdüne rağmen geç ödenmesi sebebi ile faizle karşılanmayan zararlarının varlığı ve miktarını mahkemenin de kabulünde olduğu gibi somut delillerle ve yeterince kanıtlayamadıkları, ancak, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün olmayacağından, mahkemece gecikme halinde temerrüt faizini aşan zararın varlığı karine olarak kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından kanıtlanmadığı, alacaklılar vekillerinin 15/6/2010 tarihli ibranameleri alacağın dayanağı olan davada hükmedilen alacak miktarı ve icra takibine konu olan alacak, harç, icra masrafları ve vekâlet ücreti ile ilgili olup munzam zararla ilgili borçlunun ibra edildiğini kabule yeterli olmadığından öncelikle munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, yeniden oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen davacılar alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacıların tahsil edebilecekleri ve tahsil ettikleri faiz miktarı ve toplam miktar ve bu şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine eksik inceleme ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.”,…, İddia ve beyanlarıyla, Yukarıda anılan Yargıtay kararında ayrıntılı anlatıldığı üzere ülkedeki enflasyon ve alım gücünün düşmesi durumu göz önüne alınarak müvekkil yararına munzam zarar olduğu, bu zararın hesaplanması amacıyla dosyaya bilirkişi atanması, yukarıda arz ve izahına çalıştığımız nedenlere istinaden; HMK 107. Maddesi uyarınca fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydı ile; müvekkilin alacağını zamanında tahsil edememesinden kaynaklanan belirsiz olan munzam
zararının şimdilik 100,00 TL’sinin davalıdan avans faizi ile tahsili, Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı yana tahmiline karar verilmesi talep edilmektedir.
CEVAP:
Davalı vekilinin sunmuş olduğu bila tarihli cevap dilekçesinden özetle;
1)Somut olayda davacı tarafından 10/09/2021 tarihinde müvekkil şirkete bildirimde bulunulduğu, Türk Ticaret Kanunu 1427/2. maddesi aynen şu cümleyi ihtiva etmektedir: ” Sigorta tazminatı veya bedeli, rizikonun gerçekleşmesini müteakip ve rizikoyla ilgili belgelerin sigortacıya verilmesinden sonra sigortacının edimine ilişkin araştırmaları bitince ve her hâlde 1446 ncı maddeye göre yapılacak ihbardan kırkbeş
gün sonra muaccel olur. … sigortaları için bu süre onbeş gündür. Sigortacıya yüklenemeyen bir kusurdan dolayı inceleme gecikmiş ise süre işlemez” dendiği, işbu hüküm uyarınca kanun koyucunun borcun muaccel olması için 45 günlük süreyi esas aldığı açık olduğu, TTK m.1427’de öngörülen husularla somut olayda tarafımıza rizikonun bildirildiği tarih 10/09/2021 olduğundan 45 günlük süre 25/11/2021 tarihinden itibaren işletilmesi gerektiği,
2)Davacı tarafından Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvuru 03/11/2021 tarihinde yapılmış ve karar 29/03/2022 tarihinde verildiği, hemen akabinde müvekkil şirket tarafından ödeme gerçekleştirildiği, görüleceği üzere müvekkil şirketin ifa etmiş olduğu ödeme gerek karardan gerek kazadan gerek temerrüt tarihinden sonra oldukça kısa bir zaman dilimi içerisinde gerçekleştiği, Kanunun koyucunun munzam zarar ile ilgili yaptığı düzenlemelerin ve amacının davacının talebi veyahut somut olay ile hiç bir ilgisi bulunmadığı, davacının amacının müvekkil şirketten haksız maddi menfaat elde etmek olduğu,
3)Aksi düşünülse dahi, davacı, müvekkilimiz tarafından kendisine ödeme yapıldıktan sonra 7 ay boyunca hiçbir şey yapmadan adeta sessizliğini korumuş, ancak bu 7 aylık sessizlik süresi ardından işbu haksız ve mesnetsiz davayı tarafımıza ikame ettiği, kanımızca davacı tarafın kendisine ödeme yapıldığında, ödemenin değer kaybı tutarını karşılamadığı gerekçesiyle başvuru yapabilecekken süreci uzatmasının kötü niyetli
olduğu, 4)Sigorta Tahkim Komisyonu’nun 29/03/2022 tarihli kararıyla hükmedilen tutar faiziyle birlikte müvekkil şirkete karardan hemen sonra ödenmiştir. Davacı … başvurusunda
