Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.
T.C.
İSTANBUL
11. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO :2020/196 Esas
KARAR NO:2022/221
DAVA:Tazminat
DAVA TARİHİ:19/03/2020
KARAR TARİHİ:07/03/2022
Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Sözleşmeden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili ile davalı arasında 18.01.2011 tarihinde bayilik sözleşmesi imzalandığını, imzalanan bu bayilik sözleşmesi uyarınca davacı şirket ile davalı şirketin, davalı şirkete ait ürünlerin belirtilen satış bölgesinde satılması konusunda anlaştıklarını, davalı tarafından gönderilen 17.10.2019 tarihli ihtarname ile haksız ve hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde feshedildiği 17.01.2020 tarihine kadar devam ettiğini, davalı ile Bayilik Sözleşmesi imzalanıncaya kadar müvekkilinin, dava dışı … Su ve …. Su şirketlerinin bayiliğini yaptığını ve geçmişini ve ticari çevresini bu şekilde oluşturduğunu, davalı ile davacı arasında 18.01.2011 tarihli sözleşme imzalanmasından önce davacı tarafından yukarıda adı geçen şirketlere ilişik kesildiğini ve bunun karşılığında davalı şirketin davacıya … Mah., Eğitim Mah., … Mah., … Mah., …. Mah., … Mah., … Mah., …. Mahallelerinin bayiliğini verdiğini, bununla birlikte davacının, … Mahallesinin bayiliğini ve müşterileri için de 2012 yılında davalı şirkete 9.000-TL ödeme yaptığını, söz konusu ödemeye rağmen davalı şirketin … Mahallesine ilişkin faaliyet alanı haritasını davacının sistem ekranından herhangi bir bilgilendirme yapmadan haksız bir şekilde çıkardığını, davalı şirkete ait ürünlerin toplam 8 mahallede, 9 sene boyunca davacı tarafından büyük bir özveri ile satıldığını, faaliyet gösterdiği 9 sene boyunca davacının, davalı şirketin ürünlerini bayilik sözleşmesi kapsamında kalan bölgelerde sattığını ve davalının müşteri portföyünün genişlemesinde büyük bir katkı sahibi olduğunu, bu hususun davacı ile davalı şirket arasındaki ticari defter ve kayıtlar incelendiğinde ortaya çıkacağını, müvekkili şirketin, davalı şirketin bölgedeki müşteri portföyünü geliştirdiğini ve davalı şirketin karlılığını arttırdığını, müvekkili şirketin davalı şirketten 2011 yılında aldığı ürünler ile 2020 yılında aldığı ürünlerin karşılaştırması yapıldığında bu hususun çok açık bir şekilde ortaya çıkacağını, davacının ayda 750 damaca satışı ile başladığı işi ayda yaklaşık 6.000 damacana satışına kadar çıkardığını, tam 9 sene boyunca devam eden özverili ve başarılı bayilik çalışması sonucunda müvekkili şirketin, davalı şirketin ürünlerini sattığı bölgede başarılı bir iş kadını olduğunu ve ilgili bölgede tanınır hale geldiğini, nitekim bu sayede davalı şirketin müvekkili şirket ile sözleşmesini haksız bir nedenle feshettikten sonra müvekkilinin bölgelerinden sadece bir tanesi olan … Mahallesinde çalışacak bayii için 150.000- TL değer biçtiğini, eskiden davacının satış sahasında bulunan diğer bölgelerin de satıldığının davacıya gelen bilgiler arasında olduğunu, müvekkilinin sözleşme süresince gerçekleştirdiği daimi faaliyetiyle davalı şirkete bir müşteri çevresi yarattığını, sözleşmenin sona ermesinden sonra da müvekkili tarafından yaratılan bu müşteri çevresi ve ilişkisinin, davalı şirket tarafından kullanılmaya devam edeceğini, dolayısıyla, davacı tarafından 9 sene boyunca tüm aile çalışarak oluşturulan portföye karşılık olarak davalı tarafından bu menfaat için davacıya denkleştirme bedeli ödemesi gerektiğini, davalı tarafın bayilik sözleşmesini hukuka aykırı bir şekilde herhangi bir haklı neden olmadan feshettiğini, davalı tarafından davacıya gönderilen ihtarnamede davacının; … … satış sistemi kullanmadığı, hedef