Emsal Mahkeme Kararı Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi 2020/836 E. 2022/355 K. 28.02.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/836
KARAR NO : 2022/355

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : … (…)
ÜYE : … (…)
ÜYE : … (…)
KATİP : … (…)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : GAZİANTEP 2. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 19/06/2017
NUMARASI : 2015/2210 E., 2017/648 K.

MÜTEVEFFA :
DAHİLİ DAVACILAR
(MİRASÇILAR) :

VEKİLİ :

VEKİLİ :

DAVALI :
VEKİLİ :
DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit
İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ : 28/02/2022
YAZIM TARİHİ : 28/02/2022

Taraflar arasında görülen davada Gaziantep 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce 2015/2210 Esas, 2017/648 Karar sayılı dosyasında verilen 19/06/2017 tarihli kararın istinaf incelemesi davacı … ve … vekili tarafından istenmiş olmakla, 6100 sayılı HMK’nın 353. maddesi gereğince tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan, dava dosyası için düzenlenen rapor ile istinaf sebepleri dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları, tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

– K A R A R –

Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davalının …. İcra Müdürlüğünün …. esas sayılı takip dosyasından davacı müvekkili … aleyhine …..TL meblağlı senet bedeline dayalı olarak takip başlattığını, takipte alacaklı olarak gözüken davalının davacı müvekkili ile iki yıla yakın süre boyunca evlilik dışı birliktelik yaşadıklarını, süre gelen evlilik dışı birliktelik döneminde davalının davacı müvekkilinden bitip tükenmez isteklerde bulunduğunu, davacı müvekkiline tehdit ve baskı ile ……düzenleme tarihli …. ödeme tarihli …… TL’lik senedi zorla imzalattırdığını, davalı ile müvekkili arasında evlilik dışı birlikte yaşam dışında ticari ilişkinin bulunmadığını ileri sürerek müvekkilinin davalıya ….. TL bedelli senedin iptaline, davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, takibin durmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili hakkında açılan davayı haricen öğrendiklerini, davacının dava dilekçesinde bononun ahlaka aykırı olacak şekilde, tehdit ve zorlama ile alındığının iddia edildiğini, BK’nın 39. maddesi gereği keşide tarihine göre dava açma süresinin dolduğunu, zamanaşımı definde bulunduklarını, davanın usulden reddine karar verilmesini istediklerini, davacının tanık deliline dayanmış olsa da tanık dinlenmesine muvafakat vermediklerini, davanın haksız ve kötü niyetli olarak açıldığını, davacının müvekkilinin birikimlerinden peyder pey almış olduğu paralar karşılığında yani müvekkiline olan borcundan dolayı bonoyu keşide ederek verdiğini, ispat külfetinin davacı yanda olduğundan bu hususta çok fazla açıklama yapmaktan imtina ettiklerini, davacının baskı, zorlama ve tehdit ile zorla senet imzalattırılmasının mümkün olabilecek bir insan olmadığını, ispat yükünün davacı yanda olsa da davacının kendi avukatının düzenlediği ve kendi avukatı ile davacının kendi yakın arkadaşı …. şahitliğinde ve huzurunda imzalanarak verilen protokol başlıklı belgeden de anlaşılacağı üzere bahse konu senedin “mevcut borcuna karşılık olmak üzere özgür iradesi ve bilinçli olarak” düzenlendiğini, dava dilekçesinde kasıtlı olarak iki yıla yakın bir süre birlikteliklerinin olduğu belirtilmiş ise de gerçek olmayıp yaklaşık sekiz yıl beraberliklerinin bulunduğu belirterek davanın reddine, ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması nedeni ile %20’den aşağı olmamak üzere tazminata karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, “…Yine bedelsizlik iddiaları bakımından yapılan incelemede; dava ve takip konusu bono; ….keşide, … vade tarihli … TL bedelli ihdas hanesi boş olan ve davalı ….’ın lehdarı olduğu davacının ise keşidecisi olduğu bir bonodur. Bonoda herhangi bir ihdas nedeni bulunmadığından davacının bononun bedelsiz olduğunu, HMK 201. md. uyarınca yazılı delille ispat etmesi gerekirken senedin bedelsiz olduğu yönünde belirtildiği şekilde yazılı bir delil dosya içerisine sunulmamış ve ispat külfeti üzerinde olan davacı tarafça bu iddiaları ispat edilememiştir. Yukarıda anlatılan sebeplerle ispat edilemeyen davanın reddine” karar verilmiştir.

