Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/452 E. 2019/849 K. 30.09.2019 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
12. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2019/452 Esas
KARAR NO : 2019/849

DAVA : Ticari Şirket
DAVA TARİHİ : 25/10/2013
KARAR TARİHİ : 30/09/2019

Mahkememizde görülmekte olan Yönetim Kurulu Kararının İptali ve Geçersiz olduğunun tespiti davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
DAVA :Davacı vekili, dava dilekçesinde; davalı şirketin 04.11.2011 tarihli genel kurul toplantısında davalılar … ve … ile birlikte müvekkilinin de üç yıllığına yönetim kurulu üyesi olarak seçildiğini, aile bireyleri arasında anlaşmazlıkların ve miras kavgalarının baş göstermesi üzerine şirketi kendi görüşleri ve menfaatleri doğrultusunda yönetme arzusuna ve hırsına kapılan davalılardan kardeş olan … ve …’nın müvekkilinin varlığını ve yönetim kurulu üyeliğini görmezden geldiklerini, müvekkiline haber vermeksizin 16/07/2012 tarihinde yönetim kurulu toplantısı yaparak müvekkilinin temsil yetkisini kaldırdıklarını, kendilerini yönetim kurulu başkanı ve başkan vekili olarak tayin ettiklerini, görev taksimi yaparak davalı şirketin kendi imzaları ile temsil ve ilzam olunmasına karar verdiklerini, davalı şirketin 25.09.2012 tarihli yönetim kurulu toplantısına da müvekkilinin çağrılmadığını, bu toplantıda şirket merkezinin değiştirilmesine karar verildiğini beyanla davalı şirketin 16.07.2012 tarihli ve 2012/2 sayılı yönetim kurulu kararının Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 14/10/1991 tarihli, 3370 Esas, 5335 Karar sayılı kararı doğrultusunda iptaline, kararın iptale tabii olmaması halinde batıl olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP :Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkillerinden … ve …’nın pasif husumet ehliyetlerinin bulunmadığını, 6102 sayılı TTK’nun yönetim kurulu kararlarını düzenleyen 390 ve 391.maddelerinde yönetim kurulu kararlarının iptal edilebilmesinin düzenlenmediğini, yasada sadece 391.maddesine göre şartları var ise yönetim kurulu kararlarının batıl olduğunun tespitinin talep edilebileceğinin düzenlendiğini, batıl olduğununu tespitinin talep edildiği 16/07/2012 tarihli, 2012/2 sayılı yönetim kurulu kararının davacının iddiasının aksine TTK’nun 391/1-B maddesine aykırı olmadığından davanın bu nedenle reddinin gerektiğini beyanla davalılar … ve … yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, yönetim kurulu kararının iptali mümkün olmadığından buna ilişkin iptal talebinin reddine, davacı, davasını TTK’nun 391/1-B maddesine dayandırmışsa da anonim şirketin temel yapısına uymayan, veya sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen herhangi bir işlem yapılmamış olması sebebiyle dava konusu yönetim kurulu kararının batıl olduğuna ilişkin talebin reddine karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLER VE GEREKÇE :
Alınan bilirkişi raporunda, davalı şirketin 04.11.2011 tarihli genel kurul toplantısında davalılar … ve … ile birlikte davacının da üç yıllığına yönetim kurulu üyesi olarak seçildiği, davalılardan kardeş olan … ve …’nın davacıya yazılı bir bildirimde bulunmaksızın 16.07.2012 tarihinde yönetim kurulu toplantısı yaparak davacının temsil yetkisini kaldırdıkları, kendilerini yönetim kurulu başkanı ve başkan vekili olarak tayin ettikleri, görev taksimi yaparak davalı şirketin kendi imzaları ile temsil ve ilzam olunmasına karar verdikleri hususlarında taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Türk Ticaret Kanunu’nun 391.maddesinde, yönetim kurulu kararlarının hangi hallerde hükümsüz olacağı ve tespit davasına konu olabileceği sınırlayıcı olmaksızın örneklerle gösterilmiş ve geçersizliğin hüküm ve sonuçlarının genel hükümlere göre saptanacağı belirtilmiştir. Ayrıca TTK.460/5.maddesinde yapılan bir düzenleme ile bir halde pay sahiplerine ve yönetim kurulu üyelerine yönetim kurulu kararları aleyhine iptal davası açabilme imkanı getirilmiştir. Buna göre, kayıtlı sermaye sisteminde, yönetim kurulu tarafından sermaye artırılırken, anonim şirketler esas sözleşmesinde öngörülen yetki sınırları içinde sermaye artırım kararı alınır. Alınan bu karar kanun veya esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kurallarına aykırı ise bu karar aleyhine, paysahipleri ve yönetim kurulu üyeleri kararın ilan tarihinden itibaren bir ay içinde iptal davası açabilirler.
Dava konusu 16.07.2012 tarihli ve 2012/2 sayılı yönetim kurulu kararı incelendiğinde, bu kararın davalılardan … ve … tarafından alınmış olduğu, kararda yönetim kurulu başkanlığına …’nın, başkan vekilliğine de …’nın seçildiği, “şirketin işlerini temsil ve ilzamı konusunda … ve … ‘nın imzaları ile üçüncü kişilere karşı yapılacak iş ve işlemlerde temsil ve ilzam olunmasına” karar verildiği görülmektedir. Sözkonusu kararla, davacının temsil yetkisinin kaldırılmış olduğu, temsil yetkisinin yönetim kurulu üyesi olan davalılardan … ve …’ya devredildiği görülmektedir..
Türk Ticaret Kanunu’nun 370.maddesi, kural olarak anonim ortaklıklarda birlikte temsil esasını benimsemiştir. TTK.370.maddesine göre “Esas sözleşmede aksi öngörülmemiş veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu temsil yetkisini bir veya daha fazla murahhas üyeye veya müdür olarak üçüncü kişilere devredebilir. En az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini haiz olması şarttır.” şeklindedir.
TTK.’nun 370/2.hükmünde temsil yetkisi devretme hakkı yönetim kuruluna tanınmıştır. Yönetim kurulunun temsil yetkisini devretme hakkına ilişkin TTK.370/2.maddesi hükmü yönetim yetkisinin devrine ilişkin TTK.367.maddesi hükmü ile birlikte ele alınmalıdır.
Mahkememizce de benimsenen bilirkişi kurulu kök ve ek raporunda da ifade edildiği gibi, davalı şirketin esas sözleşmesinde, aksi yönde bir kurala rastlanmadığından, TTK.370.maddesi hükmü uyarınca, davalı şirketin temsili herhangi iki yönetim kurulu üyesinin imzası ile gerçekleşmesi gerekirken, dava konusu yönetim kurulu kararıyla, temsil yetkisinin sadece … ve …’nın imzalarıyla gerçekleşebileceğinin öngörülmüş olması, alınan kararı yasaya , yani TTK.370.maddesi hükmüne aykırı hale getirmektedir. Yine dava konusu yönetim kurulu kararıyla, davacının temsil yetkisinin kaldırılarak, temsil yetkisinin, sadece, yönetim kurulu üyesi olan davalılardan … ve …’ya devredilmesi, bir esas sözleşme hükmüne ve bu hükme dayanılarak düzenlenen iç yönergeye dayanmadığından, bu işlemin geçersiz, yani batıl olduğunun kabulünü gerektirmektedir.
Şirket ana sözleşmesinin 14. maddesinde yer alan “idare meclisi, reis veya reis vekilinin daveti üzerine şirket merkezinde toplanır” hükmüne rağmen davacının şirket merkezine toplantı için davet edildiğine ilişkin bir delil sunulamamış olması da varılan bu sonucu desteklemektedir.
Dava, yönetim kurulu kararının iptali, kararın iptale tabi olmaması halinde batıl olduğunun tespitine karar verilmesi talepli olup, dava konusu edilen husus şirket tüzel kişiliğini ilgilendiren yönetim kurulu kararıdır. Bu bakımdan davalılar … ve … yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Davaya konu yönetim kurulu kararının tesciline ilişkin ilan 26/07/2012 tarihli, 8120 sayılı, Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinin 408.sayfasında yayınlanmıştır.
