Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2022/887 E. 2022/649 K. 17.03.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C. DİYARBAKIR BAM 6. HUKUK DAİRESİ
T.C.
DİYARBAKIR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO: 2022/887
KARAR NO : 2022/649

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :DİYARBAKIR ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
DAVANIN KONUSU :Rücuen Tazminat

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 17/03/2022

Taraflar arasında görülen davada Mahkemece verilen kararın istinaf incelemesi davacı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı HMK’nın 353. maddesi gereğince tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için düzenlenen rapor ile istinaf sebepleri dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları, tüm belgeler okunup incelendikten sonra, gereği görüşülüp düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili; müvekkili şirket nezdinde *** numaralı ve ***-*** tarihleri arasında geçerli vadeli kasko sigorta poliçesi ile sigortalı bulunan **** ait *** plaka sayılı aracın **** tarihinde meydana gelen trafik kazasında hasarlandığını, olay yerinde tanzim edilen rapora göre **** plaka sayılı aracın *** Mahallesi *** Sitesi yanı stabilize yoldan geri manevra yapıp *** numaralı sokak istikametine seyir halinde geçtiği esnada *** numaralı sokak üzerinde bulunan yaklaşık 40 cm çapındaki taş kütleye aracının alt kısımlarıyla çarpması sonucu maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, kazanın oluşumunda davalı Belediyeye ait yolun yapım çalışmasını yapan şirketin 2918 sayılı KTK m. 13 hükmündeki “Karayolunun yapımı, bakımı, işletilmesi ile görevli ve sorumlu bütün kuruluşlar, karayolu yapısını, trafik güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmakla yükümlüdür.
” düzenlemesini ihlal ettiğini, oluşan hasar nedeniyle müvekkili şirket tarafından sigortalısına 7.989,34 TL ödeme yapıldığını, yapılan ödeme üzerine müvekkili sigorta şirketinin sigortalısının haklarına halef olduğunu beyan ederek, sigortalıdan alınan temlikname ve halefiyet hükümleri uyarınca zararın 5.992,00 TL’lik kısmının ödeme tarihinden itibaren işleyen yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; meydana gelen kazayla ilgili olarak müvekkili kurumun herhangi bir kusuru ve sorumluluğu bulunmadığını, dava konusu kazanın meydana geldiği *** ilçesi, *** Mah.*** . sokağın yakın tarihe kadar işgallerin bulunduğu bir sokak olduğunu, dolayısıyla kamulaştırma işlemleri devam ederken kazanın gerçekleştiği bölgedeki imar yolunun aktif ve açık bir imar yolu olmadığını, kazanın meydana geldiği yolda, yol yapımından kaynaklı herhangi bir hafriyat, kaya ve taş bulunmadığını, dava konusu yolun asfalt olduğunu, kazanın meydana geldiği tarihte dava konusu bölgede konut yapım şantiyeleri bulunduğundan dolayı kazaya sebebiyet veren taş kütlesinin çevrede bulunan şantiyelerden gelmiş olma ihtimalinin bulunduğunu, kazanın meydana gelmesinde müvekkili belediyenin herhangi bir kusur ve sorumluluğunun söz konusu olmadığını beyan ederek, davanın reddini savunmuştur.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davalı idare aleyhine hizmet kusuruna dayanılarak dava açıldığı ve dava konusu olayda idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı HMK m. 114(1)-b hükmü uyarınca “yargı yerinin caiz olmaması” dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
İstinaf talebinde bulunan davacı vekili, eldeki davada Uyuşmazlık Mahkemesi kararları uyarınca adli yargının görevli olduğunu, mahkemece verilen kararın usule aykırı olduğunu ileri sürerek, kararı istinaf etmiştir.
