Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/395 E. 2023/220 K. 24.03.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2022/395 Esas
KARAR NO : 2023/220

DAVA : Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 17/05/2022
KARAR TARİHİ : 24/03/2023

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
(I) TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
(1) Davacı Tarafın İddialarının Özeti:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı ile … arasında Kat Karşılığı Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi akdedildiği, bu kapsamda … projesinin inşa edildiği, tanıtım sürecinin davalı şirket tarafından yürütüldüğü, taşınmazı son devralan olduğu, proje teslim tarihi 30/12/2017 olarak belirlenmiş olmasına rağmen 23/08/2019 tarihinde tapu devri yapılarak devredildiği, taşınmazın yıllar içinde değer kazanmak bir yana değer kaybettiği, yapılan yatırımdan ciddi zarar elde edilmiş olması nedeniyle işbu davanın açıldığ,ı marka güvenilirliği ve reklamların taşınmazın alımında etkili olduğu, TBK 112 gereğince sorumluluğun bulunduğu, taşınmazın vadedilen nitelikleri taşımamasının da bu kapsama girdiği, TBK 219 uyarınca satıcının ayıplardan sorumluluğunun bulunduğu, ayıplı ifa nedeniyle alıcının genel hükümlere göre tazminat hakkının saklı tutulduğu, taşınmazın kiraya verilemeyecek ya da değerlendirilemeyecek kadar atıl halde olduğu, taşınmazın cazibe merkezi olacağı inancı ile satın alındığı, projenin AVM boyutuyla hayata geçmediği, yaratılan algının gerçekleşmediği, davalının ekonomik getirinin elde edilmemesinden kusuru olmasa dahi sorumlu olacağı TBK 219 ve devamı gereği olduğu iddia edilerek taşınmazın ekonomik değer kaybetmesi nedeniyle şimdilik 50.000,00 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.
(2) Davalı Tarafın Savunmalarının Özeti: davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı tarafın dava dilekçesi ekinde herhangi bir makbuz veya ödeme belgesi bulunmadığı gibi celbinin de talep edilmediği, buna göre artık davaya konu iddialara ilişkin herhangi bir belge, makbuz veya delil sunulmasına muvafakatlarının bulunmadığını, müvekkili şirket tarafından sözleşme gereği tüm yükümlülüklerin tam ve eksiksiz olarak yerine getirildiğini, davacı tarafın dava dilekçesinde yer verdiği birtakım iddia ve taleplerin muhatabı müvekkil şirket olmadığı gibi konuya ilişkin müvekkili şirketin herhangi bir sorumluluğundan da bahsedilemeyeceğini, davacının tacir olması nedeni ile basiretli tacir gibi davranması gerektiği ve işbu riski önceden öngörebilecek durumda olması, bu durumda sözleşmenin davacı tarafından da benimsendiğinin kabulü gerektiğini, her tacirin tüm ticari faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek sağduyu sahibi olmak ileriyi düşünmek ve işlemlerini ona göre organize etmek zorunda olduğunu, basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümü aslında objektif bir özen ölçüsü getirmekte ve tacirin ticari işletmesiyle ilgili faaliyetlerinde kendi yetenek ve imkanlarına göre ondan beklenebilecek özeni değil aynı ticaret dalında faaliyet gösteren tedbirli öngörülü bir tacirden beklenen özeni göstermesinin gerekli olduğunu, Yargıtay’a göre basiretli iş adamı gibi harket etmek “bugünün ve istikbalin piyasa durumunu tacirin işlemi yaptığı sırada göz önünde tutması” demekte olup normal olarak tahmin edilebilecek hususları tahmin edememek, devalüasyon ve ekonomik krizleri önceden tahmin edememek ticari sözleşmenin ifa edileci tarihi tespit ederken her türlü ihtimali nazara almadan hareket etmek gibi davranış şekilleri gerekli dikkat ve özenin gösterilmemiş olmasından dolayı basiretsiz hareketler olarak kabul edildiğini, davacının işbu davadaki talepleri haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğundan davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, açıklanan nedenlerle davanın reddine, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafta bırakılmasına karar verilmesini talep ve beyan etmiştir.
(II) ÇEKİŞMELİ VAKIALAR HAKKINDA TOPLANAN DELİLLER:
1-… Belediyesinden celbedilen … projesine ilişkin yapı kullanma izin belgesi.
2-… Tapu Müdürlüğünden celbedilen tapu kayıtları ve resmi senet örnekleri.
3-Tüm dosya kapsamı.
(III) DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ, SABİT GÖRÜLEN VAKIALAR, ÇIKARILAN SONUÇ VE HUKUKÎ SEBEPLER:
Davaya konu taşınmazın tapu kaydı ilgili tapu müdürlüğünden celp edilmiş, davacının bildirdiği tanıklar dinlenmiştir.
Dosyaya ibraz edilen belgelere göre davacı şirketin dava konu taşınmaz inşaat halinde iken taşınmaz üzerinde hak sahibi olan dava dışı …’den … 48. Noterliği’nin … tarih ve … yevmiye numaralı hisse devir sözleşmesi ile satın aldığı, bilahare 23.08.2019 tarihinde tapuda devir yapılarak adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
