Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/684 E. 2023/471 K. 19.06.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
10. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO:2022/684
KARAR NO :2023/471

DAVA:Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ:12/10/2022
KARAR TARİHİ:19/06/2023

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Fiilden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacıya ait … plaka sayılı araç ile davalı tarafından sigortalı olan … plaka nolu aracın sebep olduğu 01/09/2020 tarihli kaza nedeniyle davacıya ait aracın hasarlandığını, SBM kayıtlarında … plakalı aracın kusurlu olduğunun bildirildiğini, davacı tarafından 26/09/2020 tarihinde davalı sigorta şirketine başvuru yapılmış olmasına karşın sigorta şirketinin kanunun emrettiği 8 iş günü içerisinde ödemekle yükümlü olduğu tazminatı ödemediğini, davacının haklarını sebepsiz yere ödemeyerek ihlal ettiğini, ödemekle zorunlu olduğu tazminatı sürüncemede bırakarak sebepsiz zenginleşmeye gittiğini, tahsil etmeleri gereken tazminat alacaklarının yasal süresinde tahsil edilemediğini, 25/02/2022 tarihinde Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurularak 2022 E… sayılı dosyası ile değer kaybı talep edildiğini, K-2022/180022 numarası ile karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğini, davacının borcu tahsil etmek amacıyla borçluyu temerrüde düşürdüğünü ancak borcunu 25/05/2022 tarihinde … hesabına değer kaybı bedelini yatırarak tahsil edebildiğini, davacının davalıdan talep ettiği değer kaybı talebinin temerrüde düşürdüğü tarihteki alım gücü ile tahsil edeceği tarihteki alım gücünün de aynı olmayacağını ve davacının zarara uğrayacağını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla davacının alacağını zamanında tahsil edememesinden kaynaklanan belirsiz olan munzam zararının şimdilik 500 TL’sinin davalıdan avans faizi ile tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacıya ait araç ticari değil hususi kullanıma tahsis edilmiş bir araç olduğundan davanın ticari dava niteliği taşımadığını, görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu, davanın mahiyeti itibarı ile belirsiz alacak davası olarak açılmasının mümkün olmadığını, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 97.maddesinde düzenlenen sigortacıya başvuru şartı yerine getirilmeden dava yoluna başvurulduğunu, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, taleplerin genel şartlar uyarınca teminat dışı olduğunu, davacı tarafın munzam zararını somut bir şekilde ispat edemediğini, Yargıtayın istikrarlı kararlarının munzam zararın objektif değil sübjektif bir zarar olduğu ve enflasyon, kur artışı vb. genel durumların munzam zarar olarak değerlendirilemeyeceği yönünde olduğu, sigorta hukuk prensibi itibarı ile davalı şirketin sorumluluğunun mal varlığında riziko anında meydana gelen azalma ile sınırlı olup munzam zarar kavramı ile sorumluluk sigortası kavramının nitelik itibarı ile örtüşmediğini, munzam zarar talep edilmesinin şartlarından birinin de borçlunun kusurlu olması olduğunu, davalı şirketin kusuru bulunmadığını, davalı şirket tarafından davacıyı zarara uğratmak maksadı ile ödeme yapılmadığı hususunun gerçeği yansıtmadığını, davalı şirketin hasar aşamasında 2.890,81 TL tutarında hasar tazminatı ödemesi yaptığını, davalı şirket temerrüde düşmediğinden faiz başlangıç tarihine itiraz ettiklerini, yine trafik kazası sonucu hak edildiği iddia edilen tazminatın ticari bir işten kaynaklı olmadığından yasal faiz uygulanması gerektiğini, bu nedenlerle davanın öncelikle usulden reddine, işin esasına girilmesi halinde esastan reddine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE:
Taraflara usulune uygun davetiye tebliğ edilmiş olup, SBM kayıtları, araç trafik tescil kayıtları, poliçe ve hasar dosyası, Sigorta Tahkim Komisyonunun … sayılı dosyasının sureti dosya içerisine alınmıştır.