Davalı taraf, kendisine tebliğ edilen istinaf dilekçesine cevap vermemiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ SEBEPLER VE GEREKÇE:
6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi uyarınca, istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesi sonunda;
Dava, kasko sigorta poliçesi gereği sigortalısına ödeme yapan davacının ödediği bedelin, 6102 sayılı TTK’nın 1472. maddesine göre zarardan sorumlu olduğu iddia olunan davalıdan rücuen tahsili istemine ilişkindir.
Uyuşmazlık, dava konusu olayda adli yargının mı idari yargının mı görevli olduğu, adli yargı görevli ise davanın ticari dava olup olmadığı ve buna bağlı olarak adli yargı içerisindeki mahkemelerin hangisinin görevli olduğu hususlarında toplanmaktadır.
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde; *** plaka sayılı aracın davacı**** AŞ tarafından *** numaralı “Kara Araçları Genişletilmiş Kasko Sigorta Poliçesi” kapsamında ****-*** tarihleri arasındaki dönem için sigortalandığı, 28/09/2018 tarihinde tek taraflı trafik kazasında hasarlanan sigortalı araç için, davacı **** şirketi tarafından dava dışı sigortalıya ödeme yaptığı, davacının bu ödeme nedeniyle kazanın meydana geldiği yolun yapımından ve bakımından sorumlu olduğunu iddia ettiği davalı Belediyeden rücuen tazmininin istendiği anlaşılmaktadır.

(i) 6100 Sayılı HMK m. 114(1)-b hükmü uyarınca yargı yolu bakımından yapılan değerlendirmede:
2918 sayılı KTK’nın 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; ancak aksine bir hüküm yoksa karayolu dışındaki alanlardan kamuya açık olanlar ile park, bahçe, park yeri, garaj, yolcu ve eşya terminali, servis ve akaryakıt istasyonlarında karayolu taşıt trafiği için faydalanılan yerlerde de bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiş; Kanunun 4. maddesinde, Karayolu Trafik Güvenliği Kurulunun görev ve yetkileri, Kanunun 5 ila 12 maddelerinde; İçişleri Bakanlığının, Trafik zabıtası ve genel zabıtanın, Karayolları Genel Müdürlüğünün, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığının, Belediye trafik birimlerinin, İl ve ilçe trafik komisyonlarının bu Kanunla ilgili görev ve yetkileri sayılmış; bu kapsamda, Kanunun “Karayolu trafik güvenliği” başlıklı 13. maddesinde, karayolunun yapımı, bakımı, işletilmesi ile görevli ve sorumlu bütün kuruluşların, karayolu yapısını, trafik güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmakla yükümlü oldukları belirtilmiştir.
2918 sayılı KTK’nın 19/01/2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen 110. maddesi ise; “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” şeklindedir.
Yasama belgeleri ile anılan düzenlemenin gerekçesine bakıldığında, 2918 sayılı Kanun’un uygulanması gereken sorumluluk davalarında bir karmaşanın söz konusu olduğu, bu karmaşanın adli yargı yerlerinin görevli olduğu belirlenmek suretiyle giderilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Bahse konu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ile somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne taşınmış, Anayasa’nın 2, 125 ve 155. maddeleri bağlamında inceleme yapan Mahkeme, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek ve aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu gerekçeleriyle düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bulmayarak iptal istemini reddetmiştir (Anayasa Mahkemesinin 26/12/2013 tarihli ve 2013/68-165 E-K sayılı kararı).
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 158. maddesi uyarınca adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesi de önüne gelen benzer uyuşmazlıklarda Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararına atıf yaparak benzer sonuca ulaşmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesince, 2918 sayılı Kanun’un 19/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesinin yukarıda işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanun’un, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (Bkz. örnek olarak Uyuşmazlık Mahkemesinin 31/01/2022 tarihli ve 2022/10 E., 2022/56 K. sayılı; 27/12/2021 tarihli ve 2021/809 E., 2021/729 K. sayılı kararları).