Davacılar … ve … vekili istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemenin vermiş olduğu kararın usul ve yasal düzenlemelere ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu, taraflarınca talep edilen tanık dinletilmesi talebinin yerel mahkemece reddine dair verilen kararın Yargıtay ilamları ve HMK düzenlemesi gereği kaldırılması gerektiğini, yerel mahkemece 22/02/2016 tarihli ön inceleme celsesinde davalı tarafça ileri sürülmüş olan zamanaşımı savunmasına dair yerel mahkemece ret kararı verildiği, ret kararından usulünce dönülmesi ve ara kararından dönülmesi öncesi beyanlarının alınmamış olması, zamanaşımı savunmasının ilk itirazlardan olduğu gözetilmeden zamanaşımı sebebiyle tanık dinlenmeyerek davanın reddine karar verilmesinin yargılamanın eksik inceleme mahsulü olduğunu gösterdiğini, davalı tarafça yargılamanın başından itibaren esasa dair nitelikli savunma yapılmadığını, senet konusunda davacı taraf olarak tanık dinletilemeyeceği savunmasını ileri sürdüklerini, davalı tarafın iddiasının dayanak noktasının HMK 201 maddesinde senede karşı tanıkla ispat yasağı düzenlemesi olduğunu, ilgili düzenlemeye göre senedin kuvvetini azaltacak her savunmanın senet bedelinin …. TL aşağısında olmamak kaydıyla tanıkla ispat olunamaz şeklinde düzenlendiğini, söz konusu savunmaya ilk aşamada itibar edilebilir gibi kabul edilse dahi HMK’nın devam maddelerinden olan HMK 203. Maddesindeki düzenlemelerinde açık olduğunu, söz konusu düzenlemenin açık olup gerek tarafların arasında imam nikahlı evlilik birliği gerekse de ikrah iddiası gereği karşı tarafın muvafakati aranmadan tanık dinlenmesi gerektiği halde tanık dinletme taleplerinin reddi ile davanın reddine dair verilen kararın kaldırılması gerektiğini, resmi evliliğe zorlamak amacıyla ikrah sonucu doğan irade bozukluğu ile senedin imzalatılmış olması sebebiyle bizzat davalı tarafça sunulan protokoldeki tanığın dinlenilmesi iddia ve savunmaların hakkaniyete uygun amacın hukuk kuralları içerisinde gerçeğin aydınlatılması olduğunun gözetilerek tanık dinletilmesine dair ret kararının kaldırılması gerektiğini, davalı … ile müteveffa ……’in imam nikahlı olarak yaşadıkları ve eş oldukları gözetildiğinde tanık dinlenilmesi istinası olan eş durumu varlığının açık olduğunu, davalı tarafın davaya cevap dilekçesinde ifade etmiş olduğu beyanlarında tüm yargılama boyunca yapmış oldukları esasa dair savunmayı oluşturduklarını, mahkemenin dikkatini çekmesi gereken hususun davalı tarafın 150.000,00 TL’lik birikimini ne gibi çalışma sonucu elde ettiği ve mevcut olduğu durumu olduğunu, tarafların imam nikahlı olarak birlikte yaşarken kocası konumunda bulunan müteveffa …’e hangi sebeple borç olarak 150.000,00 TL’lik tutarı verdiğini, ispat yüküne ilişkin bu genel kuralın menfi tespit davaları için geçerli olduğunu, yani menfi tespit davalarında da tarafların sıfatları değişik olmakla beraber ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp bu genel kuralın uygulandığını, bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran tarafın o vakıayı ispat etmesi gerektiğini, menfi tespit davasında borçluya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesinin bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebileceğini, borçlunun borcun varlığını inkar ediyorsa bu durumlarda ispat yükünün davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşeceğini, menfi tespit davasında kural olarak hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı ve alacaklı hukuki ilişkinin varlığını kanıtlamak durumunda bulunduğunu belirterek ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılması istemiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

