Emsal Mahkeme Kararı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi 2015/1025 E. 2022/567 K. 09.06.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
İSTANBUL
1. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
ESAS NO : 2015/1025
KARAR NO : 2022/567

DAVA : İTİRAZIN İPTALİ ( Vekalet Sözleşmesinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 26/10/2015
KARAR TARİHİ : 09/06/2022

Mahkememizde görülmekte olan İtirazın İptali (Vekalet Sözleşmesinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili Dava Dilekçesinde özetle: “Davalının zarar verdiği şirketlerin … yönetiminde bulunması nedeniyle bu şirketlere verilen zararın müvekkili kurumun zarara uğraması sonucunu doğurduğundan müvekkilinin aktif husumet ehliyeti bulunduğu, bunun dayanağının da temlik sözleşmesi olduğu, … kurulunun kararı ile İktisat Bankası hakim ortağı … grubu şirketlerin yönetim ve denetimine 26.05.2004 tarihinden itibaren el konduğu ve davalı ile … grubu şirketleri ile 18.06.2004 tarihinde aynı şartları taşıyan iki adet Avukatlık ve Hukuk Müşavirliği Sözleşmesi imzalandığı ve gruba dahil 34 adet firmanın 2004 Eylül ayından itibaren de yönetim kurulu kararı ile davalıya 1. derece imza yetkisi tanındığı, davalıya Haziran-Aralık 2004 döneminde 40.946,- YTL. danışmanlık ve sözleşme gereğince 87.553,00 YTL. da vekalet ücreti ödendiği, yapılan ödemelerin incelenmesi sonucund;a davalıya sözleşme ile belirlenen şartların üzerinde 48.088,- YTL. fazla ödeme yapıldığının belirlendiği, fon kurulunun kararına istinaden … grubu şirketlerin davacıdan olan 48.088,00 YTL. alacağının fon tarafından temlik alınarak, zarar tarihlerinden temlik tarihi 20.06.2006 tarihine kadar olan dönem için 23.274,00 TL. faiz alacağı ile birlikte 71.362,00 TL. alacağın tahsili için 6183 sayılı yasa gereğince ödemeye çağrı mektubu gönderildiği ve başlatılan takiplerin İstanbul 4. ve 5. İdare Mahkemelerinin ‘6183 sayılı yasa hükümleri uyarınca takip ve tahsilinin hukuken mümkün bulunmadığı’ gerekçesiyle usuli nedenlerle iptal edildiği, bunun üzerine fon kurulunca alınan karar ile alacağın genel hükümler çerçevesinde tahsil edilmesinin kararlaştırıldığı, … grubu 23 adet firmanın yönetim kurullarınca alınan kararlarla, davalının 1. derece imza yetkisi ile yetkilendirilmesine karar verildiği, davalının yönetici olduğu bu şirketlerden her bir sözleşmede 8 şirkte için geçerli olmak üzere, iki ayrı sözleşme düzenlenerek, sözleşmede belirtilen şartlarla davalının bu şirketlere Avukatlık ve Hukuk Müşavirliği hizmeti vermesinin kararlaştırıldığı, önemli maddelere göre vekalet ücretlerinin % 50 sinin peşin, % 50 sinin ise dava sonunda ödenmesi ve sözleşmenin 2 yıl süreli olması hususlarının bulunduğu, davalıya Haziran-Aralık 2004 döneminde 40.961,56 YTL danışmanlık ücreti ve bunun yanında 87.553,23 YTL. vekalet ücreti ödendiği, sözleşmedeki vekalet ücreti kademelerinin ve ücretlerinin bu tarihlerde Barolar Birliği tarafından yayınlanan ücret tarifesinden yüksek olduğunun görüldüğü, davalının Ocak 2005 de iki kez şirkete geldiği ve 2005 Mart ayı içinde de yetkilerinin iptal edildiği, davalının ayrılmasını