Bu nedenlerle davacının yönetim kurulu kararının iptaline yönelik talebi TTK.’nun 460/5.maddesi gereğince süresinde açılmadığından reddine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Davalı şirketin esas sözleşmesinde, aksi yönde bir kurala rastlanmadığından, TTK.’nun370.maddesi hükmü uyarınca davalı şirketin temsili herhangi iki yönetim kurulu üyesinin imzası ile gerçekleşmesi gerekirken, dava konusu yönetim kurulu kararıyla, temsil yetkisinin sadece … ve …’nın imzalarıyla gerçekleşebileceğinin öngörülmüş olması, alınan kararı yasaya, yani TTK.370.maddesi hükmüne aykırı hale getirdiği, yine dava konusu yönetim kurulu kararıyla, davacının temsil yetkisinin kaldırılarak, temsil yetkisinin, sadece, yönetim kurulu üyesi olan davalılardan … ve …’ya devredilmesi, bir esas sözleşme hükmüne ve bu hükme dayanılarak düzenlenen iç yönergeye dayanmadığından, bu işlemin geçersiz, yani batıl olduğunun kabulünün gerektiği sonuç ve kanaatine varılmakla davanın davalı şirket yönünden kabulü ile 16/07/2012 tarihli 2012/2 nolu yönetim kurulu kararının batıl olduğununu tespitine, davacının miktara yönelik talebinin TTK. 460/5 maddesi uyarınca reddine, davanın davalı şahıslar … ve … yönünden husumet nedeni ile reddine dair karar verilmiştir.
Mahkememizin bu kararı davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. hukuk Dairesinin 06/06/2017 tarih, 2016/5382 Esas, 2017/3443 Karar sayılı bozma ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamında “Kararı, davalı şirket vekili temyiz etmiştir.” Davacı tarafça, kendisinin daveti ve katılımı olmaksızın yapılan yönetim kurulu toplantısı ile temsil yetkisinin kaldırıldığı iddiasına dayalı olarak anılan yönetim kurulu kararının iptali, olmadığı taktirde batıl olduğunun tespiti istemi ile açılan işbu davada, mahkemece benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Ancak, 6102 sayılı TTK’nın “Görev dağılımı” başlıklı 366. maddesinde “Yönetim kurulu her yıl üyeleri arasından bir başkan ve bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere, en az bir başkan vekili seçer. Esas sözleşmede, başkanın ve başkan vekilinin veya bunlardan birinin, genel kurul tarafından seçilmesi öngörülebilir. Yönetim kurulu, işlerin gidişini izlemek, kendisine sunulacak konularda rapor hazırlamak, kararlarını uygulatmak veya iç denetim amacıyla içlerinde yönetim kurulu üyelerinin de bulunabileceği komiteler ve komisyonlar kurabilir.” aynı Yasa’nın “Yönetimin devri” başlıklı 367. maddesinde ise, “Yönetim kurulu esas sözleşmeye konulacak bir hükümle, düzenleyeceği bir iç yönergeye göre, yönetimi, kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devretmeye yetkili kılınabilir. Bu iç yönerge şirketin yönetimini düzenler; bunun için gerekli olan görevleri, tanımlar, yerlerini gösterir, özellikle kimin kime bağlı ve bilgi sunmakla yükümlü olduğunu belirler. Yönetim kurulu, istem üzerine pay sahiplerini ve korunmaya değer menfaatlerini ikna edici bir biçimde ortaya koyan alacaklıları, bu iç yönerge hakkında, yazılı olarak bilgilendirir. Yönetim, devredilmediği takdirde, yönetim kurulunun tüm üyelerine aittir.” , 370. maddesinde ”Esas sözleşmede aksi öngörülmemiş veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu, temsil yetkisini bir veya daha fazla murahhas üyeye veya müdür olarak üçüncü kişilere devredebilir. En az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini haiz olması şarttır.”, 390/1 madde ve fıkrasında da ”Esas sözleşmede aksine ağırlaştırıcı bir hüküm bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alır. Bu kural yönetim kurulunun elektronik ortamda yapılması hâlinde de uygulanır.”, 391. maddesinde de ”Yönetim kurulunun kararının batıl olduğunun tespiti mahkemeden istenebilir. Özellikle; Eşit işlem ilkesine aykırı olan, anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayenin korunması ilkesini gözetmeyen, pay sahiplerinin, özellikle vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren, diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu yetkilerin devrine ilişkin kararlar batıldır.” hükümleri düzenlenmiştir.
Somut olayda, öncelikle davacı tarafça kendisi davet edilmeksizin söz konusu yönetim kurulu toplantısının yapıldığı iddia edilmiş ise de, gerek 6762 sayılı TTK, gerekse de 6102 sayılı TTK’da yönetim kurulunun toplantıya çağrılma usulüne ilişkin herhangi bir yasal düzenleme olmadığı gibi, şirket ana sözleşmesinde de bu hususta bir hüküm bulunmamaktadır. Öte yandan, dava konusu yönetim kurulu toplantısında alınan kararların, davalı …’nın yönetim kurulu başkanı, …’nın ise başkan vekili olarak seçilmesi ve … ve …’nın imzaları ile üçüncü kişiler ile yapılacak iş ve işlemlerde şirketin temsil ve ilzam olunmasına ilişkin olduğunun anlaşılması karşısında, işbu kararlar TTK’nın 366. maddesi uyarınca görev dağılımı yapılmasına ve ayrıca TTK’nın 370. maddesine de uygun şekilde şirketi temsile yetkili 2 kişinin seçimine ilişkindir. Kararlar, TTK’nın 390. maddesindeki toplantı ve karar nisabına uygun olarak alınmıştır. Alınan yönetim kurulu kararları ile yönetim yetkisinin devri söz konusu olmayıp, yasa ya da ana sözleşmeye aykırı bir durum bulunmadığı gibi yönetim kurulu kararının butlanını gerektirir bir sebebin de bulunmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekirken yönetim kurulunun haiz olduğu yönetme ve temsil yetkisi karıştırılmak suretiyle yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış”tır gerekçeleri ile mahkememiz kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin mahkememiz kararını bozması sonrasında, bu kez davacı tarafça karar düzeltme talebinde bulunulmuş ve bu karar düzeltme talebi üzerine de Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 23/05/2019 tarih, 2017/4600 Esas, 2019/4107 karar nosu ile ” ” Mahkemece davalılar … ve …’ya husumet yöneltilemeyeceği, davacının yönetim kurulu kararının iptaline yönelik talebinin reddi gerektiği gerekçesiyle, davanın davalı şirket yönünden kabulü ile, 16/07/2012 tarih, 2012/2 no’lu yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespitine, davalılar … ve … yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddine, iptale yönelik talebin de TTK’nın 460/5 m. gereğince reddine dair verilen karar davalı şirket vekilinin temyizi üzerine Dairemizce bozulmuştur.
Bu kez davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi” gerektiği gerekçesi ile oy çokluğu ile karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiş, aynı karara muhalif kalan üyeler… ve … ise muhalif kalmışlardır.
Muhalif kalan üyeler tarafından yazılan muhalefet şerhinde: “Sorun, anonim şirketle temsil yetkisinin devri ve yönetim kurulunun çağrısız toplanıp toplanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Temsil yetkisinin devri, yönetim kuruluna özgü görev ve yetkilerin organı olarak kullanılmak üzere bir veya daha fazla kişiye (delegeye) aktarılmasıdır. Böylece yetkinin devredildiği kişilerin, ortaklığın iradesinin oluşumunda belirleyici olmasına imkan tanınmaktadır.
