Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/737 E. 2023/36 K. 27.01.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/737 Esas
KARAR NO : 2023/36

DAVA : Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 27/09/2022
KARAR TARİHİ : 27/01/2023

Mahkememizde görülmekte olan Alacak (Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
(I) TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
(1) Davacı Tarafın İddialarının Özeti:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin şahıs şirketine kayıtlı olan … plakalı … marka aracın 08/09/2021 tarihinde … ilinde tek taraflı maddi hasarlı trafik kazasına karıştığını, kaza sonrasında araç aynı gün çekici aracılığıyla … yetkili servisine götürüldüğünü, burada yapılan incelemeler sonucunda araçta 130.423,41 TL masraf olduğunun tespit edildiğini, tespit listesi ve proforma fatura yetkili servis tarafından müvekkiline verildiğini, müvekkilinin bedeli uygun görmeyerek aracı 06/10/2021 tarihinde çekici aracılığıyla …’nde bulunan “…”‘ne getirttiğini, … servisinde araçta yapılan incelemeler sonucunda aynı tespit tutanağı hazırlanarak masrafların 69.143,00 TL olduğu proforma fatura verildiğini, müvekkilinin aracını yaptırmaya karar verdiğinde komşusu aracılığıyla yine … Sitesinde bulunan davalı … ile iletişime geçtiğini, … Yetkili servisinde yapılan hasar tespit tutanağının davalıya verildiğini, tutanakta tespit edilen arızaların oradaki fiyatının bildirildiğini, aynı zamanda… özel servisinde yapılan hasar tespit tutanağı ve fiyat listesinin gösterildiği ve davalıdan bilgi istendiğini, davalının müvekkiline … özel servisinin mekanik hasarlarda iyi olmadığının kendilerinin daha eski ve daha kapsamlı bir özel servis olduklarını beyan ettiğini, davalının müvekkilinin aracını kendisine verilen önceki servisler tarafından hazırlanan faturalardan daha uygun fiyata ve daha hızlı yapabileceğini belirttiğini, bu beyan üzerine müvekkilinin davalıya güvenerek çekici aracılığıyla aracını 12/10/2021 tarihinde davalının servisine çektirdiğini, aradan 1 aydan fazla süre geçmesine rağmen davalının aracı teslim etmediğini, müvekkilini oyaladığını, müvekkilinden 50.000,00 TL ara ödeme istediğini, müvekkilinin bu parayı eft yoluyla 18/11/2021 tarihinde tarihinde davalının hesabına aktardığını, aracı teslim ettikten 2 ay sonra müvekkilini aracı teslim etmek için arayan davalı masrafın 100.000,00 TL olduğunu söylediğini, müvekkilinin mecburen 50.000,00 TL daha 22/11/2021 tarihinde davalının hesabına eft yoluyla ödeme yaptığını, daha sonradan müvekkilinin aracında çıkan arızalar nedeniyle davalıyla iletişime geçen müvekkilinin davalı tarafından oyalandığını, müvekkilinin aracını başka bir servise götürdüğünü, götürdüğü serviste “ön taraftan içeriye kaç olduğu, koruyucu kapağın eksik olduğunu kabloların bozularak elektronik aksama zarar verildiği, aracı yetkili servise götürmesinin en iyi seçenek olacağı” ‘nın söylendiğini, aracın yetkili servise götürüldüğünde ise “araçta olması gereken bazı parçaların yerinde olmadığını, olmaması gereken bazı parçaların bulunduğunu, radyatörün onarılmadığını, onarıldığı söylenen yerlerde kırık parçalar olduğunu” belirttiklerini, davalı tarafından eksik ve kusurlu hizmet verildiğini, davalıya ihtarname gönderildiğini ancak davalının bu ihtarlardan kaçındığını, davalının arabuluculuk görüşmesi için arabulucunun yoğun aramalarına rağmen cevap vermediğini, arabuluculuk tutanağının bu nedenle anlaşamama olarak kaydedildiğini, davalı tarafın kötü niyetli olduğu ve müvekkiline vermiş olduğu hizmetin eksik ve ayıplı olduğunu, açıklanan nedenlerle davanın kabulü ile, müvekkilinin dava konusu ayıplı hizmet nedeniyle fazla ödemek zorunda kaldığı, HMK 107 kapsamında şimdilik bedelin toplamı olan 42.466,91 TL’nin 12/10/2021 tarihinden itibaren 3095 sayılı kanun ilgili hükümleri kapsamında mevduata ilişkin en yüksek ticari faiz yürütülerek davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
(2) Davalının davaya karşı cevap dilekçesi sunmamış olduğu görüldü.
(II) ÇEKİŞMELİ VAKIALAR HAKKINDA TOPLANAN DELİLLER:
1-Tüm dosya kapsamı.
(III) DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ, SABİT GÖRÜLEN VAKIALAR, ÇIKARILAN SONUÇ VE HUKUKÎ SEBEPLER:
Davacının davası eser sözleşmesinden doğan edimin ayıplı ifa edildiği iddiasına dayanan tazminat davasıdır.
28/11/2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ve 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun (TKHK) 2. maddesinde kanunun kapsamı “Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar” şeklinde açıklanmıştır. Kanun’un “tanımlar” başlıklı 3. maddesinin (ı) bendinde sağlayıcı “kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişi”, (k) bendinde tüketici “ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi”, (l) bendinde ise tüketici işlemi “mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder” biçiminde tanımlanmıştır.