takiben yeni bir avukatlık ücret sözleşmesi yapıldığı, buna göre avukata tüm şirketler için toplam 3.500,- YTL. ödeneceğinin belirtildiği, yapılan incelemede sözleşme şartlarına göre davalıya 48.088,15 YTL. fazla ödeme yapıldığının görüldüğü, konu ile ilgili olarak 4 ayrı ceza soruşturması açıldığı, yapılan yargılamada mahkumiyet kararı verilmiş ise de zamanaşımından düşme kararı verildiği, davalının 34 adet … grubu şirkette üst yönetici konumunda görev yaptığı, davalının Hukuk Müşavirliği Unvanı ve 1. derece imza yetkilerini kullanarak, kendisine sözleşme şartları üzerinde ödeme yapılmasını sağladığından sorumlu olduğu, zira ödemelerin kendisi hesaplamalarına ve düzenlediği makbuzlara istinaden yapıldığı, İddiasında bulunarak, – Açıklanan nedenlerle …’ün borca yeter tutarda taşınır taşınmaz mallarına ve üçüncü şahıslardaki hak ve alacaklarına haciz konulmasına, … 36. İcra Müdürlüğünün … E. sayılı takibine vaki itirazın iptaline karar verilmesi” talebinde bulunmuştur.
Davalı vekili Cevap Dilekçesinde özetle: “Müvekkili veya davacının tacir olmadıkları ve alacak iddiasının da fon alacağı değil, sözleşme alacağı olduğu, temlik ile mahkeme değiştirilemeyeceğinden görevli mahkemenin de Asliye Ticaret Mahkemesi olmadığı, davacının sunduğu temliknamenin hukuken geçerli olmadığı, temlik edilen alacağın ne olduğu açıklıkla belirli olmadığı, sadece iddiadan ibaret olduğu, … nin müvekkili hakkında dava açma ehliyeti bulunmadığı, çekişme konusu makbuz tarihlerinin Eylül-Aralık 2004 arasında olduğuundan sözleşmeden kaynaklanan alacakların 5 yıllık zamanaşımına tabi olması nedeniyle, davanın zamanaşımından reddinin gerektiği, davacının müvekkilinin sözleşmelere aykırı olarak fazla ücret aldığına ilişkin iddiasının gerçeği yansıtmadığı, zira bu tespitin davacı personeli olan Denetmen …’in raporuna dayandığı hususunun … C. Başsavcılığına verdiği 09.02.2007 tarihli dilekçede ayrıntılı olarak arz edildiği, sözleşmede barolar birliğince yayınlanan ücret tarifesinden yüksek ücret belirlendiği ve şirkete 2005 yılında iki kez gelindiği itirazlarının barolar birliğince yayınlanan ücret tarifesinin adı üstünde asgari ödenecek tutarları ifade etmesi nedeniyle, bu tutarlar üzerinde bir bedelle sözleşme yapılabileceği ve işverenle anlaşılarak sözleşme imzalandığı, nitekim fazla ödeme ile ilgili olarak … C. Başsavcılığının fezlekesinde ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü kararında, taraflarca serbestçe ayrı bir vekalet ücreti kararlaştırılmadığı hallerde vekalet ücretinin asgari sınırlar altında olamayacağı belirtilerek, fazla ödeme iddiasının asılsız olduğu hükmüne varıldığı, davacının sözleşme şartlarını sanki sigortalı kadrolu personelmiş gibi değerlendirdiği, yönetimlerde değişiklik olması üzerine kendisine ödeme yapılmadığı ve fesih tazminatı ve diğer konularda ibra vermesinin istenmesi ve müvekkilinin de ibra vermemesi üzerine, alacağa mesnet olduğu iddia edilen raporun düzenletilmiş olduğu, takiben eldeki dosyaların o günkü şirket çalışanı iki avukat … ve …’a devredildiği, müvekkili inisiyatifindeki dosyalara vekalet konulara,k alınabilecek bir çok