Emsal Mahkeme Kararı Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesi 2022/403 E. 2022/2307 K. 13.09.2022 T.

Görüntülediğiniz mahkeme kararı henüz kesinleşmemiştir. Yararlı olması amacıyla eklenmiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
DİYARBAKIR
ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO :
KARAR NO :

HAKİM :
KATİP :

DAVACI :
VEKİLLERİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :

DAVA : Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 16/03/2022
KARAR TARİHİ : 13/09/2022
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH :

Mahkememizde görülmekte olan Menfi Tespit (Kambiyo Senetlerinden Kaynaklanan) davasının yapılan açık yargılaması sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; “müvekkili …’ün, …. Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezini işlettiğini, davalı …. ile müvekkili ….z’ün 2020 yılı Temmuz ayında ortaklık kurarak işletmeyi açtıklarını, bu tarihten sonra ortaklaşa bir şekilde rehabilitasyon kurumunun faaliyetine başladığını, kurumun %45 sermayesi müvekkiline, %45 sermayesi davalıya ve %10 sermayesi de dava dışı…. isimli kişiye ait olmak üzere faaliyete geçildiğini, kurumun ilk kurulma ve faaliyete geçmesi için gereken para, davalı ile müvekkili arasında anlaşması üzerine; 2021 yılının Eylül – Ekim aylarında müvekkili ve davalı arasında iş sebebiyle anlaşmazlıklar olduğunu ve her iki ortakta bu iş ortaklığını sürdüremeyeceğini, davalının akabinde vadesi gelmeyen senetlerle ve müvekkilinin ödemesini gerçekleştirdiği halde …. tarihinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla konusuz ya da bedelsiz kalan senetlerle ilamsız icra takibine geçtiğini, müvekkilinin çalıştığı sektörde, engelli öğrencilerin ulaşımı, resmi kurumlara sürekli gidilip gelinmesi ve diğer işler dolayısıyla kurum için sürekli olarak araç lazım gelmekte olup, kurumun işleyişinin çoğunluğunun araç ve araç yakıtı sayesinde gerçekleştiğini, müvekkilinin aynı zamanda ….bank, …..bank ve ….bank isimli bankalardan toplamda 3 adet ihtiyaç kredisi ve kredi kartı geri ödemesinin olduğunu, davalının haksız takibi nedeniyle müvekkilinin banka hesapları blokeli olduğundan müvekkilinin şuanda kredilerini ödeyemediğini, yukarıda açıklandığı üzere tüm bu nedenlerden dolayı davayı açtıklarını beyan ederek ileride telafisi imkansız zararların ortaya çıkması ihtimaline binaen dava konusu icra takibi ilgili olarak müvekkili hakkında başlatılan takibin, müvekkilin şuanki ekonomik durumu göz önünde bulundurularak, teminatsız dava sonuna kadar durdurulmasına, bu talepleri uygun görülmez ise İİK’nın 72/3. maddesi gereğince icra dosyasına yapılacak ödemelerin alacaklıya ödenmemesi yönünde teminatsız olarak ihtiyati tedbir kararı verilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı taraf üzerinde bırakılmasını talep ve dava etmiş olduğu anlaşıldı.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davalı müvekkilin icraya verdiği bonolarla alacaklı olduğunu senet ile ispatlamış olduğunu, davacı tarafın senede karşı sunduğu herhangi bir senet olmadığını, davacı tarafın iddialarını senet ile ispat etmesini istediklerini, müvekkilinin alacaklı olarak davacı aleyhine Diyarbakır İcra Dairesinin ….. Esas sayılı icra dosyası ile borcun tahsili amacıyla icra takibi başlatmış olduğunu, dava dilekçesindeki davanın iddialarının gerçeği yansıtmadığını, davanın reddini, davacı taraf, …. ve müvekkilinin, “…. Mahallesi …..” adresinde bulunan “…. özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi” isimli özel eğitim kurumunu …. tarihinde aralarında tanzim ettikleri sözleşme ile kurduklarını, işbu sözleşme uyarınca müvekkilinin davacı taraf ile arasında bir ortaklık ilişkisi olduğunun anlaşılmakta olduğunu, sözleşmeye göre ortaklıkta, müvekkilin %45 oranında payının olduğunun görülmekte olduğunu, davalı müvekkilinin rehabiliyasyon merkezinde maaşlı olarak çalışmaya da başlamış olduğunu, davacı, müvekkilinin maaşına mahsuben yapılan ödemeleri, ana sermayede borçlandığı paranın geri ödemesi olarak yansıtmakta olduğunu, davacı tarafın dava dilekçesinde de ikrar ettiği gibi; müvekkil ile davacı arasındaki ortaklık 2021 yılının Temmuz ayında sona ermiş olduğunu, davacının sözleşme kurulurken imzaladığı icraya konu bonolarda ifade edilen meblağlar, davalı alacaklının alacağı haline gelmiş olduğunu, açıklanan nedenlerle haksız ve usule aykırı davanın reddini, kötü niyetli davacının % 20 icra inkar tazminatına mahkum edilmesini, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiş olduğu anlaşıldı.