HMK’nın 353. maddesine göre inceleme yapıldığından duruşma açılmamıştır.
İstinaf incelemesi, 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi hükmü uyarınca, istinaf edenin sıfatı, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.
Dava, korkutma ve tehdit nedeniyle düzenlenen bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Türk hukuk öğretisinde kambiyo senetlerinin içerdiği hakkın doğumu konusundaki baskın görüş sözleşme teorisi ile açıklanmakta bu da güven ilkesi ile desteklenmektedir. Bu teoriye göre kambiyo senedinin düzenlenmesi ile içerdiği hak derhal vücut bulmaz, borcun doğumu için ayrıca senedin borç altına girmek kastıyla lehdara da verilmesi yani teslime ilişkin bir de ayni sözleşmenin mevcudiyeti gerekir (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, 7.b., Ankara 2017, s.21; Yılmaz, A.L.: Kambiyo Senetlerinde Def’iler, İstanbul 2007, s.51; Öztan, s.106; Kınacıoğlu, s.30 vd.). Bu sözleşmenin kurulması Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri gereği karşılıklı ve aynı yöndeki iradelerin açıklanması ile mümkündür. İradelerin açıklanması ve sakatlanması konusunda da aynı Kanunun hükümleri dikkate alınır.

Bir hukuki işlemin ve bu kapsamda bir sözleşmenin kuruluşunda ortaya konulan iradelerin bozulmamış, bir diğer ifade ile fesada uğramamış olması gerekir. İradedeki bozulmanın, sözleşmenin diğer tarafının ya da üçüncü bir kimsenin tehdidi (korkutması) sonucu ortaya çıkması hâlinde beyan sahibi, sözleşmeyle bağlı tutulamaz (bonoların düzenlendiği ….günü yürürlükte bulunan 818 s. BK m.29; TBK m.37). EREN’e göre taraflardan birinin, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir irade beyanında bulunması ya da sözleşme yapması hâlinde korkutmadan söz edilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.419 vd.; aynı yönde Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Serozan, R./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.I, 6.b., s.471 vd.; Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3.b., İstanbul 2000, s.97 vd.).
Korkutma fiili maddi bir vakıa niteliğindedir ve kanun koyucu, bu vakıanın senede bağlanmasının mümkün olmadığını öngörerek, ispat vasıtası olarak senet dışındaki delillere başvurulmasına cevaz vermiştir. 6100 sayılı HMK m.203/ç. Bu düzenleme, özellikle yazılı sözleşmeler bakımından, senede karşı senetle ispat kuralının (HMK m.201) önemli istisnalarından birisini oluşturmaktadır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b., İstanbul 2001, s.2297; Postacıoğlu, İ.E.: Şehadetle İspat Memnuiyeti ve Hudutları, İstanbul 1952, s.208 vd.; Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, C.II, 15.b., s.).

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında kambiyo senetleri ile bunların düzenlenmesine temel teşkil eden asıl borç ilişkisinden soyut bir borç oluşturulduğu, senedi elinde bulunduran kişinin ayrıca alt ilişkiyi ispatlamak zorunda olmadığı; kambiyo senetlerinin de korkutma suretiyle elde edilebileceği ve korkutma vakıasının da tanıkla ispatlanabileceği sonuçlarına varılmaktadır.
İkrah (korkutma), Türk Borçlar Kanunu 37, 38 ve kısmen 39. maddelerinde belirtildiği üzere bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki muameleyi, bir kötülüğün başına geleceği korkusuyla yapmak zorunda bırakılmasıdır. Bu muameleyi yaptığı takdirde aslında irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur, fakat iradenin meydana gelmesi sırasında bir sakatlık (fesad) söz konusu olmaktadır. Korkutma akdin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, üçüncü bir şahıs tarafından da yapılabilir. Neticesi bakımından fark yoktur.
İkrah, doktrin ve uygulamada haksız fiilin bir türü olarak kabul edilmektedir. Yapılış tarzına göre ikrah, maddi yada manevi olabilir. Her korkutma, ikrah olmaz. İkrahın meydana gelmesi için birtakım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.