Davacı vekili 10/04/2023 tarihli ıslah dilekçesi ile, TBK 122. kusursuzluğunu ispat edemeyen taraf bu zararları da ödemek zorundadır maddesi gereği davacının aktifinde bir azalma olmasına binaen iş bu davaların esas incelemeye girerek zararının tespit edilmesi gerektiğini, zira Karayolları Trafik Kanunu 99. Maddesine göre; ” Sigortacılar, hak sahibinin zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarıyla belirlenen belgeleri, sigortacının merkez veya kuruluşlarından birine ilettiği tarihten itibaren sekiz iş günü içinde zorunlu mali sorumluluk sigortası sınırları içinde kalan miktarları hak sahibine ödemek zorundadırlar. ” Sigorta şirketlerinin kendilerine ihbar olduğu tarihten en geç 8 iş günü içerisinde kusursuz tarafa poliçeden gerçek değeri ödemekle yükümlü olduklarını, fakat davalı yanın bu tazminatı zamanında ödemediğini, kusursuzluğunu da ispat edemeyerek mahkeme ilamıyla ödemek zorunda kaldığını, Munzam zararın borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki fark olup diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabileceğini, Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusurun borçlunun temerrüde düşmekteki kusuru olduğunu, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmayacağını, sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığının asıl olduğunu, kural olarak munzam zarar alacaklısının, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlü olduğunu, alacaklının, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü olmadığını, borçlunun ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabileceğini, alacaklının alacağını zamanında alamaması nedeniyle kredi çekmek zorunda kalması, faizle borç para alması gibi nedenlerle somut zararın varlığı kabul edilirken, bu şekilde davranmayıp mülkiyet hakkına tabi elindeki kaynakları kullanmak zorunda kalan ve bu kapsamda malvarlığı eriyen kimsenin enflasyon ortamında zarara uğramadığından söz edilemeyeceğini, Zira zararın sadece pasiflerdeki artma ile değil aktiflerdeki erime ile de gerçekleştiğini, ayrıca alacağını zamanında alsa idi bir aktiflere katılarak değerin korunacağı bir malvarlığı değerinin (ev, araba vs.), alacak elde edildiğinde alım gücünü aşan malvarlığına katılamayacak derecede fiyatının yükselmiş olması nedeniyle malvarlığına katılamayacak olmasının da malvarlığı değerindeki azalmaya işaret edeceğini, fiyatların aşırı yükseldiği, döviz fiyatlarında öngörülmeyen değişikliklerin olduğu dönemlerde gerçekleşen enflasyona bağlı olarak alacaklının alacağını geç alması nedeniyle zararın gerçekleşeceğinin hayatın olağan akışında herkesçe bilinebilen bir olgu olmakla bu gibi durumlarda munzam zararın gerçekleştiğinin karine olarak kabul edilmesi gerektiğini, bu düzeye ulaşmamış olağan yükselmelerde ise bu karinenin uygulanamayacağını ve somut zararın gerçekleştiğinin ispatının yine de aranacağını, sözü edilen karinenin gerçekleştiği durumlarda munzam zararın varlığı ve zarar miktarı konusunda fiyat artış endeksleri, döviz kurları, yatırım araçları, faiz kurları, çalışanların ücretleri gibi ekonomik göstergeler de değerlendirilmek suretiyle alınacak bilirkişi veya bilirkişi kurulu raporu ile elde edilen ve elde edilmesi gereken değerler de karşılaştırılmak suretiyle munzam zararın varlığı ve miktarının belirlenebileceğini, açıklanan nedenler ile somut olarak delil talebine ilişkin olarak paranın gerçek kudretinin zaten somut ibare olduğunu, davacının kredi çekmesi durumunda somut zararın olacağı lakin kredi yerine cebinde ki aktif varlığını kullandığında ise somut munzam zararın olmayacağı düşüncesinin dürüstlük , açıklık ve eşitlik ilkesiyle hukuka aykırı olacağını, davacının aktifinde ki azalmanın ortada olduğunu, dosyanın esasına girilerek bilirkişi atanmasını , bilirkişi atandıktan sonra davacının uğradığı zararın tespit edilmesini talep etmiştir.
Dava; Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi hükmüne dayanılarak açılan alacağın geç tahsil edilmesi nedeniyle geçmiş günler faizi ile karşılanmadığı iddia edilen Aşkın (munzam) zararın tahsili istemine ilişkindir.
Tarafların iddia ve savunmaları, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Uyuşmazlık, davacının temerrüt faizi ile karşılanamayan zararının bulunup bulunmadığı ve munzam zararın koşullarının oluşup oluşmadığı, davalı sigortanın varsa zarardan sorumlu olup olmadığı noktasındadır.