Davacı tarafından bildirilen tanıkların beyanları alınmıştır.
Davacı tanığı …, … 1. Asliye Ticaret Mahkemesi aracılığı ile alınan yeminli beyanında özetle; davacı firmanın 15 yıldır genel koordinatörü olduğunu, Neff şirketinin dava konusu olan … projesi içerisinde … nolu 4 nolu bağımsız bölümünün bir müşterilerinin borcu ve bir petrol istasyonu vermek ve … şirketine de birmilyon dolar vermek sureti ile ikimilyon ikiyüzellibin dolar vermek sureti ile taşınmazın mülkiyetini aldıklarını, dava konusu taşınmazı alırken …’in piyasadaki itibarı kendi proje ilanları, projede yapmayı tahahhüt ettikleri hususlar dikkate alarak doğru bir yatırım olduğunu düşünerek aldıklarını, ancak öncelikle taşınmazın tapusunu dahi dava açmak sureti ile 2019 yılında alabildiklerini, yine Neff tarafından ilanda ve projelerinde göstermiş oldukları bir çok hususları ya yapmadıklarını ya da gecikmeli yaptıklarını örneğin, satın alınan dükkanın -2 bodrum katında olduğunu, dışarıda gözle görülür olan dükkanları kullanıma hazır halde yapmalarına rağmen bodrum katındaki dükkanları üçte birini dahi tam olarak bitiremediklerini ve kaba inşaat şeklinde durduğunu, güvenlik önlemlerini almadıkları için hırsızlık şikayetleri sokak hayvanlarının başı boş dolaşması, Avm katlarının rüzgar, yağmur, kar gibi doğa olaylarından etkilenmesi, asma kat ancak bir kaç ay önce tamamlanmış olması gibi durumlar ortaya çıktığını, söz konusu taşımazı davalı tarafın eksik hatalı ve ayıplı davranışları, imalatları vaadlerini yerine getirmemiş olmaları nedeni ile piyasa değerinin çok çok altında değere düşmüş bulunduğunu beyan etmiştir.
Davacı tanığı … 20.01.2023 tarihli celsede alınan yeminli beyanında özetle; davacı şirkette 2010 yılından beri pazarlama biriminde koordinatör olarak çalıştığını, 2017 yılında ismini hatırlayamadığı ticari ilişkileri olan bir şirketten alacağa karşılık olmak üzere ismini hatırlayamadığı şirket yetkililerinin dava konusu taşınmazı satın almalarını önerdiğini, projeyi yapan şirketin o zamana kadar yapmış olduğu diğer projelerin başarılı olmuş olması ve taşınmazın bulunduğu konum itibariyle ileride prim yapacağını düşündüklerinden bu teklifi kabul ettiklerini, bu görüşmelerin yapıldığı sırada taşınmazın inşaatı henüz tamamlanmadığını, taşınmazın 2017 yılının sonunda teslim edileceğinin öngörüldüğünü, biz taşınmazın 3.kişiden satın alırken davalı şirket ile de irtibat halinde olduklarını, zira inşaat o tarih itibariyle tamamlanmadığından inşaatın tamamlanacak kısmına ilişkin ödemeyi davalı şirkete yapacaklarını, davalı şirket ile yapılan görüşmelerde projenin maket halinin gösterildiğini, o sırada proje içerisinde bir otel inşaatı da söz konusu olduğunu, taşınmazın bu otel projesinden dolayı ayrıca değer kazanacağını düşündüklerini, bildiği kadarıyla projenin reklamının yapılmadığını şuan projenin 1/3 ‘ü dahi dolu olmadığını, bu atıllık durumunun iş yerlerine ait bir durum olduğunu, konut olarak yapılan yerlerin dolu olduğunu, iptal edilen otel projesi ile ilgili iptal sebebinin kendilerine bildirilmediğini, otel yapılması düşünülen yere konut yapıldığını, otel projesinin iptalinin tapuda taşınmazı davacı şirket satın aldıktan sonra yapıldığını, 2017 yılının sonunda tapunun devredileceği bildirilmiş olmasına rağmen tapunun 2019 yılının 8.ayında devredildiğini, şirketi temsilen davalı şirket temsilcileri ile otel projesinin iptali nedeniyle görüşmeler yaptığını, bu şifai görüşmelerden bir cevap ve sonuç alamadığını, davacı şirket dışında aynı nedenlerle durumdan şikayetçi olan başka işyeri maliklerinin de olduğunu, bu kişilerle Whatsapp grubu üzerinden görüştüklerini, yazışmalardan bu kişilerinde dava açtığını bildiğini, davalı şirket ile maket üzerinde projenin görüşmelerini yaparken davalı şirketin satış temsilcisinin kendilerine taşınmaz tamamlandıktan sonra değerinin 4-5 milyon dolara yükseleceğini, 70.000,00 TL’ye kiraya verilebileceğini söylediğini, şu an dava konusu işyerinde bir dans okulunun faaliyet göstermektedir, biz bu işyerini bir sene önce ilk 6 ay ödemesiz 17.000,00 TL’ye kiraya verdiklerini, yağmur yağdığı vakit projede yapılan aksaklıklar nedeniyle yağmur suyu işyerine sirayet ettiği için kirayı düşük tuttuklarını beyan etmiştir.
Dava, satış esnasında sunulan projede ve tanıtımlarda belirtilen, ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı dairede oluşan değer kaybının ödetilmesi istemine ilişkindir.
Türk Borçlar Kanunu’na göre; bir maldaki ayıp; satıcının zikir ve vaat ettiği vasıflarda veya niteliği gereği malda bulunması gereken lüzumlu vasıflarda eksiklik olmak üzere iki türde ortaya çıkabilecektir.
