Emsal Mahkeme Kararı Gaziantep 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2019/129 E. 2023/48 K. 18.01.2023 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
GAZİANTEP
2 ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : …
KARAR NO :…

HAKİM : …
KATİP : … …

DAVACI : … – …
VEKİLLERİ : … GAZİANTEP
DAVALI : … – … …

DAVA : Menfi Tespit (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 08/03/2019
KARAR TARİHİ : 18/01/2023
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 27/01/2023

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
İDDİA:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davalı şirket ile müvekkilin arasında yaşanmış olan ticari uyuşmazlığın çözümü için arabulucuya başvurulduğunu fakat taraflar arasında uzlaşmanın sağlanamadığını, müvekkilinin Gaziantep ilinde faaliyet gösterdiğini ve sektöründe güvenilir bir firma olduğunu, davalı taraf ile 18/10/2018 tarihinde ticari bir satış sözleşmesi imzalandığını bu sözleşmeden dolayı davalı şirket tarafından üretimi yapılan BİMS paletlerinden 500 adet sözleşmede belirtilen ölçülerde yaptırıldığını, vadeli çeklerin ve peşinatın tamamının alınmasını takiben otuz iş günü içerisinde teslim edilip fabrikada sevkiyata hazır hale getirileceğinin taahhüt edildiğini, sözleşmede birim fiyatın 320 TL olarak belirlendiği ve 500 ürün için KDV dahil 188.800,00 TL sözleşme imzalandığını fakat davalı tarafın sözleşmeden kaynaklı yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmediğini, ürünlerin yarısını teslim ettiğini, sözleşmenin 7. Bendinde belirlendiği üzere ödemenin 28.8000,00 TL’lik kısmının nakit olarak, kalan 160.000,00 TL’lik kısmının da 3 ay vadede olmak üzere çek ile ödeneceğini, davalı şirkete 28.8000,00 TL nakit ödeme yapıldığını ve ayrıca … Bankasının … seri numaralı 28/02/2019 keşide tarihli, 50.000,00 TL, …seri numaralı 31/03/2019 tarihli, 60.000,00 TL bedelli çeklerin teslim edildiğini, davalı tarafın tüm bu işlemlere rağmen teslim etmesi gereken ürünün yarısını teslim ettiğini ve kalan kısım için yapılan ödemenin istirdat edilmesini, ayrıca 94.400,00 TL için ihtiyati haciz verilmesini, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı taraf üzerine bırakılmasını talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı tarafa usulüne uygun olarak dava dilekçesi ve tensip zaptı tebliğ edilmiş olup davalı taraf süresi içerisinde davaya cevap vermemiştir. Cevap dilekçesi verilmemesi nedeniyle HMK 128 delaletiyle davacının ileri sürdüğü bütün vakıalar davalı tarafından inkar edilmiş sayılmıştır.

DELİLLER:

1-Tarafların usulünce ileri sürmüş oldukları iddia ve savunmaları,
2-Bilirkişi raporu
3-İlgili kamu kurumlarından celp edilen cevabi yazılar,
4-İlgili yasal mevzuat ve yargısal içtihatlar,
HUKUKİ NİTELENDİRME, DELİLLER, TARTIŞILMASI VE GEREKÇE :
Dava Nevi İtibari İle Menfi Tespit (Ticari Satımdan Kaynaklanan) davasına İlişkindir.
Uyuşmazlığa uygulanacak hukuki normların tespiti;
Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2006, s. 302).
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
Ayrıca, adi senette borçlu olarak gözüken kimse, senet altındaki imzanın kendisine ait olmadığının ve dolayısıyla, senet borçlusu konumunda bulunmadığının tespiti amacıyla, cebri icra tehdidi ile karşı karşıya ise, icra takibinin yapılmasından önce; süresi içinde ödeme emrine karşı imzaya itiraz yoluyla itirazda bulunmayı ihmal etmiş ve takip kesinleşmişse, takibe başlanılmasından sonraki evrede sahtelik davası açabilir, böyle bir sahtelik davası hukukî niteliği itibariyle 2004 sayılı İİK 72’de düzenlenmiş olan menfi tespit davasıdır (Tanrıver, S.: Medenî Usul Hukuku, C.1, Ankara 2016, s. 844-845).
Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.322-323).
Kambiyo senetleri mücerret kıymetli evrak niteliğine sahip olduklarından bu senetlerde yer alan hak, temel borç ilişkisinden bağımsızdır. Ancak kambiyo taahhüdünde bulunmanın temelinde -şart olmamakla birlikte- genellikle satım, bağışlama, kira, taşıma gibi bir borçlandırıcı işlem vardır. Böyle bir borçlandırıcı işlem yoksa senedin hatır için verildiği varsayılır. Temel borç ilişkisinin taraflarından birinin bir kambiyo senedi düzenleyip lehtara vermesiyle kambiyo ilişkisi diye adlandırılan ve temel borç ilişkisinden bağımsız olan ikinci bir borç ilişkisi doğar. Zira bir borç ilişkisi için kambiyo taahhüdünde bulunulması tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça borcun yenilenmesi sonucunu doğurmaz; kambiyo senedinin ifa yerine değil ifa uğruna verilmiş olduğu kabul edilir. Dolayısıyla bir borç hakkında kambiyo senedi düzenlendiği takdirde, taraflar arasında biri temel borç ilişkisi, diğeri kambiyo ilişkisi olmak üzere iki çeşit ilişki bulunur.
Aynı durum, kambiyo senedinin tedavülü hâlinde de karşımıza çıkar. Bir kambiyo senedi ciro edildiği zaman ciranta ile ciro edilen kişi arasında kural olarak bir temel ilişki (asıl borç ilişkisi) bulunmaktadır. Ayrıca, bu iki kişi arasında kambiyo hukukundan doğan bir kambiyo ilişkisi de mevcuttur. Bu sebeple taraflar arasındaki temel borç ilişkisindeki bozukluklar kambiyo ilişkisini etkilemez. Temel borç ilişkisinden doğan def’îler, temel borç ilişkisi ile kambiyo ilişkisinin taraflarının aynı olması ve bile bile borçlu zararına hareket edilmesi hâlleri dışında, kambiyo ilişkisinde ileri sürülemez. Zira temel borç ilişkisi kendi hukukuna, kambiyo ilişkisi de kendi hukukuna tabidir.
Borçlu, kambiyo senedi nedeniyle alacaklıya karşı, genel olarak, ya kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ya da temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunabilir. Başka bir deyişle borçlunun kambiyo senedi borcundan dolayı sorumlu olmaması, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan doğan nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, temel borç ilişkisine yönelik nedenlere de dayanabilir. Bununla birlikte borçlunun takas def’îni kullanması hâlinde ise, ne temel borç ilişkisine, ne de kambiyo senedi borcuna dayanılmakta, borçlu, kambiyo senedinden doğan borcu ile hamildeki alacağını takas etmektedir.
Borçlunun, kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ileri sürerek açtığı menfi tespit davası esasında maddi hukuk anlamında bir itiraz sebebine dayanılarak açılmaktadır. Bu kapsamda hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit davalarında, uyuşmazlık temel ilişkiden değil, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan kaynaklanmaktadır. Bu davalarda, kural olarak, davacının iddiası çoğu kez tüm senet ilgililerine karşı öne sürülebilen mutlak def’îlere dayanmaktadır. Örneğin; kambiyo senedinin zorunlu şekil şartları içermemesi, kambiyo alacağının zamanaşımına uğraması, vadeyi beklemeden istemde bulunulması, ciro zincirindeki kopukluk, başvuru hakkının yitirilmiş olması, senette yazılı kısmî ödeme açıklaması, sorumsuzluk kayıtları ya da bir kambiyo taahhüdünün senet yapma iradesindeki bozukluk nedeniyle sahibini bağlamayacağı yönündeki iddialar hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit talebine konu oluşturur.