satışını tutturamadığı, satış bölgesi dışında satış yaptığı ve bu sözde eylemleri dolayısıyla defalarca uyarıldığı belirtilerek bayilik sözleşmesinin feshedildiğini, ancak mesnetsiz gönderilen ihtarnamede sayılan sair hususlara ilişkin gönderilmiş ihtarname bulunmadığını, davalı şirket tarafından ortaya atılan bu nedenlerin hiçbir şekilde maddi gerçeklerle uyuşmadığını, davacının satış yetkilisi olduğu bölgelere ilişkin yeni bayilik sözleşmeleri imzalayıp bu bölgelerden gelir elde etmek amacıyla hareket ettiğini, öncelikle, davalı şirket tarafından fesih ihtarnamesine kadar müvekkiline ihtarnamede belirtilen ya da başka hususlara ilişkin sözlü ya da yazılı herhangi bir uyarı yapılmadığını, davalı tarafça davacıya gönderilen ihtarnamede müvekkilinin ihtarnamede bahsi geçen hususlara ilişkin olarak uyarıldığının iddia edildiğini, ancak davalı tarafın bu iddiasını doğrulayacak herhangi bir delil, belge bulunmadığını, müvekkilinin Bayilik Sözleşmesinden kaynaklı bütün sorumluluklarını eksiksiz bir şekilde yerine getirdiğini, bu hususun en büyük kanıtının da 9 sene boyunca davalı şirket ile herhangi bir sorun yaşamadan sürdüğü bayilik ilişkisi olduğunu, davalı şirket tarafından müvekkiline hiçbir zaman… sisteminin kullanılması gerektiğine ya da sistemi kullanmaması sebebiyle sözleşmenin feshedileceğine ilişkin yazılı bir bildirim yapmadığını, bununla birlikte, davalı şirket tarafından davacıya herhangi bir satış hedefi olarak imzalanan sözleşmeye ek protokolde damacana limit olarak belirlendiğini, müvekkilinin satış rakamları incelendiğinde neredeyse belirlenen hedefin 8 katı damacana su sattığının görüleceğini, yine ihtarnamede iddia edildiği üzere davacının satış bölgesi dışında herhangi bir satış bölgesinde satış yapmadığını, müvekkilinin tüm satışlarını ekte sunulan… sisteminden de görüleceği üzere bahsi geçen 8 bölgede olduğunu, davalı şirketin, adeta sözleşmeyi feshetmiş olmasına haklı neden bulma çabası içine girdiğini ve nihayetinde maddi gerçeklerle örtüşmeyen bu sebepleri ortaya atarak müvekkilinin maddi ve manevi olarak zarara uğrattığını, müvekkilinin bayilik alanı içerisinde bulunan yerlerde ve sözleşme çerçevesinde hareket ettiğini ispat için davalı şirketin eski müdürü …’ın tanık olarak dinlenmesini talep ettiklerini, müvekkilinin, davalı şirketin sözleşmesinin imzalandığı 2011 yılından sözleşmenin haksız bir şekilde feshedildiği 17.01.2020 tarihine kadar müşteri portföyünün genişlemesine katkıda bulunduğunu ve davalı şirketin markasına sadık müşteri çevresinin oluşumunda önemli bir rol oynadığını, yukarıda bahsettikleri üzere, müvekkilinin davalı şirket ile sözleşme imzalamadan önce sahip olduğu müşteri portföyünü de davalı şirkete kazandırmak için elinden geleni yaptığını, tüm bunların yanında 9 yıl gibi uzun sürede oluşan bu portföyün davalı ….. firmasının daimi müşterileri haline geldiğini, nitekim, … Mahallesine bayilik için 150.000 TL bedel alındığının davacı tarafından öğrenildiğini, davacının ilgilendiği 8 farklı bölgeden sadece bir tanesinin bedelinin günümüz ekonomik koşulları da dikkate alındığında oldukça yüksek olduğunu, bunun da davacının davalı şirketin müşteri çevresini ne kadar büyüttüğünün bariz bir göstergesi olduğunu, sadece müşteri portföyünün değil davacının aynı zamanda davalı şirketin işletme değerinin artmasına ve bölge bayi fiyatlarının yükselmesine de katkı sağladığını, 2012 yılında davacı … Mah. bölgesini 9.000 TL’ye almışken … Mahallesine 2020 yılında 150.000 TL değer biçildiğini ………… davacının davalı şirktin ayda ortalama neredeyse 6.000 tane damacana suyunu sattığını, halihazırda ise davacının ancak 2.000 damacana