dosya için de talepte bulunmadığı, davacının daha sonra daha düşük bedelli sözleşme imzaladıklarından bahisle müvekkiline ait sözleşmenin fahiş olduğunu ileri sürdüğü, müvekkili ile imzalanan sözleşmelerin altında davacı tarafından atanan şirket yöneticilerinin imzalarının bulunduğu, avukatların tecrübe ve talep durumuna göre farklı ücretler almalarının sözleşme serbestisi doğrultusunda doğal bir durum olduğu, davacı yanın dava dilekçesinde ‘Konu ile İlgili Yapılan Ceza Soruşturması’ başlığı altında müvekkili ile ilgisi bulunmayan kişilerin yargılamasından bahsederek gerçeğe aykırı ve eksik beyanlarda bulunduğu, davacı vekilinin dava dilekçesinin Davalının Şirketlere Yönetici Olarak Atanması, Davalının Yönetici Olduğu Şirketlere Hukuksal Danışman Olarak Atanması, Davalının Kendisine Ödenen Fahiş ve Haksız Tutarlardan Sorumlu olduğu beyanları ile yanıltıcı ifadeler kullandığı, icra takibinde yer alan ve asıl alacağa uygulanan faiz oranının fahiş olduğu, davacının icra takibinde 20.06.2006 tarihine kadar 23.274,- TL. ve bu tarihten de takip tarihine kadar 80.438,50 TL. fahiş faiz istediği, alacağı kabul anlamına gelmemek kaydıyla işletilen faizin kabul edilebilir olmadığı, zira davacının bu hesabı 6183 sayılı kanuna göre yaptığı, bu nedenle işletilmiş ve işletilen faize ve faiz oranına itiraz ettikleri, ihtiyati haciz talebinin reddinin gerektiği, takibin tedbiren dava sonuna kadar durdurulması talebinde bulundukları, Savunmasında bulunarak, Açıklanan nedenlerle; müvekkili davalının daha sonra telafisi mümkün olmayan zararlara uğramaması için icra takibinin dava sonuna kadar tedbiren durdurulmasına, her türlü hukuki ve cezai beyanlarda bulunma ve delil bildirme hakları saklı kalmak kaydıyla, sözleşmeye, hukuka ve mevzuata aykırı olan davanın reddine, takip haksız ve hukuka aykırı olduğundan davacı tarafa % 20 den az olmamak üzere icra inkar tazminatı yükletilmesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla , yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa tahmiline, karar verilmesi,” karşı talebinde bulunduğu görülmüştür.
Mahkememizin 09/05/2017 tarihli duruşmasında alınan 1 nolu ara karar ile dosyanın resen belirlenecek avukatlık mesleğinin yürütülmesine ilişkin akademisyen bilirkişi ve mali müşavir bilirkişiye tevdi ile rapor düzenlemelerinin istenilmesine karar verilmiş,bilirkişiler … VE…tarafından sunulan 19.03/2019 tarihli raporda özetle; nihai takdir ve hukuki tavsif Mahkemeye ait olmak üzere; yapılan inceleme tespit ve değerlendirmeler sonucunda; davacı … tarafından davalı tarafa, aralarında mevcut olan “Avukatlık ve Hukuk Müşavirliği Hizmet ve Ücret Sözleşmesi”ne göre fazla ödeme yapılmış olduğu, davalının zaman aşımı savunmasının yerinde olmadığı, yapılan ödemeler her ne kadar davalının kestiği serbest meslek makbuzları (faturalar) karşılığı yapılmış olsa da, davalının dosyaya sunmuş olduğu belgeler arasındaki söz konusu hizmetleri bilfiil ifa ederek, sözleşme ile kararlaştırılan ücrete hak kazandığını ortaya koyamadığı, sözleşmede açıkça belirtildiği üzere, kararlaştırılan asgari ücretin %50 si dava açıldığı veya icra takibinin