Somut olayda; davacı sözleşmeye dayalı olarak mal alışı yaptığını bir kısım ödemelerini gerçekleştirdiğini bir kısmına ilişkin vadeli çek verdiğini, çekin henüz vadesinin gelmediğini bu nedenle öncelikle borçlu olmadığını, vadesi gelmeyen çekin ödenmesi halinde ise istirdat talep ettiğini ve fazladan yapmış olduğu ödemenin davalıdan alınarak davacıya verilmesinin talep etmiştir.
Dava devam ederken muhatap bankadan … çek numaralı çeklin ödenip ödenmediği hususu sorulmuş, bankaca düzenlenen müzekkere cevabında çeklerin ödenmiş olduğunun mahkememize bildirilmiş olduğu görülmüştür.
Bu durumda davacının davasının … numaralı çek bakımından istirdat davasına dönüştüğü, fazladan yapılan 34.000,00 TL’lik bedel bakımından ise alacak davası olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaati hasıl olmuştur.
İstirdat davasına dönüşen kısım bakımından yapılan değerlendirme;
Türk Hukuk Lûgatında istirdat (geri alma) davası şu şekilde tanımlanmaktadır: “1-Haklı bir neden olmaksızın mal ediniminden doğan ve bu yolla edinilen malın geri alınmasını içeren dava (TBK m. 77-82, TMK m. 122), 2- Hakkında yapılan ilamsız icra takibine süresinde itiraz etmediği ya da itirazın kaldırılması nedeniyle gerçekte borçlu olmadığı parayı ödemek zorunda kalan borçlunun ödediğini geri almak amacıyla açtığı dava. (İİK m.72)” (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 414).
Lûgatta istirdat davası başlığı altında yapılan ilk tanım borçlar hukukunda yerini bulan sebepsiz zenginleşme davasına karşılık gelmekte olup bu davanın ikinci tanımda açıklanan ve icra iflas hukukuna özgü bir eda davası olan istirdat davası ile benzer yönleri bulunmaktadır.
İcra ve İflâs Kanunu’nun 72/1. maddesi “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir” hükmünü içermektedir. Aynı maddenin 7. fıkrasında ise “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir” düzenlemesi mevcuttur.
Borçlu ödeme emrine itiraz etmemiş veya itiraz etmiş olup da itirazının icra mahkemesince kaldırılmış olması nedeniyle kesinleşen icra takibine rağmen, borçlu olmadığı kanısında bulunabilir. Böyle bir borçlu, borçlu olmadığını tespit ettirmek için menfi tespit davası açabilir ve bu davada hiç değilse icra dairesinin banka hesabına yatan paranın alacaklıya ödenmemesi için ihtiyati tedbir kararı alarak (İİK m. 72/III/2.c.) aleyhine yapılmakta olan icra takibinin durdurulmasını ve davayı kazanınca da takibin iptalini sağlayabilir.
Borçlu, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise, ödemiş olduğu paranın kendisine geri verilmesi için istirdat davası açabilir (İİK m. 72/VII). Borçlunun menfi tespit davası açmış olması hâlinde, menfi tespit davası sonuçlanmadan önce borcun ödenmesi üzerine de menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilmelidir (İİK m. 72/VI).
İstirdat davası, esasen sebepsiz zenginleşme iddiasına dayanan bir eda davası olup, bununla icra takibi sırasında sebepsiz olarak ödenmiş olduğu iddia edilen bir paranın geri verilmesi istenir. Yalnız, davanın şartı icra hukukuna dayanmaktadır. (Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Taşpınar Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel: İcra İflas Hukuku, Ankara 2018, 4. Baskı, s. 228).