satışı yapabildiğini, dolayısıyla davacının ciddi bir kar kaybı yaşadığını, müvekkilinin davalı şirketin ürünlerini satabilmek amacıyla 6 adet motosiklet ve davalı şirketten 70 adet cam damacana satın aldığını, ancak davalı şirketin haksız feshi nedeniyle ne söz konusu araçları ne de 70 adet cam damacanayı kullanamadığını ve bu yatırımlarının karşılığının davalının haksız feshi sebebiyle alamadığını……..müvekkilinin, davalı şirketin ürünlerini sattığı süre boyunca müşterileri ile adeta bir aile haline geldiğini, zaten aile işletmesi şeklinde işlerini devam ettiren davacının eşi ve çocuklarıyla birlikte tüm müşterileri ile samimi ve sıkı bağlar oluşturduğunu, davalı şirketin davacı ile sözleşmesini herhangi haklı bir gerekçeye dayanmadan feshettikten sonra davacının durumu müşterilerine açıklamakta zorlandığını, hem ticari hem psikolojik olarak zor durumda kaldığını, müvekkilinin hayatının çok önemli bir kısmını oluşturan bu sürede müşterileri ile adeta bir aile olan müvekkilinin içinde bulunduğu bu durumun kendisine manevi bir yük olduğunu, sözleşmenin haksız feshi sebebiyle davalı şirketin müvekkili ve ailesinde oluşturduğu manevi zarr düşünülerek, manevi tazminat taleplerinin kabulüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili aleyhine açılmış olan davanın tamamen haksız ve dayanaksız olduğunu, ileri sürülen hususların gerçek dışı olduğu gibi davanın tamamen hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, davanın tamamen reddine karar verilmesi gerektiğini, öncelikle görev itirazlarının söz konusu olduğunu, davacının tacir olmadığını, dava konusunun da mutlak ticari davalar arasında olmadığını, o halde ticaret mahkemesinin görevli olamayacağını, davaya konu olan anlaşılabilmesi için öncelikle taraflar arasındaki ilişkinin sırasıyla ortaya konulmasının yerinde olacağını, tarafların 18.01.2011 tarihinde bir bayilik sözleşmesi akdettiğini, sözleşmenin 16.1. maddesinde belirtildiği üzere bunun 3 yıl süreli bir akit olduğunu, sözleşmedeki 3 (üç) yıl sürenin sonunda sözleşmenin (3. maddesi uyarınca) 1 yıl daha uzadığını ve her sene otomatik bir biçimde yenilendiğini ve belirsiz süreli sözleşme niteliğine dönüştüğünü, müvekkili şirket tarafından 17.10.2019 tarihinde gönderilen ihtarnameyle; belirsiz süreli bayilik sözleşmesinin, sözleşme yenilenme tarihi olan 17.01.2020 tarihi itibariyle yenilenmeyeceğini, 17.01.2020 tarihi itibariyle taraflar arasındaki bayilik ilişkisinin sona ermiş olacağını, sözleşmenin olağan sebeple fesih edilmiş olduğunun bildirildiğini, başka bir deyişle fesih iradesinin 3 (üç) ay öncesinde karşı tarafa iletildiğini, ancak, bu fesih bildiriminin tamamen formalite (usulen) amaçlı yapıldığını, gerçekte sözleşmenin tarafların ortak iradesiyle sona erdirildiğini, bayilik sözleşmesinin sona erdirilmesinin tamamen karşılıklı anlaşma sonucu varılmış bir karar olduğunu, bunun sebebinin de iki tarafın da artık bu ilişkiden gerekli/beklenen faydayı alamama noktasına gelmiş olmaları olduğunu, gerçekten de davacının kendi beyanları hususunu teyit ettiğini, davacı firma tarafından, tüm müşterilerine ve ayrıca davalı şirketlerindeki bazı yöneticilere aşağıdaki mesajın gönderildiğini ve taraflar arasındaki ilişkinin sona erme sebebinin açıkça yazıldığını; “Merhaba, Ben … bulunan … suyu bayi sahibiyim. 