Anonim şirketleri temsil, TTK’nın 370. maddesi uyarınca, esas sözleşmede aksi düzenlenmedikçe çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kuruluna aittir. Bu düzenleme çift imza kuralı yanında temsil yetkisinin yönetim kuruluna ait olduğunun da karinesidir. Bu bağlamda, temsil yetkisinin devri için ana sözleşmede hüküm bulunmalı ve/veya devri için iç yönergeye dayanılmalıdır (Tekinalp, Yeni Anonim ve Limited Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi Ortaklığının Esasları, 2. Baskı, 2011. N. 17-75, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 4 Baskı, 2015, N 12-75, Koç, Himmet: Anonim Şirketlerde İç Yönerge ile Yönetim ve Temsil Yetkisinin Devri, Ankara 2018, S.149 vd.; Çamoğlu, E. Ortaklıklar Hukuku S.13. Baskı, İstanbul 2019, N.540, Güney Akdağ N. Anonim Şirket Yönetim Kurulu, 2016, S.107-109, Şener, O.H.: Teorik ve Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku, 3. Baskı, Ankara 2017, S. 370, 378, Kendigelen, A: Türk Ticaret Kanunu Değişiklikler, Yenilikler, İlk Tespitler, 2. Baskı İstanbul 2012 S. 261, 262, Emiroğlu, C.: Türk Ticaret Kanunu’nda Kurumsal Yönetim, İstanbul 2014, S. 213; Helone, M. İdare ve temsil, BÜHFD, C.9, S.123, Bahtiyar, M Ortaklıklar Hukuku, 10. Baskı, İstanbul 2015, S.216). Bu durum karşısında, ana sözleşmede düzenleme veya iç yönerge yoksa yönetim kurulu murahhas müdür ya da murahhas üye görevlendiremez.
Temsil yetkisinin devri bakımından ana sözleşmede düzenleme ve/veya devir için iç yönerge bulunmamasına rağmen, yönetim kurulunca murahhas üye veya murahhas müdüre temsil yetkisi devredilirse, bu anonim şirketin temel yapısına uymayan bir karardır. Böylece TTK 391. maddesi uyarınca batıl kararlardandır.
Ayrıca, yönetim kurulu toplantısına çağrıda, herhangi bir yöntem yasa ve ana sözleşme ile belirlenmemiş ise de; bu durum yönetim kurulu üyesinin toplantıya çağrılmayacağı sonucunu doğurmaz. Tüm yönetim kurulu üyelerine çağrı yapılması zorunludur. Çünkü yönetim kurulu toplantısına katılmak bütün üyeler için hem bir hak hem de bir görevdir. Kabul edilebilir bir hata olmadığı sürece yönetim kurulu üyelerinin bazılarına çağrı yapılmadan toplantı yapılıp karar alınması halinde bu kararın geçersizliği söz konusu olur (Güney, Akdağ N. Anonim Şirket Yönetim Kurulu, 2. Baskı, 2016, S.249, Kırca/Sehrialı-Çelik Manavgat, Anonim Şirketler Hukuku S. 487).
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, davacının karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün onanması görüşünde olduğumuzdan çoğunluğun düşüncelerine katılamıyoruz” gerekçeleri ile karar düzeltme talebinin kabulü gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir.
Karar düzeltme talebinin reddi üzerine dava dosyası mahkememize geri gelmekle yeni… esas sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
Davalı şirket tarafından 20/06/2014 tarihli Bilirkişi Raporuna İtiraz dilekçesine ek olarak Prof. Dr. … alınan uzman mütalası sundukları, mütalayı sunan Prof. Dr. … tarafından: ”Yönetim Kurulunun Toplantıya kural olarak başkan çağırır, başkanın bulunmadığı veya geçerli bir mazeretinin olması halinde toplantı çağrısı başkan vekili tarafından yapılacağı, başkan veya başkan vekilinin yapacağı toplantı çağrısının herhangi bir şekle tabi olmadığı, asıl olanın üyelerin toplantı hakkında bilgi sahibi olmalarıdır. Ancak çağrı şeklinin ispat edilebilir bir araca dayanması, örneğin, telefonla, faksla, noter aracılığı ile veya elektronik posta yolu ile yapılması gerekir. Toplantıya yazılı şekilde davet yapılmaması alınan kararın geçersiz sayılması sonucunu doğurmaz. Çağrıda toplantı gündemi de çağrı yapan tarafına belirtilir. Yönetim kurulu toplantılarında gündeme bağlılık ilkesi söz konusu olmadığı için gündemde belirtilen konular dışında da müzakere yapılıp karar alınabilir. Çünkü yönetim kurulu üyelerinin her biri açısından toplantıya katılmak sadece hak değil aynı zamanda bir yükümlülüktür…
Yönetim kurulunun toplanma yer ve zamanı veya toplanma aralığına ilişkin olarak Kanunda bir düzenleme yapılmamıştır. Buna ilişkin esas sözleşmede de bir düzenlemenin yapılmadığı varsayıldığında, mazereti sebebiyle izinli sayılan üye/üyeler ile başkan dışında kalan bütün üyelere toplantı yer ve gününü bildiren çağrının yukarıda ifade edilen araçlardan en az biri ile ulaştırılmaması halinde toplantı yapılması ve karar alınabilmesi mümkün değildir. Çağrının sadece bazı üyelere yapılması durumunda da aynı sonuçla karşılaşılır.
TTK. Sisteminde bir yönetim kurulu üyesine hem idare hem de temsil yetkisi devredilmiş ise bu kişi ‘Murahass’ üye olarak adlandırılır. Bir üyeye sadece ‘Yönetim’ yetkisi devredilmiş ise bu kişi Murahass üye olamaz, buradan şu sonuç çıkmaktadır. Temsil yetkisi verilen yönetim kurulu üyeleri dışında kalan diğer Yönetim Kurulu üye ve üyelerinin yönetim yetkisi devam edebilir. Bu kapsamda TTK. 367, ‘Yönetimin Devri’ başlığına taşımakta ve özellikle yönetimin devrini düzenlemektedir, yoksa temsil yetkisinin kullanım şekli veya devrini değil. Buna göre de yönetimin devri söz konusu olduğunda iç yönerge yapılması ihtiyacı doğar. Şayet bir yönetim devri söz konusu değil ise iç yönerge düzenlenmesi gerekmez.
TTK. 370/1 düzenlemesine ‘…. Temsil Yetkisi çift imza ile kullanılmak üzere Yönetim Kurulu’na aittir.’ hükmü dikkatle incelendiğinde, esas sözleşmede aksine düzenleme yoksa veya Yönetim Kurulu tek kişiden oluşmuyor ise temsil yetkisinin çift imza ile kullanılmak üzere yönetim kurulu’na ait olduğundan söz edilmektedir. 3 veya daha fazla Yönetim Kurulu üyesi bulunduğu durumlarda, bu çift imza ile temsil yetkisinin hangi üyelerin kullanacağını belirleme yetkisinin yine Yönetim Kurulu’na ait olduğundan kuşku yoktur. Temsil yetkisini kullanacak imzaları/üyeleri belirlemek hiçbir şekilde Yönetim Yetkisinin devri anlamını taşımaz. Dolayısıyla temsil yetkisi verilmeyen üyelerin yönetim yetkisi devam eder. Bu nedenledir ki, TTK. Madde 367. hükmü Temsil yetkisini belirleyen bir yönetim kurulu kararına ilişkin değildir.
Yönetimin devri başlıklı TTK. 367/1 düzenlemesi şu hükme yer vermektedir: ‘Yönetim Kurulu esas sözleşmeye konulacak bir hüküm ile, düzenleyeceği bir iç yönergeye göre, yönetimi, kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devretmeye yetkili kılınabilir. Bu iç yönerge şirket yönetimini düzenler; Bunun için gerekli olan görevleri tanımlar, yerlerini gösterir, özellikle kimin kime bağlı ve bilgi sunmakla yükümlü olduğunu belirler. Yönetim kurulu, istem üzerine pay sahiplerini ve korunmaya değer menfaatlerini ikna edici bir biçimde ortaya koyan alacaklıları, bu iç yönerge hakkında yazılı olarak bilgilendirir.’ Anılan madde düzenlemesine göre usulüne uygun bir yetki devri için 3 şartın birlikte bulunması gerekmektedir. a) esas sözleşmede devre izin veren bir hüküm bulunmalı, b) düzenlemede belirtilen asgari içeriğe sahip bir iç yönerge hazırlanmalı ve bu iç yönerge Yönetim Kurulu Kararı ile kabul edilmeli, c) yönetim kurulu, yönetimi bu iç yönergeye göre devrettiğine dair bir karar almalı, d) devredilen yetki, 375. maddenin kapsamına girmemelidir. Görüldüğü üzere iç yönerge hazırlanması gereği, Yönetim Kurulu’nun Kanun’dan doğan Yönetimsel görevlerini kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devretmeye kalkışması durumunda ortaya çıkacaktır. TTK. 375. maddesi gereğince devredilemez yetkiler ise zaten bu kapsamda değildir. Dolayısıyla yönetimin devri söz konusu değil ise bir anonim şirketin iç yönerge hazırlamasına da gerek yoktur.
