Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2018/349 E. 2018/1226 K. 05.12.2018 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1.ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2018/349 Esas
KARAR NO : 2018/1226 Karar

DAVA : Tazminat (Haksız Rekabetten Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 10/10/2012
KARAR TARİHİ : 05/12/2018

Mahkememizde görülmekte olan Tazminat (Haksız Rekabetten Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA/
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren müvekkili şirket ile davalılardan … arasında 10.03.2006 tarihli belirsiz süreli iş sözleşmesi imzalandığı, davalının iş akdi uyarınca müvekkili şirkette en son gelişmekte olan ürün ve servisler uzmanı olarak çalıştığı ve davalı tarafından müvekkili şirkete verilen 23.03.2012 tarihli dilekçe ile iş akdinin sona erdirildiği ve aynı gün taraflar arasında protokol imzalandığı, ancak davalı …’in iş akdinin feshinden sonra sözleşmenin 10. maddesinde belirtilen rekabet yasağı hükmüne aykırı olarak sözleşmenin sona ermesinden sonra 1 yıl içinde 23.07.2012 tarihinde müvekkili şirketin faaliyet alanına giren başka bir şirket olan diğer davalı … A.Ş.de çalışmaya başladığı, bu durumun davalılara ihtarname ile bildirilip rekabet yasağına aykırı davranışlara son verilmesinin istendiği, ancak ihtarnameye rağmen rekabet yasağına aykırı davranışların devam ettiği, davalı …’in iş sözleşmesinde yer alan rekabet yasağına ve sır saklama yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle diğer davalı … A.Ş.’nin ise İş Kanununun yeni iş verenin sorumluluğu başlıklı 23. maddesi uyarınca birlikte sorumlu bulundukları, davalılar arasındaki sözleşmenin nitelik olarak davalı …’in müvekkili şirketin müşterilerini tanımasına ve işlerinin gizli yönlerini öğrenmesine elverişli bir sözleşme olduğu, müvekkili şirkletin faaliyet gösterdiği sektörde yoğun rekabet ortamı mevcut olup rekabet yasağı kapsamında müvekkili işveren açısından haklı, ekonomik ve sosyal nedenlerin bulunduğu, hizmet sözleşmesinde çalışan aleyhine cezai şart öngörülmesinin geçerli bulunduğu, rekabet yasağının ihlal edilmesi nedeniyle 4857 sayılı İş Kanununun yeni işveren sorumluluğu başlıklı 23. maddesine göre cezai şarttan her iki davalının da müştereken ve müteselsilen sorumlu bulunduğu iddia edilerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 40.000,00 TL cezai şartın davalı işçi ve davalı işverenden yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istenmiştir.
SAVUNMA/
Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 4857 sayılı İş Kanununun 23. maddesine aykırı hareket etmediği, iş sözleşmesinin müvekkili tarafından değil davacı şirket tarafından sona erdirildiği, Anayasanın 48. maddesinde çalışma ve sözleşme hürriyetinin düzenlendiği, bu maddeye göre herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahip olduğu, müvekkilinin iş ve ticaret sırlarını işverene zarar verici nitelikte paylaşmasının söz konusu olmadığı, bunun aksinin davacı tarafça ispat edilmesinin gerektiği beyan edilerek davanın reddine karar verilmesi istenmiştir.
Davalı … A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı ile diğer davalı arasındaki iş sözleşmesinin karşılıklı olarak sona erdirilmesine ilişkin imzalanan protokol gereğince davacı tarafın cezai şarta ilişkin talepte bulunmasının mümkün olmadığı, ayrıca iş sözleşmesine maktu olarak konulan cezai şartın baskı altında imzalattırılan ve genel işlem şartı niteliğindeki rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli bulunmadığı, karşı edim olmaksızın sözleşmeye konulan rekabet yasağının ekonomik özgürlüğü tehlikeye düşüreceği gibi Anayasanın çalışma özgürlüğü ilkesine de aykırı olduğu, talep edilen cezai şart miktarının fahiş bulunduğu iddia edilerek davanın reddine karar verilmesi istenmiştir.
DELİLLER VE GEREKÇE/
Dava, 818 sayılı BK’nın 348 ve 349. ( TBK m.444 – 445) maddelerinde düzenlenen ve çalışanın rekabet yasağı kuralını ihlal neticesinde 40.000,00 TL tutarındaki cezai şart alacağının tahsili davasıdır.