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından, dava konusu olayla ilgili benzer bir uyuşmazlıkta, sigorta şirketine sigortalı aracın yolun ortasında bulunan ve etrafında hiç bir güvenlik önlemi veya işaret bulunmayan taşa çarpması sonucunda hasarlanması nedeniyle Belediye aleyhine açılan rücuen tazminat davasının adli yargıda görülmesi gerektiği kabul edilmiştir (Bkz. Uyuşmazlık Mahkemesinin 26/03/2018 tarihli ve 2018/118 E., 2018/148 K. sayılı kararı).
2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin ve Uyuşmazlık Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararları birlikte değerlendirildiğinde, 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi gerekliliği ortaya çıkmış, Anayasa’nın 153. maddesinin birinci ve son fıkraları ile 158. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da tüm yargı yerlerinin benzer nitelikte yorum yapması kaçınılmaz hâle gelmiştir. (Yargıtay 4. HD’nin 24/06/2021 tarihli 2021/496 E., 2021/3865 K. sayılı; 03/03/2021 tarihli 2020/3587 E., 2021/945 K. sayılı kararları)
Somut olayda, davacının kasko sigorta poliçesi ile sigortaladığı **** plakalı araç ile sigortalısının 28/09/2018 tarihinde yaptığı trafik kazası nedeniyle araçta meydana gelen ve sigortalısına ödediği hasar bedelini, kaza tespit tutanağında, 2918 sayılı KTK m. 13 hükmündeki “Karayolunun yapımı, bakımı, işletilmesi ile görevli ve sorumlu bütün kuruluşlar, karayolu yapısını, trafik güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmakla yükümlüdür.
” düzenlemesini ihlal etmesi sebebiyle kusurlu olduğu belirtilen davalı Belediyeden rücuen tazminini talep ettiği anlaşıldığından; yukarıda yer verilen kanun hükümleri ve yargısal içtihatlar uyarınca, eldeki davada adli yargı görevli olup, uyuşmazlığın esasının adli yargıda çözümlenmesi gerekir. Hâl böyle olunca, mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesinin bu husustaki istikrarlı içtihatları göz ardı edilerek, hatalı gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden reddine karar verilmesi isabetsiz görülmüştür.

(ii) 6100 Sayılı HMK m. 114(1)-c hükmü uyarınca görev bakımından yapılan değerlendirmede:
Halefiyet, bir kişinin hukuken diğerinin yerine geçmesi anlamına gelir. 6102 sayılı TTK m. 1472(1) hükmünde sigorta tazminatını ödeyen sigortacının, hukuken sigorta ettirenin (başkası hesabına sigortada sigortalının) yerine geçeceği ifade edilmiştir. Bu nedenle hukukumuzda yasal halefiyete iliş-kin olarak tazminat alacağının yasa uyarınca sigortacıya geçmesi ilkesi benimsenmiştir. Yasal halefiyet zarar sigortalarında söz konusu olup, mal sigortaları bakımından TTK m. 1472 hükmünde, sorumluluk sigortaları bakımından TTK m. 1481 hükmünde düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca sigortacı, sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren yerine geçer ve dava, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder. Bu şekilde sigortalısının haklarına halef olan sigorta şirketinin, ödediği tazminat miktarınca hukuken sigortalı yerine geçerek açtığı rücu davası, aslında bir tazminat davası olup, bu niteliği itibariyle aynı zamanda şahsî nitelikte bir eda davasıdır. Burada sigortacı, sigorta ettiren yerine geçtiği için şahsî ve rücu ödediği bedelle sınırlı olduğundan dolayı da cüz’î haleftir (Yargıtay HGK, 05/02/2019, E. 2017/17-1088, K. 2019/65 tarih ve sayılı kararı).