Ayrıca, adi senette borçlu olarak gözüken kimse, senet altındaki imzanın kendisine ait olmadığının ve dolayısıyla, senet borçlusu konumunda bulunmadığının tespiti amacıyla, cebri icra tehdidi ile karşı karşıya ise, icra takibinin yapılmasından önce; süresi içinde ödeme emrine karşı imzaya itiraz yoluyla itirazda bulunmayı ihmal etmiş ve takip kesinleşmişse, takibe başlanılmasından sonraki evrede sahtelik davası açabilir. (Tanrıver, S.: Medenî Usul Hukuku, C.1, Ankara 2016, s. 844-845).
İstirdat davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır; davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı HMK m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 6). Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.322-323).
Bir önceki başlıkta açıklandığı üzere davacı tarafından verilen çekin dava açıldıktan sonra tahsil edilmesi nedeniyle davacının davası İİK 72/6 hükmü uyarınca kendiliğinden istirdat davasına dönüşmüştür.
Fazladan yapılan ödeme iddiasının hukuki niteliği bakımından yapılan değerlendirme;
Borç ilişkilerinin kaynakları, dava tarihi itibariyle yürürlükte olan ve somut olayda uygulanması gereken TBK’nın genel hükümlerinde, birinci kısımda ve üç fasılda gösterilmiştir. “Borç İlişkisinin Kaynakları” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (TBK m. 1– 48) ile haksız fiilden doğan borçlar (BK m. 48– 76) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak sebepsiz zenginleşme (BK m. 77– 83) yer verilmiştir. Bunların dışında bir de kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.
Böylelikle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.
Hukukî işlemden doğan borç ilişkilerinin başlıca kaynağı ise sözleşmedir. Her sözleşme, taraflar arasında bir hukukî ilişki meydana getirir ve bu ilişkiye “sözleşmeye dayalı=akdî ilişki” denir. Sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarının uyuşmasını ifade eder.
Bu noktada “satış sözleşmesi” ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin de açıklığa kavuşturulmasında fayda vardır.
Satış sözleşmesi, sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan TBK’nun 207’nci maddesinde;
“Satış sözleşmesi, satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir.
” şeklinde tanımlanmıştır.
Borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşme, TBK’nun 77 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. TBK’nun 77’nci maddesi; “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. ” hükmünü haizdir.
Haklı bir neden olmaksızın başkasının malvarlığından ya da emeğinden zenginleşen kimse bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür (TBK m. 77). Bu yükümlülük özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan ya da gerçekleşmemiş veya sona ermiş bir nedene dayanması durumunda doğmuş olur. Zamanaşımına uğramış bir borcun ifasından veya ahlaki bir ödevin yerine getirilmiş olmasından kaynaklanan zenginleşmeler geri istenemez. Hukuka ya da ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 962).
Buna göre borcun kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli haklı bir sebebe dayalı olmaması gerekmektedir.
Sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilmesi için aranan en önemli şart zenginleşenin mal varlığında meydana gelen artışın haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Zira zenginleşmeyi doğuran sebep, kazandırma veya zenginleşenin müdahalesi ya da umulmayan bir olay olabilir. Nitekim BK’nın 61. maddesinde özellikle “haklı bir sebep olmaksızın” ifadesine yer verilmiş ve haklı olmayan sebep teşkil edecek hususlar örnek olarak sayılmıştır. Bu durumda kazandırmaya (edime) dayanan sebepsiz zenginleşme; “geçerli olmayan sebebe” veya “gerçekleşmemiş sebebe” veyahut da “sona ermiş sebebe” dayalı olarak gerçekleşebilir.
Sebepsiz zenginleşme hâlinde zenginleşen ve fakirleşen arasında kanun gereği bir borç ilişkisi doğmakta olup bu borcun konusu malvarlığında meydana gelen fazlalığın geri verilmesidir. Sebepsiz zenginleşmede sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
Davacı tarafından 34.000,00 TL’lik ödemenin fazladan yapıldığı iddia edildiğinden alacağın bu kısmı bakımından yukarıda açıklanan sebepsiz zenginleşme hükümleri dikkate alınarak yargılama yapılmıştır.