Diğer taraftan “Ayıp” kavramı ile “eksik iş” kavramları birbirinden farklıdır.
Ayıp; yasa ya da sözleşmede öngörülen unsurlardan birinin veya birkaçının eksikliği ya da olmaması gereken vasıfların olmasıdır.
Eksik iş ise; sözleşme konusu işlerin yapılmamasıdır; başka bir deyişle, hiç yapılmayan iş eksik iştir. Eksik işin tanımı kanunlarımızda yapılmamıştır.
Ayıp; maddi, hukuki ya da ekonomik eksiklik şeklinde ortaya çıkabilir.
Maddi ayıp; bir malda madden hata bulunmasıdır (Örn: malın yırtık, lekeli olması gibi).
Hukuki ayıp; malın kullanımının hukuken sınırlandırılmasıdır (Örn: malın üzerinde takyitler bulunması gibi).
Ekonomik ayıp ise; malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu : 2016/13-45 Esas 2016/511 Karar)
Taraflar tacir olup, uyuşmazlığın ise ticari nitelikteki satım sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle olaya 6098 sayılı Borçlar Kanunu (TBK) ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun satım sözleşmesine dair hükümlerinin (TBK m. 207 vd) esasen tacirler arasında yapılan satım sözleşmelerine de uygulanması benimsenmiştir. Bununla birlikte satım sözleşmesinde malın ayıplı olması halinde özel hükümler öngörülmüştür (TTK m. 25/1, 3). Dolayısıyla tacirler arası satım sözleşmelerine Borçlar Kanunu hükümleri ile birlikte TTK m. 25/I hükmü de uygulanacaktır.
Satım sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 207. maddesinde “satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi synallagmatik, başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı birer asli edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.
Bu noktada uyuşmazlığın temelini oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:
Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 219. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.” denilmektedir.
Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifade ile bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi). Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.
Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk bakışta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değilse de ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (Domaniç, H.: Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C.I, İstanbul 1988, s.155; Yavuz, N.: Ayıplı İfa, 2.b., Ankara 2010, s. 107; Karakaş, C.F.: Ticari Satımda Ayıp İhbarının Süresi ve Şekli, XXII. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankar 2006, s.172). Derhal kavramı, halin icabına uygun fazla vakit geçirmeden bildirim olarak anlamak gerekir. Ancak TTK 25/4’de zamanaşımı süresi altı ay olduğunun belirlenmesi nedeniyle gizli ayıplarda azami ihbar süresi altı aydır. Eğer alıcı iğfal edilmiş, yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunun öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. Maddesine göre Ağır kusurlu olan satıcı, satılandaki ayıbın kendisine süresinde bildirilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kısmen de olsa kurtulamaz.
Ayıba ilişkin bu genel açıklamadan sonra belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcının kendisine tanınan hakları kullanabilmesi için Kanun tarafından kendisine yükletilmiş olan külfetleri yerine getirmelidir. Külfet, alıcının satın aldığı malı muayene etmesi ve bir ayıbın ortaya çıkması halinde bunu satıcıya ihbar etmesidir. Alıcı külfetleri yerine getirmediği takdirde ayıba karşı tekeffül hükümlerinden yararlanamaz.
Külfet teknik anlamda bir yükümlülük veya borç değildir. Külfet, mülkiyetten farklı olarak herhangi bir borç yaratmayan, yerine getirilmediği takdirde o konuda sağlanmış olan hakların kaybedilmesi sonucunu doğuran bir davranış olarak tanımlanabilir. Burada muayene ve ihbar külfetini yerine getirilmemesi halinde alıcının satılanı kabul etmiş sayılacağına dair yasal bir karine söz konusudur. Dolayısıyla külfetlerin yerine getirilmemesi seçimlik hakların kullanılmasına engel olur, alıcı malı o haliyle kabul etmiş sayılır.
Ticari satımlarda muayene ve ihbar külfeti TTK 25/3. maddede düzenlenmiştir. Bu hükme göre “ Emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde keyfiyeti satıcıya bildirmeye mecburdur. Açıkça belli değilse alıcı emtiayı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde muayene etmeye veya ettirmeye ve bu muayene neticesinde emtianın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını muhafaza için keyfiyeti bu müddet içinde satıcıya bildirmeye mecburdur.” Ancak ayıp ihbarının bu süre içinde satıcıya ulaşması şart değildir. Bu süre içinde satıcıya ulaşmasa bile alıcı haklarını korumuş olur. TTK 25/3. maddede gizli ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde Borçlar Kanunun 223. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir. Türk Borçlar Kanunun 223. Maddesine göre; alıcının, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorunda olduğu, alıcının gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal etmesi halinde, satılanı kabul etmiş sayılacağı, ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hükmün uygulanmayacağı, Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmesi gerektiği; bildirmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılacağı düzenlenmiştir.