Davacı … şirketi, bu davayı sigortalısının halefi olarak açtığına göre, uyuşmazlığın çözümünde de sigortalı ile davalı arasındaki ilişkinin hukuki mahiyeti nazara alınmalıdır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 22.03.1944 tarihli, E. 1939/37, K. 1944/9 sayılı (RG, 03/07/1944–5746) ve 17/01/1972 tarihli E. 1970/2, K. 1972/1 sayılı (RG, 20/03/1972 –14134) kararları “sigortacının sorumlu kişi aleyhine açacağı dava sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur.” şeklinde vurgulanmıştır. Buna göre; sigortacının halefiyete dayalı olarak açtığı davada, davanın nitelendirmesi yapılırken, davacının sigortalısı ile zarara neden olduğu iddia edilen arasındaki hukukî ilişkiye bakılması gerekir. Başka bir anlatımla, TTK’nın yukarıda anılan hükümleri kapsamında sigortacının halefiyetine dayalı dava, mutlak ticarî dava olmayıp; sigortalı ile zarara sebep olan arasındaki hukukî ilişkinin ticarî davaya sebebiyet vermesi halinde ticarî dava olarak kabul edilir.

Somut olayda; davacı sigortacının, dava dışı sigortalısının aracı ile seyir halinde iken kaza yaptığı, kaza sonucunda sigortalıya araçtaki hasar bedelinin öndendiği, davalının yolun trafik güvenliğinin sağlamaması sonucunda kazanın meydana gelmesinden sorumlu olduğunu ileri sürerek, 6102 sayılı TTK’nın 1472 (6762 sayılı TTK’nın 1301) maddesi uyarınca, sigortalısına ödenen tazminatın, davalıdan rücuan tahsiline karar verilmesi istemi ile dava açtığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında; davaya konu istemin, davacının sigortalısı ile davalı arasındaki haksız fiil ilişkisine dayandığı açıktır. Bu durumda, davanın sigorta sözleşmesinden kaynaklanmadığı, davacının sigortalısı ile davalı … arasında sigorta ilişkisinin bulunmadığı, uyuşmazlığın davalının kusuru ile gerçekleşmesine sebebiyet verdiği iddia edilen haksız fiilden kaynaklandığı, bu itibarla davacının sigortalısı ile davalı … arasındaki hukuki ilişkinin haksız fiil olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, haksız fiilin tarafları dava dışı sigortalı ile davalı … tacir olmadığından, uyuşmazlık tacirler arası haksız fiil niteliğinde de değildir. Bu nedenlerle, dava konusu olayda 6102 sayılı TTK m. 4 hükmü uyarınca mutlak ya da nispî ticarî dava bulunmamaktadır. 6100 sayılı HMK m. 2(1) hükmüne göre, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Bu nedenle hukuki uyuşmazlıklarda asliye mahkemelerinin görevi asıldır.
Yukarıdan beri anlatılan hukuksal çerçevede; uyuşmazlığın adlî yargı yerinde çözümlenmesi gerekli olup, mutlak ya da nispî ticarî dava niteliğinde olmayan eldeki davada 6100 sayılı HMK m. 2(1) hükmü uyarınca asliye hukuk mahkemeleri görevlidir. Hâl böyle olunca, mahkemece davanın ilk açıldığı Diyarbakır ***. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yasal ve yerinde olmayan gerekçelerle idarî yargının görevli olduğundan bahisle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz görüldüğünden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353(1)-a-3 maddesi gereğince kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-)Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE, İlk Derece Mahkemesinin yukarıda anılan kararının 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a-3 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-)Gerekçede belirtilen eksikliklerin giderilmesi amacıyla davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-)492 sayılı Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı tarife gereğince, peşin alınan 80,70 TL istinaf karar ve ilâm harcının davacıya İADESİNE,
4-)İstinaf kanun yoluna başvuran davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince hükümle birlikte DEĞERLENDİRİLMESİNE,
5-)İstinaf incelemesi duruşma açılmadan yapıldığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
6-)6100 sayılı HMK’nın 7035 sayılı Kanun ile değişik m. 359(4) maddesi uyarınca Dairemiz kararının ilk derece mahkemesince taraflara TEBLİĞİNE,
dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a ve 362(1)-g hükümleri gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 17/03/2022