Taraflar arasındaki sözleşmenin sıhhatine ilişkin yapılan değerlendirme;
Davacı vekili dava dilekçesinde taraflar arasındaki satış ilişkisinin sözleşmeden kaynaklandığını iddia etmiştir. Davalı tarafından davaya cevap verilmediğinden sözleşme altındaki imzanın inkar edildiği varsayılmış ve taraflar arasındaki sözleşmenin sıhhatinin incelenebilmesi için HMK 208,211 ve 217 hükümleri uyarınca değerlendirme yapılmıştır.
6100 sayılı HMK’nın 447. maddesinin 2. fıkrası gereğince Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yapılan yollamalar 6100 sayılı HMK’ya yapılmış sayılır. Bu hüküm uyarınca HMK’nın yürürlük tarihinden sonra icra mahkemesinde 6100 sayılı HMK’nın 208, 211 ve 217. maddelerine göre imza incelemesi yapılması gerekmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun;
“Yazı veya imza inkârı” başlıklı 208. maddesi;
“(1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır.
(2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.
(3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.
(4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa, dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir”;
“Yazı veya imza inkârının sonucu” başlıklı 209. maddesi;
“(1) Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
(2) Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
(3) Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir”
“Sahtelik incelemesi” başlıklı 211. maddesi ise;
“(1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:
a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.
b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir”. şeklinde düzenlemeler içermektedir.
6100 sayılı HMK’nın 211/a maddesine göre yapılan incelemeye rağmen hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamış ise 6100 sayılı HMK’nın 266. ve devamı maddelerine göre çözümü özel veya teknik bilgi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesine karar verilir. Aynı Kanun’un 211/b maddesine göre bilirkişi incelemesinden önce mevcutsa o tarafa ait karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar ilgili yerlerden getirilir. Bilirkişi o mahkemede elde edilen yazı ve imzalarla inceleme yapar. Bu husus maddenin gerekçesinde “…Bilirkişi incelemesinde, bu yazı ve imzalarla mahkemece elde edilen yazı ve imzalar esas alınır. Bilirkişi inceleme için gerekli görürse kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir…” şeklinde açıklanmıştır. Bu hükümden anlaşılacağı üzere takibe dayanak senedin sahteliğinin bilirkişi raporu ile ispatlanması gerekir. Bilirkişi incelemesinde kullanılacak belgeler mahkeme veya bilirkişi huzurunda alınan imza örnekleri ve mukayeseye esas belgelerdir.
İmza incelemesinde öncelikle senedin düzenleme tarihinden öncesine ilişkin borçluya ait olduğu muhakkak olan karşılaştırmaya elverişli imzalarını taşıyan belgeler, keşide tarihine en yakın tarihli olanından başlayarak bilirkişi tarafından mukayeseye esas alınmalıdır. Yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır. Nitekim bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 08.10.2019 tarihli ve 2017/12-2692 E., 2019/1003 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 211. maddesinde yer alan ve imza incelemesi konusunda getirilen bu sıraya uyulması zorunludur. Buna göre hâkim imzayı inkâr eden tarafın isticvap edilmesine karar verdiği hâlde, bu davete icabet edilmemesi imzanın ikrar edilmiş sayılması sonucunu doğuracak ve bilirkişi incelemesi yapılmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Aynı şekilde inkâr edilen imza ile karşılaştırılan imzanın birbirine benzemediğinin ilk bakışta tespit edilebildiği hâllerde bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yoktur ( Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.:Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 1795).
Davalı tarafın isticvabı için mahkememizce talimat yazılmıştır. Talimat mahkemesince usulünce düzenlenmiş isticvap davetiyesine rağmen davalı isticvap davetine icabet etmemiştir. Bunun neticesinde de davacı tarafından taraflar arasındaki akdedildiği iddia olunan sözleşmeye itibar edilmiştir.