Alıcı ihbar külfetini yerine getirmiş ise zamanaşımı süresi içinde Borçlar Kanununun 227 ve 228. maddelerinde kendisine tanınan hakları dava yoluyla talep edebileceği gibi zamanaşımı süresi dolsa bile kendisine karşı açılan davada ayıptan doğan defi hakkını ve seçimlik haklarını ileri sürebilir. Bu halde artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir. Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.
Ayıp ihbarının yasal sürede yapılıp yapılmadığını kimin kanıtlaması gerektiğini bulabilmek için hukukumuzda “ispat yükü”nün nasıl düzenlendiğine bakmak gerekmektedir.
Bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği konusuna, ispat yükü denir.
Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.
İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise yine ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar yoktur. Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır.
Delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır (1086 sayılı HUMK m. 238/1; 6100 sayılı HMK m.187/1).
Türk Medeni Kanunun 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” denilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde ise bu düzenlemeye paralel bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddede “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” denilmiştir.
İspat yükü ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir. Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse davayı kaybeder. O taraf davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkûm edilir.
Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, karşı (kendisine ispat yükü düşen) tarafın iddiasını (olguyu) ispat etmesini bekleyebilir. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, diğer (kendisine ispat yükü düşmeyen) tarafın onun iddiasının aksini (hilafını) ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş (yani dava bakımından yok) sayılır.( Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2020/1054 Esas 2020/1106 Karar)
Somut olayda davacı tacir olup Ticari satımlarda ayıp ihbarının olay tarihinde yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK’nın 23/1-c maddesinde belirtilen süreler içinde yapılması gerekir. Hükme göre; Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Ayıp ihbarının yapıldığını ileri süren kişi 6102 sayılı TTK’nın 18/3 maddesi uyarınca öngörülen şekilde yapıldığını kanıtlamalıdır. 6102 sayılı TTK’nın 18 maddesine göre, davacı diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yaptığını kanıtlamalıdır.
Yapılan yargılama, toplanan deliller, dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamına göre davacı, iddia ettiği ayıpları davalıya süresi içerisinde ayıp ihbarında bulunduğunu yazılı bir delil ile kanıtlayamamış olup davacının davasının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle
Davacının davasının REDDİNE,
Karar tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesi gereğince alınması gereken 179,90 TL maktu karar harcının, peşin yatırılan 853,88 TL harçtan mahsubu bakiye 673,98 TL harcın kararın kesinleşmesi ve talep halinde davacıya iadesine,
Davalı lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/2 maddesi gereğince red olunan miktar üzerinden hesaplanan 9.200,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu m.18/A gereğince Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan 1.320,00 TL arabuluculuk ücretinin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına, tahsilat ve gereği için Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğünce ilgili vergi dairesine müzekkere yazılmasına,
Taraflarca yapılan yargılama giderlerinin taraflar üzerinde bırakılmasına,
Taraflarca yatırılan bakiye gider avansının kararın kesinleşmesi halinde yatırana iadesine,
Dair, taraf vekillerinin yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık süre içerisinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde İSTİNAF yasa yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 24/03/2023

Katip
¸e-imzalıdır

Hakim
¸e-imzalıdır

Harç/ Masraf Dökümü
Peşin Harç : 853,88 TL
Karar Harcı : 179,90 TL
Bakiye Harç : 673,98 TL

Davacı Gider Avansı
Yatırılan Avans : 440,00 TL

Yargılama Gideri Detayları
Posta Giderleri : 264,40 TL