Mahkememizin 11/11/2014 tarih ve 2014/733 E. ve 2014/196 Karar sayılı kararı ile ve “Yapılan yargılamadan toplanan delillerden; davacı şirket tarafından daha önce hizmet sözleşmesi gereğince işçi olarak çalışan davalılardan …’in iş sözleşmesinin sona erdirilmesinden sonra davalı şirkette çalışmaya başladığı, bu durumun taraflar arasındaki sözleşmenin 10. maddesindeki rekabet yasağına aykırı bir davranış olup davalılardan …’in sözleşme gereğince, diğer davalı şirketin ise İş Kanununun yeni iş verenin sorumluluğu başlıklı 23. maddesi uyarınca birlikte sorumlu bulunduğu iddia edilerek cezai şartın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesinin istendiği, öncelikle davalı … A.Ş.’nin sorumluluğunun sadece İş Kanunu’na dayandırılması, bu davalı şirketin ayrıca bir haksız eyleminin olduğunun iddia edilmemesi ve davacı ile diğer davalı arasındaki hizmet sözleşmesinde taraf olmaması nedeniyle bu davalıya husumet yöneltilemeyeceği, diğer davalı …’in ise davacı şirketle iş akdinin sonlandırılmasından sonra davacı ile aynı alanda faaliyet gösteren davalı şirkette çalıştığı tartışmasız ise de bu durumun başlı başına haksız rekabet oluşturmayacağı, davacı tarafça davalı işçinin hangi ticari sırlara vakıf olmak suretiyle rakip firmanın menfaatine yarar sağladığını açıklamak ve ispat etmek zorunda olup haksız rekabete ilişkin cezai şartın muhtemel tehlike varsayımına dayalı olarak peşinen tahakkuk etmeyeceği, davalının işten ayrıldıktan sonra birtakım ticari sırları rakip firmaya taşıdığı ve rakip firmanın da bundan haksız yarar sağladığının açıkça belirlenmesi gerektiği, davacı tarafça kötülemede dahil olmak üzere bu şekilde bir haksız rekabet varlığının iddia ve ispat edilemediği, aynı zamanda öncelikle sözleşmede rekabet yasağına yönelik olarak belli bir bölgenin belirlenmemiş olması nedeniyle anılan sözleşme hükmünün sözleşme tarihi itibari ile yürürlükte olan 818 Sayılı Borçlar Kanununun 348 ve 349 maddelerindeki emredici düzenlemeye ve Anayasanın çalışma özgürlüğü ilkesine aykırı bulunduğu, yasal koşulların gerçekleşmediği sonucuna varıldığından davalılardan … aleyhine açılan davanın esastan, … A.Ş. aleyhine açılan davanın pasif husumet nedeniyle dava şartı yokluğundan usulden reddine” şeklindeki gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Yargıtay 11. HD. 22.11.2017 tarih 2016/13197 E. ve 2017/6476 K. sayılı ve “Davalılardan …’e yönelik temyiz itirazlarına gelince, taraflar arasındaki rekabet yasağı sözleşmesi iş akdinin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin olarak yapmama (ileriye yönelik) edimini içeren akit niteliğindedir. Bu nedenle, uyuşmazlığa yasaya aykırı davranıldığı iddia olunan tarihteki, bir başka deyişle davalı işçinin yeni bir işe girdiği tarihte yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu hükümleri uygulanmalıdır. Somut uyuşmazlıkta da, dava konusu eylemin 23.07.2012 tarihinde başka bir işe girmek suretiyle gerçekleştiği ileri sürüldüğüne göre uyuşmazlığa bu tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK 444 vd. hükümlerinin uygulanması gerekir. Ayrıca, anılan maddeler uyarınca rekabet yasağının ihlali halinde zarar tehlikesinin varlığı yeterli olup, somut zararın gerçekleşmesi de gerekmez. O halde, mahkemece uyuşmazlığın 6098 sayılı TBK 444 vd. hükümlerine göre değerlendirilerek çözümü gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiştir” şeklindeki gerekçesi ile rekabet yasağı kuralının, davalının, 6098 sayılı TBK’nun yürürlüğünden sonra ve 23.07.2012 tarihinde yeni bir işe girmek sureti ile ihlal edilmiş olması nedeni ile uyuşmazlığa 6098 sayılı yasanın 444. v.d. maddelerinin uygulanması gerektiği, anılan maddeler uyarınca rekabet yasağının ihlali halinde zarar tehlikesinin varlığı yeterli olup somut zararın gerçekleşmesi gerekmediği nedeniyle mahkememiz kararı bozulmuştur.