Temsile yetkili kişileri belirleme yetkisi zaten yönetim kurulu’na ait olduğundan uygulamada Anonim şirket Yönetim Kurulları bunu kendi içlerinde zaten yapıp tescil ve ilan yoluna gitmektedirler.
Davalı şirketin esas sözleşmesinin ‘İdare ve Temsil’ başlıklı 13. maddesinin 3. fıkrası şu hükmü getirmektedir: ‘İdare meclisi şirketi temsile salahiyetli kimleri, tescil ve ilan edilmek üzere Ticaret Siciline bildirir.’ temsile ilişkin olarak TTK. 370/1 şu düzenlemeye yer vermektedir; ‘Esas sözleşmede aksi öngörülmemiş veya yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa temsil yetkisi çift imza ile kullanılmak üzere Yönetim Kurulu’na aittir.’ Maddenin bu fıkrasındaki bu düzenleme idare veya temsil yetkisinin devrine ilişkin olmayıp, şirketi yönetim kurulu üyelerinden hangi ikisinin temsil edeceğinin belirleme yetkisinin yine Yönetim Kurulu’na vermektedir. Dava konusu karar da zaten buna ilişkindir. Dolayısıyla bu karar davacı yönetim kurulu üyesi …’un Yönetim yetkisini ortadan kaldırmadığı gibi temelde TTK. 370/1 hükmü ile esas sözleşmenin 13. maddesi 3. fıkrasının gereğinin yapılmasına dönüktür. Esasen Genel Kurul Kararı ile seçilen Yönetim Kurulunun toplanıp görev paylaşımı yapması ve şirketi temsil edecek imzaları belirlemesi olağan bir görev ve uygulamadır.
Davaya ilişkin sunulan bilirkişi raporunda, Yönetim yetkisinin devri ile şirketi temsil edecek imzaların belirlenmesi hususu birbirine karıştırıldığından yanılgılı şekilde TTK. Madde 370. hükmüne aykırı davranıldığından söz edilerek kararın geçersiz (Batıl) olduğunun kabulü gerektiği kanaatine varılmıştır. Yukarıda ifade edildiği üzere şirketi temsil edecek imza yetkililerinin belirlenmesinin yönetimin devri ile bir ilgisi yoktur ve bu anlamda iç yönergeye de gerek yoktur. Yanlış bir değerlendirme ile TTK. Madde 370 uygulaması, madde 367 ile ilişkilendirilmiştir. Bu ise kanunun ve uygulamanın açık ve örtülü olarak benimsemediği bir yorum şeklidir.
Dava konusu yapılan Yönetim Kurulu kararının içeriği, Anonim şirketin temel yapısına aykırı olmak bir yana, temel yapının gerektirdiği yöndedir. Zira anonim şirkette çoğunluk ilkesi geçerlidir. Alınan karar, yönetim kurulu üyelerinden hangi ikisinin imzaları ile şirketi temsil edeceğine ilişkin olduğu, böyle bir kararın alınmasının esas sözleşme ve kanun hükmü gereği olduğu açıktır. 3 yönetim kurulu üyesinden her birinin münferiden atacakları imza ile şirketi temsil etmesine esas sözleşme izin vermediğine ve TTK. 370/1 hükmü de engel olduğuna göre, temsile yetkili imza sahiplerini belirleme konusunda bir organ olarak Yönetim Kurulu nasıl karar alabilecektir.
Tüm bunlara göre dava konusu olan Yönetim Kurulu toplantısının TTK. 390 hükümlerine aykırılık teşkil etmeyecek şekilde icra edildiği, alınan kararın batıl olmadığı anonim şirket Yönetim Kurulu kararlarının istisnalar hariç iptalinin talep edilemeyeceği, dava konusu olayın bu istisnalar kapsamında olmadığını belirtmiştir.”
Mahkememizde açılan davada verilen karar, davalı şirket yetkilisinin temyizi üzerine bozulmuş olup, bu bozma üzerine bu kez davacı vekilinin karar düzeltme talebine karşı da aynı Dairenin oy çokluğu ile talebin reddi üzerine mahkememiz yeni esasına kaydedilen davada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin bozma kararına karşı direnme kararı verilmesine kanaat getirilmiştir.
Davacı tarafça sunulan dilekçe’de konu kısmında ”Gerçek kişi davalılarca kanuna, esas sözleşmeye ve Genel Kurul kararına aykırı olarak alınan 16/07/2012 tarihli, 2012/2 karar nolu …A.ş’nin yönetim kurulu kararının geçersiz olduğunun tespitine ve iptalinden” ibarettir şeklinde özetlediği, içeriğinde ise davalı diğer gerçek kişiler ile birlikte anonim şirketin Yönetim Kurulu’nu oluşturduğu’nun bunu davalı A.ş’nin 04/11/2011 tarihinde Genel Kurul Toplantısında 3 yıllığına alınan karara dayalı olduğunun TTK. 365/1 maddesi uyarınca anonim şirketin Yönetim Kurulu tarafından yönetildiğini ve esas sözleşmede aksi öngörülmemiş ise TTK. 370/1 hükmü uyarınca temsil yetkisinin çift imza kullanılmak üzere Yönetim Kurulu’na temsilin ait olduğunu belirterek, anonim şirketin ana sözleşmesinde çift imza kuralının aksini öngören bir kural olmadığı ve şirketi temsil yetkisinin Yönetim Kurulu’na ait olduğunu, davalı şirketin bir aile şirketi olduğunu ve kişiler arasındaki mirastan kaynaklanan sorun ve çatışmalardan dolayı kardeş olan diğer gerçek kişi davalılar … ve …, davacının yönetim kurulu üyesi olduğunu dikkate almadan 16/07/2012 tarihinde Yönetim Kurulu toplantısı yaparak, davacının temsil yetkisinin kaldırıldığını, alınan kararın 6102 sayılı yasanın 391. maddesi uyarınca Batıl olduğunun talep edilebileceğinin, yine imza yetkisinin alınması nedeni ile davacının bu karara karşı geçersiz veya iptalini dava edebileceğini, yönetim kurulu’nun alınan karar toplantısına davacı çağrılmamış olup, karardan daha sonra haberdar olduğunu, oysa şirket ana sözleşme 14. maddesinde Yönetim Kurulu’nun, Yönetim Kurulu’nun başkanı veya vekilinin daveti üzerine şirket merkezinde toplanması gerekmesine rağmen sözleşmenin bu hükmüne de aykırı davranıldığını belirterek neticei talep kısmında bahsi geçen Yönetim Kurulu kararının iptaline veya iptale tabi değilse batıl olduğunun tespitine karar verilmesini talep ettiği görülmüştür.
Davacının talepleri yönünden isabetli bir karar verilebilmesi için öncelikle Özel Hukuk’taki hukuki işlemlere veya sözleşmelere ilişkin müeyyidelerin açıklanması gerekmiştir.
Medeni Hukuk alanında hukuk kurallarına aykırılığa bağlanan yaptırımlar farklı sonuçlar doğurmakta olup, bu yaptırımların da yokluk, geçersizlik, iptal edilebilirlik, mutlak butlan, nisbi butlan, askıda geçersizlik ve askıda geçerlilik ile tazminat halleri olabileceğine dair yerleşik Doktrin ve yargı uygulamaları vardır.