munzam zarara ilişkin herhangi bir talepte bulunmadığı, davacının tarafımıza da …’ya da başvururken talepte bulunduğu tek şey değer kaybı olduğu, sigorta Tahkim Komisyonu kararı ve tarafımızca önceden yapılan ödemelerle davacıya ödeme yapıldığı, müvekkilimiz işbu ödemelerle sorumluluğundan kurtulduğu,
5)Müvekkilimiz davacının değer kaybını …’nin vermiş olduğu karar dahilinde de karşılamış olmasına rağmen 2022 yılında munzam zarar sebebiyle müvekkilimize dava açılmış, müvekkilimize belirsiz alacak şeklinde, talep edilen süreler dahi belirtilmeden ucu açık bir munzam zarar talebi yöneltildiği,
6)Munzam zarar talebi dolaylı bir zarardır ve poliçe kapsamında müvekkil şirket bundan sorumlu olmadığı, munzam zarar doğrudan uğranılan zarar değil, dolaylı zarar olup, Trafik Sigortası Genel Şartları “Teminat Dışında Kalan Haller” başlıklı A.3. maddesinin (m) bendi uyarınca; “Dolaylı zararlar nedeni ile yöneltilecek tazminat talepleri” teminat dışında kaldığı, buna göre munzam zarar dolaylı zarar olup, poliçe teminatı kapsamına girmediği, trafik sigortası poliçe teminatı kapsamında olmayan munzam zarar bedelinin, Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasından talep edilmesi mümkün olmadığı, yukarıda arz ve izah ettiğimiz sebeplerle munzam zarar şartları oluşmadığından davanın reddi gerektiği,
7)Müvekkil şirket tarafından ödeme karar sonrasında derhal ifa edildiği, davacının kendisine yapılan ödemenin ardından 7 ay beklemesi açıkça kötü niyet teşkil ettiği, Zira davacı kendisine yapılan ödeme beklediğinden az olduğunda ya da hakkının yeterince karşılanmadığını düşündüğünde bunu ödemenin yapıldığı ilk anda fark edebilecek durumdayken hiçbir şey yapmamış, süre geçtikçe daha fazla para alabileceği inancıyla sürekli uzunca süreler beklediği, Davacının bu hareketinin kötü niyetli olduğu açık olmakla birlikte davacı bir hakkı olmasına karşın bunu açıkça kötüye kullanmaya
çalıştıkları,
8)Türk Medeni Kanunu m.2 “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” demek suretiyle kişinin hakkını kötü niyetli şekilde kullanmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağını belirttiği,
9)Kanunun koyucunun maddedeki açık iradesi kişinin kendi kusuruyla gerçekleştirdiği bir eylem sebebiyle yarar sağlayamayacağı, zarara uğrayan kişinin bu zararın büyümemesi için gerekli önlemleri alma külfeti olduğu, zararı azaltma külfeti, zarar görenin, uğradığı zararı mümkün olduğunca düşük düzeyde tutmak için somut durumun gerektirdiği tüm makul tedbirleri alması gerektiğini ifade ettiği, zarar görenin kusuruna ilişkin, tazminatın indirilmesi başlığı altında yer alan TBK m 52/f.1’de hükmüne göre; “Zarar gören, zararı fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hakim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.” Denildiği, kişi her ne kadar zarar görmüş olsa da zararı en düşük seviyede tutmakla yükümlü olduğu, kişi zararın büyümesine sebep olmuşsa burada kendi kusuru bulunduğundan Borçlar hukukunun en temel ilkelerinden biri olan “kişi kendi kusurundan yararlanamaz ilkesi” uyarınca herhangi bir şekilde bu kusuruna ilişkin hak talep etmesi mümkün olmayacağı,
10)Davacı taraf her ne kadar kanunda munzam zarar için öngörülen sürelere uygun davranmış olsa da zararın büyümesini engellememiş aksine her defasında uzunca bir süre bekleyerek kasıtlı olarak talep edebileceği süreyi uzatarak talebini büyütmeyi amaçladığı, davacı tarafın bu eylemi TBK m.2, TBK m.52/1 ve hukukun genel ilkeleri uyarınca açıkça kötü niyet ve hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğinden dürüstlük kuralına aykırı olduğu,…, Cevap ve beyanlarıyla, Yukarıda arz ve izah ettiğimiz sebeplerle; Munzam zararın şartları oluşmamış olduğundan davanın reddi, Sayın Mahkeme yine aksi kanaatte ise Davacı tarafın talebe ilişkin olarak, geçerli bir sebebi olmaksızın taleplerini sunmakta sürekli gecikmiş olmasından da anlaşılacağı üzere hakkını kötüye kullandığından, munzam zararın sadece davacının …’ya başvuru yaparak talepte bulunduğu tarih olan
03/11/2021 ile … tarafından verilmiş olan karara yönelik tarafımızın ödeme yapmış olduğu 25/04/2022 tarihe kadar olan süreçteki munzam zararın ödenmesine karar verilmesini mahkemenizden talep edilmektedir.