Ticari defterlerin delil niteliğinde ilişkin yapılan değerlendirme;
Hukuk Muhakemeleri Kanununun ticari defterlerin ibrazı ve delil olması başlıklı 222. maddesi;
“(1)Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar verebilir.

(2)Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şarttır.

3)İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması veya diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerekir. Diğer tarafın ikinci fıkrada yazılan şartlara uygun olarak tutulan ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi hâlinde ticari defterler, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz. Bu şartlara uygun olarak tutulan defterlerdeki sahibi lehine ve aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz.

(4)Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari defter kayıtları, sahibi aleyhine delil olur.

(5)Taraflardan biri tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini belirtir; ancak, karşı taraf defterlerini ibrazdan kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf iddiasını ispat etmiş sayılır.” hükmünü amirdir.

Yine HMK nın 222 ve devamı maddelerine göre defterlerin sahibine delil olabilmesi için uyuşmazlığın ticari işten kaynaklanması, uyuşmazlığın tacirler arasında çıkmış olması, ticari defterlerdeki kayıtların birbirini doğrulaması, ticari defterlerin kanuna uygun tutulmuş olması gerekir.

Ticari davalarda yani iki tarafın tacir olduğu ve dava konusunun ticari işletmeleri ile ilgili olduğu davalarda; ticari defterler ile sözleşme ilişkisinin veya alacak miktarının ispatı mümkündür. Ticari defterler kesin delillerdendir. Yasa’da delil vasfı taşıdığı takdirde aksinin yazılı veya kesin delillerle ispatı gerektiği düzenlenmiş olduğundan, yasanın ticari defterleri kesin delil olarak düzenlediği açıkça anlaşılmaktadır. Ticari defterler kesin delillerden ise de; ancak, HMK’nın 222. maddedeki koşullar çerçevesinde ispat aracı olabilir. Ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması gerekir. (Sakarya BAM 7. HD 2021/408 Esas, 2021/2124 Karar sayılı ve 06/12/2021 tarihli ilamı)
7251 S.K/Madde 23. Maddesi ile HMK’nın 222/3 maddesinde getirilen ekler olmadan önce, ticari deftelerin sunulmaması halinde HMK’nın 220.maddesinin mi, yoksa 222. Maddesinin mi uygulanacağı yönünden var olan görüş farklılıkları, bu değişiklikle, 220.maddedeki imkanın 222/3. Maddesine de getirilmesi artık ticari defterler yönünden 222. Maddesinin özel bir düzenleme olduğu söylenebilir. Nitekim HGK’nın 23.11.2021 T. ve 2017/1542 E. – 2021/1474 K. ; 09.11.2021 T. ve 2017/11-833 E. – 2021/1371 K. sayılı kararlarında da HMK’nın 222/3. Maddesinde 7251 sayılı K.’nun 23. Maddesi ile getirilen yeni hüküm, eski olaylara da uygulanabilecek hükümler arasında gösterilmiştir. Bunlardan ikincisinde, davacının ticari defterlerinin usulüne uygun olmaması nedeniyle HMK’nın 220/3. Maddesinin olaya uygulanamayacağı kabul edilmekteyken artık bunun kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.