Uygulamada, özellikle yokluk ve geçersizlik kavramları birbirine karıştırılmakta olup, öncelikle bunun birbirinden ayrılması gerekir. Buna göre de; Yokluk: özel hukukta akdin veya hukuki işlemin meydana gelmesi, kurulmasıyla ilgili, kurucu unsurları ihtiva etmeyen bu şekildeki bir sözleşme veya hukuki işlemin meydana gelmemiş olması sonucu olarak ifade edilebilir. Buna göre de; Hukuk düzeninde kurucu unsurlardan yoksun bir sözleşme veya hukuki işlemin müeyyidesinin yokluk olduğu söylenebilir.
Geçersizlik- Hükümsüzlük: Akdin veya hukuki işlemin, kurucu unsurları olmasına rağmen geçerlilik unsurlarının olmamasını ifade eder. Bu durumun ise öncelikle kurulmuş bir akit veya hukuki işlemin kurucu unsurlarının bulunmasını, tamam olmasını gerekli kılar ki ancak bu tür durumlarda kurulmuş bir akdin veya hukuki işlemin geçersizliğinden bahsedilebilir. Bunun için de akit veya hukuki işlemin kurulmuş olmasına rağmen, geçerli olabilmesi, hukuk düzeninde varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan geçerlilik şartlarının olması gerekmektedir. Bu şekilde kurulmuş, kurucu unsurları bulunmasına rağmen geçerlilik şartları bulunmayan bir akit veya hukuki işleme ilişkin yokluktan değil, ancak geçersizlikten bahsedilebilir. Tıpkı resmi şekilde yapılması gereken bir taşınmaz tapu devrinin resmi şekilde yapılmaması gibi ya da sözleşme taraflarından birinin sahip olması gereken temyiz kudretinden yoksun olması gibi hallerde akit veya hukuki işlem, hukuk dünyasında var olmasına rağmen bu eksikliği dolayısıyla yokluğundan değil, geçersizliğinden bahsedilebilecektir yani bir akdin veya hukuki işlemin tarafların istediği hukuki hüküm ve sonuçlarını meydana getirmiyorsa burada yokluk değil, geçersizlik, hükümsüzlük vardır.
Geçersizlik- hükümsüzlük doğuran sebepler akdin veya hukuki işlemin muhtevasının imkansız olması, hukuka veya ahlaka aykırı olması, tarafların her ikisinin temyiz, temsil kudretine sahip olmaması, akit veya işlem ehliyetine sahip olmaması şekil şartına uyulmaması, muvazaa hali, gerekli olan onamanın – icazetin verilmemesi halleri ile bazı iptal sebepleri olarak belirtilebilir.
Geçersizlik – hükümsüzlük halleri için sebeplerinin ağırlığına göre çeşitli türlere ayrılmış ve Özel Hukuk Doktrininde genel kabul göre geçersizlik – hükümsüzlük hallerinin başlıcalarının eksiklik, butlan ve iptal halleri olduğu öngörülmüştür.
Eksiklik halinde bu tür akit veya hukuki işlemlerden yasanın öngördüğü bazı unsurlar eksik olduğu için, akit kurulmuş, hukuki işlem hukuk dünyasında var olmuş olmasına rağmen hukuki sonuçlarını başlangıçta tam olarak meydana getiremez. Başta eksik olan bu unsurların daha sonra tamamlanması ile akit veya hukuki işlem, hukuki sonuçlarını tam olarak meydana getirir, mesela mümeyyiz küçüğün veya kısıtlının yapmış olduğu bir borç sözleşmesi başta var olmasına rağmen eksiklik nedeni ile geçerli değil iken, geçerliliğini yasal temsilcinin verdiği icazet ile kazanabileceği örneğinde olduğu gibi, eksiklik giderince geçerli olan bir akit veya hukuki işlem, eksikliğin giderilmemesi halinde hükümsüz – geçersiz hale gelmiş olur. Bu tür geçersizlik haline, eksiklik durumuna askıda geçersizlik hali denebilir.
Butlan: Hükümsüz – geçersiz bir akit veya hukuki işlem, hukuk dünyasında var olmasına rağmen hüküm ifade etmesi için gerekli olan hususlardan yasanın öngördüğü; imkansız olmaması hukuka ve ahlaka aykırı olmaması, şekil şartına uygun yapılmaması, muvazzalı olmaması hallerine aykırı olarak yapılmış ise baştan beri bu akit veya hukuki işlemler geçersiz – hükümsüz olup hiç bir zaman geçerlilik kazanamayacaklardır. Yani butlan durumu zamanla ortadan kalkmadığı gibi tarafların icazeti veya teyidi veya edimlerin yerine getirilmiş olması ile sonuç doğurmaz. Butlan sebebinin ortadan kalkmış olmasına rağmen o hukuki işlem veya akit için sonuç değişmez. Butlan durumu, geçersizlik sonuçlarını kendiliğinden doğurduğu için bir akdin butlanını dava etmeye gerek olmamasına rağmen ilgili taraf isterse butlan halinin tespitini talep edebilir. Ancak bunun için istisnai hallerde Medeni Kanun 2. maddesinde öngörülen hakkın kötüye kullanılması hali engel oluşturabilir. Nitekim resmi şekilde yapılması gereken taşınmaz satışının resmi şekilde yapılmamış olmasına rağmen zilyetliğinin devredilip uzun bir süre devredilen tarafından kullanılmış olmasına Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile Tapu İptal ve Tescil kararının kabul edilmesine ilişkin kararı buna güzel bir örnek oluşturur.
Butlan hali kamu yararı gerekçesi ile düzenlenmiş olduğundan hakim butlanı öğrendiğinde bunu resen dikkate almak zorundadır. Keza butlan, sadece taraflar arasında değil, herkes tarafından herkese karşı Medeni Kanun 2. madde sınırlarında kalmak şartı ile bir süre ile bağlı olmaksızın ileri sürülebilir, ki bu butlan türüne mutlak butlan denir.
Bir akit veya hukuki işlemin bir kısmı hukuk sınırında kalmasına rağmen, bir kısmı hukuk sınırlarını aşıyorsa bu durumda ise kısmi butlandan bahsedilebilir.
Geçersizlik – hükümsüzlük halinin bir diğer hali olan iptal edilebilirlik ise; Baştan kurulmuş olan bir akit veya bir hukuki işlemin kurulduğu, var olduğu andan itibaren geçerli ve hüküm sonuçlarını doğurmasına rağmen, iptal hakkı sahibi dilerse bu şekildeki bir akti, hukuki işlemi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırabilir. Iptal edilebilirlik hallerden sözleşme veya hukuki işlem iptal edileceği ana kadar geçerlililğini koruduğundan bu geçerlilik hali de askıda geçerlilik halidir.
Iptal ancak menfaati bulunana akti veya hukuki işlemin taraflar arasında ileri sürülebilir olduğundan mahkeme hakimince resen dikkate alınamaz. Iptal hakkı ya irade beyanı ya da dava yolu ile kullanılabilir. Ancak bunun için de belirlenen sürede bunun dile getirilmesi gerekir. Aksi halde bozucu askı hali kesin olarak sona erecek ve artık bu hak kullanılamayacak bir niteliğe bürünecektir.
Tüm bu açıklamalardan sonra davacının dava konusu ettiği konuya dönüldüğünde; Davacı, Genel Kurul Kararı ile Yönetim Kurulu’na 3 yıllık olarak seçildiği, Tüzel kişi şirketin 16/07/2012 tarihindeki Yönetim Kurulu Toplantısına çağrılmadan yapılan toplantıda alınan karar uyarınca, Temsil yetkisini kaldırıldığı ve diğer davalı gerçek kişilerin de kendilerini yönetim kurulu başkanı ve başkan vekili olarak tayin ettikleri ve görev taksimi yaptıklarını ve şirketin temsili ve ilzamında kendilerinin yetkili olduklarına dair karar aldıklarını, bu nedenle 6102 SY 391. maddesi uyarınca yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespitine karar verilmesini zira 6102 SY TTK. 391/1-b maddesindeki “anonim şirketin temel yapısına uymayan kararların batıl olduğu” şeklindeki düzenleme uyarınca bu yönde talepte bulunmuş, bu talebin kabul edilmemesi halinde iptalini talep etmiştir.