Somut olayda, davalı şirket sigortalısı … plakalı araç ile davacıya ait … plakalı araç arasında 01/09/2020 tarihinde vuku bulan kaza olayı ile ilgili olarak davacı tarafça yapılan başvuru sonucunda Sigorta Tahkim Komisyonu’nun 21.07.2022 tarihli “tarafların yargılama sırasında sulh oldukları, davacının yapılan ödeme karşılığında davanın konusuz kalmasını talep ettiği ve tarafların birbirinden vekalet ücreti ve yargılama gideri talep etmedikleri anlaşıldığından, dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verdiği, tahkim dosyasında davalı sigorta tarafından davacıya toplam 1.979,32-TL’nin 25.05.2022 tarihinde ödendiği, taraf vekillerinin yapılan ödeme nedeniyle davanın konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini talep ettikleri anlaşılmış olup, takip tarihi, ödeme tarihi ve işbu dava konusu yapılan alacak başvurusu ile ilgili olarak arabuluculuk başvuru tarihi ve dava tarihi dikkate alınmak suretiyle TBK 146-154 maddesi hükmü uyarınca davalı tarafın zamanaşımı def’i yönünden itirazının reddine, davalı tarafın görev yönünden, belirsiz alacak davası yönünden ve başvuru şartının yerine getirilmediğine yönelik itirazlarının yerinde olmadığı değerlendirilmekle işbu usuli itirazlarının da reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin 10/04/2023 tarihli dilekçesiyle ıslah dilekçesini sunduğu, ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliğ edildiği, dilekçenin içeriğinin incelenmesinde HMK 176., 180. ve 181. Maddesi uyarınca davacının talep sonucunu, dava sebebini değiştirmesi şeklinde davanın tamamen ıslahı ya da talep sonucunun artırılması şeklinde kısmi ıslah yoluna başvurulmadığı, dava dilekçesinde yer alan dava sebebinin ve talep sonucunun aynen belirtilmiş olduğu anlaşılmakla; dosya kapsamı itibariyle yapılan inceleme sonucunda, teknik inceleme yaptırılması ve/veya zararın tespiti yönünden hesaplama yaptırılmasının sonuca etkili olmayacağı değerlendirilmek suretiyle bilirkişi incelemesine ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Munzam (aşkın) zarar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 122/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Dava konusu edilen zararın yasal dayanağını oluşturan Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesi hükmüne göre, borcun ödenmemesi veya geç ödenmesi nedeniyle alacaklı geçmiş günler için öngörülen faizle karşılanamayacak bir zarara uğramış ise, borçlu, geç ödemeden dolayı kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlamadıkça bu zararı da karşılamak zorundadır. Yasa bu hüküm ile alacaklıya temerrüt faizini aşan zararını borçludan isteme olanağı tanımıştır. Ancak bunun için uğranılan zararın varlığı ve miktarının alacaklı tarafından kanıtlanması gerekir. Zarar kanıtlandığı takdirde borçlu, ödemenin geç yapılmasında kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlaması halinde bu zararı ödeme yükümlülüğünden kurtulabilir. O halde, munzam zararın ödenmesi söz konusu olduğunda kusur, bir unsur olarak yer almaktadır. Kısacası, munzam zarar davasında davacı, zararın varlığını ve miktarını; davalı ise, borcun geç ödenmesinde kusurunun olmadığını kanıtlayacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.1996 gün ve 1996/5-144 esas 1996/503 karar sayılı kararında da değinildiği üzere; bu konuda kanıtlanması gereken, belli paranın gününde ödenmemesinden doğan zarardır. Alacaklı, borcun kendisine geç ödenmesi yüzünden uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır. Doğaldır ki bu zarar paranın zamanında ödenmemesinden dolayı mahrum kalınan olası (muhtemel) kar ya da varsayılan (farzedilen) gelir değildir. Bu zarar davacının öz varlığından, ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden, toplum içindeki statüsünden, başına gelen olaylardan kaynaklanan somut olgular nedeniyle uğramış olduğu zarardır. Hal böyle olunca davada istenen zararı doğuran somut olayın ve bu nedenle uğranılan zararın kanıtlanması gerektiği açıktır.