20 seneyi aşkındır sizlere bu isimle hizmet vermekteyim fakat ph ile ilgili şikayet gelmekte bunun yanı sıra son dönemde çıkarmış olduğumuz cam damacanalarının ağızlarının kırık olarak gelmesi nedeniyle aşırı şikayet almaya başlamış durumdayız servise giden çalışanlarımız bu şikayetleri gidermek amacıyla ürün değiştirmek için adreslere tekrardan gidiyorlar ve bu nedenden dolayı servislerde gecikme yaşanıyordu, biz de bayi olarak müşteri şikayetlerini dikkate alarak firma değişikliği yapma kararı aldık arzu eder ve bizimle devam etmek isterseniz siz değerli müşterilerimize … Su olarak ilk suyunuzu ücretsiz olarak gönderiyoruz. Devamındaki ilk 6 ay ise; damacana; 13 TL, cam damacana; 15,50 TL … … Su İletişim; … ” Davacının aynen şöyle dediğini; “biz de bayi olarak müşteri şikayetlerini dikkate alarak firma değişikliği yapma kararı aldık” davacı tarafından gönderilen yukarıdaki metin içeriğinde de açıkça belirtildiği üzere, bayilik sözleşmesinin sona erdirilmesinde davacı tarafın da hemfikir olduğunu, yani, davacı tarafın bayilik sözleşmesini ayakta tutma isteğinin zaten söz konusu olmadığını ve öncesinde de bayilik sözleşmesini sonlandırma iradesini davalıya yansıttığını, davacının hakikaten de henüz fesih iradesi ortaya konulmadan önce firma değişikliği yapmak için arayışlara girdiğini, bu konuda çalışma yaptığını, hatta fesih bildirimi sonrasında ki 3 aylık zaman diliminde başka bir firmaya ait ürün satmaya başladığını, müşterileri başka firmalara yönelttiğini, O halde davanın açıkça hakkın kötüye kullanılması olduğunu ve davacının iddiasına itibar edilemeyeceğini……davacı tarafın, “firma değişikliğini” kendi arzusu ile yaptığını açıkça belirttiğini, kaldı ki bu olmasaydı dahi sözleşmenin mehil vermek suretiyle sona erdirildiğini, yani fesih süresine uyulduğunu, o halde yoksun kalınan zararın istenemeyeceğini, yatırım harcamaları konunun da tamamen haksız zenginleşme niteliğinde olduğunu, davacının yatırım iddiası doğru olsaydı dahi, bu yatırımların yeni işinde kullanılmaya devam edeceğinin aşikar olduğunu, hukukumuzda manevi tazminata hangi unsurların varlığı halinde hükmedebileceğinin açıkça belli olduğunu, huzurdaki davanın manevi tazminata hak doğuracak koşulların mevcut bile olmadığını, dava dilekçesinde, manevi tazminat talebini, müşterilere açıklama yapmakta zorlandıklarını iddiasına dayandırdığını, fakat davacı tarafından müşteri/tüketicilere gönderilen yukarıda da paylaştıkları metin ile gerekli tüm açıklamalar yapıldığını, hatta açıklamaları bizzat davalı şirket çıkarlarını olumsuz yönde etkileyen iddia ve beyanlar olduğunu, bu durumda ortada manevi bir zarar var ise bunun tamamen, davalı lehine olduğunu, üzerinde durulması gereken diğer bir unsurun da sözleşmenin 18.1. maddesi olduğunu; “Bayii, işbu sözleşmenin yenilenmeyerek sona ermesi ya da satıcı tarafından feshedilmesi halinde bir hak, tazminat, zarar vb. talepte bulunmayacağını kabul beyan ve taahhüt eder.” yani, bayii yenilenmeme ile sonra ermesi halinde herhangi bir tazminat vb. talebi ileri sürmeyeceğini ve talepte bulunmayacağını kabul ettiğini, sözleşmeye bağlılık ilkesi gereği de bu talepleri ileri sürmesinin taraflar arasında akdedilen sözleşmeye aykırı olduğunu belirterek, davanın haksız, dayanaksız olduğunu, davanın tümüyle reddedilmesi gerektiğini, davanın hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, öncelikle görevsizlik kararı verilmesine, usul ve esas yönünden haksız ve dayanaksız davanın tümüyle reddini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili mahkememize sunmuş olduğu 09/02/2022 havale tarihli talep artırım dilekçesi ile; Portföy tazminatı taleplerini 500-TL’den 26.882,84-TL arttırarak toplamda 27.382,84-TL, müspet zarar (yoksun kalınan kar ve geri dönüşü olmayan yatırımlar için) 500-TL’den 8.000-TL arttırarak toplamda 8.500-TL ve 10.000-TL manevi tazminatın davalıdan anılarak davacı müvekkiline ödenmesine dair dilekçe sunmuş olduğu ve tamamlama harcını da yatırdığı anlaşılmıştır.
