Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2022/1550 E. 2022/1146 K. 13.05.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

T.C.
DİYARBAKIR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2022/1550
KARAR NO : 2022/1146

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :DİYARBAKIR ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
DAVANIN KONUSU :Menfi Tespit (2004 sayılı İİK m. 89/3)

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ :13/05/2022

Taraflar arasında görülen davada Mahkemece verilen kararın istinaf incelemesi davacı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı HMK’nın 353. maddesi gereğince tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için düzenlenen rapor ile istinaf sebepleri dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları, tüm belgeler okunup incelendikten sonra, gereği görüşülüp düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili; davalı takip alacaklısı …’in davacı müvekkili …’a dava dışı takip borçluları …, …’dan olan alacağı için … …. İcra Müdürlüğünün … E. sayılı kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile yapılan takipte … ve … haciz ihbarnameleri tebliğ ettirdiğini, davacı müvekkilinin … yaşında olduğunu ve okuma yazması olmadığını, icra dairesinden gelen evrakların ne olduğunu anlamadığından söz konusu haciz ihbarnamelerine itiraz edemediğini, daha sonra icra müdürlüğünce davacı müvekkiline … tarihinde 2004 sayılı İİK m. 89/3 hükmü uyarınca üçüncü haciz ihbarnamesi tebliğ edildiğini, ihbarnamede önceki ihbarnamelere de itiraz etmediğinden borcun zimmetinde sayıldığı, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerinden borcu ödemesi ya da icra takibinin bulunduğu yer veya kendi ikamet adresi yerleşim yerindeki mahkemede menfi tespit davası açması gerektiği, aksi halde söz konusu dosya alacağının kendisinden icra yolu ile tahsil edileceğinin bildirildiğini, müvekkilinin davaya konu icra borçluları ile ticari ilişkisinin olmadığını beyan ederek müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece davanın açılmasıyla birlikte davalı tarafa tebligat yapılmadan dosya üzerinden karar verildiğinden davalı tarafın davaya cevabı bulunmamaktadır.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece yapılan yargılama neticesinde; eldeki davanın 6102 sayılı TTK m. 5/A hükmü uyarınca dava şartı (zorunlu) arabuluculuk kapsamında olduğu, davacı vekili tarafından dava açılırken arabuluculuk son tutanağı sunulmadığı gibi dava dilekçesinde arabulucuya başvurulduğuna dair bir ibareye yer verilmediği, davacı asilin arabulucuya başvurmadığını belirttiği, bu durumda aralubulucuya başvuru yapılmadan davanın açıldığı, 6325 sayılı Kanun’un 18/A-2 maddesi gereğince kesin süre verilmesine gerek görülmediği gerekçesiyle davanın 6100 sayılı HMK m. 114 ve 115 hükümleri gereğince dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili; davanın 2004 sayılı İİK m. 89/3 hükmüne göre açılan menfî tespit davası olduğunu, menfî tespit davasının belirli bir miktar paranın ödenmesine yönelik alacak ya da tazminat talebini içermemesi nedeniyle işbu davada arabulucuya başvurma zorunluluğunun bulunmadığını, mahkemece verilen kararın usûl ve yasaya aykırı olduğunu beyan ederek istinaf isteminde bulunmuştur.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ SEBEPLER VE GEREKÇE:
6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf dilekçesinde belirtilen sebepler ve kamu düzeni ile sınırlı olarak yapılan istinaf incelemesinde;
Dava, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) m. 89/3 hükmüne göre açılmış menfî tespit istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından ve UYAP üzerinden temin edilen bilgi ve belgelerden; … … İcra Dairesinin … E. sayılı dosyasında …’ye hitaben keşide edilen, … numaralı, … keşide tarihli ve … TL bedelli çeke dayalı olarak alacaklı (hâmil) … tarafından borçlular … (keşideci) ile … ve …(cirantalar) aleyhine kambiyo senetlerine mahsus icra takibi yapıldığı, bu dosyadan davacıya … tarihinde birinci haciz ihbarnamesinin, … tarihinde de ikinci haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği, davacının bu haciz ihbarnamelerine itiraz etmediği, üçüncü haciz ihbarnamesinin … tarihinde bizzat davacıya tebliğ edildiği, eldeki davanın ise … tarihinde Diyarbakır … Asliye Hukuk Mahkemesinin … E. sırasına kayden açıldığı, daha sonra adı geçen mahkemece görevsizlik kararı verilmesi üzerine asliye ticaret mahkemesince yazılı şekilde karar verildiği anlaşılmıştır.
2004 sayılı İİK m. 89/3 hükmünde takip hukukuna özgü ayrı bir menfî tespit davası daha düzenlenmiştir.