yapıldığı hallerde kalan %50 ise davanın hükme bağlanması veya takibin sona ermesi halinde ödeneceği öngörülmüş olduğu halde, davalının avukatlık ücreti olarak, kararlaştırılmış miktarın tamamı için fatura kestiği, keza davalının yaptığını belirttiği sözleşmeler için avukatlık ücreti almış olmasına karşılık zikredilen sözleşmelerin gerçekten yapılmış olduğunu gösteren belgelerin davalı tarafça dosyaya sunulmamış olduğu, taraflar arasında yapılan ücret sözleşmesinde ihtarname düzenlenmesini ve savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını kapsayan bir hükme rastlanmadığı halde, bu durum sözleşme kapsamında kabul edilip ücret tahsil edildiği, neticede davacının öne sürdüğü 48.088 TL anapara + 23.274 TL ile birlikte, toplam 71.362 TL fazla ödemede bulunulduğu iddiasına karşı davalının yaptığı hizmeti ispat edecek delilleri sunarak, bu miktarı ilgili sözleşme kapsamındaki hizmeti çerçevesinde aldığını ortaya koyamadığından, talebin yerinde olduğu, takip tarihi olan 08.06.2016 tarihinden itibaren 48.088.00 TL asıl alacak için 3095 Sayılı Yasanın 1. maddesi gereğince %9 yasal faiz talep edilebileceği, yönünde görüş ve kanaat belirtmişlerdir.
Davacı itirazlarının değerlendirilmesi ve icra takibindeki asıl alacak ve faizlerinin de tespiti suretiyle ek rapor alınmasına karar verilmiş, bilirkişiler … VE … tarafından sunulan 05/08/2019 tarihli ek raporda özetle; takip talebinde ileri sürülen alacak kalemleri hakkında davalı tarafın yapmış olduğu itiraz bakımından, nihai takdir ve hukuki tavsif Mahkemeye ait olmak üzere; yapılan inceleme tespit ve değerlendirmeler sonucunda; dava konusu ve itiraza uğrayan asıl alacak miktarı olan 48.088.00 TL için açısından itirazın iptal edilmesi gerektiği, keza 20.06.2006 tarihine kadar işlemiş olan 23.274.00 TL’lik faiz alacağı bakımından da vaki itirazın iptal edilmesi gerektiği, 20.06.2006 / 08.06.2016 tarihleri arasında işlemiş olduğu iddia edilen 80.483.50 TL’lik faiz alacağına yapılan itiraz bakımından ise itirazın 37.311,02 TL’lik kısmı için kabul; kaları 43.172.48 TL’lik miktar içinse itirazın iptal edilmesi gerektiği yönünde görüş ve kanaat belirtildiği anlaşılmıştır.
Mahkememizin 03/12/2020 tarihli duruşmasında alınan 1 nolu ara karar ile dosyanın ticaret hukuku konusunda uzman bir bilirkişi ile bankacılık konusunda uzman bilirkişiden oluşan heyete tevdine ve davalının yönetim ve denetim yetkisinin bulunup bulunmadığı, alacağın varolduğu kabul edildiği takdirde alacağın muaccel olduğu tarih (ilk ve son ödeme tarihi) takip tarihi itibariyle asıl alacak ve işlemiş faiz tutarı konularında rapor tanzim edilmesinin istenilmesine karar verilmiş, bankacılık konusunda uzman … ve ticaret hukuku konusunda uzman … tarafından sunulan 24/05/2021 tarihli raporda özetle; yapılan inceleme ve hesaplamalar sonucunda: davacı yanın davalıdan 08.06.2016 takip tarihi itibarıyla itibarıyla: 42.862,53 TL. asıl alacak ve 6183 sayılı yasa kapsamında keşide edilen ödeme emri ile 18.05.2011 tarihinde temerrüde düştüğü cihetle; bu tarihten takip tarihine kadar da 29.791,81 TL. avans faizi olmak üzere toplam 72.654,34 TL. alacaklı