Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 2021/3489 E. 2021/2082 K. 30.12.2021 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı kesinleşmiş bir karardır.

T.C. DİYARBAKIR BAM 6. HUKUK DAİRESİ
T.C.
DİYARBAKIR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO: 2021/3489
KARAR NO : 2021/2082

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : DİYARBAKIR ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
DAVANIN KONUSU : Tazminat

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
KARAR TARİHİ : 30/12/2021

Taraflar arasında görülen davada Mahkemece verilen kararın istinaf incelemesi davacı vekili tarafından istenmiş, 6100 sayılı HMK’nın 353. maddesi gereğince tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için düzenlenen rapor ile istinaf sebepleri dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları, tüm belgeler okunup incelendikten sonra, gereği görüşülüp düşünüldü:

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında ilk olarak *** adlı projeden 2+1 büro satın almak amacıyla taşınmaz satış vaadi sözleşmesi imzalandığını, bedelin 5.000,00 TL’sinin peşin ödendiğini, 115.000,00 TL’yi de 10/03/2014 tarihinde, 20.000,00 TL’yi de 30/04/2014 tarihinde ödediğini, davalı tarafın taşınmazı teslim etmemesi üzerinde tarafların *** bağımsız bölümlerin 1.100.000,00 TL bedelle davalı tarafından davacıya satılması konusunda ikinci bir anlaşma yaptıklarını, ikinci anlaşma uyarınca davacıya satılacak bağımsız bölümlere karşılık olarak Altınkent Villalarında yer alan taşınmazın 1.000.000,00 TL kabul edilerek bakiye 100.000,00 TL’nin de ilk sözleşmeden davalı tarafından davacıya ödenmesi gereken bedelden mahsup edileceğini, ancak davacının kendisine ait villayı davalıya devretmesine rağmen bu üç bağımsız bölümün de başkalarına satıldığını, daha sonra tarafların üçüncü bir sözleşme yaparak davalı tarafından *** Konutlarında yer alan 550.000,00 TL değerindeki dairenin davacıya teslimi, daha önce davalıya devredilen villanın da davacıya iadesi konusunda anlaşmaya vardıklarını, bütün bu anlaşmalara rağmen müvekkiline karşı sözleşme gereğini yerine getirmeyen davalının oluşan zararlardan ve müvekkilinin yaşadığı mağduriyetten sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere, ilk taşınmaz satış vaadi ve akabinde tanzim edilen diğer satış vaadi sözleşmelerine aykırılıktan kaynaklı olarak müvekkilinin uğradığı maddi zararlar, mahrum kalınan kar kaybı, mahrum kalınan kira bedelleri, gayrimenkuller için yapılan masraflar için şimdilik 5.000,00 TL, manevi zarar olarak da 25.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; her ne kadar asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla asliye hukuk mahkemesinde açılmış olsa da bu davada asliye hukuk mahkemesinin görevli olmadığını, müteahhitten veya arsa sahibinden tamamlanmış veya henüz tamamlanmamış bir konut satın alan üçüncü kişi tüketici olarak kabul edileceğinden, bu şekilde yapılan sözleşmelerden (satış vaadi sözleşmesi vb.) kaynaklanan davaların tüketici mahkemesinde görülmesi gerektiğini, davacı ile müvekkili şirket arasında gerçekleşen son taşınmaz satış vaadi sözleşmesi kapsamında konut satışı gerçekleştirildiğinden işbu davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğunu, davacı tarafından satın almak planıyla kurduğu sözleşmeye konu tüm iş yerlerinden elde edemediği kira bedellerini, davaya konu villa üzerinde uğranılan kar kaybını, villada oluşan zarar ve eksiklikleri gidermek için yapılan masrafları, sözleşmelere konu gayrimenkuller için ödediği tapu masraflarını, son sözleşmeye konu taşınmazı piyasa değerinin altında satması sebebiyle uğradığı kar kaybını ve sistematik olarak yaşadığı çok ağır manevi baskılardan kaynaklı manevi tazminat alacak kalemleri talep edildiğini, talep edilen alacak kalemlerinden müvekkili şirketin herhangi bir sorumluluğu bulunmadığını beyan ederek, davanın reddini savunmuştur.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
Mahkemece yapılan yargılama neticesinde; uyuşmazlığın taraflar arasında akdedilen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ve devamında yapılan anlaşmalardan kaynaklandığı, gayrimenkulün aynından kaynaklanan uyuşmazlığın bulunmadığı, davacının ticari veya mesleki amaçla hareket etmediği, davacının davalıyla yaptığı işlemin tüketici işlemi olduğu, dolayısıyla eldeki davanın ticari dava sayılamayacağı gerekçesiyle tüketici mahkemesine görevsizlik kararı verilmiştir.
Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili; tüketici mahkemelerinin görevli olabilmesi için taraflardan birinin tüketici sıfatını taşıması gerektiği, taraflardan birinin tüketici sıfatı yoksa ve 6502 sayılı TKHK m. 3/1-k’da belirtildiği üzere mesleki ve ticari faaliyet kapsamında bir sözleşme yapıldıysa tüketici mahkemesinin görevli olmayacağı, taşınmazın kişisel ihtiyaçlar dışında, belirli bir meslek icrası, belirli bir üretimde kullanma, yeniden satış, kiraya verme, ticari olarak kullanma gibi mesleki veya ticari amaçlarla satın alanların tüketici olarak kabul edilemeyeceği, somut olayda ilk yapılan sözleşmede iş yeri (büro), ikinci yapılan sözleşmede yine iş yerleri (bürolar) için harici gayrimenkul satış sözleşmeleri yapıldığını, bu sözleşmelerin tümünde müvekkilinin ticari saiklerle hareket ettiğini, yerel mahkemenin görev yönünden ret kararı vermesinin hukuka aykırı olduğunu beyan ederek istinaf isteminde bulunmuştur.
İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı vekili, istinafa cevap vermemiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ, HUKUKİ SEBEPLER VE GEREKÇE:
6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olmak üzere yapılan inceleme sonunda;