GEREKÇE:
Davanın; munzam zarardan kaynaklı alacak davası olduğu görüldü.
Bilirkişi heyetinin 01/04/2023 tarihli raporunda; “…A- Sigortacılık Yönünden:
1. Davaya konu olayda davalı … Sigorta A.Ş., dava dışı …’ın maliki olduğu … plakalı aracı … poliçe numarası ile 22/06/2021 – 22/06/2022 vade tarihleri arasında Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigorta Poliçesi ile sigortalayan şirket olduğu,
2. Dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgelere göre 28.08.2021 tarihinde meydana gelen trafik kazasının ilgili poliçe vadesi içerisinde gerçekleşmiş olduğu,
3. İlgili poliçede Teminatlar kısmında yer alan Maddi (Araç Başına) teminat tutarının 43.000,00 TL olduğu, 4. Dava dışı dava dışı … … Ltd. Şti. tarafından düzenlenmiş olan 15.10.2021 tarihli Değer Kaybı Tespit Raporu’na göre davacı tarafın maliki olduğu araçta meydana gelen değer kaybı tazminat tutarının 3.000,00 TL olduğu,
4. Davacı vekili tarafından Sayın Mahkeme’ye sunulan dava dilekçesinde davalı … Sigorta A.Ş.’nin, değer kaybı tazminatı olarak 25/04/2022 tarihinde davacı tarafa Sigorta Tahkim Komisyonu’nun 29/03/2022 tarihli kararıyla hükmedilen tutarı faizi ile birlikte ödemiş olduğu,
6. Detayları yukarıda yer aldığı üzere; somut olayda davacı …’nın maliki olduğu … plakalı araçta meydana gelen değer kaybı zararının davalı … Sigorta A.Ş. tarafından ödenmiş olduğu ve dolayısıyla gerçek zararın karşılandığı, ayrıca Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası, A.6. Teminat Dışında Kalan Haller maddesinin k) bendine istinaden davacı …’nın talep etmiş olduğu “değer kaybı tazminatının değer kaybına” ilişkin talebin davalı … Sigorta A.Ş. tarafından düzenlenmiş olan Zorunlu Trafik Sigortası poliçesi teminat kapsamı dışında olduğu,
B-
B-Nitelikli Hesaplamalar Yönünden: Dava konusu uyuşmazlığın esası, Davacı sigortalının davalı sigorta şirketi aleyhine, 28.08.2021 Tarihinde meydana gelen trafik kazası neticesinde, davacının ilgili trafik kazasının meydana gelmesi sonrası sigorta şirketinin temerrüde düştüğü varsayılan 10.09.2021 tarihinden itibaren fiili ödemenin yapıldığı 25.04.2022 tarihine kadar geçen sürede davacının munzam zararı talebinden ibarettir. Sayın Mahkeme tarafından nitelikli hesaplama yönünden munzam zararın varlığı ve bu yönde ödeme yapılmasına karar verilmesi durumunda; Sayın Mahkemenin talebi ve davacı vekilinin talepleri doğrultusunda yapılan munzam zarar hesabı, Yargıtayın denkleştirici Adalet ilkesi gereğince, 5 Farklı ekonomik teknik/veri kullanılarak paranın değerinin güncellenmesi yapılmış; Davacının borçlu Sigorta şirketini trafik kazasının meydana gelişinden 1 hafta sonrası 10.09.2021 da temerrüde düştüğü kabulü ile 25.08.2022 icra kanalı ile fiili ödeme tarihi arasındaki hesaplanan; Yargıtayın denkleştirici adalet ilkesi gereğince, en az 5 faktöre göre (Altın,Dolar,Euro,Yasal Faiz,Yİ-ÜFE+TÜFE/2 olmak üzere), 3.354,00 TL nin,ödenmesi gereken tarih ile fiili ödeme tarihi arasında ortaya çıkan tutarın 5359,78 TL olarak hesaplandığı, ü Dava tarihi 06.10.2022 itibariyle bu tutarın ise fiili ödeme tarihi ile 25.04.2022 tarihinden itibaren yasal faizi ile 5.576,52 TL olarak hesap ve tespit edildiği, Yukarıda da ayrıntılı açıklandığı üzere, sigortacılık yönünden istenen munzam zarar talebinin davalı … Sigorta A.Ş. tarafından düzenlenmiş olan Zorunlu Trafik Sigortası poliçesi teminat kapsamı dışında olduğu şeklindedeğerlendirildiği,