olduğu, heyetin kanaati bu yönde olmakla birlikte Mahkememizin heyetin görüşü aksine; ihtar gerekmeden her bir işlem tarihinden itibaren faiz istenebileceği görüşüne varması halinde değerlendirilmek üzere yaptıkları hesaplamalara göre de; davacı yanın davalıdan 08.06.2016 takip tarihi itibarıyla itibarıyla: 42.862,53 TL. asıl alacak ile 20.06.2006 temlik tarihine kadar 16.814,79 TL. faiz ve bu tarihten de takip tarihine kadar da 78.232,34 TL. faiz olmak üzere toplam 137.909,66 TL. istemde bulunabileceği, davacının tespitlerini aşan asıl alacak ve faiz taleplerinin yerinde olmadığı, takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar 42.862,53 TL. matrah üzerinden avans faizi istenebileceği, yönünde görüş ve kanaat belirtildiği anlaşılmıştır. Bilirkişi raporunda 08.06.2016 tarihi esas alınarak faiz hesabı yapıldığı anlaşılmakla takibin 08.06.2015 tarihli olduğu dikkate alınarak işlemiş faiz tutarının hesaplanması için dosyanın yeniden son bilirkişi heyetine tevdiine, tarafların diğer itirazlarının mahkememizce değerlendirilmesine karar verilmiş, bilirkişiler … ve … tarafından sunulan 01/12/2021 tarihli ek raporda özetle; yapılan inceleme ve değerlendirmeler sonucunda: davacı yanın davalıdan 08.06.2016 takip tarihi itibarıyla itibarıyla: 42.862,53 TL. asıl alacak ve 6183 Sayılı Yasa kapsamında keşide edilen ödeme emri ile 18.05.2011 tarihinde temerrüde düştüğü cihetle; bu tarihten takip tarihine kadar da 24.741,66 TL. avans faizi olmak üzere toplam 67.604,19 TL. alacaklı olduğu, heyetin kanaati bu yönde olmakla birlikte Mahkememizin heyetin görüşü aksine; ihtar gerekmeden her bir işlem tarihinden itibaren faiz istenebileceği görüşüne varması halinde değerlendirilmek üzere yaptıkları hesaplamalara göre de; davacı yanın davalıdan 08.06.2015 takip tarihi itibarıyla itibarıyla: 42.862,53 TL. asıl alacak ile 20.06.2006 temlik tarihine kadar 16.814,79 TL. faiz ve bu tarihten de takip tarihine kadar da 73.182,19 TL. faiz olmak üzere toplam 132.859,51 TL. istemde bulunabileceği, davacının tespitleriini aşan asıl alacak ve faiz taleplerinin yerinde olmadığı, takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar 42.862,53 TL. matrah üzerinden avans faizi istenebileceği yönünde görüş ve kanaat belirtildiği anlaşılmıştır.
Tüm Dosya Kapsamı Birlikte Değerlendirildiğinde;
Dava, 26.05.2004 tarihinden itibaren yönetimi ve denetimine el konulan İktisat Bankası hakim ortağı … grubu şirketlerle davalı arasında düzenlenen “Avukatlık ve Hukuk Müşavirliği Hizmet ve Ücret Sözleşmesi”ne göre fazla ödenen avukatlık ve hukuki danışmanlık ücretinin davalıdan tahsili için başlatılan takibe itirazın iptali istemine ilişkindir.
… 36. İcra Müdürlüğünün … E. Sayılı dosyası celp edilmiş tetkikinden; davacı … tarafından davalı aleyhine 48.088,00 TL si asıl alacak olmak üzere toplam 151.845,50 TL nin tahsili için başlatılan takibe davalı tarafından süresinde itiraz edildiği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın, 18/06/2004 tarihinden itibaren başlayacağı kararlaştırılan Avukatlık ve Hukuk Müşavirliği Hizmet ve Ücret Sözleşmelerinden kaynaklandığı açıktır.
Avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisi ise özel kanun niteliğindeki 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda düzenlenmiş olup, Kanun’un “Avukatlık Sözleşmesinin Kapsamı” başlıklı 163. maddesi;
“Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.
Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.” hükmünü taşımaktadır.
Yasa maddesinde avukatlık sözleşmesinin bir tanımı yapılmamış ise de, açıklanan unsurlar dikkate alındığında avukatlık sözleşmesi; avukat ile iş sahibi arasında, avukatın hukuki yardımda bulunmayı üstlendiği, iş sahibinin de kural olarak yapılan iş karşılığında avukata ücret ödeme borcu altına girdiği tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olarak tanımlanabilir.
Avukatlık sözleşmesinin önemli bir unsuru olan avukatlık ücreti ise Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde düzenleme altına alınmış ve avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağ veya değeri ifade ettiği belirtilmiştir.
Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesinin 03.03.2004 tarihli, 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı).
Avukatlık Kanunu’nun 166. maddesinin birinci fıkrasında ücret nedeniyle avukata hapis hakkı da tanınarak; avukatın, müvekkili tarafından verilen veya onun namına aldığı malları, parayı ve diğer her türlü kıymetleri, avukatlık ücreti ve giderin ödenmesine kadar, kendi alacağı nispetinde elinde tutabileceği öngörülmüştür.
Ne var ki, bu maddede tanımlanan hapis hakkı, sadece vekâlet ücreti alacakları ve yapılan giderler oranında kullanılabilir. Avukatın, müvekkili nam ve hesabına tahsil etmiş olduğu alacak ve değerlerden, ücret ve masraf alacağından fazla bir miktarını hapis hakkı adı altında elinde tutması, bu hakkın yasaya konuluş amacına aykırı olduğu gibi, avukatlık meslek kurallarına da aykırıdır. Aynı şekilde hapis hakkını kullanan avukatın, müvekkilin nam ve hesabına tahsil ettiği alacakları geciktirmeksizin iş sahibine bildirmesi, hangi işten dolayı ve ne miktarda ücret ve masraf alacağı olduğunu açıklaması ve konu ile ilgili karşı tarafı bilgilendirdikten ve gerektiği durumlarda yapılacak hesaplaşmadan sonra, alacağı oranında hapis hakkını kullanması gereklidir. Esasen bu durum, avukatın müvekkiline hesap verme yükümlülüğünün de tabii bir sonucudur. Nitekim, Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesine göre avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için davanın tabi olacağı zamanaşımı süresinin belirlenmesi gerekli olup bunun sağlanması ancak dava konusu değerin bağlı olduğu yasal düzenlemelerin tespiti ile mümkündür.
Yukarıda açıklandığı üzere avukatlık sözleşmesi 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda düzenlenmiş ise de bu sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanacak zamanaşımı süresi ile ilgili olarak Avukatlık Kanunu’nda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak, avukatlık sözleşmesinde bir ücret karşılığında hukuki yardımda bulunma edimi üstlenildiğinden, bu sözleşmenin iş görme amacı güden sözleşmelerden olan ve Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “vekâlet sözleşmesi”nin özel bir türü niteliğinde olduğu açıktır.
Vekâlet sözleşmesi, 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun (BK) 386 vd., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ise 502 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken BK’nın 386. maddesi düzenlemesi şu şekildedir:
“Vekalet, bir akittirki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.
Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekalet hükümleri cari olur. Mukavele veya teamül varsa vekil, ücrete müstahak olur.”
Mülga Kanun’a paralel düzenleme içeren TBK 502. maddesinin birinci fıkrasında; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasında vekâlete ilişkin hükümlerin, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanacağı öngörülmüştür. Bu yasal düzenleme, vekâlet sözleşmesinin iş görme sözleşmeleri bakımından kapsayıcı nitelikte olduğunu ve vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerin iş görme niteliğinde olmakla birlikte TBK’da düzenlenmemiş bulunan diğer tüm sözleşmelere de uygulanacağını göstermektedir.