Öncelikle ikrahın ciddi olması gerekir. Başka bir anlatımla ikraha uğrayan kişinin (mükrehin) yapılan tehdit sonucu bir zarara uğrayacağı endişesini taşıması ve gerçek bir tehlikenin varlığı hususunda şüphesinin olmaması gerekir. Çünkü her tehdit korkuyu doğurmaz. İkrahın ciddi olup olmaması durumu objektif olarak değil, subjektif yani mükrehin durumuna bağlı olarak değerlendirilir. Normalde bir insan için korku yaratmayan bir durum mağdur bakımından korku yaratabilir. Her somut olayda korkutulanın yaradılışı, kültürü, cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi sosyal ve ekonomik durumu vs. gibi özellikleri göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
Korkutmanın muameleyi yapana veya yakınlarına karşı olması gerekir. Sadece yakın akrabalar değil kendisine yakından bağlı olan kimselere karşı yapılan korkutma da yasa hükmünün kapsamında yer alır. Hısımlar, dost ve arkadaşlar, sevinci ve tasayı paylaşanlar kişinin yakın çevresini oluşturur. Hizmetçi veya işyerinde çalışan emekli bir müstahdeme yapılan tehdit, ikraha uğrayan şahısta esaslı bir korkunun oluşmasında etkili olabilir. Kuşkusuz bunu belirleme yetkisi hâkime aittir. Bu bağlamda tehlike kişilik haklarına (hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, şeref, namus gibi) yönelmiş olabileceği gibi, malvarlığı değerlerine de yönelmiş olabilir.

Söz konusu hukuki muameleyi yaptıracak tehdit hukuka aykırı ve haksız olmalıdır. Mesela hayata veya vücut bütünlüğüne zarar vermeye yönelik tehditleri içerdiği takdirde bu şart gerçekleşmiş sayılır. Buna karşılık tehdit bir hakkın elde edilmesi amacıyla yapılmış ise ikrah söz konusu değildir. Alacağını elde etmek isteyen bir şahsın, borçlusunu, bütün mallarını haciz ettirip sattıracağına yönelik beyanları için bir tehdit bu kapsamdadır.Ancak aşırı çıkar sağlamaması söz konusu durumda yapılan tehdit yine hukuka aykırıdır.
İkrah hemen meydana gelecek ağır bir tehlikeyi içeriyor olmalıdır. Tehlikenin ağırlığı, korkutulan kişinin öznel (subjektif) durumuna göre değerlendirilmelidir, tehdit edilen hukuksal varlığın değerine bağlı olarak, hâkim, korkutmanın ağırlığını belirler. Bu belirleme yukarıda da açıklandığı gibi her somut olayda korkutulanın kişinin karakteri cinsiyeti, yaşı, mesleği, bilgi düzeyi gibi sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak hâkim tarafından yapılır.Diğer yandan korkutmada kullanılan aracın elverişli olup olmadığı da, önemli olup, bu hususun belirlenmesinde de korkutulanın özel durumu göz önüne alınır.
İkrah cana mala ve hürriyete yöneltilmiş olmalıdır. Maddi ve manevi varlık, TBK’nun 38. Maddesinde “kişilik hakları ve malvarlığı” şeklinde ifade edilmiştir. Kanunda belirtilmemiş olsa da hürriyet de diğerlerine dâhildir.
İlliyet bağlantısı (nedensellik) bulunmalıdır, Korkutma ile yapılan hukuksal işlem arasında nedensellik (neden-sonuç) bağı bulunmalıdır. Öyle ki, korkutma, korkutulan kişinin iradesi üzerinde doğrudan doğruya etkili olmalıdır. Diğer bir ifadeyle korkutulan taraf, böyle bir tehdit olmasaydı da hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacaksa artık ikrahtan bahsedilemez.
Ayrıca ikrah hak düşürücü süreye tabi olup, TBK.nun 39.maddesine göre,“Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır.” denilmek suretiyle korkutulanın korkutma etkisi ortadan kalktıktan sonra 1 yıl içerisinde sözleşmeden dönebileceği hüküm altına alınmıştır.