Dava, taraflar arasındaki taşınmaz satımına dair sözleşmeler nedeniyle uğranıldığı iddia edilen maddî ve manevî zararın tazmini istemine ilişkindir.
Dava başlangıçta Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmış, adı geçen mahkemece davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılarak **** K. sayılı karar ile Diyarbakır’da 01/09/2021 tarihi itibariyle asliye ticaret mahkemesinin faaliyete geçirildiği gerekçesiyle, dosyanın Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesine devrine (aktarılmasına) karar verilmiş; Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesinin 06/10/2021 tarihli ve ***E., *** K. sayılı kararı ile yukarıda yazılı gerekçe ile tüketici mahkemesine görevsizlik kararı verilmiştir.
6100 HMK’nın m. 1 hükmü uyarınca, göreve dair kurallar kamu düzenine ilişkin olup mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. HMK m. 114(1)-c hükmüne göre de mahkemenin görevli olması bir dava şartıdır. Aynı Kanun’un m. 115 hükmüne göre ise, dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki nitelemenin yapılması ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir.
6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile değişik TTK’nın 5/1. maddesinde, aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın, asliye ticaret mahkemesinin tüm ticarî davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevli olduğu belirtilmiştir.
6102 sayılı TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir. Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır (mutlak ticarî davalar). Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4(1) hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır. İkincisi ise, yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4(1)-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür. Üçüncü grup ise, nispî ticarî davalar olup, TTK m. 4(1) hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez.
Öte yandan, 28/11/2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ve 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun (TKHK) 2. maddesinde kanunun kapsamı “Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar” şeklinde açıklanmıştır. Kanun’un “tanımlar” başlıklı 3. maddesinin (ı) bendinde sağlayıcı “kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişi”, (k) bendinde tüketici “ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi”, (l) bendinde ise tüketici işlemi “mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder” biçiminde tanımlanmıştır.
6502 sayılı TKHK’nın 73. maddesine göre; “Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir.”
6502 sayılı TKHK’nın 73. maddesi uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemesi görevli kılınmıştır. Bunun yanında Kanunun 83. maddesinde de taraflarından birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği belirtilmiştir.
6502 sayılı TKHK’nın 73. maddesi uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemesi görevli kılınmıştır. Bunun yanında Kanun’un 83. maddesinde de taraflardan birinin tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanun’un görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği belirtilmiştir. Aynı yasanın 83. maddesi uyarınca, eğer taraflardan bir tanesi tüketici ise onun yaptığı işlemler ile ilgili olarak diğer yasalarda bir düzenleme varsa, buna rağmen bu işlemin tüketici işlemi olduğu ve bu yasanın görev ve yetkiye dair olan düzenlemesini engellemeyeceği belirtilmiştir.
Dava konusu uyuşmazlık, 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde tahdidi olarak sayılan mutlak ticarî davalardan değildir. Dolayısıyla, bu türden uyuşmazlığın ticarî dava sayılabilmesi ve ticaret mahkemesinde görülebilmesi için tarafların her ikisinin de tacir ve dava konusunun tarafların ticarî işletmeleriyle ilgili olması gerekir. Bu bakımdan, davanın taraflarından davalı *** Şti. tüzel kişi tacir ise de, diğer taraf olan davacının dosya arasındaki sosyal-ekonomik durum araştırmasına göre doktor olduğu, tacir olduğuna dair dosyada herhangi bir delil bulunmadığı anlaşılamamaktadır. Bu nedenlerle, davacı tarafın tâcir olmaması nedeniyle nispî ticari dava da söz konusu olmadığından, davanın ticaret mahkemesinde görülmesi usulen mümkün değildir.
Öte yandan, her ne kadar yerel mahkemece taraflar arasındaki hukuki ilişki tüketici işlemi olarak nitelendirilmiş ise de, bu tespit de dosya kapsamındaki delillerle ve yukarıda anılan açık mevzuat hükümleriyle örtüşmemektedir. Zira taraflar arasındaki ilk sözleşmenin konusu olan 8 ada 269 parseldeki bağımsız bölümün niteliğinin sözleşmede “büro” olarak yazıldığı, keza ikinci sözleşmeye konu 2801 ada 2 parsel A Blok 4. Kat 9, 10 ve 12 bağımsız bölümlerin tapuda niteliğinin “ofis” olarak kayıtlı olduğu, üçüncü sözleşmeye konu 2184 ada 7 parselde bulunan D Blok 2. Kat 8 numaralı bağımsız bölümün ise tapuda “mesken” olarak kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Şu hale göre, taraflar arasında yapılan birinci ve ikinci sözleşmelerin konusunun büro (işyeri) vasıflı taşınmazlara ilişkin olduğu, davacı tarafın sadece son sözleşmeye konu mesken satımı ile değil, sürecin başından beri tüm sözleşmeleri kapsayacak şekilde davalının tutumu nedeniyle zarara uğradığını iddia ederek eldeki davayı açtığı, taraflar arasındaki satım ilişkisine konu taşınmazların sayısı ve vasfı nazara alındığında davacının 6502 sayılı TKHK kapsamında ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket ettiğinin iddia edilemeyeceği, davacının 6502 sayılı TKHK m. 3(1)-k hükmü kapsamında tüketici olarak kabul edilemeyeceği anlaşılmakla; mahkemece, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu nazara alınmaksızın, tüketici mahkemesinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