DELİLLER:
Davacı taraf delil olarak; bayilik sözleşmesi, davalı şirket sisteminde davacıya satış alanlarını gösteren adres bilgilerine ilişkin ekran görüntüsü, ihtarname, ek protokol, defter kayıtları, cari hesaplar, tarafların arasındaki her türlü bilgi ve belgeler ,emsal Yargıtay kararları, bilirkişi incelemesi, keşif, yemin ve her türlü yasal delillere dayanmıştır.
Davalı taraf delil olarak; bayilik sözleşmesi, ihtarname, yazışmalar, tarafların ticari defter ve belgeleri, tanık, bilirkişi incelemesi, keşif ve yasal delillere dayanmıştır.
Dosyanın teknik bilgi ve bilirkişi incelemesi gerektirmesi nedeniyle, dosya hukukçu bilirkişi … … ve SMMM bilirkişisi …’a tevdi edilmiş ve bilirkişiler sunmuş olduğu raporunda: Davalının … … isimli, … Mahallesi… … Apt. 18/A … işyeri bulunan bir bayisinin bulunduğunu, bu bayi ile ilişkinin 27.03.2020 tarihinde başladığını, bu bayinin davalıya sağladığı katkının dört aylık dönemde için şu şekilde ortaya çıktığını,
Dönem Fatura Adedi Miktar
Mart 2020 1 2.760,60
Nisan 2020 1 2.235,90
Mayıs 2020 3 7.598,25
Haziran 2020 4 15.669,75
Davalı tarafından düzenlenen satış faturalarının önemli bir kısmının davacı defterlerine kaydedilmediği, bu rakamın toplamda KDV hariç 367.953,93 TL olduğu, bu sebeple davacı defter kayıtlarına göre değerlendirme yapma konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşılmasının mümkün olmadığı, buna karşın davacı tarafından başkaca bir bilgi ve belge de sunulmadığından, mevcut defter kayıtlarının aynı zamanda aleyhine delil niteliği de göz önüne alınarak değerlendirilmesi halinde;
2011 yılı işletme hesap özetinde 14.775,65 TL. zarar
2012 yılı işletme hesap özetinde 9.702,44 TL. zarar,
2013 yılı işletme hesap özetinde 1.047,93 TL. kar,
2014 yılı işletme hesap özetinde 3.666,62 TL. kar,
2015 yılı işletme hesap özetinde 3.566,80 TL. kar,
2016 yılı işletme hesap özetinde 38.509,40 TL. zarar,
2017 yılı işletme hesap özetinde 13.090,92 TL. zarar,
2018 yılı işletme hesap özetinde 13.885,76 TL. zarar,
2019 yılı bilançosu gereği 69.283,54 TL zarar,
2020 yılı bilançosu gereği zararı 62.619,84 TL olup, ilk üç aya ilişkin geçici vergi beyannamesinde 25.444,30 TL zarar oluşup, 17.01.2020 tarihine kadar zararının oransal olarak 4.900,59 TL olabileceğini,
Davalı tarafından davacıya kesilen faturalara yönelik yapılan inceleme yukarıda belirtilmiştir. Tekrar değerlendirmek gerekirse, KDV hariç olmak üzere yıllık bazda davalı tarafından kesilen faturalar toplamı 1.699,470,70- TL olup, ciroya göre gelir yaklaşık % 20 olarak hesaplandığından bu dönemde davacının davalıya 339.895,54 TL gelir sağladığını, davalının 17/01/2020 tarihinden dava tarihine kadar söz konusu mahallelerde yer alan bayilerinden dolayı bir satışı tespit edilemediğini, davacının 17/01/2020 tarihinden dava tarihine 21.307,93-TL gelirinin bulunduğu tespit edilmiştir ve bunun stoklardan yapılan satışlardan kaynaklandığını,
Taraf iddialarına göre, taraflar arasındaki sözleşme ile davacıya tekel hakkı tanınmadığından ilişkinin tek satıcılık olarak değerlendirilemeyeceğini, sözleşmenin davalı tarafından “haklı nedene dayalı fesh edilmesine” rağmen fesih sebeplerinin ispat edilememesi sebebiyle haksız olduğunu, denkleştirme tazminatı için aranan tekel hakkı bulunması şartının davacı bakımından sağlanmadığı, Sayın Mahkeme aksi fikirde ise son beş yılın gelirinin 27.382,84-TL olduğunu, kar kaybı yönünden davalının son dört yıldır sürekli ve artan miktarda zararı bulunduğundan, sözleşmenin devamı halinde kar edeceği yönünde iddiasını ispat edemediğine dair rapor sunmuşlardır.