Böyle olunca, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda öncelikle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, burada bir boşluk bulunması durumunda ise vekâlet sözleşmelerine ilişkin Borçlar Kanunu hükümlerinin ve yine genel nitelikli düzenlemelerin uygulanacağı kuşkusuzdur.
Avukatın hak ve ödevleri Avukatlık Kanunu’nun 34 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup buna göre avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler (m. 34).
Vekâlete ilişkin genel hükümlerde de vekilin üstlendiği işi ifa ederken tabi olacağı yükümlülükler mevcuttur. Nitekim vekilin sadakat, özen ve sır saklama borcuna ilişkin olarak BK’nın 390/2. maddesinde “vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” denilmiştir.
Sadakat borcu, vekilin kendisine değil başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bu borç nedeniyledir ki, vekil daima müvekkilin yararını gözeterek hareket etmeli, davranışlarını müvekkilin bu sözleşme ile ulaşmak istediği sonuçlara göre yönlendirmelidir.
Sadakat borcunun yanında vekilin, vekil edene “hesap verme borcu” da somut olay bakımından önem arz etmektedir. BK’nın 392/1. madde hükmü uyarınca, müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesi konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını ona vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı değildir, halin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir.
Hesap verme borcu, vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ait belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Bu, bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türüdür. Hesap verme hem müvekkilin hem de vekilin yararınadır. Zira vekilin müvekkile bilgi vermesi suretiyle müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek, gerektiğinde vekili azletmek ve ortaya istenmeyen bir sonucun veya zararın çıkmasını engellemek olanağına kavuşacağı gibi; vekil de, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcunu daha kolay yerine getirebilecek, böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir.
Hesap verme yükümlülüğü müvekkilin, hukuki durumu ve haklarını kullanabilmesi için olaylar hakkında tam ve gerçeğe uygun bilgi verme suretiyle yerine getirilmelidir. Bu yükümlülük vekâlet konusu olan işin yapılması borcunun bir tamamlayıcısı ve vekâletin, elde olunan veya kalan şeyleri müvekkile vermek suretiyle, tasfiyesinin bir hazırlayıcısı niteliğinde olup hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunacaktır. Müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için dava açabilecektir. Hesap vermek için her zaman müvekkilin talebinin beklenmesi doğru olmaz; vekil, müvekkil tarafından talep edilmese de müvekkile hesap vermelidir.
Vekâlet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde devam eder. Bu durum sözleşmenin ifa edilmiş olmasına bağlı bir husus olmadığı gibi, gerektiğinde bu borç vekâlet sözleşmesinin sona ermesinden sonra da devam edebilmektedir.
Vekilin iade borcu kapsamında ise vekil, müvekkilinin sözleşme gereği olarak talep ettiği işin yapılması için her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyleri müvekkile iade ile yükümlü bulunmaktadır. Bu borç BK’nın 392/1. maddesinin “vekil her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye zorunludur” hükmünden doğar. Bu borcun kapsamına, vekilin üçüncü kişilerden aldığı değerler ve paralar ile avanslar gibi müvekkilin işin ifa edilmesi için vekile verdiklerinden arta kalanlar girmektedir. Vekil, müvekkili hesabına kazandığı hakları bunların devrine ilişkin şekillere uyarak müvekkile devretmeli, onun adına aldığı şeylerin zilyetliğini de ona geçirmelidir. Vekâletin icrası, vekil için hak kazandığı ücret dışında, bir zenginleşmeye yol açmamalıdır.
Bu açıklamalardan sonra kısaca zamanaşımı kavramı üzerinde durulması yerinde olacaktır.