Ancak bozma gerekçesi incelendiğinde, yüksek dairece, mahkememizin “… davacı tarafa kötüleme de dahil olmak üzere bu şekilde bir haksız rekabet varlığının iddia ve ispat edilmediği, aynı zamanda öncelikle sözleşmede rekabet yasağına yönelik olarak belli bir bölgenin belirlenmemiş olması nedeniyle anılan sözleşme hükmünün sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunun 348 ve 349 maddelerindeki emredici düzenlemeye aykırı ve Anayasanın çalışma özgürlüğü ilkesine aykırı bulunduğu, yasal koşulların gerçekleşmediği sonucuna varıldığından…” şeklindeki gerekçesi bakımından bir temyiz incelemesi yapılmadığı ve salt zararın oluşması gerekip gerekmediği ve ihlalin kabulü için zarar tehlikesinin varlığının yeterli olması bakımından temyiz incelemesi yapıldığı görülmektedir.
Oysa dava dilekçesi incelendiğinde, hizmet sözleşmenin davacı … A.Ş. ile davalı … arasında 10.03.2006 tarihinde akdedildiği, sözleşmenin taraflarca karşılıklı olarak 23.03.2012 tarihinde sona erdirildiği ve davalı …’in diğer davalı nezdinde 23.07.2012 tarihinde işe başladığı görülmektedir.
Bozma ilamı kapsamında, bu şekilde gelişen ve davaya konu ilişkinin hangi kanuna tabi olduğunun belirlenmesi ve mer’i kanun kapsamında uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
6101 sayılı yasa ile 01.07.2012 tarihinde 818 sayılı BK. yürürlükten kaldırılmış ve 6098 sayılı yasa yürürlüğe girmiştir. Aslında bu konu 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında kanunun 1 ve 4. maddelerinde tartışmaya yer bırakmayacak şekilde çözüme ulaştırılmıştır.
Bu kapsamda 6101 sayılı yasanın “Geçmişe Etkili Olmama Kuralı” başlıklı 1. maddesinin “(1) Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” şeklindeki hükmü ile TBK’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Dolayısı ile TBK. Kural olarak olarak geçmişe etkili (makable şamil) değildir. Ancak TBK’nun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye TBK.ya tabidir.
Ancak 6101 sayılı yasanın “Kazanılmamış Haklar” başlıklı 4. maddesinin “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce gerçekleşmiş olup da, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış fiil ve işlemlere, Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.” şeklindeki hükmü gereği TBK’nun yürürlüğe girmesinden önce gerçekleşmiş olup da, TBK’nun yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış fiil ve işlemlere, TBK. hükümleri uygulanır.
Bu kapsamda somut olaya bakıldığında, davacı … A.Ş. ile ile davalı … arasında 10.03.2006 tarihinde akdedilmiş olan hizmet sözleşmenin geçerlik koşulları diğer bir deyişle “bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıkları” bakımından sözleşmenin 818 sayılı BK.ya tabi olduğu ve fakat ihlalin TBK’nun yürürlük tarihi olan 01.07.2012 tarihinden sonra 23.07.2012 tarihinde gerçekleştiği iddia olunduğundan ihlalinin gerçekleşip gerçekleşmediği ve ihlalin sabit görülmesi halinde ihlal eden aleyhine hüküm ve sonuç doğurup doğurmayacağı hususunun ise 6098 sayılı TBK.ya tabi olduğu görülmektedir.