Mahkememizin 13/09/2021 tarihli celsesinde alınan ara karar uyarınca aynı bilirkişi heyetinden ek rapor alınmasına karar verilmiş olmakla, bilirkişiler sunmuş oldukları ek raporlarında: Kök raporda belirtilen hususlarda aşağıda belirtilen hususlar dışında bir değişiklik bulunmadığını, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi emsal kararına göre zararın ispat edilemediği durumlarda hakim tarafından TBK md. 50-51 gereği tazminatın takdir edilmesi gerektiği hususu benimsenirse, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin tarafımızca bir zarar değerlendirmesine yeterli olmadığı, bir sektör bilirkişisi değerlendirmesinin Mahkemenin takdirinde olduğunu, fiili tekel hakkına yönelik dosyada bilgi ve belge bulunmadığı, ancak bunun varlığı kabul edilirse, kök raporda belirlenen tazminata hükmedilme şartlarının oluşup oluşmadığı hususunun Mahkeme takdirinde olduğuna dair ek rapor sunmuşlardır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE:
Dava, taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin süresinden önce haksız feshi iddiasına dayalı olarak açılmış kar kaybından kaynaklı maddi tazminat, denkleştirme(portföy) tazminatı ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 2019/1238 esas, 2021/1327 karar sayılı ilamında;
”Mahkemece her ne kadar sözleşmenin haksız fesih edildiği benimsenerek bilirkişi raporundaki hesaplama ışığında davacının TTK’nın 122. maddesi uyarınca portföy tazminatı (denkleştirme alacağı) olarak da 3.612,00 TL talep edebileceği sonucuyla hüküm kurmuş ise de davacı yanca taraflar arasında bayilik ilişkisi bulunduğunu kanıtlamak için delil olarak sunduğu 01.01.2006 başlangıç tarihli bayilik sözleşmesinin 7.8. maddesindeki düzenleme ile 01.01.2010 tarihli bayilik sözleşmesi hükümlerine göre, davacıya faaliyet bölgesi içinde tekel hakkı verilmediğinin anlaşıldığı, bunun dışında TTK’nın 122. maddesine göre denkleştirme tazminatı talebinde bulunabilmek için öngörülen şartların gerçekleştiğine dair dosyada delil de bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre, portföy tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken davalı aleyhine bilirkişi raporunda hesaplanan portföy tazminatı tutarına hükmedilmiş olması hukuka aykırı olduğundan, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf başvurusunun kabulü gerekmiştir.” şeklindeki tespitlere yer verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 2018/321 esas, 2018/1340 karar sayılı ilamında;
”Davacı vekilince taraflar arasındaki sözleşmenin bayilik sözleşmesi olmayıp acentelik sözleşmesi olduğu, mahkemece sözleşme ilişkisinin yanlış değerlendirilerek sonuca varıldığı ileri sürülmüştür. Tarafların kabulündeki 21.10.2008 tarihli sözleşme hükümlerinin bayilik ve acentelik sözleşmesi niteliğinde hükümler içeren karma bir sözleşme niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili de istinaf dilekçesinin aksine dava dilekçesinde taraflar arasında bayilik ilişkisi bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesei karar gerekçesinde de yer verildiği üzere, taraflar arasındaki ilişki ister acentelik isterse bayilik olarak kabul edilsin, TTK’nın 122. maddesi uyarınca denkleştirme (portföy) tazminatı talep edebilmek için davacıya sözleşmede tekel hakkı verilmiş olması şarttır. Oysa, tarafların kabulündeki sözleşmenin 4/B-6 maddesinde, “Bu sözleşme …’ya bölgesel tekel hakkı doğurmaz ve…ilere dilediği yerlerde başkaca … açma yetkisi verebilir” hükmü uyarınca davacıya tekel hakkı verilmediği anlaşılmaktadır. Kaldı ki yine gerekçede vurgulandığı üzere, denkleştirme ( portföy) tazminatı talebinin TTK’nın 122/4. maddesi uyarınca sözleşmenin feshinden itibaren bir yıllık sürede talep edilmesi gerekirken, sözleşmenin fesih tarihinden bir yıl süre geçtikten sonra talep edilmekle, davacı vekilinin bu yöndeki istinafı yerinde değildir.” şeklindeki tespitlere yer verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 2018/1697 esas, 2020/2145 karar sayılı ilamında;