2004 sayılı İİK’nın 89. maddesi uyarınca, borçlunun üçüncü şahıs nezdinde bulunan para alacaklarının haczi halinde borçluya, alacağı karşılayacak kadar borcunu alacaklıya ödeyemeyeceği ve ancak icra dairesine ödeyebileceği duyurusunu içeren haciz ihbarnamesi (birinci haciz ihbarnamesi) gönderilir. Haciz ihbarnamesini alan üçüncü kişinin tebliğden itibaren 7 gün içerisinde borçlu olmadığına veya borcun tebliğden önce ödendiğine dair yazılı veya sözlü olarak itirazda bulunmadığı takdirde kendisine, kendisine gönderilen birinci haciz ihbarnamesine 7 gün içerisinde itiraz etmediği ve bu nedenle borcun zimmetinde sayıldığına ilişkin yeni bir haciz ihbarnamesi (ikinci haciz ihbarnamesi) gönderilir. Bu ikinci ihbarnamede ayrıca, tebliğden itibaren 7 gün içinde ikinci fıkrada belirtilen sebeplerle itirazda bulunması, itirazda bulunmadığı takdirde zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmesi istenir. İkinci haciz ihbarnamesine de süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir. Bu bildirimi alan üçüncü şahıs, icra takibinin yapıldığı veya yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde süresi içinde menfi tespit davası açtığına dair belgeyi bildirimin yapıldığı tarihten itibaren yirmi gün içinde ilgili icra dairesine teslim ettiği takdirde, hakkında yürütülen cebri icra işlemleri menfi tespit davası sonunda verilen kararın kesinleşmesine kadar durur. Bu süre içinde 106 ncı maddede belirtilen süreler işlemez. Bu davada üçüncü şahıs, takip borçlusuna borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait olmadığını ispat etmeye mecburdur. Üçüncü şahıs açtığı bu davayı kaybederse, mahkemece, dava konusu şeyin yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere bir tazminata mahkûm edilir. Bu fıkraya göre açılacak menfi tespit davaları maktu harca tabidir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere; dava dilekçesinin asliye hukuk mahkemesine hitaben verildiği, davanın ilk açıldığı Diyarbakır … Asliye Hukuk Mahkemesinin … tarihli ve … E., … K. sayılı kararı ile davanın ticarî dava olduğundan bahisle Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesine görevsizlik kararı verildiği, Mahkemece de yazılı şekilde davanın dava şartı yokluğu (arabulucuya başvurulmamış olması) nedeniyle usûlden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Şu hale göre, öncelikle eldeki davanın 6102 sayılı TTK m. 4 hükmü kapsamında bir ticarî dava olup olmadığı ve davada asliye ticaret mahkemelerinin görevli olup olmadığı hususu değerlendirilmelidir.
6102 sayılı TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir:
(i) Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır (mutlak ticarî davalar). Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4(1) hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır.
(ii) İkincisi ise, yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4(1)-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür.
(iii) Üçüncü grup ise, nispî ticarî davalar olup, TTK m. 4(1) hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez.
Doktrinde, 01/10/2011 tarihinden sonra 2004 sayılı İİK m. 89 hükmü uyarınca üçüncü kişi tarafından açılan menfî tespit davaları için görevli mahkemenin, 6100 sayılı HMK’nın 2. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesi olduğu ifade edilmiştir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2. Bası, Ankara: Adalet Yayınevi, 2013, s. 476). 2004 sayılı İİK’nın m. 89/3 hükmü açılan menfi tespit davasında maddenin yer aldığı 2004 sayılı İİK’da görev yönünden özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Başka bir anlatımla, 2004 sayılı İİK m. 89 hükmünde belirtilen mahkemenin hangi mahkeme olduğu konusunda bir açıklık bulunmamakla birlikte, aynı Kanun’un 235/1. maddesindeki kayıt kabul ve 154/3. maddesindeki iflâs davaları için ticaret mahkemelerinin görevli olduğu yolundaki gibi açık bir düzenleme bulunmamaktadır. 6100 sayılı HMK m. 2(1) hükmüne göre, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Bu nedenle hukuki uyuşmazlıklarda asliye mahkemelerinin görevi asıldır.
2004 sayılı İİK’nın m. 89/3 hükmü uyarınca açılan menfi tespit davasında, davacı ile davalı takip alacaklısı arasında doğrudan ticari ilişki bulunmadığından ve kanunda da görevli mahkeme konusunda özel bir düzenleme bulunmadığından, 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde belirtilen mutlak ya da nispî ticarî davadan söz edilemez. Bu itibarla davanın 6100 sayılı HMK’nın 2. maddesi gereğince genel görevli asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerekir (Bkz. Yargıtay (Kapatılan) 19. HD’nin, 12/04/2016, E. 2016/3568, K. 2016/6425; 26/02/2016, E. 2015/15365, K. 2016/3253 tarih ve sayılı kararları ile Dairemizin 20/01/2022, E. 2021/971, K. 2022/143 tarih ve sayılı kararı). Her ne kadar davanın dayanağı olan icra takibi kambiyo senedine dayalı ise de, davacı tarafın kambiyo senedinde herhangi bir sıfatla yer almaması nedeniyle, eldeki davanın tarafları arasında kambiyo senedinden kaynaklı bir ilişkinin bulunduğundan ve davanın bu gerekçe ile mutlak ticarî dava olduğundan söz edilemez. Bu nedenle Mahkemece, davanın ilk açıldığı Diyarbakır … Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usûl ve yasaya aykırı görülmüştür.