Fakat nitelikli hesaplama ve paranın değeri yönünden munzam zararın oluştuğu sonucuna ulaşıldığı, Dolayısıyla talebin iki farklı biçimde değerlendirilebileceği…” tespit ve rapor edilmiştir.
Mahkememiz iş bu dosyasındaki uyuşmazlıkla aynı nitelikte olan taraflar arasındaki “munzam zarar” davasından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu nun 29/03/2022 tarihli 2021/11-938 esas 2022/401 karar nolu ilamında; “…15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
16. Borcun ifasının geciktirilmesi borçlunun temerrüdü sonucunu doğuracaktır. Borçlunun temerrüdü hâlinde ise ortaya çıkacak olan hukukî sonuçlar TBK’nın 117 ve devamındaki maddelerde düzenlenmiştir. Bu sonuçlar arasında uyuşmazlığın niteliği itibariyle önem arz edenlerden ilki; TBK’nın 122. maddesinde düzenlenen aşkın (munzam) zarar kavramıdır. Öte yandan aşkın (munzam) zararın anlaşılabilmesi için öncelikle, borçlu temerrüdünün bir diğer sonucu olan temerrüt faizinin hukuksal niteliği üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
17. Temerrüt faizi, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine TBK’nın 120. maddesi gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı süresince varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle zamanında ifa etme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içerisindedir. Bu kapsamda borçlu, kusurlu olsun veya olmasın borcunu zamanında ifa etmemiş olması durumunda temerrüt faizi ödemekle yükümlü olup bu durum ve temerrüt faiz oranları, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un (3095 sayılı Kanun) 2. maddesinde “Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.
Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
18. Buna göre hukukumuzda alacaklıya, zararın varlığını, miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın temerrüt faizini talep edebilme hakkı tanınmıştır. Ayrıca temerrüt faizi yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu paradan yarar sağlaması şart olmadığı gibi bu yararların iadesi amacı da bulunmaz. Temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart değildir. Borçlu, bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz. Bunun yanında temerrüt faizi, sözleşmeden doğan para borçlarının yanı sıra, sözleşme dışı hukukî ilişkiden kaynaklanan para borçlarında da uygulama alanı bulur (Barlas, Nami; Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul 1992, s. 127).
19. Uyuşmazlık konusunun temelini oluşturan aşkın (munzam) zarara ilişkin olarak ise TBK’nın 122. maddesi “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.” hükmünü haizdir. Bu hükümle uygulamada munzam zarar, kanunî tanımı ile aşkın zarar olarak adlandırılan hukukî kurum düzenleme altına alınmış olup mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 105. maddesi de bu hususta aynı yönde düzenleme içermektedir.
20. Aşkın (munzam) zarar, para borcunun ifasında borçlunun kusuruyla temerrüde düşmesi nedeniyle alacaklı nezdinde ortaya çıkan zararın temerrüt faiziyle karşılanamaması hâlinde söz konusu olan bir zarar olup bu zarar, borçlunun temerrüdü ile borcun ödendiği tarih aralığındaki dönemi kapsamaktadır. Bu anlamda aşkın (munzam) zarar, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğuna dair ilkelere bağlı bir zarar türü olarak kabul edilir (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I, 2012, s. 810). Aşkın (munzam) zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır.
21. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken ilk koşul, bir para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığıdır. Bu para borcunun kaynağının, aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliği için herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu anlamda TBK’nın 122. maddesi, kaynağı ne olursa olsun temerrüt faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, sebepsiz zenginleşme, kanun yahut vekâletsiz iş görme olabilir. Öte yandan hemen belirtilmelidir ki; aşkın (munzam) zarar borcunun hukukî sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. Bu nedenle borçlunun aşkın (munzam) zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun, ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur.
22. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken ikinci koşul; borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan alacaklı zararının mevcudiyetidir. Ancak alacaklının zararının temerrüt faizinden az yahut temerrüt faizine eşit olması durumunda, zararın temerrüt faiziyle karşılanacak olması sebebiyle aşkın (munzam) zararın varlığından söz edilemez. Bu aşamada önemle belirtilmelidir ki; TBK’nın 122. maddesi kapsamına kanunî temerrüt faizinin yanında akdi temerrüt faizinin uygulandığı borç ilişkileri de dâhildir. Eş söyleyişle alacaklının, borçlu ile arasındaki hukukî ilişkiden doğan temerrüt faizinin akdi yahut yasal olması, aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliğine engel teşkil etmez. Burada önem arz eden husus alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan zararının mevcudiyetinin ispatıdır.
23. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken üçüncü koşul; borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır. Zira aşkın (munzam) zarar sorumluluğu, temerrüt faizinden sorumluluktan farklı olarak kusur sorumluluğuna dayanmakta olup burada aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Ancak aşkın (munzam) zarar iddiasının ileri sürüldüğü durumlarda sorumluluk için, diğer koşulların varlığı durumunda borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Başka bir anlatımla temerrüt sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun alacaklı tarafından ispatı gerekmez. Aksine borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça ortaya çıkan aşkın (munzam) zarardan sorumludur.
24. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken son koşul ise; borçlunun temerrüdü ile alacaklının aşkın (munzam) zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Bu çerçevede alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü aşkın (munzam) zarar olgusu arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.
25. Aşkın (munzam) zarar bu hukukî niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması hâlinde dahi (TBK m. 122/2) takip veya davanın konusuna dâhil bir borç olarak da kabul edilemez. Bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî kayıt dermeyanına da gerek bulunmamakta olup ayrı bir dava ile de zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.
26. Uyuşmazlık çerçevesinde üzerinde durulması önem arz eden bir diğer husus ise, aşkın (munzam) zararın ispatı olup esasen aşkın zararın ispatına ilişkin yükümlülük, bu zararın varlığını iddia eden alacaklının üzerindedir. Bu bağlamda aşkın (munzam) zarar alacaklısı, TBK’nın 122. maddesine dayalı olarak tazminat talebinde bulunabilmesi için öncelikle kaynağı ne olursa olsun evvela bir alacağı olduğunu, borçlunun temerrütte bulunduğunu, illiyet bağını ve bu alacağını tahsil edememesinden veya geç ödeme yapılmasından doğan ve duruma göre malvarlığında azalma veya engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak durumundadır.
27. Aşkın (munzam) zararın talebinde varlığı iddia olunan zararın, yine alacaklı tarafından yasal ispat vasıtalarıyla somut, inanılır ve açık bir biçimde ispatlaması gerekir. Başka bir anlatımla alacaklı tarafça aşkın (munzam) zarar olgusu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194. maddesi gereğince ispata elverişli şekilde somutlaştırılarak ileri sürülen iddianın ispatı için gerekli tüm deliller somut olarak ortaya konulmalıdır. Bu itibarla salt ülkenin ve piyasanın içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan olan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı olarak ileri sürülen aşkın (munzam) zarar talebi, alacaklının bu sebeple zarara uğradığını açık ve somut bir biçimde iddia ve ispat etmediği müddetçe, TBK’nın 122. maddesi kapsamında aşkın (munzam) zararın kanıtı olarak ileri sürülemez ve anılan şartlar sebebiyle ortaya çıkan olumsuzluklar alacaklı zararı olarak kabul edilemez. Dolayısıyla TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerekir. Başka bir anlatımla yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, davacıyı ispat yükünden kurtarmayacağı gibi herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz. Bu itibarla ülkenin içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan hareketle ileri sürülen soyut ve varsayıma dayalı zarar iddiaları hükme esas alınamaz (Uygur, s. 816).