6502 sayılı TKHK’nın 73. maddesi uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemesi görevli kılınmıştır. Bunun yanında Kanun’un 83. maddesinde de taraflardan birinin tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanun’un görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği belirtilmiştir.
Bir hukuki işlemin sadece 6502 sayılı kanunda düzenlenmiş olması tek başına o işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın tüketici mahkemesinde görülmesini gerektirmez. Uyuşmazlığın 6502 sayılı Kanun kapsamında kaldığının kabul edilmesi için taraflardan birinin “tüketici” diğer tarafın “satıcı/sağlayıcı/hizmet sunan” olması gerekir.
Öte yandan, 6102 sayılı TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir:
(i) Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır (mutlak ticarî davalar). Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4(1) hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır.
(ii) İkincisi ise, yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4(1)-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür.
(iii) Üçüncü grup ise, nispî ticarî davalar olup, TTK m. 4(1) hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez.
Öte yandan, 507 sayılı Kanun’un 2. maddesinde ”İster gezici olsun ister bir dükkan veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar ticari sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer ve gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, ayni niteliğe (sermaye unsuru olsun olmasına) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleriyle bunların yanında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin 1. maddede belirtilen amaçlarla kuracakları dernekler bu kanun hükümlerine tabidir” denilmektedir.
507 sayılı Kanun, 21/06/2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5362 Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 76. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve maddenin 2. cümlesi ile diğer yasaların 507 sayılı Yasaya yaptıkları atıfların 5362 sayılı yasaya yapılmış sayılacağı belirtilmiştir. Yeni yasal düzenlemede esnaf ve sanatkar tanımı değiştirilmiş olup Yasa’nın 3. maddesine göre esnaf ve sanatkar, ister gezici ister sabit bir mekanda bulunsun, Esnaf ve Sanatkar ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkar meslek kollarına dahil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseleri olarak belirtilmiştir.
Diğer yandan, TTK’nın 12. maddesinde “Bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir. Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır. Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.” hükmü ile anılan Yasa’nın 11. maddesinde “Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilir.” düzenlemesi yine TTK’nin 15. maddesinde de “İster gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri 11. maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bir kimsenin Vergi Usul Kanunu’na göre esnaf sayılması, TTK yönünden de esnaf kabul edilmesini gerektirmez. Ticaret siciline ya da Oda’ya kayıtlı olmamak da tacir olmamanın kesin bir kanıtı olmadığı gibi, vergi mükellefi olup olmamak da tacir ve esnaf ayrımında kesin bir ölçüt olarak kabul edilemez.
Mülga 6762 sayılı TTK’nın 1463. maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 18/06/2007 tarihinde kararlaştırılıp, 21/07/2007 tarih ve 26589 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 2007/12362 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında esnaf-tacir ayırımının nasıl yapılacağı belirlenmiştir.
6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10. maddesinde ticari işletmeler hakkında 6102 sayılı TTK’nın 11/2 madde ve fıkrasında öngörülen Bakanlar Kurulu kararı çıkarılıncaya kadar yürürlükte bulunan düzenlemelerin uygulanacağı belirtildiğinden Bakanlar Kurulu kararının uygulanmasına devam edilerek esnaf ve tacir ayrımının anılan kararda belirtilen kıstasların değerlendirilmesi suretiyle yapılması gerekecektir.
Yukarıda anılan ilke ve esaslar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; dosyaya celp edilen kayıt belgelerden tarafların 2021 yılı gelir vergisi beyannamesinde işletme hesabının olduğu, davaya konu aracın hususi olduğu ve ticari araç kapsamında olmadığı ve tarafların tacir olduğuna dair bir kaydın olmadığı anlaşılmakla, Mahkememizin görevli olmadığı anlaşıldığından davacının davasının Mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle
1-Davacının davasının Mahkememizin görevsizliği nedeniyle dava şartı yokluğundan REDDİNE,
2-Karar kesinleştikten sonra talep halinde dosyanın görevli İSTANBUL NÖBETÇİ TÜKETİCİ MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
3-HMK m.331/2 uyarınca yargılama gideri, harç ve vekalet ücretinin görevli mahkeme tarafından değerlendirilmesine,
Dair, davacı vekilinin ve davalı asilin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık süre içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 27/01/2023

Katip …
¸e-imzalıdır

Hakim …
¸e-imzalıdır