Uyuşmazlık, takibe ve davaya konu senedin iradeyi sakatlayan sebeplerle düzenlenip düzenlenmediği, burada varılacak sonuca göre davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının tayini hususlarına ilişkindir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ve kanun hükümleri göz önüne alınarak somut olaya bakıldığında; dosya kapsamı ve sunulan belgelerden davacının … tarihinde senedi düzenlendiği, anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikli olarak üzerinde durulması gereken husus korkutma hukuksal nedenine dayalı davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığına ilişkindir.
Bilindiği gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 37. maddesine göre, bir kimse karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin kendisi veya yakınlarının maddi veya manevi varlığına yönelik hukuka aykırı ve esaslı korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı sayılamaz. TBK’nin 38. maddesinde belirtildiği gibi, korkutmadan (ikrah-tehdit) söz edilebilmesi için, korkutmanın sözleşmeyi yapan kimsenin veya yakınlarının kişilik haklarına veya mal varlıklarına yönelik olması, korkutmaya maruz kalanın sübjektif durumuna göre ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelik taşıması, haksız (hukuka aykırı) sayılması, illiyet bağının bulunması yani sözleşmenin korkunun yarattığı etki sonucu yapılması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde iradesi sakatlanan taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili(makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir.

Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildiriminin, 6098 sy TBK 39 maddesinde belirtilen bir yıllık süre içinde karşı tarafa ulaştırılması gerekir. Bildirimde, geçersizlik sebebi tam olarak açıklanamasa dahi, sözleşmeden dönüldüğü, sözleşmeyle bağlı kalınmayacağı, sözleşmenin feshedildiği, sözleşmenin iptal edildiği gibi açıklamaları mutlaka içermelidir.
Öte yandan, sözleşmeyle bağlı olmama bildirimi (iptal beyanı) hiçbir şekle tabi değildir. Şekle bağlı bir sözleşmede de, örtülü irade beyanıyla iptal bildirimi yapılabilir.

Sözleşmeyle bağlı olmama bildiriminde (iptal hakkı) bir yıllık kısa süre, iradeyi sakatlayan sebeplerin öğrenilmesi veya korkunun etkisinin ortadan kalkmasıyla başlar. Bir yıllık hak düşürücü sürenin, daha uzun bir süre ile de sınırlandırılıp sınırlandırılmayacağı doktrinde tartışmalıdır. İradesi bozulan kimse, sözleşmeyi yaptıktan 5, 10 veya 30 yıl sonra yanılma veya aldatmayı öğrenmişse, öğrenme tarihinden bir yıllık süre içerisinde sözleşmeyi iptal edip edemeyeceği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüş, sözleşme tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi halinde, iptal hakkının son bulacağını ileri sürmekte, diğer görüşe göre ise, TBK m. 39. maddesinde kanun koyucunun daha uzun bir süreyi bilerek koymadığı, kanunun açık hükmü karşısında yorum yoluyla yeni kural konulamayacağı, böyle bir süre konulmasının kanun koyucunun amacına aykırı olacağı ve anılan maddenin açık hükmüne aykırı olacağı belirtilmektedir (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 437-438).

Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi, sözleşmeyi kesin olarak geçersiz hale getiren bozucu yenilik doğurucu “inşai” bir haktır (Eraslan Özkaya, Yanılma, Aldatma Korkutma Davaları, sf, 436-437). Bu niteliği itibariyle de şarta bağlı tutulamaz ve bu bildirimden dönülemez. İrade açıklaması, karşı tarafın hakimiyet alanına ulaştığı anda istenen sonucu kendiliğinden doğurmaya yeterlidir. Ayrıca bir iptal davası açmaya, dolayısıyla iptali dava yoluyla ileri sürmeye gerek yoktur ( Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler 18.Baskı. 412 vd. Sayfalar).
Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.07.2012 tarih ve 2012/6338 Esas, 2012/11554 Karar sayılı Kararında da “BK 31. madde hükmü uyarınca ikrah ile akit yapmak zorunda kalan kişi, iptal hakkını bir yıllık hak düşürücü süre içinde kullanmak zorunda olup, bu beyanın bir yıllık hak düşürücü süre dolmadan karşı tarafın hakimiyet alanına ulaşması gerekir. İptal beyanının bir şekle tâbi olduğu konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığından, hukuki niteliği itibariyle bozucu yenilik doğuran bu hakkın kullanılmasının dava açma gibi belirli bir usulde ileri sürülmesi zorunlu değildir.” görüşü kabul edilmiştir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre hata, hile, ikrah her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Sözleşmeyle bağlı olmadığı bildirimi (iptal hakkı), irade bozukluğunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. (1.Hukuk Dairesinin 2014/11612E, 2014/ 14462K, 18.9.2014 tarihli-, 2013/21405E, 2014/50K, 13.1.2014 t.li, 2016/11701E, 22.12.2016 t.li, 2003/52E, 2003/762 K, 22.1.2003 t.li v.d.birçok karar).