Taraflara arasında akdedilmiş olan sözleşmenin 10. maddesinin “çalışan işbu sözleşme süresince ve sözleşmeyi haklı nedenler olmaksızın feshetmesi veya işverence haklı veya geçerli nedenlerle feshine sebebiyet vermesi halinde sözleşmenin sona ermesinden itibaren 1 yıl süreyle işverenin faaliyet alanına giren şirketlerde veya işverenin müşterisi veya rakibi olan kişi veya kuruluşlar veya bunların temsilcileri, ortakları, yöneticileri yahut danışmanları nezdinde çalışmamayı, bu tür işleri kendi nam ve hesabına yapmamayı, bu yükümlülüğe aykırı davranması halinde son brüt aylık ücretinin 10 katı kadar cezai şart ödemeyi kabul eder” şeklindeki hükmü ile davalı …’in rekabet etmeme taahhüdünde bulunduğu ve bu taahhüdünü ihlal etmesi halinde cezai şart ödemeyi taahhüt ettiği görülmektedir.
Bu taahhüdün geçerliliği taahhüdün 818 sayılı BK’nın emredici nitelikteki 349. maddesinin “Rekabet memnuniyeti ancak işçinin iktisadi istikbalinin hakkaniyete muhalif olarak tehlikeye girmesini menedecek surette zaman, mahal ve işin nevi noktasından hal icabına göre münasip bir hudut dahilinde şart edilmiş ise muteberdir.” şeklindeki hükmüne uygunluğu ile mümkündür. Düzenlemeye bakıldığında rekabet yasağının ancak işçinin ekonomik geleceğinin hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye girmesini önleyecek şekilde, sözleşmede zaman, mahal ve işin nevi noktasından hal icabına göre münasip bir sınır dahilinde şart edilmiş olması halinde sözleşmenin geçerli olacağının öngörüldüğü aksi halde bu şartları öngörmeyen bir sözleşmenin geçerli olmayacağının açıkça hükme bağlandığı görülmektedir.
818 sayılı yasanın 349. maddesi bakımından sözleşmenin rekabet yasağını düzenleyen 10. maddesine bakıldığında mahal sınırlamasının olmadığı nedeni ile sözleşmenin geçerli olmadığı görülmektedir. Bu şekilde geçerli olmadığı saptanan bir sözleşmeden dolayı meydana geldiği iddia olunan ihlal sabit görülse bile ve bu ihlal neticesinde 6098 sayılı yasa kapsamında zararın meydana geldiği ispat edilmek yerine zarar tehlikesinin varlığı sabit görülse bile sözleşme geçersiz olduğundan davacı lehine hak ve alacak doğurmayacaktır.
Nitekim mahkememiz de esasen 11.11.2014 tarih 2014/733 E. ve 2014/196 K. sayılı kararında bu hususu “…aynı zamanda öncelikle sözleşmede rekabet yasağına yönelik olarak belli bir bölgenin belirlenmemiş olması nedeniyle anılan sözleşme hükmünün sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunun 348 ve 349 maddelerindeki emredici düzenlemeye aykırı…” şeklindeki gerekçe ile tespit etmiş ve esasen bu nedenle davanın reddine karar vermiştir.
Bu nedenle geçersiz bir sözleşme de davacı lehine hak ve alacak doğurmayacağından 6098 sayılı yasanın 444/2. maddesi kapsamında rekabet yasağının ihlali halinde zarar tehlikesinin varlığının yeterli olması bakımından inceleme yapılmaksızın maya gerek duyulmamış ve yargıtay bozma ilamı esas bakımından yasaya aykırı bulunarak uyulmamış ve mahkememizin 11.1.2014 tarih 2014/733 E. ve 2014/196 K. sayılı kararında ısrar sureti ile davanın reddine karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 22/11/2017 tarih 2016/13197 E. – 2017/6476 K. Sayılı kararı esas bakımından yasaya aykırı olduğundan eski kararda ısrar sureti ile davanın REDDİNE,
Karar tarihinde yürürlükte bulunan harçlar tarifesi gereğince alınması gereken 35,90 TL maktu karar harcının peşin yatırılan 594,00 TL harçtan mahsubu ile bakiye 558,10 TL harcın kararın kesinleşmesi ve talep halinde davacıya iadesine,
Davalı … A.Ş. vekili lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi gereğince hesaplanan 2.180,00 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı … A.Ş.’ye verilmesine,
Davalı … vekili lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi gereğince hesaplanan 4.750,00 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı …’e verilmesine,
Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Taraflarca yatırılan bakiye gider avansının kararın kesinleşmesi halinde yatırana iadesine,
Taraf vekillerinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük süre içinde Yargıtay’da TEMYİZ yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 05/12/2018

Katip
e-imza

Hakim
e-imza