Munzam zararın tazmini için alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu somut olgulara dayanarak inanılır, kesin ve net bir biçimde kanıtlamak zorundadır. Genel ve soyut nitelikteki enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. davacının enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olguları değil, şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğünü kanıtlaması gerekir. Aksi halde soyut ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen, genel ekonomik gelişmeler TBK’nın 122. maddesinde sözü edilen munzam zararın tazminini gerektirmez(Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 14.12.2015 Tarih, 2015/5164 E.-18416 K. Sayılı kararı).
Bunun gibi, borçlunun borcunu ödemede temerrüde düşmesi durumunda, alacaklının başkaca bir hususu kanıtlamadan sadece ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu TBK’ nin 122. maddesindeki munzam zararın kanıtı olarak göstermesi ve ekonomik gelişmelerin getirdiği olumsuzluğun gerçek zarar olarak kabulü mümkün değildir. Zira, alacaklının somut olarak herhangi bir zarara uğradığını kanıtlamaksızın salt enflasyon (ya da onun yarattığı diğer olumsuzluklar) oranında bir zarara uğradığının varsayılması, 3095 sayılı Kanunla belirlenen faiz oranlarını mahkeme kararıyla enflasyon oranına çıkaracak niteliktedir. Bu ise mümkün değildir(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2012/11-418 Esas 2012/9874 Karar sayılı ilamı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2007/11-668 Esas 2007/798 Karar sayılı ilamı).
Bu halde TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan-munzam zararın, ülkede varlığı kabul edilen genel ekonomik olumsuzlukların (enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri vb. gibi) “malum ve meşhur” olgular olarak kabulü ile değil, bunlar dışında davacının durumuna özgü somut olaylarla kanıtlanması gerekir. Davacı ileri sürdüğü munzam zararını somut olgularla kanıtlamadıkça zarar miktarının saptanması gerçekçi olmayıp varsayımsal kalacaktır.
Somut olayda davacı taraf, enflasyonun olumsuz etkisi sonucu paranın satın alma gücündeki düşüş nedeniyle munzam zararı oluştuğunu, tahsil edilen yasal faizin alacaklının zararını karşılar nitelikte olmadığını belirterek zararın hesaplanmasını ileri sürmüş ise de, davacı tarafın iddiası bu haliyle, muhtemel kâr kaybına ve farz edilen gelire ilişkin olup, munzam zarar niteliğinde olmadığı gibi ,soyut iddia olarak ileri sürülen bu hususlar somut ispat vasıtası olarak dikkate alınması da mümkün değildir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 04/03/2020 tarih, 2019/1237 Esas, 2020/2367 Karar sayılı; 23/01/2018 tarih, 2016/6577 Esas, 2018/556 Karar sayılı; 16/12/2014 tarih, 2014/13210 Esas, 2014/19839 Karar sayılı ilamları). Buna göre zararın ne şekilde oluştuğunu konusunda ispat külfeti üzerinde olan davacı’nın munzam zararın varlığını somut deliler ile ispatlayamadığının kabul gerekmiş ve davanın reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.(Emsal için bkz.İst.BAM 43 HD 2021/1316 E 2022/403 K sayılı kararı)
HÜKÜM: Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar tarifesi gereğince alınması gereken 179,90 TL karar ve ilam harcından peşin olarak alınan 80,70 TL’nin mahsubu ile 99,20 TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan giderlerin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı tarafından belgelendirilen bir yargılama masrafı olmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
5-Davalı taraf duruşmalarda vekil ile temsil edildiğinden, reddedilen dava değeri itibariyle AAÜT uyarınca 500,00-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A-(11)-(13) maddesi ve Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliği tarife hükümleri uyarınca Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen 1.560,00-TL arabuluculuk ücretinin davacıdan tahsili ile Hazine adına gelir kaydına,
7-Dosyada kullanılmayan bakiye gider avansının HMK.’nın 333. ve HMK. yönetmeliğinin 47/1. maddeleri uyarınca karar kesinleştiğinde ve talep halinde yatıran tarafa ödenmesine,
Dair, davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, HMK 342.maddesine uygun olarak düzenlenmiş dilekçenin, HMK 343.maddesi gereğince Mahkememize ve Mahkememize gönderilmek üzere başka yer Asliye Ticaret Mahkemesine verilmesi ve HMK 344.maddesinde belirtilen harç ve giderlerin yatırılması sureti ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu açık olmak üzere verilen karar tefhim edildi, usulen anlatıldı. 19/06/2023

Katip …
e-imzalıdır

Hakim …
e-imzalıdır