Bu durumda gerek akademik görüşler, gerekse Yargıtayın “..bir yıllık hak düşürücü süre içinde karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile sözleşme feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da iptal hakkı kullanılabilir.” şeklindeki yerleşik uygulamaları nazara alındığında, iptal hakkının ileri sürülmesinin hiç bir şekle tabi bulunmadığı, hele hele dava açmanın zorunlu olmadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, korkutma iddiası her türlü delille ispat edilebileceği gibi, iptal hakkının kullanılması da hiçbir şekle bağlı olmayıp korkunun kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih veya zımni bir irade açıklaması ile feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir (TBK’nin 39. m.). Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için yerine getirilen edim, istihkak davası, bunun mümkün olmadığı hallerde sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenebilir.
Kabul edilmelidir ki, TBK’nın 39. (BK’nın 31.) maddesindeki sürenin işlemeye başlamasında, iradeyi sakatlayan nedenin (korkutma) önem derecesi ancak iradesi sakatlanan kimse tarafından doğru şekilde takdir edilebilir. Olaya bu açıdan bakıldığında ikrahın (korkutmanın) önemini yitirdiği an, iradesi sakatlanan kişi için korkunun silindiği, diğer bir deyişle korkutan kişi ya da kişilerin yarattığı korkutmadan kaynaklanan zarar görebilme yönündeki endişenin ortadan kalktığı, kendisini psikolojik açıdan güven içerisinde hissettiği andır. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, 29/11/2019 tarih, 2018/1352 E., 2019/1934 K.)
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde davanın yasal süresi içerisinde açılıp-açılmadığının irdelenmesinde;
Yukarıda açıklanan olayların akışından; 6098 sayılı Yasanın 39. maddesindeki, (B.K.nun 31.maddesindeki) sürenin hesabında senedin gerçekte tanzim tarihi olan …. tarihi esas alınmak suretiyle hesaplanması doğru ve adil olacaktır. Zira, iradeyi sakatlayan nedenin (korkutma) önem derecesi, ancak iradesi sakatlanan kimse tarafından doğru olarak takdir olunabilir. Olaya bu açıdan bakıldığında ikrahın önemini yitirdiği an, iradesi sakatlanan için, korkunun silindiği, diğer bir deyişle korkutan kişi ve korkutmanın mahiyetine göre zarar görebileceği yönündeki endişenin ortadan kalktığı, kendisini psikolojik açıdan güven içerisinde hissettiği andır. Davacı aleyhine … tarihinde icra takibine girişildiği, davacı tarafından Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmadığı, eldeki davanın 06/02/2015 tarihinde açıldığı, davalı aleyhine 10/02/2015 tarihinde Gaziantep 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/215 Esas sayılı dosyası ile eşya iadesi davası açıldığı, buna göre senet nedeniyle borçsuzluğun tespiti davasının 06/02/2015 yılında açılması üzerine davayı yaklaşık senedin tanzim tarihinden 3 yıl sonra açtığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda davacının özelinde imam nikahlı olarak birlikteliklerinin sona erdiği Ekim 2014 tarihine kadar senedin düzenlenmesinden dava tarihine kadar olan süre zarfında sürekli korkutma yaşandığının kabul edilmeyerek, davacının davanın açıldığı tarihten önce tehlikeden uzaklaştığı sonucuna varılmalı, tehdit hukuksal nedenine dayalı davasında hak düşürücü sürenin başlangıcında tehdidin vukuu bulduğu tarih değil, ortadan kalktığı tarih olarak dikkate alınması gerekmektedir.