Bilindiği gibi hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
Başka bir anlatımla zamanaşımı, kanunun belirlediği süreler içerisinde hakkın kullanılmaması sebebiyle dava ve icra kabiliyetini, karşı tarafın def’i ile kaybettiren ve haklar üzerinde etki yapan kanuni sukut sebebidir.
Zamanaşımı bir def’idir ve kanun koyucu TBK’nın 161. (BK, m.140) maddesinde “Zamanaşımı ileri sürülmedikçe, hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz” demek suretiyle zamanaşımının hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınamayacağını vurgulamıştır.
Zamanaşımına ilişkin bu kısa açıklamadan sonra eldeki uyuşmazlıkta uygulanacak zamanaşımı süresi ve sürenin başlangıcına ilişkin olarak hangi kanun hükümlerinin uygulanacağının belirlenmesi gerekmektedir.
TBK’nın 146. (BK, m.125) maddesinde ise zamanaşımının kapsamı ve süresiyle ilgili genel bir hüküm düzenlenmiş ve “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” denilmiştir. Kanun’un 147. (BK, m.126) maddesinde ise bu ilkenin bir kısım istisnaları düzenlenmiş olup eldeki uyuşmazlığa konu vekâlet sözleşmelerinin de dâhil edildiği bu madde hükmünde bazı alacakların beş yılda zamanaşımına uğrayacağı kabul edilmiştir.
Kural olarak; sözleşmeden doğan alacak zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlar (TBK, m.149;BK, m.128). Buradaki “muacceliyet” kavramı, alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir hâle gelmiş olma anlamını taşıdığından, öncelikle doğmuş bir alacağın varlığı gerekir. Alacağın muacceliyeti bir ihbar şartına bağlı ise zamanaşımı bu ihbarın yapılabileceği andan itibaren işlemeye başlayacaktır. Bu anlamda ifa anının gelmesine borcun muaccel olması denilebilir. Alacaklı ancak bundan sonra alacağını dava edebilir ve alacak için zamanaşımı süresi de bu andan itibaren işler.
Somut olaya dönüldüğünde;Vekilin iade borcu, hesap vermesi veya sözleşme ilişkisinin sona ermesi ile muaccel olacağından, … Denetleme Dairesinin 30/01/2006 tarih R1 Sayılı raporu ile davalı hakkında 09/02/2007 havale tarihli şikayet dilekçesi ile … Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, davalının ise soruşturma dosyasına 09/02/2007 havale tarihli dilekçe sunduğu, Adalet Bakanlığı Ceza İşler Genel Müdürlüğünün 13/11/2008 tarihli ”olur”u ile davalı hakkında soruşturma izni verilmediği, aynı zamanda davalı adına takip konusu bedellerin tahsili için ödemeye çağrı mektubu gönderildiği ve ödemeye çağrı mektubunun davalıya 13/07/2006 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilin hesap verme sürecinin 09/02/2007 tarihli suç duyurusu ile başladığı, davalının vekalet sözleşmeleri kapsamında fazladan tahsil ettiği bedeli iade borcunun hesap vermeye başlaması ile muaccel hale geldiği, davalının 09/02/2007 tarihli dilekçe ile şikayetten haberdar olduğu ve vekalet görevi ile ilgili şikayetlere yönelik savunmada bulunarak hesap vermesi ile alacağın muaccel hale geldiği, davaya esas takibin ise 09/02/2007 tarihinden itibaren 5 yıllık zaman aşımı süresi geçtikten sonra 08/06/2015 tarihinde açıldığı anlaşılmakla davanın zaman aşımı yönünden reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın zamanaşımı nedeniyle REDDİNE,
2-Davacı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
3-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ne göre hesap ve takdir edilen 10.077,06 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
5-Gider avansının kalan kısımlarının karar kesinleştiğinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı davalı vekilinin yokluğunda gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre içerisinde İstinaf yolu açık olmak üzere oy birliği ile verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 09/06/2022

BAŞKAN …

ÜYE …

ÜYE …

KATİP …