Ticari defterlerin incelenmesine ilişkin bilirkişi incelemesine dair tespitler;
a) Davacı taraf ticari defterlerinin incelenmesinde;
Bilirkişi hazırlamış olduğu 17/12/2020 tarihli raporda özetle;
Davacı taraf ticari defterlerinin usulüne uygun düzenlendiğini, taraflar arasında ticari ilişkinin 18/10/2018 tarihli ticari sözleşme ile kurulduğu ve bu sözleşmenin 2. Sayfa ve 7. Maddesinde yer alan koşullarda davacı tarafın davalı tarafa nakit ödeme yaptığını ve çekler keşide ettiğini, yapılan bu ödemeler karşılığında ticari sözleşmenin 2. Sayfa ve 6. Maddesinde yer alan koşullarda teslimatın davalı tarafça tam olarak yapılmadığını, yükümlülüklerin eksik yapıldığını, ve sadece 94.400,00 TL’lik malın teslim alındığını geriye kalan kısmın halen teslim alınmadığını davacı vekili tarafından beyan edildiğini,
Dava konusu olan alacağın davacı taraf ticari defterlerine işlendiği ve defter kayıtlarında yer aldığını, dava konusu satın alma işlemine ait faturanın davacı ticari defter kayıtlarına yer almadığını, davacı taraf ticari defter kayıtlarına göre davacı tarafın davalı taraftan mevcut durumda 188.800,00 TL alacaklı olduğunu, bu kapsamda bakiye borcun 188.800,00 TL olduğunu, fakat davacı vekilinin 94.400,00 TL’lik malın tesliminin alındığını beyan ettiğini, teslimata ait muhasebe kaydının davacı taraf ticari defterlerinde yer almadığını mahkememize bildirmiştir.
b) Davalı tarafın ticari defterlerin ibraz etmemesine ilişkin değerlendirme;
Davalıya ticari defterlerinin ibrazı için ihtaratlı davetiye çıkartılmış fakat mahkememize ibraz etmediği ve yerini bildirmediği görülmüştür.
HMK 222/3 hükmü “İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması veya diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerekir.” düzenlemesi ile ticari defterlerin ibraz edilmemesine bir sonuç bağlamıştır.
HMK 222/3 değişikliği ile ilgili TBBM Komisyon gerekçesi “Madde 24- Maddeyle, Kanunun ticari defterlerin ibrazı ve delil olmasına ilişkin 222 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Mevcut metne göre diğer tarafın defter kayıtlarında ilgili hususta hiçbir kayıt bulunmaması halinde, ibraz eden tarafın ticari defterindeki kayıtlar, sahibi lehine delil olarak kabul edilebilmektedir. Ticari defteri ibraz edenin tek taraflı işlemiyle oluşturduğu kayıtların, bu kayıtlardan hiçbir şekilde haberi olmayan karşı taraf aleyhine delil teşkil ediyor olması hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi hukuk güvenliği ilkesine de aykırılık teşkil edebilmektedir. Bu sebeple maddede yapılan değişiklikle, ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için öngörülen unsurlardan biri olan, diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtların “ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi” hali, madde metninden çıkarılmaktadır. Kural tersine çevrilmekte ve karşı tarafın maddede belirtilen usule uygun olarak tuttuğu ticari defterini ibraz ettiği halde ileri sürülen hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde ticari defterin, sahibi lehine delil olarak kullanılamayacağı açıkça hükme bağlanmaktadır. Madde metni dışına çıkarılan “ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi” durumunun yerine, “diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi” durumu maddeye ilave edilmektedir. Buna göre ticari defterde yer alan herhangi bir kaydın, sahibi lehine delil teşkil edebilmesi için diğer tarafın ticari defterini ibraz etmemesi gerekecektir. Bu düzenlemenin hakkaniyete ve hukuk güvenliği ilkesine uygun olduğu düşünülmektedir. Zira ticari defteri ibraz edenin defterinde yer alan ve diğer tarafı muhatap alan kayıt, diğer tarafa sunulmakta ve diğer tarafın kendi defterindeki kayıtlara dayanarak karşı delilini ileri sürmesi beklenmektedir. Diğer tarafın ticari defterini ibraz etmemesi hali, ileri sürülen delili hükümden düşürecek başka herhangi bir kayda sahip olmadığı anlamına gelecektir. Belirtilmelidir ki defter ibraz etmeyen tarafın, diğer tarafın ticari defterindeki kayıtların aksini senet veya diğer kesin delillerle ispatlama hakkı saklıdır.” şeklindedir.