”Davaya konu bayilik ve yetkili servis sözleşmelerinin konusu ve içeriği itibarı ile hukuki niteliklerinin tek satıcılık sözleşmesi veya benzeri tekel hakkı veren bir sözleşme niteliğinde olmadığı dikkate alındığında ilk derece mahkemesinin davacının denkleştirme tazminatı talep edemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar vermesi yerindedir. (Aynı yönde Yargıtay 19.HD’nin E. 2019/2802, K. 2019/4398, 18.9.2019 Tarihli ilamı)” şeklindeki tespitlere yer verilmiştir.
Tarafların iddia ve savunmaları, bilirkişi raporları,Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2019/2802 esas, 2019/4398 karar sayılı içtihadı, yukarıda ayrıntıları verilen istinaf ilamları, bayilik sözleşmesi ile dosyamızda bulunan tüm bilgi ve belgeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
Taraflar arasında bayilik sözleşmesi akdedildiği, sözleşmenin süresinden önce davacı tarafından haksız feshedildiği iddiası ile kar kaybından kaynaklı maddi tazminat, denkleştirme(portföy) tazminatı ve manevi tazminat talepleri ile işbu maddi ve manevi tazminat davasının ikame edildiği,
Sözleşmenin süresinden önce davalı tarafından feshedildiği, işbu feshin haklı nedenle yapıldığının davalı tarafından ispat edilemediği,
Ancak taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine göre davacıya tekel hakkı tanınmadığından davacının denkleştirme tazminatı talep hakkının bulunmadığı, kar kaybı talebi yönünden davalının son dört yılda sürekli ve artan miktarda zarar ettiği, sözleşmenin devamı halinde kar edeceği yönündeki iddiasını ispatlayamadığı anlaşıldığından, dosyamız kapsamı ile uyumlu ve denetime elverişli bilirkişi kök ve ek raporları doğrultusunda maddi tazminat davasının reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
Manevi tazminat istemi yönünden; 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun “saldırıya karşı” başlıklı 24.maddesi hükmü;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Aynı kanunun “Davalar” başlıklı 25.maddesinin ilgili kısmı;
“Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.” şeklinde düzenlenmiştir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58.maddesi hükmünün ilgili kısmı;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu yasal düzenlenemeler ışığında, davacının kişilik haklarına nasıl bir saldırı olduğu ve bundan dolayı nasıl bir zarara uğradığına dair iddiasını ispatlayıcı herhangi bir delil sunamadığı anlaşıldığından, manevi tazminat istemi yönünden ispatlanamayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelere binaen;
1-Davanın reddine,
2-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi gereğince alınması gerekli olan 80,70 TL maktu karar ve ilam harcının, başlangıçta yatırılan 54,40-TL peşin harçtan ve bilahare ikmal edilen 596,00-TL tamamlama harcından mahsubu ile bakiye 569,70-TL’nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
3-Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesap ve takdir olunan 6.764,77-TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderinin kendi üzerinde bırakılmasına,
5-Davalı tarafından yapılan bir yargılama gideri bulunmadığından bu konuda hüküm kurulmasına yer olmadığına,
6-6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ve Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği gereğince Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen 1.320,00 TL arabulucu ücretinin davacıdan alınarak maliyeye gelir kaydına,
7-Davacı tarafça yatırılan ve harcanmayan gider avansından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde davacı tarafa iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık süre içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup ana hatları ile anlatıldı.
07/03/2022
Katip …
e-imzalı
Hakim …
e-imzalı