Kabule göre de;
7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6102 sayılı TTK’ya eklenen dava şartı olarak arabuluculuk başlıklı 5/A maddesinde; “(1) Bu kanunun 4’üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” düzenlemesi getirilmiştir.
Ticarî davalarda arabulucuya başvuru zorunluluğu getiren 6102 sayılı TTK m. 5/A(1) hükmünde ticarî davalardan “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri” bakımından dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş olup, düzenlemede zorunluğu arabuluculuğun kapsamının belirlenmesi bakımından “dava konusu” ön plana çıkarıldığından, bu hususa kısaca değinilmesinde yarar vardır.
Dava konusu, davaya konu edilmiş hak, yani dava ile elde edilmek istenen sonuç olarak tanımlanmaktadır. (Baki Kuru: Medenî Usul Hukuku El Kitabı, C. II, Ankara 2020, s. 1488; Yargıtay HGK, 12/11/2019, E. 2017/21-434, K. 2019/1173). Dava konusunun belirlenmesi yöntemine ilişkin olarak hukukumuzda taraftar bulan iki görüş olduğu ifade edilebilir: Bunlardan ilki, “iki unsurlu dava konusu teorisi” olup bu teori, dava konusunun belirlenmesinde vakıalar ile talep sonucunun birlikte ele alınması gerektiğini, bu kapsamda dava konusunun belirlenmesinde her iki unsurun da eşit öneme sahip olduğunu savunur. Diğeri ise “tek unsurlu dava konusu teorisi” olup buna göre, dava konusunu belirleyebilmek için davacının talebi önemlidir. Başka bir ifadeyle, dava konusu yalnızca talep sonucu esas alınmak suretiyle belirlenmelidir; vakıalar talep sonucunun yorumlanmasında kullanılabilir. (Levent Börü: Dava Konusu Kavramı ve Teorileri, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, Cilt 28, Sayı 2, 2012, s.263-265). Hukukumuzda, Yargıtay uygulamasında da dava konusunun belirlenmesinde talep sonucu dikkate alınmaktadır. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre, istem sonucu, dava konusunu belirleyen tek ve asıl ögedir. İstem sonucu mahkemeden istenilen şey olup davanın mevzuunu teşkil eder ve mahkemenin davayı kabul etmesi halinde kararında neyi hüküm altına alacağı hususunun açıkça beyan edilmesi keyfiyeti olarak anlaşılmaktadır. Dava konusunun ne olduğu istem sonucu ile belirlenir. (Yargıtay HGK, 15/02/2017, E. 2015/7-917, K. 2017/265).
Kanun metninde açıkça “konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri olan ticari davalar” zorunlu arabuluculuk kapsamına alınmıştır. Kanunun açık lâfzından uzaklaşıp yorum yoluyla menfî tespit davaların da temelinde para alacağı olduğu gerekçesiyle zorunlu arabuluculuğa tabi tutulması mümkün değildir. Zira ticari davaların tamamı, temelinde bir para alacağına dayanan davalardır. Kanunda belirtilen “alacak” ve “tazminat” talepleri, istem sonucunu ifade ettiğinden, menfî tespitte bu yönde bir istem sonucu yoktur. Yukarıda da ifade edildiği üzere; davanın konusunun davacının istem sonucuna göre belirlenmesi gerektiğinden, burada davacı tarafından mahkemeye sunulan usulî talebin içeriğine göre bir belirleme yapılmalıdır. Davanın konusunu davacının istem sonucu belirlediğine göre, davanın davalı açısından mahiyeti ya da menfî tespit davasında davalının da alacaklı olup olmadığının incelenmesinin bir önemi yoktur. Yargıtay HGK’nın yukarıda anılan kararında da ifade edildiği üzere, istem sonucu, dava konusunu belirleyen tek ve asıl ögedir.
Öte yandan, kanunda ifade edilen “alacak” ve “tazminat” talepleri eda davası niteliğinde bir dava, ancak menfî tespit ise bir “tespit” davası olup, bunlar birbirinden farklı dava türleridir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık bir para alacağına ilişkin olsa bile, yukarıda ifade edildiği üzere, hukukumuzda dava konusunun tespitinde talep sonucundan hareket edildiğinden, davacının usulî talepleri (tespit ve inşaî talepler) söz konusu olduğunda TTK m. 5/A hükmünün uygulanması mümkün değildir.