Buna göre de davacının temel iddiası yönetim kurulu toplantısına çağrılmadığı ve çağrılmadığı Yönetim Kurulu Toplantısında toplantıya katılan diğer yönetim kurulu üyelerince daha önce Genel Kurul tarafından Yönetim Kurulu’na seçilmesine ilişkin kararın ve temsil yetkisinin elinden alınmasının ana sözleşme ve hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile iptal veya butlanına karar verilmesini talep etmiş olması nedeni ile anonim şirketlerin Yönetim Kurullarının yapısı, işlevi ve oluşumu ile çalışma düzeni – şekli, yetkileri konusunun da irdelenmesi gerekir.
Davacı, davalı …A.ş’nin hem ortağı hem de Genel Kurul kararında alınan karar uyarınca Yönetim Kurulu üyesi olduğunu belirtmiş olup, anonim şirketin 2 önemli organından 1’i olan Yönetim Kurulunun oluşumu, toplantıları, çağrı usulü, karar nisabı, alabileceği kararlar, devredilemez hakları ve yetkileri yönünden incelemeyi de gerekli kılar.
Anonim şirketlere ilişkin 6102 SY. 329 ile 562. maddeleri arasında düzenlemeler bulunmaktadır. 6102 SY. 339. maddesinde anonim şirket esas sözleşmesine ilişkin hükümler getirilmiş olup, 339/2-g maddesinde yönetim kurulu üyelerinin sayıları bunlardan şirket adına imza koymaya yetkili olanlara ilişkin düzenleme olduğu, davalı …A.ş’nin 05/07/1973 yılında kurulduğu ve ana sözleşme 10. maddesi ile ”yönetim kurulunun en az 3 kişiden oluşacağı ve süresinin 3 yıl olduğu” ana sözleşmenin idare ve temsil başlıklı 13. maddesinde ” şirketin, yönetim kurulu tarafından idare ve temsil edileceği” yönetim kurulu toplantıları başlıklı ana sözleşme 14. maddesinde ” Yönetim Kurulu’nun, Yönetim Kurulu Başkan veya Başkanvekilinin daveti üzerine şirket merkezinde toplanacağının” kararlaştırılmış olduğu sabittir. …Anonim şirketinin 04/11/2011 tarihli Genel Kurulu’nun 7. maddesi ile 3 yıl için dosyamız davacısı ile diğer gerçek kişi davalıların seçilmiş olduğu ve bu husus taraflar arasında ihtilafsızdır.
6102 SY Türk Ticaret Kanunun 359. maddesinde Yönetim Kurulu – seçimi, üyelerinin sayısı ve nitelikleri hususlarında düzenleme yapılmış olup, davalı anonim şirketin henüz 6102 SY. TTK’nın yürürlüğe girmediği 6762 e TTK. Yürürlükte olduğu dönemde, 3 kişi ve 3 yıllığına genel kurulca seçilmiş ancak yönetim kurulunun davaya konu kararının ise 6102 SY TTK’nın yürürlüğe girdikten sonraki bir tarih olan 16/07/2012 tarihinde alınmış olduğu anlaşılmıştır.
Anonim şirketin en önemli 2 organı Genel Kurul ve Yönetim Kurulu olup, bunların her ikisinin de kendine göre toplantıya çağrı, toplantı şekli, tarihi ve karar almaya ilişkin oy oranları bulunmaktadır.
Anonim şirketlerde Genel Kurul’a çağrı daha katı kurallara tabi olmasına rağmen, yönetim kurulu toplantılarına çağrı daha esnek kurallara tabidir. Genel Kurul için çağrı 6102 sayılı yasanın 414. maddesinde düzenlenmiş ve çağrının şirketin internet adresinde ve Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde yayınlanan ilanla yapılacağına ve bu çağrının toplantıdan en az iki hafta önce olacağına dair süre yönünden de kural belirlenmiş olmasına rağmen, Yönetim Kurulu toplantısına çağrı bakımından yasada herhangi bir şekil ve süre öngörülmemiştir. Bunun sebebi ise Doktrin de özellikle … ve … tarafından dile getirildiği gibi toplantı yapılmasını güçleştirmemek, kolaylaştırmak amacını taşdığı yönündedir. Ancak, buna rağmen 6102 SY 367/1. maddesindeki düzenleme uyarınca Yönetim Kurulu, esas sözleşmeye konulmuş bir hükme bağlı olarak, Yönetim Kurulunca çıkarılacak bir iç yönerge ile çağrının şeklini ve süresini düzenleyebileceğine ilişkin ayrıca yasada serbestiyet öngörülmüştür. Böyle bir düzenleme yok ise yönetim kurulunca toplantının gündemi de dikkate alınarak üyelere bilgi alma ve inceleme haklarını kullanabilmeleri için hazırlık yapmalarına imkan sağlayacak şekilde bir sürenin dürüstlük kuralın uygun olarak verilmesinin de zorunluluk olduğu dile getirilmiştir.
Davalı …A.Ş’nin ana sözleşmesinden Yönetim Kurulu’nun toplantısına çağrı şekli ve süresine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı sabit olup, davacıya yapılmış bir toplantı çağrısı da yoktur.
Anonim şirketlerin genel kurul toplantısında gündeme bağlılık ilkesi 6102 sayılı yasanın 413.maddesinde öngörülmüş iken, yönetim kurulu toplantıları için bir gündeme bağlılık şartı öngörülmemiştir. Zira anonim şirketlerin yönetim kurulu toplantılarını düzenleyen 6102 sayılı yasanın 390.maddesinde bu yönde bir kısıtlama öngörülmüş değildir. Bu nedenle de önceden gündem bildirmiş olmasına ve bildirilmiş olan bu gündeme göre hazırlık yapılmış olsa bile, toplantıda gündemde olmayan başka bir konu da gündeme alınıp, görüşmeye açılabilir. Hatta doktrinde bu konuda … tarafından gündemde yer almayan bir konunun karara bağlanması halinde, toplantıya katılmayan üyelerin aynı konunun yeni bir toplantıda görüşülmesini de talep edebileceklerini belirtmiştir.
Anonim şirketlerin genel kuruluna çağrı nasıl ki tüm ortaklar tarafından toplantıdan ve gündemden haberdar olması amacıyla 6102 sayılı yasanın 414.maddesinde çağrı yapılacağı hüküm altına alınmış ise yönetim kurulu toplantıları çağrısının da tüm üyelere yapılması gerekir. Zira, yönetim kurulu toplantıları, genel kurul toplantıları gibi gündeme bağlılık kuralına bağlı olmadığından, gündem dışında konuların da görüşülüp karara bağlanması imkanı olduğundan, yönetim kurulundaki tüm üyelerin toplantıya çağrının yapılması gerekir. Aksi halin ise yönetim kurulu üyesinin sorumluluğunu doğuracak sakıncaları doğurması yanında, yönetim kurulu üyesine, yönetimde bulunmasından dolayı 6102 sayılı yasanın 390.maddesindeki şirketin tüm iş ve işleri hakkında bilgi alma, soru sorma, inceleme yapma gibi haklarını da kullanamamasına yol açacak olup, bunun için 6102 sayılı yasanın 932/1 fıkrasındaki bir üyenin istediği herhangi bir defter, defter kaydı, sözleşme, yazışma veya belgenin yönetim kuruluna getirmesi, kurulca veya üyeler tarafından incelenmesi veya tartışılması, ya da herhangi bir konu ile ilgili yöneticiden veya çalışandan bilgi almasının reddedilemeyeceğine ilişkin emredici hukuk kuralında öngörülen yetkisini kullanamasına da yol açabileceği sabittir. Kaldı ki, yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılmasının onun bir hakkı olmasının yanında aynı zamanda bunun onun yönünden bir görev olduğu gerçeğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.
Dosyamız davacısının, davalı tarafın davaya konu yönetim kurulu toplantısına katılmadığı sabit olup, bu katılmamanın sebeplerinin de irdelenmesi gerekir.
Davacı tarafça, kendisine çağrı yapılmadığını, bu nedenle toplantıdan haberinin olmadığını ve katılamadığını belirtirken, davalı taraf ise davacıya sözlü olarak toplantının defalarca bildirildiğini, kendisinin toplantıya katılmadığını belirtmiştir.