GEREKÇE:
Dava Diyarbakır İcra Dairesinin ….. esas sayılı dosyayı ile başlatılan takipten dolayı davacının borçlu olmadığının tespitine ilişkindir.
Diyarbakır İcra Dairesinin …. esas sayılı dosyasında davalı Fuat Kızıldere tarafından ilamsız icra takibi başlatıldığı borç dayanağının ise taraflar arasında düzenlenen senetlere ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınması gerekir.
Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin …. tarih, ….. Esas, ….. Karar sayılı kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı ve Mahkememizce de anılan karara atıf yapılmak suretiyle iştirak edildiği üzere;
…. tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 1.maddesinde kanunun amacı açıklandıktan sonra, “Kapsam” başlıklı 2.maddesinde; “Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar..” hükmüne yer verilmiştir. Kanunun 3.maddesinde; “Mal; Alışverişe konu olan; taşınır eşya, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallar ile elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri her türlü gayri maddi malları ifade eder. Satıcı; Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da mal sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi kapsar.
Tüketici ise, ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Yine anılan kanunun 3/d maddesinde; “Hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyet” olarak tanımlanmıştır.
Bir hukuki işlemin 6502 sayılı kanun kapsamında kaldığının kabul edilmesi için; kanunun amacı içerisinde, yukarıda tanımları verilen taraflar arasında, mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir.
Bu noktada öncelikle çözümlenmesi gereken husus davaya bakma görevinin hangi mahkemeye ait olduğudur.
Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Görevle ilgili hususlarda kazanılmış hak söz konusu olmaz. Mahkeme duruşma yapmadan, yani taraflara tebligat yapıp onları dinlemeden dosya üzerinden de görevsizlik kararı verebilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmış ise veya yapılmamış olsa bile re’sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip, karara bağlamalıdır.
TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir.
Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır (mutlak ticarî davalar). Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4(1) hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır.
İkincisi ise, yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4(1)-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür.
Üçüncü grup ise, nispî ticarî davalar olup, TTK m. 4(1) hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez.
Öte yandan, 507 sayılı Kanun’un 2. maddesinde ”İster gezici olsun ister bir dükkan veya bir sokağın belli yerinde sabit bulunsunlar ticari sermayesi ile birlikte vücut çalışmalarına dayanan ve geliri o yer ve gelenek ve teamülüne nazaran tacir niteliğini kazanmasını icap ettirmeyecek miktarda sınırlı olan ve bu bakımdan ticaret sicili ve dolayısıyla ticaret ve sanayi odasına kayıtları gerekmeyen, ayni niteliğe (sermaye unsuru olsun olmasına) sahip olmakla beraber, ayrıca çalıştığı sanat, meslek ve hizmet kolunda bilgi, görgü ve ihtisasını değerlendiren hizmet, meslek ve küçük sanat sahipleriyle bunların yanında çalışanlar ve geçimini sınırlı olarak kamyonculuk, otomobilcilik ve şoförlükle temin eden kimselerin 1. maddede belirtilen amaçlarla kuracakları dernekler bu kanun hükümlerine tabidir” denilmektedir.