6102 sayılı TTK m. 5/A hükmünün madde metni herhangi bir tereddüde ve yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde açık yazılmıştır. TTK’ya bu maddenin eklenmesini sağlayan 7155 sayılı Kanunun genel gerekçesinin bu konuyla ilgili kısmı ve madde için özel olarak yazılan gerekçe de bu açık anlamı desteklemektedir. Hal böyle iken, menfî tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK’nın 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması kanuna aykırı olduğu gibi, ticarî davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan da Kanun Koyucunun bilinçli olarak menfî tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, ticarî nitelikteki menfî tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesi zorunlu olmadığı gibi, arabulucuya gidilmiş olması da bir dava şartı değildir.
Nitekim Yargıtay Kapatılan 19. HD’nin 13/02/2020, E. 2020/85, K. 2020/454; Yargıtay 11. HD’nin 11/02/2022, E. 2020/5495, K. 2022/1020; 16/12/2021, E. 2020/5144, K. 2021/7204; 23/09/2021, E. 2020/3244, K. 2021/5698; 27/05/2021, E. 2020/6050, K. 2021/4519; 20/04/2021, E. 2020/6031, K. 2021/3835 tarih ve sayılı kararlarında genel olarak menfî tespit davalarının zorunlu arabuluculuk kapsamında olmadığı kabul edildiği gibi; Yargıtay Kapatılan 15. HD’nin 15/03/2021, E. 2020/2937, K. 2021/864; 18/03/2021, E. 2020/3044, K. 2021/996; 25/03/2021, E. 2020/1455, K. 2021/1179; 27/04/2021, E. 2020/2105, K. 2021/1981 tarih ve sayılı kararları uyarınca da, 2004 sayılı İİK 89. maddesine istinaden açılan menfi tesbit davalarında arabulucuya gitme imkânının bulunmadığı da izahtan varestedir.
Sonuç olarak, yukarıda anılan kanun hükümleri ve yargısal içtihatlar uyarınca; eldeki 2004 sayılı İİK m. 89 hükmüne istinaden açılan menfî tespit davası bakımından dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı aşikar olmasına rağmen, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucunda yasal ve yerinde olmayan aksi yöndeki gerekçeyle karar verilmesi de doğru değildir.
Göreve dair kurallar kamu düzenine ilişkin olup 6100 HMK’nın m. 1 hükmü uyarınca mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir; m. 114(1)-c hükmüne göre de mahkemenin görevli olması bir dava şartıdır. Aynı Kanun’un m. 115 hükmüne göre ise, dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki nitelemenin yapılması ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir.
Yukarıda belirtilen sebeplerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a-3-4 ve m. 355 hükümleri uyarınca esasa ilişkin istinaf sebepleri incelenmeksizin kamu düzeni ilkesi uyarınca re’sen gözetilen sebeplerle kabulü ile, ilk derece mahkemesince dava konusu uyuşmazlıkta asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek, 6100 sayılı HMK m. 114(1)-c ve 115(2) hükümleri uyarınca mahkemenin görevine ilişkin dava şartı noksanlığı bulunduğu gerekçesiyle davanın usûlden reddi ile 6100 sayılı HMK m. 20(1) hükmündeki usûl izlenerek dosyanın görevli Diyarbakır … Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi için ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, dosyanın kararı veren yerel mahkemeye gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-)Davacı vekilinin istinaf isteminin, esasa ilişkin istinaf sebepleri incelenmeksizin kamu düzeni ilkesi yönünden re’sen KABULÜNE, İlk Derece Mahkemesinin yukarıda anılan kararının 6100 sayılı HMK’nın 353(1)-a-3-4 ve 355 maddeleri uyarınca esası incelenmeksizin KALDIRILMASINA,
2-)Gerekçede belirtilen eksikliklerin giderilmesi amacıyla davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-)Kararın kaldırılması nedenine göre davacı tarafın istinaf sebeplerinin şimdilik incelenmesine YER OLMADIĞINA,
4-)492 sayılı Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı tarife gereğince, peşin alınan 80,70 TL istinaf karar ve ilâm harcının istinaf eden davacı tarafa İADESİNE,
5-)İstinaf kanun yoluna başvuran davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince yeniden yapılacak yargılamada verilecek hükümle birlikte DEĞERLENDİRİLMESİNE,
6-)İstinaf incelemesi duruşma açılmadan yapıldığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
7-)6100 sayılı HMK’nın 7035 sayılı Kanun ile değişik m. 359(4) maddesi uyarınca Dairemiz kararının İlk Derece Mahkemesince taraflara TEBLİĞİNE,
dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a ve 362(1)-g hükümleri gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 13/05/2022