6102 sayılı yasa ile anonim şirketlerin yönetim kurulu toplantılarının fiili olarak çağrı ile bir araya gelmek suretiyle yapılmasını öngören 390/1 maddesindeki düzenlemesi gibi, bir araya gelinmeden yönetim kurulu üyelerinin birinin belirli bir konuda yaptığı, karar şeklinde yapmış önerisine en az üye tam sayısının çoğunluğunun yazılı onayı alınmak suretiyle de yapılabileceği, ancak bunun geçerli olması için de önerinin tüm yönetim kurulu üyelerine yapılmış olması şartı getiren, kararın elden dolaştırılması şeklinde de olabileceğine ilişkin 6102 sayılı yasanın 390/4maddesindeki düzenlemenin yanında, yeni bir uygulama olarak 6102 sayılı yasanın 1527.maddesinde şirket sözleşmesinde veya esas sözleşmesinde düzenlenmiş olması şartıyla, sermaye şirketlerinde yönetim kurulu ve müdürler kurulunun tamamen elektronik ortamda toplantı yapabileceği gibi, bazı üyelerin fiziken mevcut bulundukları bir toplantıya, bir kısım üyelerin elektronik ortamda katılması yoluyla da yapılabileceğine dair bir düzenleme getirmiş olup, bu hallerde, kanunda veya şirket sözleşmesinde ve esas sözleşmede öngörülen toplantı ile karar nisaplarına ilişkin hükümlerin aynen uygulanması şartına bağlanmıştır. Bu düzenlemeler uyarınca davaya konu yönetim kurulu toplantısının yapılma şeklinin de değerlendirilmesi gerekir.
Davaya konu yönetim kurulu toplantısının 6102 sayılı yasanın 390/1.maddesine dayalı olarak yapıldığı sabit olmasına rağmen, toplantıya davacının çağrılıp çağrılmadığı konusunun yapılan değerlendirmesinde: davalı tarafça, davacının toplantıya sözlü çağrıldığı belirtilmiş olmasına rağmen, davalılar tarafından dosyaya bunu ispatlar bir delil sunamadıkları görülmüştür. Bu durumda yasa koyucu tarafından toplantıya çağrı için bir şekil şartı öngörülmemiş olmasına rağmen, bu durumun davacının toplantıya çağrılmayacağı manasına gelmeyeceği de sabittir. Aksine, 6102 sayılı yasanın 366/1.maddesi uyarınca toplantıya çağrı yapılması ve bunun ya yönetim kurulu başkanı ya da başkan vekilince yapılması gerekir. Bu husus yasaca ön görülmüş bir çağrı usulüdür. Aksi halin yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılmasını yok edeceği ve yönetim kurulu üyesinin görevini de hakkıyla birlikte ortadan kaldıracağı sonucunu doğuracağı sabittir. Bu nedenle de davalı tarafın, davacıya toplantı çağrısının yapıldığının ispatlanması gerekir.
Davacı ve diğer davalı gerçek kişiler, genel kurul tarafından yönetime 3 yıl için seçilmiş olmalarından sonra, davalılardan … 06.07.2012 tarihinde 2012/1 sayılı karar ile başkan, diğer davalı …’da başkan vekili seçilmiş olmalarına rağmen, ne bu gerçek kişi davalılar tarafından ne de davalı şirket tarafından davacıya yönetim kurulu toplantısı için çağrı yapıldığını ispatlayamamışlardır. Yani davalılar, davacıya çağrının yapıldığını iddia etmiş ancak ispatlayamamışlardır. Nitekim mahkememizin vermiş olduğu ilk kararda bu husus da değerlendirilmiş olmasına rağmen, mahkememiz kararını bozan, bozmasına direnilen Yargıtay Dairesince bu konu üzerinde hiç durulmamış, bir değerlendirme yapılmamıştır. Oysa davalıların dosyaya sunduğu Prof. Dr….’ndan alınan hukuki mutalanın 9. Sayfasındaki “Toplantıya çağrının yapılması gerektiği ve bunun telefonla, faksla, noter aracılığıyla veya elektronik posta yoluyla yapılabileceği, aksi halde toplantı çağrısının üyeye ulaştırılmaması halinin toplantı yapılmasına ve karar alınmasına engel olacağı, bunun mümkün olmayacağını” belirtmiş ve mahkememizce bu görüşe iştirak edilmiş olup, davalı tarafça, davacının kötü niyetli olduğu, kendisine sözlü çağrı yapıldığı, buna rağmen katılmadığı belirtilmiş ise de mutalanın bu kısmına itibar edilmemiş, zira bu iddialarını ispatlar delil sunmadıkları ve bu iddialarına itibar edilemeyeceğine kanaat getirildiğinden, davacı toplantıya çağrılmadan toplantının yapılmış olduğuna kanaat getirilmiştir.
Davacı tarafın iddiasının aksine, toplantıya çağrıya eğer davacı tepkisiz kalmakta ise davalılar tarafından en azından toplantının usulen yapılabilmesi için bunu ispatlar bir çağrının da noter yoluyla, adi yazılı bir yazıyla, faks, e-posta veya SMS gibi bir yolla davacıya yapmış olmaları hayatın olağanına uygun düşmesine rağmen, hayatın olağan akışına uyacak davranış davalı tarafça yerine getirilmemiş, yerine soyut, sayısız, sözlü çağrı yapıldığı savunmasına girişilmiş, bu savunmaya da ispatlanamamış olması ve iddia ile sonucun hayatın olağanına uygun düşmemesi nedeniyle itibar edilmemiştir.
Tüm bunlardan sonra yani davacının toplantıya çağrılmadığı sabit olduğuna, göre bu çağrı yapılmadan diğer yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla yapılan toplantının akıbetinin de ne olacağının değerlendirilmesi gerekir.
Toplantıya katılma, yönetim kurulu üyesi yönünden hem bir görev hem bir hak olduğu ve bu toplantının 6102 sayılı yasanın 390.maddesi uyarınca sözleşmede aksine bir hüküm bulunmaması hallerinde üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanıp, kararların da toplantıda hazır bulunanların çoğunluğu ile alınacağı ve 6102 sayılı yasanın 365.maddesinde de anonim şirketlerin yönetim kurulu tarafından yönetilip temsil edildiğine ,ilişkin düzenleme, davalı şirketin ana sözleşmesindeki en az 3 üye ile yönetileceğine dair hüküm ile ana sözleşmenin 14.maddesindeki yönetim kurulu toplantılarının yönetim kurulu başkanı veya başkan vekilinin daveti üzerine toplanacağına ilişkin hükümleri uyarınca; toplantının bu şekilde davacıya bir davet olmadan yapılıp karar alınamayacağı, nitekim bu durumun davalılar tarafından kendisinden mütala alınan Prof. Dr. …’nun mütalasının 9.sayfasındaki 3.paragrafında yer alan ve iştirak edilen “…bildirim, çağrının yukarıda ifade edilen araçlardan en az biri ile ulaştırılmaması halinde toplantı yapılması ve karar alınabilmesi mümkün değildir.” şeklindeki açık mütalaası ve gerekse anonim şirket yönetim kurulu toplantılarında, genel kurul toplantıları gibi bir gündeme bağlılık ilkesi bulunmadığından, gündem dışında her zaman için başka konuların da görüşülüp karara bağlanması imkanı ve toplantıya katılmayanlar için riskleri bulunduğundan bu toplantı sonucuna bağlanacak müeyyidenin de doğru tespiti gerekir.
Toplantıya çağrılmayan üyenin bulunması nedeniyle, davaya konu yönetim kurulu kararının akıbetinin batıl mı yoksa yok hükmünde mi olduğunun tartışılması gerekir.