Bunun yanında davalı tarafça davacının ticari defterlerindeki hususların aksini ispata elverişli senet veya kesin delil de ibraz edilmemiştir.
HMK 222/3 değişikliğiyle kanunun gerekçesinde de açıklandığı üzere davacı artık davasını münhasıran ticari defterleri ile ispatlayabilecektir. HMK’da ticari defterlerin ayrı bir delil olarak düzenlenmiş olması, TTK’da tacir olmanın hüküm ve sonuçlarında ticari defter tutma zorunluluğunun getirilmiş olması dikkate alındığında da ticari hayatın ilerleyebilmesi ve ticari uyuşmazlıkların hızlı ve doğru şekilde çözümlenebilmesi için hükmün bu şekilde değerlendirilmesinin hakkaniyete uygun olacağı kanaatine varılmıştır.
Bu itibarla davacı yanın ticari defterlerindeki kayıtlar delil niteliğinde sayılacağına dair kanunun amir hükmü gereği işlem yapılmıştır.
Kural olarak çek bir ödeme aracı olup çeki avans olarak verildiğini ispat etmek çeki avans olarak verdiğini iddia eden tarafa aittir (bkz; Yargıtay 19. HD. 2014/17834 Esas 2015/4830 Karar) davacı tarafça dava dilekçesi ekinde ibraz edilen çeklerin davalı tarafa avans olarak teslim edildiği davacı taraf ticari defterleri üzerinde yapılan incelemede davaya konu olan çekin davacı tarafın usulüne uygun olarak tutulmuş ticari defterlerinde yer aldığı ve bu çekin taraflar arasındaki sözleşmede avans olarak gösterildiği davalı tarafa ticari defterlerini ibraz etmesi için yapılan usulüne uygun ihtara rağmen davalı tarafın ticari defterlerini ibraz etmediği 6100 Sayılı HMK madde 222/3 uyarınca usulüne uygun şekilde ihtara rağmen davalı taraf ticari defterlerini mahkememize ibraz edilmediğinden davacı taraf ticari defter kayıtlarına dayanılarak davacı tarafın davaya konu çeki avans olarak verdiğini ispat ettiği mahkememizce kabul edilmiş bu durumda söz konusu çek karşılığında davalı tarafın malları teslim ettiğini ispat edemediği anlaşıldığından davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın KABULÜ ile; 94.400,00 TL’nin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
2-Karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca davanın kabul edilen değeri olan 94.400,00 TL üzerinden alınması gereken 6.448,46 TL ilam harcından davacı tarafından yatırılan 1.612,12 TL peşin harcın mahsubu ile bakiye ‭‭4.836,34‬ TL harcın davalıdan alınarak HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
3-Davacı tarafından yatırılan 1.612,12 TL peşin harcın davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
4-Davacı tarafından yargılama nedeniyle sarf edilen ‭‭953,8‬0 TL posta ve tebligat ücretinden oranlama yapılmaksızın oluşan yargılama gideri, 44,40 TL başvurma harcı olmak üzere toplam ‭‭998,2‬0 TL’nin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
5-Davalı tarafından yargılama nedeniyle herhangi bir yargılama gideri sarf edilmediğinden bu hususta KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
6-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan AAÜT hükümleri uyarınca hesaplanan 15.104,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
7-Hukuki Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliğinin 26/2 maddesi gereğince, Gaziantep Arabuluculuk Bürosu tarafından suçüstü ödeneğinden Arabulucuya ödenmesine karar verilen 1.320,00 TL’nin davalıdan alınarak HAZİNEYE GELİR KAYDINA,
8-Karar kesinleştiğinde artan avansın 6100 sayılı HMK m.333 hükmü uyarınca resen yatıran tarafa İADESİNE,
Dair; davacı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık yasal süre içerisinde Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde istinaf kanun yolu AÇIK olmak üzere karar verildi, verilen karar hazır bulunan tarafa okunmak suretiyle tefhim edildi.18/01/2023