507 sayılı Kanun, 21/06/2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5362 Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 76. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve maddenin 2. cümlesi ile diğer yasaların 507 sayılı Yasaya yaptıkları atıfların 5362 sayılı yasaya yapılmış sayılacağı belirtilmiştir. Yeni yasal düzenlemede esnaf ve sanatkar tanımı değiştirilmiş olup Yasa’nın 3. maddesine göre esnaf ve sanatkar, ister gezici ister sabit bir mekanda bulunsun, Esnaf ve Sanatkar ile Tacir ve Sanayiciyi Belirleme Koordinasyon Kurulunca belirlenen esnaf ve sanatkar meslek kollarına dahil olup, ekonomik faaliyetini sermayesi ile birlikte bedenî çalışmasına dayandıran ve kazancı tacir veya sanayici niteliğini kazandırmayacak miktarda olan, basit usulde vergilendirilenler ve işletme hesabı esasına göre deftere tabi olanlar ile vergiden muaf bulunan meslek ve sanat sahibi kimseleri olarak belirtilmiştir.
Diğer yandan, TTK’nın 12. maddesinde “Bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir. Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır. Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.” hükmü ile anılan Yasa’nın 11. maddesinde “Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilir.” düzenlemesi yine TTK’nin 15. maddesinde de “İster gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri 11. maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bir kimsenin Vergi Usul Kanunu’na göre esnaf sayılması, TTK yönünden de esnaf kabul edilmesini gerektirmez. Ticaret siciline ya da Oda’ya kayıtlı olmamak da tacir olmamanın kesin bir kanıtı olmadığı gibi, vergi mükellefi olup olmamak da tacir ve esnaf ayrımında kesin bir ölçüt olarak kabul edilemez.
Mülga 6762 sayılı TTK’nın 1463. maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 18/06/2007 tarihinde kararlaştırılıp, 21/07/2007 tarih ve 26589 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 2007/12362 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında esnaf-tacir ayırımının nasıl yapılacağı belirlenmiştir.
6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10. maddesinde ticari işletmeler hakkında 6102 sayılı TTK’nın 11/2 madde ve fıkrasında öngörülen Bakanlar Kurulu kararı çıkarılıncaya kadar yürürlükte bulunan düzenlemelerin uygulanacağı belirtildiğinden Bakanlar Kurulu kararının uygulanmasına devam edilerek esnaf ve tacir ayrımının anılan kararda belirtilen kıstasların değerlendirilmesi suretiyle yapılması gerekecektir.
Somut olay hakkında yapılan değerlendirmede; uyuşmazlığın taraflar arasındaki ilişkinin kişisel borçtan kaynaklandığı, ilamsız takibe dayanak bonoların geçerliliğine ilişkin bir uyuşmazlık bulunmadığı, temel uyuşmazlığın münhasıran bonoya dayanmadığı dolayısı ile de davanın mutlak ticari dava türlerinden olmadığı anlaşılmıştır. Nisbi ticari dava incelemesinde ise;
-Diyarbakır Ticaret Sicil Müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabından anlaşıldığı üzere davacının ve davalının Ticaret Sicilinde şahıs kaydı veya şirket ortaklığının bulunmadığı,
-Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanlığına yazılan müzekkere cevabından anlaşıldığı üzere davacının ve davalının esnaf kaydının bulunduğu,
-Diyarbakır Vergi Dairesi Müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında davacı asilin 2020 yılında gerçek usulde yıllık gelir vergisi mükellef kaydının olduğu, davalı asilin bilanço hesabına göre mükellef kaydının bulunmadığı görülmekle,
Neticeten tarafların tacir olmadığı ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olmadığından davanın nispi ticari dava olarak da kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla görevli mahkemenin genel mahkeme olan asliye hukuk mahkemesi olduğu görülmekle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Gerekçesi ve Ayrıntısı yukarıda açıklandığı üzere;
1-Mahkememizin görevsizliği nedeni ile HMK’nın 114. ve 115. mad. gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden REDDİNE,
2-Tarafların görevsizlik kararının kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmesi halinde kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulması halinde ise bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde mahkememize müracaatı halinde dava dosyasının görevli DİYARBAKIR NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE gönderilmesine,
3-Yargılama giderlerinin HMK’nın 331/2 maddesi gereğince görevli mahkemece nazara alınmasına,
Dair; davacı vekilinin ve davalı vekilinin yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesine istinaf kanun yolu açık olmak üzere karar verildi.

Katip Hakim