Butlan, daha çok kararların, sözleşmelerin içeriğine ilişkin bir geçersizlik hali, müeyyide iken, yokluk ise alınan kararın, sözleşmenin kurucu unsurlarına ilişkindir. Buna göre de; yokluk için kurucu unsur olan irade beyanının eksik olması söz konusu olduğuna göre, alınmış olan bir kararda irade beyanının olumlu veya olumsuz oy şeklinde olacağı, oysa toplantıya çağrılmayan üyenin irade beyanının bulunmadığı, eksik olduğu sabittir. Toplantıya çağrılıp katılanlar için olumlu veya olumsuz ve çağrıya rağmen katılmayan üyeler için olumsuz bir irade beyanından bahsedilebilirken, toplantıya çağrılmayan yönünden ise ne olumlu ne de olumsuz bir irade beyanından bahsedilebilir. Çağrılmayanın toplantıya yansımış bir irade beyanı yoktur. Yani kurucu unsur, alınan karar yönünden yoktur. Bu nedenle de alınan karar yok hükmündedir. Zira sirküler şeklinde, yani toplantı olmadan 6102 sayılı yasanın 390/4.maddesi uyarınca alınacak bir kararda önerinin tüm üyelere yapılmasının geçerlilik şartı olduğu yasa koyucu tarafından belirlenmiş olduğundan, bunun toplantıya katılmak suretiyle fiilen yapılan toplantı yönünden (6102 sy. 390/1 md.) toplantının tüm üyelere çağrı yöntemiyle yapılmaması halinde geçerli bir karardan bahsedilemeyeceği ve bu geçersizlik halinin de Prof.Dr. …’nın (Anonim Şirketler Cilt 2 Fakülteler Matbaası İstanbul 1960) tarihli eserinin 120.sayfasındaki görüşünde dile getirilen “….yok sayılmanın sebebinin, üyenin toplantıya katılımının vazgeçilmez nitelikte bir hak olması ve kurul kararının niteliğinden kaynaklandığının, bu nedenle yok hükmünde olduğunu” şeklindeki görüşüne ve bu görüşe iştirak eden doktrindeki diğer …, …, …’ın (Anonim Şirketler Hukuku, Cilt 2, Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, Bankacılık ve Ticaret Hukuki Araştırma Enstitüsü Yayınevi, Ankara 2016 ) ve …ise “….yönetim kurulu kararlarının şeklen ve içerik olarak geçersiz olabileceğini, yönetim kurulu üyelerinden birinin çağrılmamasının şekli bir geçersizlik olduğu” (Anonim Şirket Yönetim Kurulu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2012) şeklindeki görüşü ile yine …’nun (Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Kararına Karşı Başvuru Yolları isimli, Yeditepe Ünv. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sy.2 2005, Sayfa 215-241’de) yer alan “toplantı çağrısının gereği gibi yapılmış olmasının yokluk sebebi” saymış olmaları dikkate alınarak mahkememizce de bu görüşlere iştirak edilmiş ve davaya konu yönetim kurulu toplantısına davacının çağrılmadığı, çağrılmadığı iddiasının aksinin ispatlanamadığı, bu nedenle de davacı çağrılmadan yapılan yönetim kurulunda alınan karara kurucu unsur olan davacının iradesinin olumlu veya olumsuz bir yansıması olmadığından, alınan bu kararın geçersiz olduğuna ve bu geçersizlik halinin gerek yasa, gerek dosyaya davalılar tarafça başvurusu üzerine mütalaa sunan Prof.Dr. …’nun mütalaası ve gerekse yukarıda isimleri zikredilen Türk Ticaret Hukuku alanından doktriner oldukları şüphe götürmeyen akademisyenlerin iştirak edilen görüşü dikkate alındığında, bu yönetim kurulu kararının geçersizlik durumunun yokluk olduğuna kanaat getirilmiştir. Zira yokluk hali kurucu unsura, butlan halinin ise içeriğe temas etmesi ve anonim şirket karar alıcıların yönetim kurulunun, kurul yapısında olması ve kurul olarak toplanması gerektiği, toplantı için de öncelikle usulüne uygun toplantı çağrısının yapılması gerekmesine göre, davacıya usulüne uygun bir çağrı yapıldığı ispat edilemediğinden ve davacı da toplantıya hem bir hak hem de görev olan katılma eylemini gerçekleştiremediğinden, diğer 2 üyenin katılımı ile yapılmış bir toplantıdan, toplantının usulüne uygun yapılmış olduğundan bahsedilemeyeceği, kurucu unsur olan davacının iradesinin olumlu veya olumsuz bu bahsedilen toplantıya yansımamış olması nedeniyle, toplantı eksik bir irade ile yapıldığından, bu toplantının ve bu toplantıda alınan kararların yok hükmünde olduğuna kanaat getirilmiştir.
Mahkememiz ilk kararında davacının toplantıya çağrılmaması ile birlikte temsil yetkisinin ondan habersiz olarak 6102 sayılı TTK’nun 365.maddesine ve 370.maddelerine aykırı olarak yönetim kurulundaki 3 üyeden 2 kişinin çift olması yerine, sanki ana sözleşmede hüküm varmış gibi, murahas üye niteliğine ilişkin olarak ve bir yönelgeye dayalı olmadan temsil yetkisinin diğer 2 üyenin her birine verilmiş olmasından dolayı kararın batıl olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, mahkememizin bu kararı da yönetim kurulu kararının geçersiz olduğu sonucunu doğursa bile mahkememizce doğru olanın, kararın batıl değil yok hükmünde olduğu, nitekim mahkememizin kararını bozan, çoğunluk görüşünden farklı görüş sergileyen, azınlıkta kalan üyeler de kararın geçersiz olduğunu belirterek, mahkememiz ile aynı görüşte olup, mahkememizin bu kararında bu geçersizlik halinin butlan değil yokluk olduğuna kanaat getirilmiş ve buna göre de yokluk halinin tespiti şeklinde karar vermek gerekmiş ve bu nedenle de önceki kararda direnilmiştir.
Mahkememizin önceki kararda gerçek kişiler yönünden davanın sıfat yokluğu nedeniyle verilen usulden reddi kararı ve davacının iptal talepleri yönünden verilen kararı sadece davalı şirket yetkilisi temyiz ettiğinden mahkememizin önceki kararındaki bu kısımlar kesinleşmiş olduğundan, bu kısımlar yönünden yeniden değerlendirme yapılmamış ve netice itibariyle şirket yönünden açılan davada alınan 16.07.2012 tarihli 2012/2 sayılı şirket yönetim kurulu kararının yokluğuna dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM
1-Yargıtay 11.H.D’sinin 06.06.2017 tarih, 2016/5382 esas, 2017/3443 karar sayılı bozma ve yine Yargıtay 11. H.D’nin 23.05.2019 tarih, 2017/4600 esas , 2019/4107 karar sayılı kararlarında direnilmesine,
2-Davacının davasının kabulü ile …A.Ş’nin 16.07.2012 tarihli … no’lu yönetim kurulu kararının yokluğunun tespitine,
3-Harçlar yasası uyarınca alınması gereken 44,40 TL karar harcından peşin alınan 24,80 TL’nin mahsubu ile geri kalan 19,60 TL bakiye harcın davalı …A.Ş’nden tahsili ile Hazineye gelir kaydedilmesine,
4-Davacının davalı … A.Ş yönünden yaptığı 470,15 TL yargılama giderinin davalı …A.Ş’nden tahsili ile davacıya verilmesine,
5-Davacı kendini vekille temsil ettirdiğinden lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereği 2.725,00 TL vekalet ücreti takdirine, bunun davalı …A.Ş’nden tahsili ile davacıya verilmesine
6-Harcanmayan gider avansının karar kesinleştiğinde ilgilisine iadesine,
Dair, dava dosyasının daha önce Yargıtay denetiminden geçmiş olmasından dolayı Yargıtay Temyiz yolu açık olmak üzere davacı vekilinin yüzüne karşı oy birliği ile verilen karar açıkça okunup anlatıldı.

Başkan …
E-imza
Üye …
E-imza
Üye …
E-imza
Katip …
E-imza

HARÇ BEYANI / YARGILAMA GİDERİ /
44,40 TL İ.H 17,45 TL İlk masraf
24,80 TL P.H / 119,70 TL Tebligat gideri
19,60 TL Bakiye harç 333,00 TL Bilirkişi ücreti /
470,15 TL