28. Ayrıca bir para borcunun ödenmesinde temerrüde düşülmesinden dolayı alacaklının zarara uğrayacağı kabul edilerek bu zararın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum dikkate alınarak belli bir oranda olacağı benimsenmiş ve TBK’nın 120. maddesi yollaması ile 3095 sayılı Kanun’un hükümleri çerçevesinde temerrüt faiz oranları belirlenmiştir. Buradan hareketle kanun koyucu tüm bu ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların doğuracağı zarar dolayısıyla tazminat oranını T.C. Anayasası’ndan aldığı yasa yapma yetkisine dayanıp temerrüt faizi olarak belirlemiş iken, zımnen bu takdirin yerinde olmadığı ileri sürülüp sadece aynı ekonomik göstergelere dayanılarak tazmin edilecek zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu kabul edilemez.
29. Uğranıldığı iddia olunan zararın, yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle TBK’nın 122. maddesine dayanılarak aşkın (munzam) zarar istenilmesi hâlinde ise artık açılmış olan davaya özgü somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da yasal, elverişli ve geçerli delillerle, geçerli ispat kuralları dairesinde kanıtlanmalıdır. Burada kanıtlanacak olgular geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiili zarardır.

31. Dava dilekçesinde; davacının hüküm altına alınan alacağının 16 yıl sonrasında avans faiziyle tahsiline karar verildiği, sadece anaparaya işletilen avans faizi sonrasında temerrüt faiziyle karşılanamayan bir zararın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğu, bu suretle paranın satın alma gücünün azaldığı, enflasyon oranın temerrüt faiz oranından fazla olması nedeniyle aradaki farkın aşkın (munzam) zararı oluşturduğu, ekonomik olumsuzlukların mevcut olduğu bir durumda bireyin parasını atıl tutmak yerine döviz, altın, devlet tahvili, gayrimenkul gibi yatırım araçlarına yönlendirerek yahut bir yıllık vadeli hesaba yatırıp enflasyonun olumsuz etkisinden korunacağı, bu sebeple benzer yatırım araçlarının getirisinin ortalaması bulunarak davacının aşkın (munzam) zararının belirlenmesi gerektiği iddiasıyla aşkın zararın tahsili talep edilmiştir.
32. Her ne kadar bozma kararında, ülkemizde belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma değerinin önemli derecede azaldığı, böyle bir ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için girişimlerde bulunmasının olayların normal akşına, genel hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçlarının kamu tarafından bilindiği yahut bilinebileceğinden bu durumun mahkemelerin bilgileri dâhilinde olduğu, bu sebeple aşkın (munzam) zararın oluşumundaki zaman diliminin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeksizin tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçeyle sonuca gidilmesinin hatalı olduğu belirtilmiş ise de; davacı tarafından talep edilen aşkın (munzam) zararın dayanağı olarak ileri sürülen iddia, geç ödeme nedeniyle kendisince, bizzat ve somut olarak uğranılan zarar iddiasından ziyade ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücündeki meydana gelen azalmanın aşkın (munzam) zararı oluşturduğu yönündedir. Başka bir anlatımla davacı tarafından, ülkemizdeki belirli dönemlerdeki ekonomik koşullarda mevcut olumsuzluklardan hareketle, kendi durumuna özgü şekilde açık ve somut olarak oluşan bir zarar olgusuna dair bir iddiada bulunulmadığı gibi bu yönde ispata yeter herhangi bir delil de sunulmamıştır. Açılan davada sadece, ekonomik koşullardaki olumsuzluklardan hareketle davacının durumunda olan bir bireyin elindeki varlığını koruma amacıyla belirli yatırımlara yönlendireceğine dair faraziyeye dayalı olarak aşkın (munzam) zararın ortaya çıktığı ileri sürülmüştür.
33. Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi kapsamında aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliğinin bir koşulu da alacaklı yönünden mevcut olan zararın açık ve somut bir biçimde ispatıdır. Bu bağlamda ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, alacaklı yönünden aşkın (munzam) zarar olarak nitelendirilemeyeceği gibi salt bu olguya dayanılması neticesinde zararın ispatına dair koşulun gerçekleştiği söylenemez. Zira burada zararın olgusunun, HMK’nın 194. maddesi kapsamında ispata elverişli bir şekilde somutlaştırılarak zarar iddiasının ispatı için gerekli tüm deliller ortaya konulmalıdır.
34. Bu itibarla davacı tarafından ileri sürülen, ülkemizdeki belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklardan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın (munzam) zarar talebi, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemez. Zira ülkemizdeki belirli dönemlerde var olan ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, tek başına davacının temerrüt faizi dışında bir zararının varlığının ispatı değildir. Dolayısıyla ekonomik şartlar sebebiyle ortaya çıkan yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi olumsuzluklar, bir karine olarak kabul edilip davacıyı, kendi somut durumuna özgü vakıalarla oluştuğu iddia olunan zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi davacıya bu yönde herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz.
35. Hâl böyle olunca, TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerekir. Burada kanıtlanacak olgular; ekonomik şartlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar gibi genel ve soyut hususlardan ziyade geç ödeme nedeniyle davacının kendisinin, şahsen ve somut olarak uğradığı zarardır. Ancak mahkemece yapılan yargılama sırasında, davacı tarafından yukarıda belirtildiği şekilde bir zarar olgusunun ileri sürülüp yasal çerçevede ispatlandığı söylenemez.
36. Bu nedenle ilk derece mahkemesince verilen davanın reddine dair direnme kararı, temerrüt faiziyle birlikte davacıya ödenen anapara yanında temerrüt faizini aşan zararın, davacı tarafından kendi duruma özgü şekilde somut olarak ispat edilememiş olması nedeniyle yerindedir.
37. O hâlde, direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir…” gerekçesiyle direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
Alıntılanan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29/03/2022 tarihli 2021/11-938 esas 2022/401 karar nolu ilamından açıkça anlaşıldığı üzere 6098 sayılı TBK’nın 122. Maddesinde düzenlenen faizi aşan aşkın (munzam) zarar taleplerinde; zararın genel ekonomik olumsuzluklara (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dayandırılamayacağı, davacının munzam zararının kendi durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiği, bu ispat araçlarının ekonomik şartlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar gibi genel ve soyut hususlar olamayacağı, bunun aksine geç ödeme nedeniyle davacının kendisinin, şahsen ve somut olarak uğradığı zararı ispatlaması gerektiği ortadadır. Mahkememizce de bu doğrultuda davacı vekiline temerrüt tarihinden tahsil tarihine kadar geçen sürede faizi aşan zarar iddiasına ilişkin davacının şahsen ve somut olarak uğradığı zarar olgusunu açıklamak ve bu zarara ilişkin delillerini sunmak üzere süre verilmiş, davacı vekili verilen süre içerisinde sunduğu dilekçesinde TBK 122 kapsamında talep ettiği şahsen ve somut olarak uğradığı zararı bulunduğunu somut duruma özgü somut delillerle ispatlayamadığı gibi dilekçesinde varsayımda bulunduğu anlaşıldığından netice olarak davacı tarafından munzam zarar iddiası ispatlanamadığından davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:
1-Davanın REDDİNE,
2-Karar tarihi itibariyle alınması gereken 269,85-TL harcın peşin alınan 80,70 -TL harçtan mahsubu ile bakiye 189,15 -TL harcın davacıya iadesine,6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-14 maddesi ile Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği’nin 26.maddesine göre; Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan 1.560,00-TL arabuluculuk ücretinin davacıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Kendini vekille temsil ettiren davalı lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca 2.005,78-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Yatırılan avanstan artan kısmın yatırana/ vekiline iadesine,
Dair; davacı vekillerinin yüzüne karşı, davalının / vekilinin yokluğunda; tarafların gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 6100 sayılı HMK nın 341/2 maddesi gereği karar tarihi dikkate alınarak miktar yönünden kesin olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 10/10/2023

Katip …
e-imzalıdır

Hakim …
e-imzalıdır