Davacı yanca icra takibine konu senedin tanzim tarihinin ….olduğu, … TL’lik senedin davalının korkutma ve psikolojik baskısı ile imzalanıp verildiği iddiasında bulunulduğu, davacı yanın dava dilekçesinde belirttiği vakalarla bağlı olduğu, BK’nun 31. maddesi gereğince korkutma sonucunda sözleşme yapan tarafın 1 yıllık hak düşürücü süre içinde sözleşme ile bağlı olmadığını, davalı yana usulüne uygun olarak bildirmediğinden ve bu süre de geçmiş olduğu anlaşıldığından TBK’nun 39. maddesi gereğince davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekmiştir (19.Hukuk Dairesi: 2015/11959Esas, 2016/5583 Karar 04.04.2016 tarih, 2015/12271Esas, 2016/3131 Karar, 25.02.2016 tarih).

Mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).

Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/2 ve 115/2. maddesinde, hak düşürücü süre açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2.fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2. maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak bu nispi vekalet ücretinin miktarı maktu vekalet ücretini geçemez.
Belirtilen yasal nedenle; davanın korkutmanın ortadan kalktığı tarihten bir yıl içinde dava açılmadığı TBK’nun 39. maddesi gereğince hak düşürücü süre içinde açılmaması nedeniyle davanın HMK’nun 114/2 ve 115/2. maddeleri uyarınca usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilmesi doğru görülmeyerek, davacılar … ve … vekilinin istinaf başvurusu kabul edilerek, Dairemizce HMK 353/1-b-2. maddesine göre yeniden yargılama yapılmasına gerek duyulmadan kararın düzeltilerek esas hakkında aşağıdaki şekilde karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacılar … ve … vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,
2-Gaziantep 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 19/06/2017 tarih ve 2015/2210 Esas, 2017/648 Karar sayılı kararın KALDIRILMASINA,
3-Davacılar vekilince yatırılan istinaf yolu karar harcının istek halinde davacı tarafa İADESİNE,
4-Davacı tarafça yatırılan 85,70 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı, 48,50 TL istinaf yargılama gideri olmak üzere toplam 134,20 TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
B) 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-2. maddesi uyarınca yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına,
1-TBK’nun 39. maddesi gereğince bir (1) yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması sebebiyle HMK’nun 114/2. ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın USULDEN REDDİNE,
2-Harçlar Kanuna göre alınması gereken 80,70 TL harcın peşin alınan 2.561,63 TL harçtan mahsubu ile bakiye 2.480,93 TL’nin davacıya İADESİNE,
3-Davalı taraf kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden, karar tarihi itibari ile yürürlükte bulunan AAÜT’sinin 7/1.maddesine göre 5.100,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
5-Davalının yaptığı yargılama gideri bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
6-Taraflarca yatırılan gider avansından varsa, artan kısmın karar kesinleştiğinde ve talep halinde taraflara iadesine,
7-Kararın tebliğinin Dairemizce yapılmasına,
HMK’nin 353/1-b-2.maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 361/1.maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren 2 (iki) haftalık süre içerisinde kararı veren Bölge Adliye Mahkemesi ya da buraya gönderilmek üzere temyiz edenin bulunduğu yer Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi veya İlk Derece Mahkemesine verilecek dilekçe ile Yargıtay temyiz yasa yolu açık olmak üzere, 28/02/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.28/02/2022


Başkan

¸e-imzalıdır

Üye

¸e-imzalıdır

Üye

¸e-imzalıdır

Katip

¸e-imzalıdır

NOT: BU BELGE ELEKTRONİK İMZA İLE İMZALANMIŞ OLUP AYRICA ISLAK İMZA UYGULANMAYACAKTIR. “5070 Sayılı Yasanın 5. ve 22. maddeleri gereğince elektronik imza ile oluşturulan belgeler elle atılan ıslak imza ile aynı hukuki sonucu doğurur.”