6100 sayılı HMK m. 2(1) hükmüne göre, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Bu nedenle hukuki uyuşmazlıklarda asliye mahkemelerinin görevi asıldır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece davanın ilk açıldığı Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçe ile tüketici mahkemelerinin görevli olduğundan bahisle verilen görevsizlik kararı doğru görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353(1)-a-3 maddesi gereğince kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmiştir.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-)Davacı vekilinin istinaf isteminin KABULÜNE, İlk Derece Mahkemesinin kararının 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a-3 hükmü uyarınca KALDIRILMASINA,
2-)Gerekçede belirtilen eksikliklerin giderilmesi amacıyla davanın yeniden görülmesi için dosyanın İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-)492 sayılı Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı tarife gereğince, peşin alınan istinaf karar ve ilam harcının davacıya İADESİNE,
4-)İstinaf kanun yoluna başvuran davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin İlk Derece Mahkemesince hükümle birlikte DEĞERLENDİRİLMESİNE,
5-)İstinaf incelemesi duruşma açılmadan yapıldığından vekâlet ücreti takdirine YER OLMADIĞINA,
6-)6100 sayılı HMK’nın 7035 sayılı Kanun ile değişik m. 359(4) maddesi uyarınca Dairemiz kararının ilk derece mahkemesince taraflara TEBLİĞİNE,
dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı HMK’nın m. 353(1)-a ve 362(1)-g hükümleri gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 30/12/2021